Connect with us

GÜNCEL

Aylin Seçkin: Siyasetin finansmanı

KP iktidarı, siyasetin propaganda ve ekonomik faaliyetlerini tahkim etmek için Türkiye’nin ekonomi-politik pek çok sürecini olumsuz etkileyen icraatıyla biliniyor. Artık bilinen gerçek şu ki, AKP, rant ekonomisiyle Türkiye’nin değirmenini döndürüyor. Ekonomist ve akademisyen Aylin Seçkin yazdı.

Yayınlanma:

|

Seçimlere artık sadece 1 ay kaldı. Hepimiz 21 yıllık AKP iktidarından yorulduk. Aslında 20 yıl iktidarda kalmak eminim pek çok politikacıyı da epey yormuştur. Her gün çeşitli anketler televizyonlarda, sosyal medyada yayınlanmakta. Bu anketleri kimin finanse ettiği, kim adına, kaç kişiyle, hangi metotla, hangi gün yapıldığını tüm seçmenlerin bilmesi gerekmektedir. Ensar Yılmaz, Türkiye’de seçmen tercihlerini büyük oranda belirleyecek faktörler olarak

(1) politik nedenler

(2) değişim korkusu

(3) klientalist (çıkarcı) bağlılık ve

(4) ekonomik gidişatı sıralıyor. [1]

Politik nedenlere göre parti tercihleri futbol kulüplerini tutmaya çok benziyor aslında. Kimse yenildiği için futbol kulübünü değiştirmediği gibi ekonominin kötü gitmesi de bu grup üzerinde o kadar da etki etmiyor gibi gözüküyor. En azından şimdilik anketlere yansıyanlar, sokak röportajlarından gözlemlenenler bu yönde. Ancak politik partizanlığın ardında bir de “ağ teorileriyle” açıklanabilecek ilişki ve ekonomik fayda sistemleri yatıyor olabilir.

AKP İktidara geldiğinde devraldığı AVM etrafında tasarlanmış yeni mahalleler, inşaat ve rant ekonomisi ve İslamî siyasetini dönemin rüzgarıyla da çok iyi bir biçimde sentezleyerek büyüttü ve bir “kentsel rant kapitalizm sistemi” geliştirdi. Bu sistem sayesinde seçimleri (2019 Yerel seçimleri hariç) şimdiye kadar kazandı ve siyasette adeta muhalefetsiz bir ortamda sadece “kendisiyle” yarıştı. Ancak artık deniz bitti.

AKP’nin 20 yıldan fazla ülkeyi yönetebilmesi aslında Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini kazanmasıyla doğrudan ilgili. 1994-1998 yılları arasında başkanlığı, kendisine belediyelerin işleyiş sistemini çözmesini, belediyelerin imar yetkileri ile rant yaratma kapasitelerinin ne ölçüde merkezi hükümetle iş birliğine bağlı olduğunu anlamasını sağladı. Şimdiye kadar yerel yönetimden merkezi yönetime geçen bir politikacı tanımamıştık. Bu iki farklı siyaset biçimi ortaya çok katmanlı bir organizasyon yapısının çıkmasını sağladı.

Hükümet eliyle özellikle imar ve ihale yasalarını değiştirme yoluyla yıllar içinde çok önemli bir rant yaratıldı. Hükümete yakın ve hep aynı firmaların pek de şeffaf olmayan ihaleler ya da davet usulüyle köprü, havalimanları, şehir hastaneleri altyapı yatırımları gibi pek çok büyük bütçeli projeyi gerçekleştirdiklerini gördük. 2002’den beri 192 kez değiştirilen bir ihale kanunu olabilir mi? Ulaştırma ve Altyapı Bakanı 5 Nisan 2022’de bir konuşma yapıyor ve 2053 yılında bölünmüş yol ağının 38 bin 60 kilometreye, demiryolu ağının da 28 bin 590 kilometreye, havalimanı sayısının da 61’e çıkacağını müjdeliyordu. [2]Yani iktidar 30 yıl sonrasını planlıyor! Bakan bir sene sonra 7 Nisan 2023’te “Türkiye’nin dört bir köşesine aynı zamanda kazandırdığımız dev eserlerimiz; milletimizin konforlu ulaşımına hizmet ettiği gibi, Türkiye Yüzyılı’nın üzerinde yükseleceği büyük ve güçlü Türkiye’nin altyapısını da sağlamaktadır. Bu kapsamda yalnızca İstanbul’da; Marmaray, Avrasya Tüneli, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Kuzey Marmara Otoyolu, İstanbul Havalimanı, İstanbul-İzmir Otoyolu, İstanbul-Ankara Yüksek Hızlı Tren Hattı, Pendik-Sabiha Gökçen Havalimanı ve Kağıthane-İstanbul Havalimanı metroları gibi tüm dünyanın gıptayla baktığı dev proje ve yatırımları başarıyla tamamlayarak, İstanbul’u modern ulaşım altyapısıyla hayallerin ötesinde bambaşka bir noktaya taşıdık. İstanbulluların yaşam kalitesini yükselttik ve İstanbul’u çok kıymetli bir marka şehre dönüştürdük” şeklinde konuşuyor, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni asıl kendilerinin yönettiklerine İstanbulluları ikna etmeye çalışıyor[3].

Maalesef 20 yıllık AKP iktidarı sadece yönetimde liyakati ortadan kaldırmakla kalmamış, bu lakayt yönetim biçimi en ufak çaplı kamu kurumlarına hatta özel sektöre bile sirayet etmiştir.

6 Şubat’ta 11 ilimizi etkileyen, iki tanesini ise neredeyse haritadan silen depremin yaralarını sarmak, şehirleri eski haline getirmek için en az 100 milyar dolar lazım ve öncelik bu illerin haberleşme, alt ve üst yapısını yeniden kurmak en az 5 yıl alabilir ancak daha cenazelerin tamamı enkazdan kaldırılmadan yeni inşaatların ihaleleri yapıldı bile. Hatta Adıyaman’daki evler iki katı fiyata iktidara yakın bir müteahhitte verilmiş bile. [4]

Siyasetin finansmanı ülkemizde çok problemli bir konu. Vatandaş olarak bugün internete girip her partinin kimden, hangi şirketten, dernekten ne kadar bağış aldığını görebiliyor olmalıyız. Dahası, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında, bakanlık, belediyelerde çalışan herkesin maaşı, mal varlığı ve iktidarda kimlerle akrabalık, dostluk (sınıf arkadaşlığı, asker arkadaşlığı) ilişkileri olduğu açıkça bilinmeli. Bugün bu bilgilerin çoğu “devlet sırrı”.

Siyaset zenginleşme yeri değildir. Siyasette geçirilen süreye sınır getirilmeli siyaset öncesi ve sonrası gelir beyanları da halka açık olmalıdır. Örneğin Kanada’da son yüz yılda en uzun başbakan olan 10 yıllık başbakanlığı ile Jean Chrétien’dir. Çok sevilmesine rağmen kendi isteğiyle politikadan ayrılmıştır. Ortalama 5-8 yıl politikada kalıp işine geri döner demokratik ülkelerde politikaya girenler.

Elbette en demokratik olduğu iddia edilen ülkelerde bile iktidarı etkilemek için olmadık finansal ilişkiler söz konusu olabilir. Bunun şüphesi bile bağımsız araştırmaya konu olması gereken bir olaydır. Bugün Kanada Başbakanı Justin Trudeau 2021 seçimlerine Çin’in müdahil olup, olmadığı, Çin kökenli bir milletvekilinin seçilmesini sağlayıp sağlamadığı konusunda ciddi bir araştırma yapılması talebiyle karşı karşıyadır[5]. Politikacılar, “yaptım oldu” diyemez. Bağımsız medyayı, sanatçıyı yasaklayarak susturamaz. Hesap vermekten kaçamaz, suç ve ihmali varsa yasalar önünde eşit vatandaştır.

Maalesef 20 yıllık AKP iktidarı sadece yönetimde liyakati ortadan kaldırmakla kalmamış, bu lakayt yönetim biçimi en ufak çaplı kamu kurumlarına hatta özel sektöre bile sirayet etmiştir. Özellikle rekabetin yüksek olduğu, pastanın giderek küçüldüğü yüksek öğrenim endüstrisinde bile iktidara yakın idareci kadroların değişmediği görülür. Rektörlerin arkadaşlarına diploma hediye ettiği haberleri bile basına yansımıştır. Bir rektörün rüşvet skandalıyla birlikte anılması utanç vericidir.[6]

İmar rantı veya özel bir avantaj yaratılarak bazı şirketlerin tercih edilmesi, hep aynı şirketlerle çalışılması, ihaleyi alan şirketlerin ise kârlarının bir kısmını siyasetin finansmanına ayırması lobi teorisinin temelinde yatmaktadır. Acemoğlu ve Robinson’un bahsettiği ayrıştırıcı kurumlara bir örnek teşkil eder[7].

Acemoğlu ve Robinson’un “Ulusların Düşüşü” kitabında bahsettiği “İmar-ihale-kredi” sistemi gibi Orta çağdaki feodal düzene benzer bir düzenle tek taraflı çıkarcı bir ekonomik rant yaratıyor. Bu rant çarkının sürmesi için karar alıcı sisteminin bozulmaması lazım.

Bu şirketler ülkeye giren uluslararası sıcak parayla finanse edilen banka-kredi sisteminden aktarılan bol kredilerle beslenir. Özellikle inşaat ve enerji sektöründe faaliyet gösteren bu şirketler ürettikleri konutlar, ofisler ve ticaret merkezlerinin, alışveriş merkezlerinin yanında, kenarında açılan üniversitelerle pekişen yeni şehir ekonomisi oluştururlar. Yeni mahallelerle oluşan tüketim döngüsü aslında inşaat sektörünün de gücünü gösterir. İnşaat 150 kadar alt sektörle ilintili olduğundan ekonomik büyümeye etkisi elbette “narkotik”. Bugün müteahhit olmak için “niyet etmek” yeterli.[8]

Öte yandan, evin bir barınma aracından yatırım aracına dönüşmesi, yabancılara vatandaşlık sistemiyle aratan ev fiyatları ve vatandaşın maaşıyla yarışan kiralar küçük yatırımcıların daha çok borsaya ve kripto yatırımlarına yönelmesine ve çok iyi anlamadıkları bu riskli enstrümanlar yüzünden çoğu kez de hüsrana uğramaları ve tasarruflarını kaybetmeleriyle sonuçlanmakta. BİST’te bir zamanlar çoğunlukta olan yabancı fonu oranı bugün %28 civarına inmiş durumda. İktidara yakın firmalara ucuz kredi ise ülkeye artık girmeyen sıcak parayla değil devlet eliyle dağıtılan ucuz kredilerle mümkün.

Acemoğlu ve Robinson’un “Ulusların Düşüşü” kitabında bahsettiği “İmar-ihale-kredi” sistemi gibi Orta çağdaki feodal düzene benzer bir düzenle tek taraflı çıkarcı bir ekonomik rant yaratıyor. Bu rant çarkının sürmesi için karar alıcı sisteminin bozulmaması lazım. Devletin “kural koyucu” yetkilerini kullanarak el koyduğu rant gelirlerini tek bir yerde biriktirdiği kaynağın (rantın) bir algoritmik yapıyla paylaştırılması modeli sürdürülebilir kılıyor. Teoride, bu tarz rant yaratımı bazen de yasadışı yollardan elde edilen gelirin paylaştırılması şeklinde de olabiliyor.

Neticede, ortada paylaşılması gereken bir pasta varsa başka sektörlerden piyasa oyuncuları da bu ranttan “pay kapma” için bir tür lobicilik faaliyetine girebiliyor. Ancak, asıl önemli olan bu gelirin hükümetle birlikte çalışan sivil örgütler, vakıf ve kamu yararına dernek ilan edilmiş iktidar sempatizanı örgütlere paylaştırabilmek. Bu paylaşım ise bağış veya proje fonu olarak dağıtılabiliyor. Örneğin pek çok Avrupa Birliği fonu Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın düzenlediği ihale süreçleriyle dağıtılıyor. Bu ihalelere konuyla hiç ilgisi olmayan firmaların girdiği oluyor.

Vikipedya’da ifade edildiği gibi “Havuz medyası” AKP ile iş birliği içindeki çeşitli holdinglerin Türkiye medyasının önemli kuruluşlarını satın almak için para topladıkları ortak havuzu ifade eder.[9] Devletten çok sayıda ihale alarak kamu kaynaklarından gelir elde eden bu şirketler, kazançlarının bir kısmını bu havuzda toplayarak ATV, Star ve diğer bazı kuruluşlarını satın almıştır.[10]

Aslında bundan sonra bizim politikacılardan en öncelikli beklentimiz belki de “bal tutan parmak yalar” tarzı ortam ve ihtimalleri ortadan kaldıran bir şeffaflık ve hesap verebilirlik sistemini kurmaları ve yerleştirmeleri.

“Havuz ekonomisi” ise kentlerin imar planları değiştirilerek yaratılan ranttan tutun da faizlerin düşmesiyle “firmaya özel” verilen kredilere, teşviklere, gümrük vergisi bir anda sıfırlanan ürünler sayesinde elde edilen gelirleri ve bilemediğimiz daha pek çok ranttan yaratılan ekonomiyi kapsıyor. İktidara yakın olmanın bir başka koşulu da iktidara yakın cemaat, tarikat, vakıf ve çeşitli sivil toplum ve yardım kuruluşlarına bağış yapmak.

Bu noktada ister istemez insanın aklına tarikat, cemaat ve diğer sivil toplum örgütlerinin nasıl fonlandığını, gelirleriyle hangi sektörlerde, kimlere nasıl yardım dağıttıkları soruları geliyor. 6 Şubat depremiyle Kızılay gibi bir kurumun dahi çalışma biçiminin değişmiş olduğunu gördük. Çadırları depremzedelere parayla satan bir Kızılay hepimizi şaşırttı. Bazılarımız da bu ilişki ağını anlamaya, öğrenmeye çalışıyor. Bu konuda zaten aktif olarak araştırma yapan pek çok gazeteci var.

Rant oluşturarak yaratılan gelirle siyaseti finanse etmenin de bir bedeli var elbette. Bugün 1980’de 69 milyar dolarla 65 milyar dolarlık Güney Kore ekonomisini geçiyorduk. Bugün Güney Kore 2,76 trilyon dolarlık bir ekonomi (2022 verileri, satın alma gücü paritesine göre) olurken biz 905 milyar dolarda kaldık. Üstelik 2022’de % 5,6 ekonomik büyüme gerçekleştirdiğimiz TÜİK tarafından açıklansa da bu büyümeden bizler bir pay almadık. Hatta bazılarımız cebimizden verdik, evimizi, işimizi kaybettik.

Bugün muhalefet partilerinin yapması gereken bu halkı dışlayıcı rant çarkını daha fazla mercek altına almak, sayılarla, tarihsel süreçte yaratılan ve halkın çoğunluğunun parçası olmadığı sistemi teşhir etmek. Bugün böyle bir sistemin varlığı teorik olarak ortada, refah düzeyi olarak da çok çarpıcı bir şekilde karşımızda. Aslında bundan sonra bizim politikacılardan en öncelikli beklentimiz belki de “bal tutan parmak yalar” tarzı ortam ve ihtimalleri ortadan kaldıran bir şeffaflık ve hesap verebilirlik sistemini kurmaları ve yerleştirmeleri.

[1] https://www.politikyol.com/secim-ekonomisi-secim-kazandirir-mi/

[2] https://www.anadolumedya.net/ulastirma-bakani-2053-te-bolunmus-yol-agini-38-bin-60-kilometreye-yukseltecegiz/2563/

[3] https://www.uab.gov.tr/haberler/ulastirma-ve-altyapi-bakani-karaismailoglu-basaksehir-kayasehir-metro-hattini-yarin-hizmete-aciyoruz

[4] https://www.diken.com.tr/depremzede-konutlari-maliyetin-iki-katina-ihale-edilmis/

[5] https://www.theguardian.com/world/2023/mar/09/justin-trudeau-china-election-meddling-canada

[6] https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/saraya-uzanan-rusvet-agi-iddiasinda-ismi-gecen-unsal-ban-hediye-diploma-dagitmis-1975580

[7] Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty

[8] https://www.youtube.com/watch?v=3HUWC1UDmz4 Flutv: Rantsal Dönüşüm

[9] https://t24.com.tr/haber/makyol-cengiz-kalyon-ve-kolin-dunyada-devletten-en-cok-ihale-alan-sirketler-listesinde-ilk-siralarda,636193

[10] https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye%27de_medya

Okumaya devam et

Ali Coşkun

Kredi Derecelendirme Notunu Belirleyen Unsurlar

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bir firmanın kredi derecelendirme (rating) notu; o firmanın finansal gücünü, risk profilini ve borçlarını ödeme kapasitesini ölçmek için kullanılır. Finansal kurumlar ve derecelendirme kuruluşları, bu notu verirken birçok kriteri değerlendirir. Bu kriterlerin her biri, rating notunun oluşmasında belirli bir yüzdesel ağırlığa sahiptir.

1. Finansal Performans ve Mali Tabloların Analizi (%40)

Rating notunun en büyük payını firmanın finansal performansı oluşturur. Bilanço, gelir tablosu ve nakit akış tablosu üzerinden;

  • Kârlılık

  • Likidite

  • Borçluluk oranları
    gibi temel göstergeler analiz edilir. Ayrıca özkaynak-yabancı kaynak dengesi gibi sermaye yapısı unsurları da, finansal risklerin yönetimi açısından kritik önemdedir.

2. Firma Yönetimi ve Kurumsal Yapı (%20)

Yönetim kadrosunun deneyimi, profesyonelliği ve stratejik karar alma kapasitesi, firmanın sürdürülebilir başarısı üzerinde büyük etki yapar.
Kurumsal yönetim ilkelerine (şeffaflık, hesap verebilirlik, adillik, sorumluluk) uyum, firmanın dış yatırımcılar nezdinde güvenilirliğini artırır.
Ayrıca sektörel tecrübe, yönetimin krizlere karşı refleksi ve inovatif yaklaşımı da bu başlıkta değerlendirilir.

3. Faaliyet Alanı ve İş Modeli (%15)

Firmanın hangi sektörde faaliyet gösterdiği, iş modelinin sürdürülebilirliği ve rekabetçiliği de değerlendirme kriteridir.
Öne çıkan alt başlıklar:

  • Ürün veya hizmet kalitesi

  • Müşteri portföyü çeşitliliği

  • Pazar payı

  • Teknoloji kullanımı ve inovasyon kapasitesi

Ayrıca, sektör trendlerine hızlı uyum sağlama yeteneği ve büyüme potansiyeli bu kategoriye katkı sağlar.

4. Sektörel ve Makroekonomik Faktörler (%15)

Firma dışı faktörler de rating notunu etkiler. Özellikle:

  • Sektörün genel sağlığı (büyüme, rekabet, regülasyonlar)

  • Ekonomik konjonktür (faiz oranları, döviz kurları, enflasyon)

  • Politik ve jeopolitik riskler

Firmanın içinde bulunduğu sektörün dışsal risklere açıklığı, genel değerlendirmeye doğrudan yansır.

5. Ödeme Disiplini ve Kredi Geçmişi (%10)

Firmanın geçmiş borç ödeme davranışı, kredi notu üzerinde doğrudan etkilidir.

  • Gecikmeli ödemeler

  • Temerrüt kayıtları

  • Bankalarla yaşanan sorunlar

Bu unsurlar, firmanın risk primini yükseltir. Buna karşılık, düzenli ve sorunsuz kredi ödemeleri, güvenilirlik algısını pekiştirir ve finansmana erişimi kolaylaştırır.

Kredi notu, sadece bir firmanın geçmişini değil; gelecekteki ödeme gücünü, sürdürülebilirliğini ve finansal güvenilirliğini yansıtan kritik bir göstergedir.

🔑 Unutulmamalıdır: Kredi notu, geçmişin aynası değil, geleceğin güvence anahtarıdır…

Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

Altın ‘borç çağında’ yeni para: Güven, itibari para sistemini terk ediyor!

Yayınlanma:

|

Yazan:

CHP Kurultayı’nın iptali duruşmasından karar çıkmaması, Türk mali piyasalarında iyimser havanın dün de devam etmesine neden oldu. Her ne kadar henüz riskler tam anlamıyla geçmemiş olsa da, erteleme karar bile olumlu karşılandı. Gerek jeopolitik cephede tansiyonun düşmesi, gerekse 19 Mart’a benzer bir sürecin tekrar edileceği endişesinin vücud bulmaması sonrası TCMB’den 19 Temmuz tarihinde beklenen anlamlı faiz indirimi öncesinde, TL ve TL cinsi yatırım araçlarına ilginin arttığını görüyoruz. Yabancı kurumların da TL tahvilleri ön plana çıkarması ile iki yıl vadeli gösterge tahvilin bileşik faizi son iki günde 250 baz puan geriledi. Daha geniş bir açıdan bakmak gerekirse, 19 Mart sonrası %50 seviyesini test eden gösterge tahvil %40’ın altına indi.

Öte yandan, faiz indirimlerinin bankacılık sektörüne yarayacağı beklentisi ile Borsa İstanbul Bankacılık endeksi, evvelki gün göz kamaştırıcı bir şekilde %10’a yakın yükseliş kaydetmesi ardından dün de günü %1’in üzerinde primli kapattı. CDS risk primi de benzer bir şekilde 287 baz puana kadar gerileyerek 20 Mart’tan bu yana en düşük düzeye geldi. İç siyasi risklerin bir süreliğine de olsa rafa kalkması bile mutlu son isteyen piyasaların yüzünü güldürdü. USDTRY kuru günü 39,81 seviyesinde tamamlarken, Çarşı’da döviz satışlarının yoğunlaştığı yönünde piyasa koridorlarından haberler de işittik. TCMB’nin analitik bilançosuna olumlu gelişmelerin bugün açıkalanacak taze verilerle yansımasını bekliyoruz.

Dün de bültenimizde kaleme aldığımız üzere, hisse senetlerinde asıl temel sorun şirketlerin kârsızlık sorunu! Hatırlatmak gerekirse, İSO500 verileri bizlere şirketlerin 2024 yılında elde ettikleri faaliyet kârlarının %97’sinin finansman giderine gittiğini, yani şirketlerin kâr edemediklerini göstermişti. Finansman kaleminin (kredi faizinin) büyük bir rol oynadığı bu resimde, yıl sonuna kadar TCMB’den beklenen (toplam dört olağan toplantıda) 1100 baz puan faiz indiriminin (%46 – %35) şirketlerin yüzünü güldürerek borsaya da alım getirmesini bekliyoruz. Çarpıcı bir örnek vereyim: Bankacılık hisselerinde son üç günde yaşanan %13 yükselişe rağmen, geçen sene bu zaman endeksin daha yukarıda olduğunu not edelim!

Dün İstanbul Ticaret Odası (İTO), Haziran ayı İstanbul bölgesi enflasyon verilerini açıkladı. Buna göre aylık TÜFE artışı %1,77 olurken, yılın ilk yarısında enflasyon %20,63 ; yıllık bazda ise %44,38 artış gösterdi. Yakından takip ettiğimiz ana harcama gruplarına göre aylık bazda konut (yani kira) %2,7 yıllık olarak ise %77,17 ; eğitim aylık %1,45 yıllık %89,81 ; sağlık ise aylık %0,77 yıllık %44,65 artış kaydetti. Gıdada aylık artış %1,93 oldu. İstanbul’da hayat pahalılığının Türkiye genelinin biraz daha üzerinde olduğunu düşünürsek, yarın açıklanacak resmî enflasyon verisinin aylık %1,6 ile piyasa tahmini paralelinde olacağını düşünüyoruz.

Büyümenin öncü göstergesi olarak kabul edilen İstanbul Sanayi Odası (İSO) imalat sanayi PMI verisi Haziran ayında 46,7 değerini aldı. Bilindiği üzere 50 seviyesi eşik değer olarak kabul edilirken, aşağısı daralma, üstü ise genişleme anlamına geliyor. Bu bağlamda, Haziran ayıyla birlikte PMI endeksi son 15 aydır daralma bölgesinde ve son sekiz ayın da en düşük seviyesine yer alarak ekonomik aktivite hakkında önemli bilgi vermeye devam etti. Verinin alt kalemlerinde, sektörel bazda tanımlı on sektörün tamamında daralma yaşandığını da görüyoruz. Her üç kişiden birinin işsiz olduğu ve ekonomik aktivitenin pek de iyimser sinyaller vermediği bir ortamda, sanayide işlerin iyi gitmediğini söyleyebiliriz.

Dönelim yurt dışında. ABD Senatosu, Başkan Trump’ın vergi indirimleri ve harcamaları içeren kapsamlı yasa tasarısını 51-50 oyla kabul ederek Temsilciler Meclisi’ne gönderdi. Tasarı kamu borcuna 3,3 trilyon dolar daha eklenmesiyle birlikte, Elon Musk’ın da yeniden eleştiri dozunu arttırdığını görüyoruz. Trump’ın sosyal medya hesabından Musk’ın şirketlerine yönelik yardımları kesebileceğini ima ederken, hatta bir gazetecinin “Elon Musk’ı sınır dışı edecek misiniz?” sorusuna “Bakacağız / biraz inceleyeceğiz (‘take a look’)” şeklinde yanıt verdiğini de not edelim. Tesla hisseleri dün günü %5’in üzerinde düşüşle tamamlarken, teknoloji hisselerinin de olumlu bir performans sergileyememesi ile Nasdaq endeksi geceyi %1’e yakın düşüşle tamamladı.

FED Başkanı Powell, Portekiz’in Sintra kentindeki merkez bankacıları zirvesinde yaptığı açıklamada, faiz indirimi için acele etmeyeceklerini ve ticaret tarifelerinin enflasyon üzerindeki etkilerini görmek adına bekle-gör yaklaşımını sürdüreceklerini yineledi. Powell, veriye dayalı karar almanın en temkinli yol olduğunu vurgularken, 30 Temmuz tarihindeki olağan toplantıda faiz indirimi olasılığını da tamamen dışlamadı. Başkan Trump’ın baskılarına karşın, Powell %100 odaklarının enflasyon ve istihdam hedeflerinde olduğunu söyleyerek merkez bankası bağımsızlığına güçlü bir vurgu yaptı.

Powell indirmem diye direnirken ve Trump da FED’e yüklenmeye devam ederken, yatırımcılar, ABD dolarındaki oynaklık ve doların geleneksel güvenli liman rolündeki zayıflamaya karşı ya da daha basit anlatımla kur riskine karşı daha fazla koruma almaya çalışıyor. Trump yönetiminin Nisan ayında açıkladığı kapsamlı gümrük tarifeleri sonrasında ABD dolarının (DXY) yılbaşına göre %10’u aşan değer kaybı ile son 3,5 yılın en düşük seviyesine geriledi. Özellikle Avrupalı emeklilik fonları dolar pozisyonlarını azaltırken, Euro, YEN gibi alternatif para birimlerine yöneldiklerini görüyoruz. Bu stratejiler, dolar üzerinde ilave baskı yaratırken, doların güvenli liman statüsünün de sorgulanmasına yol açıyor.

Bu kafa karışıklığında, ya da fiat (itibarlı) para sistemine yönelik artan güvensizlik (en somut örnek ABD vergi indirimleri ve harcama tasarısının Senato’dan geçmesi) nedeniyle piyasalarda temkinli bir hava hâkim. Jeopolitik risklerin gündemden düşmesi ile 3,285 dolar seviyesine kadar gerileyen altının piyasalarda yeniden temkinli havanın hâkim olması ile bu sabah 3,340 dolar seviyesine yükseldi. Altın fiyatları yılbaşından bu yana %27 artış gösterdiğini hatırlatalım. Gümüş ise 35 dolar seviyesindeki direnci 13 yıl sonra kırması ardından son dört haftadır 36 dolar seviyelerinde bir sonraki yükseliş öncesi enerji biriktirdiğini görüyoruz.

Hindistan ile 9 Temmuz tarihinde gümrük tarifesi süresi dolmadan önce bir ticaret anlaşmasına varabileceğini söyleyen Trump, ancak Japonya ile anlaşma olasılığının düşük olduğunu söyledi. Şimdiye dek yalnızca İngiltere’nin Trump yönetimiyle sınırlı bir ticaret anlaşması yapabildiğini hatırlattım. ABD borsalarının dün akşam gerilemesi ve ticaret görüşmelerine yönelik haber akışının gölgesinde, yeni gün başlangıcında, Asya piyasalarında kırmızı rengin hâkim olduğunu görüyoruz. Gösterge endeks Nikkei ve Kore borsası Kospi %1’e yakın geriledi. ABD borsalarının vadeli işlemlerinde ise hafif de olsa yeşil rengin dikkat çektiğini görüyoruz.

Mali piyasaların gündeminde bugün ABD’de ADP özel sektör istihdam verisi, yarın ise kritik haziran ayı istihdam raporu takip edilecektir. Cuma günü ABD piyasaları kapalı konumda olacağını tekrar hatırlatalım. Açıklanacak özellikle istihdama yönelik veriler, faiz indirimi beklentileri açısından yakından takip edilecektir. Yatırımcılar bu yıl FED’den 64 baz puanlık bir indirim fiyatlamaya devam ediyor.

Emre Değirmencioğlu

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.