Connect with us

EKONOMİ

KERİM ROTA: Liralaştıramadıklarımızdan mısınız?

Adaletsiz ve yoksullaştıran akıldışı bir ekonomi deneyinin sürdürülebilirliğinin KKM gibi devletin verdiği sınırsız bir kefalete dayanması, her geçen gün ileride ödenecek faturanın artmasına neden oluyor. Riskleri seçim sonrasına ötelemek için KKM’nin süresi uzatılıyor ve dış finansman için her türlü politik taviz veriliyor.

Yayınlanma:

|

Perspektifte yayınlanan bir önceki yazımda Kur Korumalı Mevduatın (KKM) ekonomik bir tercih olmadığını, topluma ağır maliyeti olacağı bilinmesine rağmen alınan siyasi bir karar olduğunu yazmıştım. Yazımın bitiş cümlesi de aşağıdaki gibiydi.

“KKM uygulaması döviz kurunda birkaç aylık geçici bir istikrar sağlamış olsa da, enflasyonu patlatan, hazine borçlanmasını daha pahalı hale getiren, sosyal adaleti yok eden, belki de en önemlisi ahlaki erozyon yaratan bir uygulama olarak ileride finans literatüründe yerini alacak.”

Devlet Baba Kefil Olunca

KKM kararı bence devletin AK Parti’nin sıra dışı ekonomi politikalarına kefil edilmesiydi.

Parasal bir konuda işin içine devlet kefaleti girdi mi akan sular durur. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri bunun iyi bir örneğidir. Devlet baba projeye kefil olunca bankada hesap bile açacak itibarı olmayan bazı müteahhit ve işletmeciler bir anda sorgusuz sualsiz muteber müşteri haline gelirler. Yurtiçi ve yurtdışı bankalar fizibiliteye çok da bakmadan devasa projeleri finanse etmek için kuyruğa girerler.

Bu konularda gelen eleştirilere cevap vermeyi de bizi bu yükümlülüklere kefil eden, imzayı atan siyasiler ve bürokratlar üstlenirler. Eleştirilerin dozu arttıkça da o projelerin ne kadar faydalı ve aslında kârlı olduğunun pazarlamasını daha üst perdeden yaparlar.

Paranı Dövize Endeksle ve Liralaş

Bunu yaparken inandırıcı olsun olmasın herkesin ilgisini çekecek, tartışma yaratacak bazı terimler çok işe yarar. Mesela KÖİ projeleri için “Milletin cebinden tek kuruş çıkmıyor” söylemi tartışılır durur. Kimsenin anlam veremediği sözde ekonomi modeli için dile getirilen “Epistemolojik kopuş” gibi bir söylem bir anda gündem haline geliverir.

KKM ile devletin AK Parti’nin tercihine kefil edilmesini savunanların ortaya attığı terim ise “Liralaşma” oldu. Bu terimle ilk kez KKM kararı sonrasındaki TCMB enflasyon raporunda tanıştık. Sonrasında iktidardaki siyasiler de bunu sıkça kullanmaya başladılar.

“Dövizi satın almayıp paranızı dövize endekslerseniz aradaki kur farkını devlet size ödeyecek” taahhüdünün nasıl olup da “Liralaşma” sağlayacağını kimse anlamasa da bu sözcüğün pazarlama etkisi yüksek oldu.

Hatta TCMB Başkanı Kavcıoğlu, 12 Eylül’de kurumunun blogunda bu konuda bir yazı yayınladı. Yazısından bir paragrafı aşağıda paylaşıyorum.

“Liralaşma ile birlikte, hanehalkı, firma ve bankacılık kesimlerinin varlık ve yükümlülüklerinde Türk lirası cinsi kalemlerin ağırlığının artırılması, böylece finansal sistemin bütüncül olarak Türk lirası ağırlıklı hale gelmesi mümkün olacaktır. Liralaşma ayrıca sözleşme, fiyatlama ve ödeme işlemlerinde Türk lirasının temel alınmasını da kapsamaktadır.”

KKM sonrası dönemde yazıda bahsedilen hanehalkı, firma ve bankacılık kesimlerinin varlık, yükümlülük ve fiyatlama davranışlarında sizce bir Liralaşma eğilimi ortaya çıkmış mıdır?

Firmalar

Geçen yıl bu zamanlar iç piyasada 6-9 ay arasında olan vadeler bugün artık 1 ay bile değil. Ticaret yapanlar 1 ay sonra eline geçecek Türk lirası ile ne kadar mal veya hizmet alabileceğini kestiremez hale geldi. Durum bu iken sözleşme ve fiyatlamalarda Türk lirasını temel alıp almadığının takdirini okuyuculara bırakıyorum.

Hanehalkı

Tasarruf tercihlerine bakınca da tablo bizlere “Liralaşma” pazarlamaya çalışanların yansıttığından oldukça farklı görünüyor.

Aşağıda “Liralaşma” tablosunu görebilirsiniz. Tabloya göre Türk lirası mevduatların toplam mevduatlar içindeki payı 20 yılın en düşük düzeyine gerilemiş durumda.

 

Yapılan hesaplamalara göre bu yıl sadece 9 aylık dönemde mevduat tercihlerinde döviz ve dövize endeksli varlıkların tutarı 65,6 milyar dolar artmış.

Haluk Bürümcekçi’nin hesaplamasına göre de, KKM yoluyla dövize endekslenen mevduat tutarı 76,9 milyar dolar seviyesine ulaşmış. Yılbaşından itibaren döviz mevduatlarındaki reel azalış ise sadece 12,3 milyar dolar (sabit parite ve ons hesabı ile).

Yani kamunun üzerine 77 milyar dolarlık mevduatın kur riski yüklenirken, bankalardaki yabancı para hesaplarından sadece 12,3 milyar dolar döviz eksilmiş.

Buna ilave olarak bir de çok göz önünde olmayan Eurobond yatırımları kısmı var. Yine TCMB verilerine göre KKM sonrası hanehalkının ve yatırım fonlarının Eurobond varlıkları 4,5 milyar dolar artmış.

Hayaller Liralaşma, Gerçekler Dolarizasyon

KKM dışarıda tutulunca TL mevduatlar son bir yılda sadece yüzde 28 artmış. Oysa aynı dönemde oluşan TÜİK enflasyonu yüzde 83. Aşağıdaki grafikte görüleceği gibi reel olarak TL mevduatlar en düşük seviyesine gelmiş.

 

 

Dolayısıyla finansal sistemde bırakın herhangi bir “Liralaşma” olmasını “Dolarizasyon” almış başını gitmiş.

Sonuç olarak TCMB Başkanı blog yazısında tasarruf tercihlerinde Liralaşma hayallerinden bahsetse de, gerçekler, 77 milyar dolar eşdeğeri yabancı para mevduatının kur farkına devletin kefaleti olmuş.

Bul Krediyi Kap Parayı

İşin yükümlülük tarafına gelince tablo tamamen değişmiş durumda.

Yukarıda göreceğiniz gibi “varlık Liralaşması” ortada yokken, “yükümlülük Liralaşması” hızla hayata geçmiş.

Türk lirasındaki oynaklık nedeniyle döviz kredileri azalırken, dünyanın en derin negatif faizi tam anlamıyla bir “Türk lirası krediye hücum” yaşanmasına sebep olmuş.

Enflasyon ile kredi faizi arasındaki bu olağanüstü fark, şirketlere neredeyse alabilecekleri kredi miktarı kadar kâr etme fırsatı sunuyor. Üretici enflasyonunun yüzde 150 olduğu ortamda yüzde 20 seviyesinde Türk lirası krediye ulaşabilen şirketlerin ne rekabeti ne de araştırma geliştirme çalışmalarını dert etmesine gerek kalıyor. Dolayısıyla şirketler için krediye ulaşabilmek aynı 1970’lerde olduğu gibi yaşamsal önemi olan bir iş haline dönüştü.

Bu krediye hücumun Türk lirasının değer kaybını ve enflasyonu beslediğini TCMB’de gayet iyi biliyor. Tam da bu nedenle TCMB Başkanı bir yanda blog yazısında Liralaşmaya övgü düzerken diğer yanda kredilerin kapsamını ve faizini sınırlayan düzenlemelere imza atıyor.

Yükümlülük Liralaşması Bekleme Odasında

“Liralaşma” söylemi ile çıkılan yolun daha bir yılı dolmadan “varlık Liralaşması” çoktan hayal oldu. Hızla hayata geçen “yükümlülük Liralaşması” ise hızlı başlangıcın ardından şimdilik yaratıcıları tarafından bir kenarda bekletiliyor.

Seçimlere çok az kaldığı için yükümlülük Liralaşmasının geleceği oldukça parlak. Gelecek yıl başından itibaren tek haneye düşürülecek olan TCMB faizine yakın seviyeden bolca kredi dağıtılacak. Krediyle ve parasal genişlemeyle yaratılan büyüme döngüsü yeniden hayata geçecek.

Tabii ki bunun ardından enflasyon yeniden ivme kazanacak. Ancak baz etkisi ile ortaya çıkacak olan düşüş Mayıs ayına kadar devam edeceğinden, ufukları seçime kadar olan siyasiler ve bürokratlar için bunun bir önemi olmayacak.

Organik Liralaşmanın Faturası Büyüyor

Adaletsiz ve yoksullaştıran akıldışı bir ekonomi deneyinin sürdürülebilirliğinin KKM gibi devletin verdiği sınırsız bir kefalete dayanması, her geçen gün ileride ödenecek faturanın artmasına neden oluyor. Riskleri seçim sonrasına ötelemek için KKM’nin süresi uzatılıyor ve dış finansman için her türlü politik taviz veriliyor. Devlet kefaleti ortadan kaldırılıp gerçek ve organik bir “Liralaşmaya” dönüş yapılması gerektiğinde toplumun her kesiminin ödeyeceği fatura artıyor.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.