Connect with us

EKONOMİ

Acısıyla, tatlısıyla: 2023 yılında Türkiye ekonomisi

Yayınlanma:

|

Yılın ilk yarısı: Heterodoks

2023 yılına, karnesinde %64,27’lik bir enflasyon, %10,3’lük işsizlik oranı, 106,9 milyar dolarlık dev bir dış ticaret açığı, 48,7 milyar dolarlık bir cari açık, 528 baz puanlık 5 yıllık CDS ve 8.167 TL’lik açlık sınırı yazan bir yılı geride bırakarak başladık. Kötü gelen karnenin sebebi olarak ise yaklaşık 1,5 yıldır uygulanmakta olan, parasal genişlemeci “Türkiye Ekonomi Modeli” gösteriliyordu.

Başta Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati olmak üzere üst düzey bürokratlar modelin başarılı olduğunu; istihdam, üretim ve ihracat odaklı politikalar yoluyla kalkınmanın gerçekleşeceğini ve modelin “heterodoks” bir yaklaşım olduğunu ifade ediyorlardı.

Türkiye’nin para politikası otoritesi olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) da bu modele sadık kalarak yüksek cari açık ve yüksek enflasyona rağmen ilk altı aylık dönemde politika faizini artırmadı. Aksine 50 baz puan daha azaltarak %8,5 seviyesine indirdi. Bu sırada kamu bankaları aracılığıyla yapılan döviz müdahaleleri yoluyla dolar/TL’nin sakin kalması sağlanıyor ve bu sayede aylık/yıllık enflasyon görünümünde bir bozulma olmuyordu. Fakat bu müdahaleler yaklaşık 40 milyar dolarlık bir döviz birikimin harcanmasına neden oldu.

Merkez ayrıca, dövize yönelimi engellemek adına kur korumalı mevduat (KKM) hesaplarını öne çıkarmak istiyor ve bankalardan müşterilerine KKM önermelerini istiyordu. KKM hesaplarına politika faizi + 300 baz puan olarak uygulanan faiz tavanının da kaldırılmasının ardından bu hesapların büyüklüğü, Mayıs ayının sonuna kadar 1 trilyon TL’den fazla büyüyerek 2,5 trilyon liraya ulaştı. KKM’nin toplam mevduatlar içindeki payı ise %24,26’ya yükseldi.

Yılın henüz ikinci ayında yaşanan ve bütün Türkiye’yi yasa boğan Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremleri, kamuoyunda adeta bir şok etkisine neden oldu. Arama kurtarma ve yardım faaliyetleri haftalarca sürdü. 50 binin üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetti, 100 binden fazla vatandaşımız ise yaralandı.

Depremin etkilendiği 11 ilde oluşan hasar, milyar dolarlarla ifade ediliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilgili kurumlara 100 milyar TL’lik acil durum ödeneği aktarıldığını söyledi ve yıkılan evlerin yeniden yapılması için bir yıllık süre istedi. Bu sırada Dünya Bankası, EBRD gibi kurumlar ve vatandaşlar, deprem bölgesine milyarlarca dolarlık yardımda bulundu.

Depremin bölgede yol açtığı hasarın bütçeye getirdiği yük ve geride kalanların yaralarını sarma çalışmaları nedeniyle Maliye’nin ileriki süreçte daha ihtiyatlı davranacağı ve bütçe harcamalarının en azından bir süreliğine sınırlandırılacağı düşünüldü. Fakat beklendiği gibi olmadı. Ufuktaki 14 Mayıs seçimlerinden önce, bir süredir ekonomiden memnun olmayan seçmenin en azından bir ölçüde tatmin edilmesi gerekiyordu.

Sonuç olarak kamu harcamalarında gaza basıldı ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından inşa edilecek 500 bin konut, 250 milyar TL’lik Kredi Garanti Fonu paketi, Hazine’ye maliyeti 300 milyar lirayı aşacağı tahmin edilen emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) düzenlemesi, esnafa ucuz maliyetli 100 milyar TL’lik kredi paketi gibi pek çok harcamaya girişildi. Bu sırada Merkezî Yönetim Bütçe Dengesi 483,2 milyar TL açık verirken, Merkezî Yönetim Borç Stoku ise 2022 yılının Aralık ayında bulunduğu 4 trilyon lira seviyesinden 5,6 trilyon liraya kadar yükseldi.

Seçim öncesi bir yandan kamu harcamalarında artışlar yapılırken, bir yandan da ucuz krediye ulaşımının sağlanması gerekliydi. Bu noktada yine TCMB devreye girerek, ticari kredi ve ihtiyaç kredisi faizleri için bir çeşit örtülü sınır getirdi. Buna göre bankalar, ticari kredi ve ihtiyaç kredisi faizlerinde TCMB referans oranının 1.4 katının aşılması durumunda %20, 1.8 katının aşılması durumunda ise %90 oranında menkul kıymet tesis etmek zorunda kalacaktı. Sonradan yapılan bir düzenleme ile 70 bin liranın altındaki ihtiyaç kredileri bu düzenlemenin dışında tutuldu.

Düzenleme sonucunda bankaların ticari kredilere uygulamakta olduğu ortalama faiz oranı %14’lere kadar geriledi. Fakat bir önceki yıl getirilen TL mevduat payı hedeflerinden dolayı mevduat faizleri ortalama %20’nin üzerinde seyrediyordu ve bankalar ek menkul kıymet tesis etmek durumunda kalmamak için bu oranları düşürmek istemiyordu. Dolayısıyla bankalar, açılan mevduat-kredi makası nedeniyle adeta ticari kredi açtığı için zarar eder hâle geldi. İhtiyaç kredilerinde ise 70 bin TL’nin altında kredi açmamaya başladı.

14 Mayıs’ta yapılan ilk tur seçimlerine böyle bir ortamda gidildi. Seçimi Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan %49,5’lik oy oranı ile birinci sırada tamamladı. Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu toplam oyların %44,9’unu alarak ikinci olurken, Ata İttifakı’nın adayı Sinan Oğan ise %5,2’sini olarak üçüncü oldu.

Hiçbir adayın %50+1 şartını sağlamıyor olması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı. Fakat gerek aldığı oy oranının %50’ye çok yakın olması, gerekse de Cumhur İttifakı’nın TBMM’de çoğunluğu elde etmesi nedeniyle ikinci turu Erdoğan’ın kazanacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Seçimin ardından Türkiye’nin 5 yıllık kredi risk primi (CDS) 650 baz puanın üzerine çıkarken, BIST 100 endeksi ise %6,14 kayba uğradı.

İkinci tur öncesinde ekonomide işler daha da sıkılaştı. Merkez Bankası dövizde seçim paniğiyle ani yükselişleri önlemek adına bankaların günlük döviz alım limitini %25 daralttı ve gerçek kişiler için dövizden TL’ye dönüşüm hedefini %5’ten %15’e çıkarttı. Merkez’den yapılan duyuruda bu hedefin Temmuz ayında %30’a çıkartılacağı da hatırlatıldı. Hedefi tutturamayan bankalara ise hedefi tutturdukları zamana kadar %10 ilave menkul kıymet tesisi getirilecekti.

Varlıklarının bir nevi “bloke” olmasını istemeyen bankalar gönülsüz de olsa mevduat faizlerini artırma yoluna gittiler. Böylece mevduat-kredi makası daha da açıldı ve hem krediye hem de dövize erişim imkanı oldukça sınırlı hâle geldi. Kararın ardından bankaların müşterilerine sadece beş bin dolarlık ufak bir döviz alım limiti açtığı ve yalnızca sabah saat 11.00’e kadar döviz satışı yaptığı yazılmaya başlandı. Acil dövize ihtiyacı olan firmalar ise ihtiyaçlarını Kapalıçarşı gibi yerlerden fiziksel döviz alımı yaparak temin etmek durumunda kalıyordu.

Yeni uygulamaların hayata geçirildiği hafta, uzun süre sonra bir ilk daha yaşandı. TCMB’nin swaplar dahil net uluslararası rezervleri uzun zaman sonra ilk kez eksi seviyeyi gördü. Yapılan hesaplamalara göre TCMB net uluslararası rezervleri 19 Mayıs haftasında eksi 0,2 milyar dolara gerilerken, 26 Mayıs haftasında ise eksi 4,4 milyar dolara düşmüştü. Böylece Merkez Bankası’nın net rezervleri 2 ay gibi bir sürede 23 milyar dolardan fazla erimiş oldu.

Fakat yine de hedeflenene ulaşıldı. Altın ve swaplar dahil brüt rezervlerin 100 milyar doların altına inmesi, net uluslararası rezervlerin eksiye dönmesi ve reel sektör ile ticari kredilerin durma noktasına gelmesine rağmen TCMB, dolar/TL’yi seçim öncesine kadar 20’nin altında tutmayı başardı. Takvimler 26 Mayıs 2023’ü gösterdiğinde dolar/TL 19,97 seviyesindeydi.

Nitekim beklenen oldu. 28 Mayıs’ta yapılan ikinci tur seçimlerini Cumhur İttifakı’nın adayı Recep Tayyip Erdoğan, toplam oyların %52,18’ini alarak kazandı. Erdoğan, seçim zaferi sonrasında yaptığı balkon konuşmasında, “Enflasyonun yol açtığı fiyat artışlarından kaynaklanan sıkıntıları gidermek, refah kayıplarını telafi etmek, önümüzdeki günlerin en acil konu başlığıdır” dedi ve “Bunlar laf ola beri gele. Yaparsak biz yaparız. Faiz 8,5… Enflasyon da inecek görürsünüz” diye de ekledi.

Erdoğan’ın açıklamalarının ardından gözler yeni açıklanacak olan kabineye çevrildi. Acaba Cumhurbaşkanı, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezini savunan, Türkiye Ekonomi Modeli’ni sürdürecek birini mi atayacaktı? Yoksa rasyonel politikaların uygulanmasının yanında olan ve bir süredir de kamuoyunda ismi sıkça anılan sürpriz bir isim, 5 yıl önce ayrıldığı bakanlık koltuğuna geri mi dönecekti?

Yılın ikinci yarısı: Ortodoks

Sözün özü; korkulan olmadı. 2 Haziran tarihinde yapılan yeni kabine toplantısında Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine “piyasa dostu” bir isim olarak bilinen ve bir süredir bakanlık görevine geri döneceği konuşulan Mehmet Şimşek’in getirildiği açıklandı. Şimşek, önceki bakanlık döneminde rasyonel politikalar uygulayarak kamu maliyesini sürdürülebilir bir biçimde yönetmiş; Erdoğan’la Merkez Bankası’nın zıt düştüğü dönemlerde ortodoks politikalar uygulayan TCMB’nin yanında durmuş ve sermaye piyasalarında uzun yıllar tecrübesi bulunan başarılı bir bürokrattı. Dolayısıyla göreve gelmesi piyasa çevrelerinde ekonomi yönetiminin “rasyonel politikalara geri döneceği” şeklinde yorumlandı.

Bakan Şimşek de eski Bakan Nebati’den koltuğu devralırken yaptığı konuşmasında, “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı, öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi özlenen bir refaha ulaşmada anahtar olacaktır” ifadelerini kullanarak, rasyonel politikalara dönüş mesajı verdi.

Bakan Şimşek’in atanmasından henüz bir hafta sonra bir sürpriz daha yaşandı. TCMB Başkanlığı’na, bankanın ilk kadın başkanı olan Dr. Hafize Gaye Erkan getirildi. Erkan’ın Goldman Sachs, Marsh Mclennan ve First Republic gibi yabancı kurumlarda tecrübesi bulunan başarılı bir bankacı olduğu için ortodoks politikalar uygulamaya daha yakın olduğu düşünülüyordu. Başkan yardımcılıklarına ise yine tecrübeli isimler olan Osman Cevdet Akçay, Fatih Karahan ve Hatice Karahan atandı.

Yeni yönetim hemen kolları sıvadı ve 22 Haziran tarihinde düzenlenen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini 650 baz puan artırarak %15’e çıkarttı. Bu, aradan geçen 27 ayın ardından yapılan ilk faiz artışıydı. Karar sonrasında yayımlanan metinde ise verilen mesaj açıktı: “Parasal sıkılaştırma kademeli olarak güçlendirilecek, seçim öncesinde sıkılaştırılan makroihtiyati çerçeve sadeleştirilecek ve kararlar veri odaklı alınacak.” Nitekim belirtildiği gibi de oldu. TCMB Temmuz ayında 250, Ağustos ayında 750 ve Eylül ayında 500 baz puan olmak üzere peş peşe üç faiz artışı yaparak politika faizini %30 düzeyine yükseltti.

Faiz artışlarının ardından önceki dönemde eksiye düşen rezervleri tekrar inşa etme yoluna gidildi ve Eylül ayının başına kadar hem net hem de toplam rezervlerde 20 milyar dolardan fazla iyileşme sağlandı. Makroihtiyati çerçeve de kademeli olarak sadeleştirildi. Bankaların kullanılan krediler için %30 menkul kıymet tutma zorunluluğu kaldırılarak tahvil piyasasında normalleşme sağlandı; TL payına göre ilave/indirimli menkul kıymet tesis uygulaması kaldırıldı; ticari ve ihtiyaç kredilerinde referans oranına göre faiz sınırı getirilmesi uygulamasına son verildi; ayrıca yabancı para mevduattan KKM’ye dönüş hedefi de kaldırıldı.

Merkez bunları yaparken bir yandan Hazine ve Maliye Bakanlığı da maliye politikasını sıkılaştırıyordu. Mal ve hizmetlerde uygulanan %8’lik KDV oranı %10’a, %18’lik KDV oranı ise %20’ye yükseltildi. Akaryakıta uygulanan ÖTV’ye zam yapıldı ve ek MTV vergisi alınacağı açıklandı.

Yapılan düzenlemeler enflasyon görünümünü bir yandan olumsuz etkiliyor olsa da piyasa tarafından olumlu karşılandı. BIST 100 endeksi Eylül ayına kadar %60’a yakın yükselerek 7.000 puan seviyesini aştı. Beş yıllık CDS ise 200 baz puandan fazla azalışla 377 baz puana kadar geriledi.

Fakat bir sorun vardı. Merkez, kamu bankaları aracılığıyla piyasaya yapılan döviz müdahalelerini sınırladığı için dolar/TL sert bir yükseliş kaydederek 27 lira seviyesine ulaşmış, bu durum aylık enflasyonun Temmuz ayında %9,49, Ağustos ayında %9,09, Eylül ayında ise %4,75 olmasına sebep olmuştu. Ayrıca yönetimin kur korumalı mevduat hesapları için ödemek durumunda kaldığı kur farkları yüzünden piyasada likidite bolluğu oluşmuş, bu nedenle faizlerde istenen yükseliş de sağlanamamıştı.

Yönetim kur korumalı mevduatla mücadele etmek zorundaydı, zira döviz yükseldikçe yapılan kur farkı ödemeleri de artıyor; faizlerde istenilen seviye sağlanamıyor; etkin rezerv birikimi yapılamıyordu. Bunun sonucunda Merkez Bankası, KKM hesapları için önce %15, ardından %30 zorunlu karşılık uygulaması getirerek piyasadan 350 milyar liralık likiditeyi çekti. Mevduat dağılımında KKM’nin TL payının içinde sayılmayacağı ilan edildi ve bankalara KKM’den TL mevduata dönüşüm hedefi getirildi. Kararların ardından geçen 3 aylık dönemde, 3 aya kadar vadeli TL mevduat faizi 2000 baz puandan fazla artışla %52,17’ye yükselirken, KKM stoku da 700 milyar TL’den fazla eriyerek 2,6 trilyon TL’ye indi. Toplam mevduatlar içinde KKM payı ise %18,5’e geriledi.

Merkez Bankası ile Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından Eylül ayına kadar atılan sıkılaştırma adımların ardından 3 yıllık Orta Vadeli Program (OVP) da açıklanarak yeni yönetimin hedefleri belirlendi. Hedef, enflasyonun kademeli bir biçimde düşürülerek 2026 yılında tek haneye indirilmesi, bu sırada ekonomik büyümenin yıllık %4-5 bandında tutulması ve her yıl 900 bin kişiye istihdam sağlanmasıydı.

Hedeflerin de net olarak belirlenmesinin ardından Merkez, öncelikle tüketici kredilerinde olmak üzere parasal sıkılaştırmaya devam etti. Eylül ayının ardından yapılan üç toplantıda politika faizi toplamda 1.250 baz puan artırılarak %42,5 seviyesine yükseltildi. Ortalama kredi faizleri de sırasıyla ihtiyaç kredileri için %64,1’e, ticari krediler için %52,4’e, konut kredileri içinse %41,9’a yükseldi. 3 aya kadar vadeli TL mevduat faizleri de bu sırada %52,1’e çıktı.

Bir yandan tüketici kredileri sınırlanırken, diğer yandan da yatırım ve döviz kazandırıcı işlemler için kullandırılan kredilerin büyümesi teşvik edildi. Toplam yatırım tutarı en az 1 milyar Türk lirası olan yatırım projelerine verilecek 10 yıl vadeli yatırım taahhütlü avans kredileri (YTAK) duyurulurken, ihracatçılara kullandırılan reeskont kredilerinin limitleri de toplamda 10 kat artırılıp, faizleri sınırlandı.

Sonuç

Türkiye ekonomisi yıla zorlu bir ilk yarıyla başlamış olsa da devre arasında yapılan değişiklikler ekonomide tekrardan öngörülebilirliği artırdı. Yeni ekonomi yönetimi tarafından uygulanan ortodoks politikalar, uygulamaya konduğu ilk iki çeyreklik dönemde enflasyon hariç olmak üzere ekonominin temel göstergelerinde gözle görülür iyileşmelere yol açtı. Haziran-Kasım döneminde verilen dış ticaret açığı bir önceki yıla kıyasla %20,2 azalışla 43,5 milyar dolara gerilerken, Eylül ve Ekim aylarında toplamda 2 milyar dolar cari fazla verildi. Türkiye’nin 5 yıllık kredi risk primi 300 baz puandan fazla azalışla 275 baz puan ile son 2 yılın en düşük seviyesine gerilerken, Haziran-Aralık döneminde 2,7 milyar dolarlık kısmı hisse senedi, 2 milyar dolarlık kısmı da DİBS tarafından olmak üzere toplam 4,7 milyar dolarlık portföy girişi sağlandı.

Yabancı kurumların yeni uygulamalara bakışı da olumlu. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s (S&P) takvim dışı bir değerlendirme ile Türkiye’nin kredi notu görünümünü durağandan pozitife çevirirken, parasal sıkı duruşun korunması durumunda not artırımı da yapılabileceğini bildirdi. Fitch Ratings ise not görünümünü negatiften durağana çıkardı. JP Morgan, Goldman Sachs, Deutsche Bank gibi uluslararası yatırım bankaları da yayımladıkları yatırımcı raporlarında Türk lirasının risk/getiri dengesinde olumlu tarafta yer almaya başladığına dair yorumlara yer verdi.

Büyüme kompozisyonu da değişime uğruyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan üçüncü çeyrek GSYH verilerine göre, yeni yönetimin göreve geldiği 2023 yılının üçüncü çeyreğinde GSYH bileşenleri arasından yatırımları temsil eden gayri safi sabit sermaye oluşumu %14,7 ile hem tüketim hem de ithalattan daha hızlı büyüdü. Bu performans en son pandeminin sona ermekte olduğu 2021 yılının dördüncü çeyreğinde kaydedilmişti.

Bunların dışında özellikle enflasyon tarafında döviz artışı ve vergi artışlarını takiben ciddi bir yükseliş gerçekleşti, fakat TCMB’ye göre bu beklenmedik bir şey değil. Merkez’in projeksiyonlarına göre manşet enflasyon yıl sonunda %65’e ulaşıp, 2024 Mayıs’ta %70-75 aralığında tepe yapacak. Ardından Haziran ayından itibaren düşüşe geçerek yılı %36 seviyesinden kapatacak.

Sonuç olarak parasal sıkılaştırıcı duruşun sürdürülmesi durumunda Türkiye ekonomisi uzun vadede enflasyon sorununu çözebilir ve yabancı yatırımcıların geri dönüşü ile birlikte döviz rezervlerinde ve özellikle dolar/TL’de daha güçlü bir görünüme kavuşabilir. Fakat tüm bunlar biraz da ortodoks politikalarda kararlılığın sürdürülmesine ve tekrardan popülist politikalara dönülmemesine bağlı.

Emircan YAMAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.