Connect with us

Dr. Abbas Karakaya

ABD’DE İLKÖĞRETİM OKULLARINDA ŞEKER VE TABLET BİLGİSAYAR

Yayınlanma:

|

I

Amerika’daki ilköğretim okulları hakkındaki bu dizinin başlarında yazdıydım. O yazıdan bu yazıya oğlum Mir Ulaş ilkokul birinci sınıfta ilk dönemini tamamladı. Ben de misafir öğretmen olarak çalışmaya başladım. Böylece, buradaki okulları daha yakından gözlemleme olanağına eriştim. Söz konusu yazımda Amerika’da ilköğretim okullarının tamamen parasız olduğunu, isteyen herkesin çocuğunu okula yollayabileceğini yazdıydım. Gerçekten, cebinizden beş kuruş bile çıkmıyor, ne de size kimse bu çocuk kimdir, pasaportu, nüfus cüzdanı var mıdır, yok mudur diye sormuyor. Amerikan milli eğitim yasalarına göre, yaşı tutan her çocuğun sorgusuz sualsiz bu okullardan eğitim alma hakkı var.

Sınıflarda çocuklara dağıtılan defter, kitap, kullanılan kâğıt, kırtasiye malzemeleri için de velilerden para istenmiyor. Kalitesi tartışılsa da öğle yemeği ve gün içinde verilen atıştırmalık da devletçe karşılanıyor. Filmlerden gördüğümüz sarı okul otobüsleri de tüm çocuklara ücretsiz. Burada ‘public school’ denilen devlet okulları çok tercih ediliyor. Nüfusun neredeyse tamamı çocuklarını bu okullara gönderiyor. Yaşadığımız yer Bloomingon’da mesela 17 tane ilk-ortaokul var. Buna mukabil özel okul bir iki tane. Özel okulları seçenler ya çocuklarına din eğitimi aldırmak isteyenler ya da kendilerini ana akım toplumun her nedense dışında tutmaya çalışan insanlar. Devlet okullarında herhangi seviyede zorunlu ya da seçmeli din dersi yok. Neden özel okulla göndermiyorsunuz, diye sorduğum insanlar buna gerek duymadıklarını söylüyorlar. Gerçekten de, ABD’deki okulların çoğu fiziksel donatılar, okulların bahçeleri vb. düşünülünce Türkiye’deki değme özel okullardan bile çok ilerde.

Burada da adrese dayalı okul seçimi var. Zengin mahallerdeki okulların hem işleyişleri hem de olanaklarının daha iyi. Son yıllarda, eğitimin buradaki en büyük sorunu öğretmenlik mesleğine olan ilginin gittikçe azalıyor olması. Öğretmen maaşlarının iyileştirilmemesi, öğretmenlerin alım gücünün yıldan yıla düşüyor olması bu gelişmenin en önemli sebebi. Benzer şekilde, geçen yıllarda Bloomington’da sarı okul otobüslerinde, maaşların düşük olmasından, çalışacak şoför bulmak kolay olmamış.

II

Okula gelmeyecek öğretmenin dersine giren öğretmene misafir öğretmen deniyor. Okullarda öğretmenleri rahatlatan bir uygulama. Hangi okullarda hangi gün ve aralıklarda (tam gün, yarım gün) misafir öğretmene ihtiyaç olacağı listeleniyor. Listeden istediğiniz okulu seçiyorsunuz. Talip olduğunuz işi yirmi dört saat kalaya kadar iptal etme hakkınız var. Misafir öğretmen olarak gittiğiniz okulda idari ofise göründükten sonra çalışacağınız sınıfa gidiyorsunuz. Sınıfın öğretmeni ayrıntılı olarak ne yapacağınızı anlatan iki-üç sayfalık bir not bırakıyor. O notlara göre dersinizi veriyorsunuz. İşiniz bittiğinde idarenin size verdiği anahtarları ve elektronik geçiş kartını iade ediyorsunuz. Aralık ayında misafir öğretmen olarak çalışmaya başladım. Değişik seviyede sınıflarda çalışma, gözlemleme olanağı elde ettim.

Amerika’da ilköğretim okullarında özel eğitim verilen sınıflardan birine girdim geçenlerde. Lise seviyesinde ‘bridges’ denilen kategoride bir sınıftı. Öğrenme, dikkat zorluğu çeken bu çocukların sınıfında herkesin elinde kendi telefonu vardı. Telefonlara ek olarak, sınıftaki herkesin tablet tabir edilen bilgisayarı. Aslında ilköğretimdeki bütün seviyelerde, her öğrenciye tablet veriliyor. Ana sınıfındaki öğrencilere bile. Sınıflardaki bilgisayar kullanımının aşırı olduğunu, en azından bilgisayar kullanımının suiistimale açık olduğunu gözlemledim. Mesela, geçen hafta katıldığım özel eğitim sınıfında herkesin elinde cep telefonu vardı. İsteyen tabletini kullanabiliyordu. Sınıfın öğretmeni sınıftaki masaüstü bilgisayarından bir film yansıttı perdeye. Sınıftaki öğrenciler ya tabletleriyle ya da cep telefonlarıyla ilgileniyorlardı. Filmle pek oralı olmadılar. Perdedeki filmden gürültülü bir sahne gelince kafalarını geçici olarak kaldırıyorlar, sonra tekrar kendi ekranlarına dönüyorlardı.

Girdiğim ana sınıflarında da her öğrencinin tablet bilgisayarı olmasına şaşırdım. Bu kadar erken yaşta kişisel tablet tahsis etmek ne kadar sağlıklı? Ekran sadece yetişkinleri değil, çocukları da yutan bir şey. Hem insanları, hem çocukları hareketsizliğe mahkûm ediyor. İlla ki eğitim amaçlı, işe yarar programlar vardır. Ancak bireysel bilgisayar kullanımı, insanlardaki toplum olma, ortaklaşa bir şeyler yapma heves ve motivasyonu olumsuz yönde etkiliyor. Birey olalım derken, toplum olmaktan çıkıyoruz.

Dünya zaten alabildiğine teknolojik, şimdiden bilgisayarı öğrensin tezi o kadar güçlü bir tez değil. Neticede insanların ezici çoğunluğu teknolojinin üretici değil kullanıcısı oluyor. Ve bu teknolojiler herkesin kullanabileceği basitlikte yapılıyor zaten. Hal böyleyken, bu kadar erken yaşta çocukların en başta göz sağlığını da bozacak bilgisayar kullanımının sınırlanması, denetlenmesi çok önem arz ediyor. Ya da ana sınıfında her öğrenciye bilgisayar dağıtmanın mantığı nedir? Sınıfta ortak bir bilgisayar ve perde varken.

Dikkatimi çeken bir başka uygulama da sınıflarda şeker, çikolata tüketme alışkanlığı. Amerikan toplumunu az çok bilen biri bu toplumdaki tatlı düşkünlüğünü bilir. Örneğin, kahvaltı ağırlıklı olarak tatlı yiyeceklere dayanır. Zeytin, beyaz peynir yenmez. Yoğurun, bitkisel çayın bile içine az çok şeker karıştıran bir toplum burası. Kurabiye denince akla sadece ‘cookies’ denilen şekerli kurabiyeler geliyor. Börek, çörek bilinmiyor. Burada, Türkiye’deki gibi bir pastane, pastanenin sunduğu çeşitlilik yok. Kurabiye denilince sadece tatlı hamur işi yiyecekler geliyor. Tuzlu kurabiye, tuzlu kuru pasta bilinmiyor.

Şeker, çikolata kullanımına gelince, bu yılki Halloween (cadılar bayramı) kutlamalarında şeker, çikolata kullanımının çokluğu çok dikkatimi çekti. Cadılar bayramı hakkındaki yazımda, bu bayramın ayırıcı özelliklerinden biri aşırı şeker tüketimi ve en kazançlı iki sektörden birinin şeker, çikolata sektörü olduğuna işaret ettiydim. Sınıflarda da çok şeker yendiğini görmek beni şaşırttı.  Mesela, misafir öğretmen olarak girdiğim ilkokul ikinci sınıfında, son dersin sonuna doğru kız öğrencinin biri yanıma geldi, şimdi sınıfa söyleyin ki sınıfta çöp bulan biri şeker kazanacak. Anladım ki öğretmenleri böyle şeyler yaptırıyor. Şeker, çikolatanın yerini bana gösterdiler. Sınıfta çöp falan göremeyince, tuttum hepsine dağıttım. Bir başka gün gittiğim, özel eğitim sınıfında öğretmen dersin bir yerinde elinde torba, sınıfa şeker, çikolata isteyen var mı değince bütün sınıf şeker, çikolata kuyruğuna girdi.

Eğitimci, öğretmen olan herkes şekerin, tatlının beynin bilişsel işlevlerini yavaşlattığını, hafıza ve dikkat becerilerinde eksikliklere yol açtığını bilir. Buna rağmen şeker, çikolatanın, bunun yanında, içine tuz, şeker, koruyucu kimyasal doldurulan paketli hazır gıdaların ABD’de okullarda neden bu kadar çok tüketildiği sorusunu sormadan edemiyor dışarıdan bir göz. Ya da mesela, bu okulların kendilerine ait neden bir fırını ya da mutfağı olmasın? Her gün öğrencilere sunulan yemek ve atıştırmalıkları günlük yapıp taze taze tüketmek daha doğru olmaz mı? Ya da bilgisayar kullanım yaşını ana sınıflarına kadar indirmek ve okullarda bu denli hazır gıda ve şeker tüketmek en çok kimin/kimlerin işine geliyor?

Abbas Karakaya, Bloomington, 21 Aralık 2022, Çarşamba

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

ŞİİRİM

Yayınlanma:

|

İğneyle kuyu kazan

Suyu arayan su

Ay ışığının kolunda

Irmaktır şiirim

 

Düşlere inanır, ahırda

İneğin gördüğü rüyadır

Kaplumbağa hızını sürer

İletkendir kedi gibi şiirim

 

Denizaltı güncesidir

Kumsalda ayak izleri

Hatırlamak üzerinedir

Gidenin unutmaz şiirim

 

Vefadır, pervanedir

Balta girmemiş ormanlarda ışığı arar

Güneşe tutkundur

Yağmurda şemsiyesiz

 

Çayırdaki otlar

Çocuklar oynasın üstünde

Çıkarıp baktığında çantandan

Tanık olsun güzelliğine şiirim

 

Bir atın uysallığı

Nefes nefese kalışı

Hapishane duvarlarında

Biten ot da olsun şiirim

 

Elini tuttuğunda acının

Cesaret olsun yazacağım şiirler

Aralasın yüreğinin kapısını

Ayağa kalksın aklın

 

İnsanın özgürlük davasında

Kabına sığmaz şiirim

Vakit eriştiğinde, balyozlardan

Yükselen güneşin sesine eşlik etsin şiirim

Abbas Karakaya

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

HAREKET HALİNDEKİ BÜYÜ: Çocuklara kitap okumanın faydaları

Yayınlanma:

|

Birkaç yıl önce bir yurtiçi TV kanalında bir programa katıldım. Programın konusu okul öncesi çocuklara kitap okumanın faydaları idi. Üç yaşında bir çocukları olan anne babanın evlerinde kamera karşısında ebeveynlerin çocuklarına neden kitap okuması gerektiğini anlatacaktım. Bu anne-baba küçük oğulları için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya istekliydiler, ancak ona çok nadir kitap okumuşlar ve çocuklara kitap okumanın öneminin farkında değillerdi. Çocukları tek kelime okuma yazma bilmiyordu.

Söz konusu gün ebeveynlerle sohbet etmeyeceğimi öğrenince şaşırdım. Bunun yerine yönetmen, programın başlarında savunduğum gibi, gürültülü, sevgi dolu, neşe yayan sesli okuma atmosferini gösterebilmem için çocuğa kitap okumamı istedi.

Bu çocuğu tanımıyordum. Onunla ilk kez karşılaşıyordum. Ezici kişiliğimle onu korkutacağım. O ve ben nasıl arkadaş olabiliriz ve daha önce hiçbir ilişkimiz olmadığı halde, şak diye nasıl birlikte mutlu bir şekilde okumayı öğrenebiliriz?

Hepimiz az biraz gergindik ve zaman darlığının baskısını hissediyorduk. Yine de Ben’i bir iki dakikalığına kamera ve ışıklardan kaçırmayı başardım; elinden tutarak arabama götürdüm ve ona getirdiğim hediyeleri verebildim. Ben’e (çocuğun gerçek adı bu değil) özel hediyeler getirmiştim: Yeni kitabım Time for Bed (Yatma Zamanı)’ndan bir poster ile kitabımın bir nüshası.

Birkaç dakika sonra kameraların önünde, evinin oturma odasında, yerde önce ben ona kitap okudum. Daha sonra onunla birlikte okudum. Sonra o bana okudu. Bütün bunlar 15 dakika sürdü.

Programın televizyonda yayınlanmasından önceki gece, neredeyse sinir krizi geçirecektim. Sinirlerimin bu denli bozulmasına TV’deki bir reklam sebep oldu. Reklam kabaca şöyle söylüyordu: “BU KADIN BEBEĞİNİZE ON BEŞ DAKİKADA OKUMA ÖĞRETECEĞİNİ İDDİA EDİYOR.” Şüphesiz, benim böyle bir iddiam yoktu. Böyle bir iddia mantıksızlık olurdu. Ama Ben’e (yüksek sesle) kitap okumamdan sonraki on beş dakika içinde parmağıyla doğru kelimeleri işaret ettiği, sevimli sevimli sırıttığı ve ‘yatma zamanı geldi’ dediği doğrudur. Kameraman nefesini tutmuş, sesçi daha iyi duymaya çalışır gibi öne doğru eğilmişti. Yönetmen dans ediyor gibiydi. Ebeveynlerse nefeslerini tutmuş, şaşkına dönmüşlerdi.

Hatta bunun kazara olan bir şey olduğunu düşündüm, bu yüzden başka bir sayfa çevirdim ve dedim ki: “peki bu sayfada ne var?” Bir kez daha Ben tombul küçük parmağını kelimelerin üstüne basarak ve gülerek şöyle dedi: “yatma zamanı.” Ve başka bir sayfa çevirdiğimde aynı şeyi yaptı. Kamera her şeyi kaydetti. Ben on beş dakika içinde okumayı öğrenmeye başlamıştı; daha önce hiçbir tanışıklığım olmayan, normal bir anne-babanın bu normal çocuğu.

Ben’in bu durumdaki başarısını açıklamak için üç basit resimli kitabı tekrar tekrar kullandığımı söyleyebilirim: Time for Bed (Yatma Zamanı) ve Hattie and the Fox (Hattie ile Tilki) adlı benim kendi iki kitabımla Pamela Allen’ın Who Sank the Boat? (Tekneyi Kim Batırdı?) adlı kitabı. Gerçek olan buydu. Ayrıca, her birinde aynı hayvanlar olduğu ve her birinde kafiye, ritim veya tekrar gibi önemli unsurlar bulunduğu için o kitapları seçtiğimi söyleyebilirim. Bu da gerçekti. Ama inanıyorum ki en önemli gerçek çocukla benim aramda yaşananlardı.

Çılgınca bir komiklik ve heyecan dolu bir oyun oynama vardı; ben bağırıp gülüyordum ve giderek daha yüksek tonlarda “Evet! Evet! Evet!” derken, bu okuma işi sanki hayatının en eğlenceli şeyiymiş gibi gülüp sırıtan Ben’e sarılıyordum. Kelimenin tam anlamıyla yerde yuvarlanıyorduk ve “yatma zamanı geldi” ifadesini her gördüğümüzde ellerimizle kitaba vuruyor, her sayfada bu sözler ortaya çıktıkça zafer çığlıkları atıyorduk.

Hiçbir zaman gergin değildik. Hiçbir zaman susmadık. Her kitapta aynı çiftlik hayvanlarını arayıp bulduğumuzda bile, keşiflerimizde ve beraber olduğumuz süre boyunca vahşi ve gürültücüydük.

Başka bir domuz var! Oh hayır! Başka bir at! Ve bakın, bu kitapta bir inek var, bu kitapta bir inek ve bu kitapta da bir inek daha var! İnanabiliyor musun? İnekler, inekler her yerde!”

Ben’in yüzü aydınlanmıştı. Onu yiyebilirdim, öyle sevimli ve öyle güzel bakıyordu ki… ve o da benim oldukça özel biri olduğumu düşünüyordu. Onu kucaklayıp yerden kaldırırken her defasında yüksek bir sesle “ooh, sen çok akıllısın” diyordum. Ben mutluluktan büyülenmişti. Kitaplarla saatlerce oynayabilirdik. Bitsin istemedik.

Görseydiniz, nasıl da mutluyduk!

Üç yaşındaki Ben’in 15 dakikada okumayı öğrenmeye başlayacak kadar rahat olması ve öğrenmeye devam etmek istemesi sizce şaşılacak bir şey mi?

Ben’in payına düşen ödüller çok çeşitliydi. Oynadığımız oyunu sevdi çünkü her zaman onun “kazanacağı” şekilde ayarladım. Kitaplar eğlenceliydi; ritmik, çın çın öten dilleri ve her sayfada çılgınca tekrar eden sözcükleri vardı. Ama hepsinden önemlisi yeni bir arkadaşıyla, yani benimle iyi vakit geçirdi. Arkada; olduk.

Çocuklarla bu tür planlanmış oyunlar oynamak belki de onlara (yüksek sesle) kitap okumanın en büyük faydasıdır. Bir kitabın sayfalarında aynı anda beraber karşılaştığımız kelimeleri ve resimleri, fikirleri ve bakış açılarını, ritimleri ve tekerlemeleri, acıyı ve rahatlığı, umutları ve korkuları ve hayatın büyük meselelerini paylaştıkça zihin ve kalp aracılığıyla çocuklarımızla bağlantılar kurarız ve paylaştığımız kitaplarla oluşan gizli bir topluluk üzerinden birbirimize bağlanırız. Okuma-yazma ateşi çocuk, kitap ve okuyan kişi arasındaki duygusal kıvılcımlardan doğar. Bu, tek başına kitapla, tek başına çocukla ya da çocuğa kitap okuyan yetişkinle başarılamaz; bu, üçünü de saran ve onları yumuşak bir uyum içinde bir araya getiren ilişkiyle başarılır.

(Yüksek sesle) kitap okumak, anneler ve babalar için yüz ekşitici bir Bu Çocuğunuz İçin İyidir etkinliği olarak düşünülmemelidir.

Bebeklerimize ve diğer çocuklarımıza yüksek sesle kitap okumaya başladığımızda, genellikle yüksek sesle okumamız gerektiğini tamamen unutuyoruz. O kadar canlı, iyi vakit geçiriyoruz ve birlikte kitap okurken çocuklarımızla o kadar sıcak bir bağ kuruyoruz ki bu lezzetli bir “çikolata” deneyimine dönüşüyor.

“Çikolata” kuaförümün başına geldi. Bitirim bir atom karınca olan kızı Tiffy, henüz altı yaşındayken tüm mahalleye büyük bir ifade ve şevkle kitap okuyordu ve herkes annesine “okumayı ona sen öğretmiş olmalısın. Yaşıtlarından çok ileride.” diyorlardı.

Ben mi öğrettim, elbette kızıma okumayı ben öğretmedim, diyordu annesi. “Okumayı öğretmeyi bilmiyordum, hem bunu yapmaya cesaret etmiş olsaydım bile yanlış bir şey yaptığımda yanlışımı nasıl düzelteceğimi de bilmiyordum ki. Tek yaptığım şey kızıma bebekliğinden beri kitap okumaktı.”

Arkadaşları söylediklerine inanmadılar. Çünkü çok kolay görünüyordu.

Çocuklara (yüksek sesle) kitap okusak da çocuklar her zaman okula başlamadan önce okumayı öğrenmezler, ancak bu kesinlikle sorunlu bir durum değildir. Öğretmenler, okuldan önce bizim tarafımızdan (ve dadılar veya günlük bakıcılar tarafından) sağlanan sesli okuma temelini büyük bir yürekle geliştirecekler ve bu çocuklar çok hızlı bir şekilde kendi başlarına okumayı öğrenecekler.

Ancak her ebeveyn, okumanın sağladığı büyük eğitsel yararları ve yoğun mutluluğu anlasa ve her ebeveyn- ve çocuğuna bakan her yetişkin- çocuklarına günde en az üç öykü okusa, muhtemelen bir nesil içinde okuma yazma bilmeyen kimse kalmaz.

Hadi deneyelim! Bizi ne durdurabilir ki?

Yazan: Mem Fox – Çeviren: Abbas Karakaya

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

The Foot Book (Ayak Kitabı) Mucizesi

Yayınlanma:

|

Kızımız Chloe 1975 yılında bir gün okuldan eve sevinçle geldi ve okuyabiliyorum, dedi. Chloe o zaman dört yaşındaydı, okula başlayalı ise sadece iki hafta olmuştu. Her anne baba gibi kızımızı sevinçle karşılayıp gülümsedik. Okumak mı? Kızımız şaka ediyor olmalıydı.

Odasına koşup o zamanlar en sevdiklerinden olan Dr. Seuss’un The Foot Book (Ayak Kitabı) adlı kitabını getirdi ve kitabı ifadeli bir biçimde sözcük sözcük okumaya başladı. Evde biz bizeydik.

Evet ama, kızımız gerçekten okuyabiliyor muydu? O kitabı kızımıza defalarca okumuştuk, bu yüzden ezberlemiş olabilir miydi? Önce duraksadık, coşkusunu kırmaktan korktuk; sonra kitabı baştan sona ezbere okumadan, herhangi bir sayfayı okuyup okuyamayacağını görmek için rastgele sayfalar açıp okumasını istedik. Gösterdiğimiz bütün sayfaları okudu kızım.

O zamanlar drama dersleri veren bir öğretim üyesiydim. Okuma-yazma öğretilmesi çalışma alanım değildi. Kendi nazarımda sadece bir anneydim. Ertesi gün Chloe’nin okuluna gittim ve ne olduğunu öğretmene söyledim.

Ne yaptınız, hangi metodu kullandınız, diye merakla sordum. Bu tam bir mucize!

Ben çok şey yapmadım, zaten ne yapabilirdim ki, okullar açılalı ancak iki hafta oldu, dedi öğretmeni. Okula başlamadan önce kızınıza çok kitap okumuş olmalısınız.

Tabii ki okuduk, dedim.

Hah, işte bu, dedi öğretmen, gerçekten öyleymiş gibi. O andan itibaren (yüksek sesle) kitap okumanın yararları beni büyüledi. Drama eğitiminden okuma-yazma öğretmeye geçmemin tohumları atıldı. Eğer kızıma (yüksek sesle) kitap okumak onun hayatına ve okumayı öğrenmesine bu denli etki yaptıysa bunu herkese anlatmalıydım. Bir sır olarak tutmanın anlamı yoktu.

Yirmi beş yılı boyunca, çocukların okuma ve yazmayı öğrenmeleri konusunda ve de çocuklara kitap okumanın olumlu etkileri hakkında çok şey öğrendim. Şimdi tüm dünyayı dolaşıp anne-babalar, öğretmenler, kütüphaneciler ve kitapçılarla konuşuyor; tanıştığım her insana çocuklarına kitap okumayı teşvik ediyor ve bunun nedenlerini açıklıyorum. Uluslararası okuryazarlık danışmanı olmanın yetkesi ve yazarlık tecrübemle konuşuyorum, ama sıradan bir anne olarak konuştuğumda daha tutkulu oluyorum. Çocuğuma kitap okumak muazzam bir deneyimdi. Her türden harika kitaplar sayesinde aramızdaki bağlar güçlendi. Paylaştığımız çeşitli hikayeler sayesinde birbirimiz daha iyi tanıdık ve birbirimize sevgimiz arttı. Chloe’ye düzenli kitap okumanın ona okumayı öğretmeden, kendi kendine okumayı öğrenmesini sağlayacağı aklıma gelmemişti.

Sadece onunla zaman geçirmek bile yeterliydi.

Yazan: Mem Fox,  Çeviren: Abbas Karakaya

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.