Connect with us

EKONOMİ

Boratav yazdı : İki salgın yılında ülke ekonomileri ve Türkiye

Yayınlanma:

|

Dünya ekonomisi 2020 ve 2021’yi korona salgınının etkisi altında yaşadı; yaşamaktadır. 

Salgının ekonomik bilançosu, IMF’nin Nisan’da yayımladığı raporlardan, güncelleştirilen veri bankasından izlenebiliyor. 

Geçen hafta bu kaynaklarda yer alan 2020-2021 Türkiye millî gelir / büyüme bilgilerini özetlemiş; diğer ülkelerle karşılaştırmıştım (Sol Haber, 9 Nisan). Bugün diğer makro-ekonomik verilere, öngörülere göz atarak benzer bir karşılaştırma yapacağım. 

İşsizlik ve enflasyon 

IMF kaynakları, doğrudan bölüşüm göstergeleri içermez. Bunlar, ILO veya (“neoliberal gözlükler” ile) Dünya Bankası belge ve verilerinden izlenebilir. 

IMF’nin ekonomik raporu (World Economic Outlook) işsizlik ve tüketici enflasyonu verilerini içeriyor. Elbette bölüşüm bağlantılıdır. 

İşsizlik oranları ile başlayalım. Bunların, TÜİK’in “dar anlamda işsizlik” tanımıyla uyumlu olduğu anlaşılıyor. Büyük Batı ekonomilerinin hepsi, iki salgın yılını yüzde 10’un altında işsizlik oranları içinde yaşamıştır. 

IMF Türkiye’nin 2020-2021 işsizlik oranlarını %13,1 → %12,4 olarak veriyor. Diğer “yükselen ekonomiler” ile karşılaştırdığımızda gözleniyor ki, Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinin     tümü, iki korona yılını Türkiye’dekinden daha düşük işsizlik oranları içinde geçiştirmiştir. 

Çevre ekonomilerinde işsizlik göstergeleri açısından Türkiye, Latin Amerika grubuna girmektedir. 2020-2021’de bu coğrafyadaki “yükselen ekonomiler” içinde Brezilya ve Kolombiya, işsizlik oranları bakımından Türkiye’yi aşmaktadır. Meksika, Arjantin, Peru ve Şili’de bu oranlar Türkiye’nin altındadır. 

IMF’ye göre 2020-2021’de Türkiye’nin tüketici enflasyonu %12,3 → %13,6  olarak gerçekleşiyor.  Bu iki yılda tüm Batı ekonomilerinde enflasyon tek hanelidir. “Yükselen piyasalar” grubunda bu oranları geçen tek ülke (2020 için %42 ile) Arjantin’dir. Salgının iki yılında diğer tüm “yükselen ekonomiler”de enflasyon yüzde 5’in altında seyrediyor. 

Bu verilerden hareket edelim ve salgının emekçiler üzerindeki olumsuz etkisini, işsizlik ve enflasyon göstergelerinin toplamı olarak alalım: Türkiye, büyük çevre ülkelerinin başlarındadır. 

Emek gelirlerindeki kayıplar ve salgının halk sınıflarındaki yaygınlığıyla birleştirilirse Türkiye’deki ağır toplumsal bunalım, IMF verileriyle de doğrulanmaktadır.

Cari işlem dengesi

Kapitalizmin “merkez bloku” içinde, ABD, Britanya ve Fransa dışında tüm ülkeler iki salgın yılında yüksek oranlı cari işlem fazlaları vermektedir. 

Cari işlem açığı, çevre ekonomilerinde emperyalizme bağımlılığın önemli bir göstergesidir. 20’nci yüzyıl boyunca (petrol ihracatçıları dışında) bu ekonomiler genellikle dış açık verdi. 1998’de patlak veren Doğu Asya krizi bir dönüm noktası oldu; “Güney” coğrafyasının önemli bir bölümü (özellikle Asya’dakiler) dış fazla vermeye başladı. 

Türkiye, bu uyumu göstermeyen çevre ekonomilerinden biri olarak kaldı. 2020-2021’de de cari açık vermektedir. IMF’ye göre bu iki yılın cari açık/millî gelir oranı %5,1 → %3,4’tür. 

İki salgın yılında da dış açık veren     “yükselen ekonomiler”in sayısı beştir (Macaristan, Endonezya, Brezilya, Kolombiya, Güney Afrika); ama hiçbirinin oranı Türkiye’ye ulaşmamaktadır. Çoğunluk, 2020-2021’yi cari işlem fazlaları ile kapatmaktadır. İki yılda da dış fazla/millî gelir oranları veren çevre ekonomileri içinde G. Kore (%4,6 → %4,2) ve Malezya (%4,4 → %3,8) ile ön sıradadır.  

Türkiye, iki salgın yılında da büyüyen üç ülkeden biridir. 2020-2021’de daha hızlı büyüyen iki büyük çevre ülkesi (Vietnam ve Çin) ise, iki yılda da dış fazla vererek Türkiye’den farklılaşmıştır. 

IMF, 2021 sonrasında da Türkiye için sürekli cari işlem açıkları öngörmektedir., Ülkemizin dünya ekonomisi içinde bağımlı konumunun süregeleceği öngörüsü…  

Salgına karşı kamu destekleri 

IMF’nin Nisan 2021 tarihli malî raporunda (Fiscal Monitor) salgın sonrasında kamu kaynaklarından yapılan destekler inceleniyor. 

IMF, öteden beri dünya çapında ekonomi politikalarının “gözetmeni” işlevi üstlenmiştir. Maliye politikalarında neoliberal malî disiplin ilkesinin “bekçiliği” gibi… 

Salgın sonrasında IMF, bu işlevde önemli bir dönüşüm gerçekleştirdi. Malî disiplin ilkelerinin Batı ülkelerinde devre-dışı bırakılmasını, bölüşümcü-Keynes’gil açık bütçe uygulamalarına geçişi savundu. Bu adımı hızla atan ABD ve Avrupa hükümetlerini sonuna kadar destekledi. Politika önerilerinin bu uygulamaları “izlediği” de söylenebilir. 

“Güney” coğrafyasına gelince, IMF daha ihtiyatlıdır: Kamu maliyesinde esneklik alanı (“fiscal space”) olan “yükselen ekonomiler”, kamu açıklarını, devlet borçlarını artırabilirler; geçici olmak şartıyla…

“Kamu maliyesinin esneklik alanı” nasıl tanımlanır? İki ölçüt kullanılır: (a) Birincil (“faiz-dışı”) bütçe dengesi; (b) Kamu sektörü borç toplamı… Her iki ölçütün, millî gelirdeki payları izlenir. 

IMF’nin malî raporu, bu iki ölçütün salgının arifesinde ve ilk yılındaki (2019-2020’de) seyrini ülkeler itibariyle veriyor (s.76, Tablo A10 ve s.81, Tablo A15). 

Salgın sonrasında kamu açıklarında, borçlarında “sıçramalar” gerçekleştiren Batı ekonomilerini bir yana bırakalım. 2019 ve 2020’de “yükselen ekonomiler” ortalaması ve Türkiye ile ilgili veriler aşağıda yer alıyor:

  • 1. Kamu kesimi birincil bütçe dengesi / millî gelir oranları (%) 
  • Yükselen ekonomiler: -2,9 → -8,0
  • Türkiye: -3,8 → -3,5
  • 2. Kamu kesimi brüt borç/millî gelir oranları (%) 
  • Yükselen ekonomiler: 54,7 → 64,4
  • Türkiye: 32,6 → 36,8

İlk bilgi gösteriyor ki, “yükselen ekonomiler”, salgın yılını temsil eden 2020’de faiz dışı bütçe açığı oranını, ortalama olarak 5 puan yükseltmiştir.  Bu hesaplamada IMF çok titizdir ve Türkiye’nin tam aksine davrandığını; birincil bütçe açığının millî gelirdeki payını 0,3 puan daralttığını belirlemektir.  

Demek oluyor ki salgın sonrasında Saray iktidarı, sağlık sistemini ve halk sınıflarını artan kamu harcamalarıyla desteklemede “cimri” davranmıştır. Önceliğinin, finansal sistem aracılığıyla şirketlere kaynak aktarmak olduğunu biliyoruz.  

İkinci bilgi gösteriyor ki, Türkiye’de kamu borçlarının millî gelire oranı 2019’da %33’tür; ılımlı bir eşik sayılan %50’nin (ve “yükselen ekonomiler”in %55’lik ortalamasının) bir hayli altındadır. Bu gösterge açısından    Türkiye, geniş bir “malî esneklik alanı”na sahiptir.  

2020’de “yükselen ekonomiler”, esasen yüksek olan kamu borç oranlarını 10 puan, Türkiye ise sadece 4 puan artırmıştır. İç borçlanma yoluyla emekçilerin gelir kayıplarını telafi etme olanağı vardı; kullanılmadı… 

Kamu borçlarında 4 puanlık artış, bu doğrultuda bir adım değil midir? Tam aksine… Resmî verilere göre 2019-2020 arasında kamu dış borç stoku (TL ile ölçülürse) %32,4 artmıştır. Özel sektörün döviz borçlarının kamu dış borçlarına dönüştürülmesi böyle mümkün olmuştur. Ayrıcalıklı şirketleri, sermaye çevrelerini destekleme, kurtarma işlemleri ile… 

Türkiye’nin ‘bütçe olanakları’ var. Salgında kullanılmadı…

Bu tespitler, Saray iktidarının salgını izleyen maliye politikalarına ışık tutuyor: Bütçe kaynakları halk sınıflarından, sağlık siteminden esirgenmiştir; şirketlere öncelik verilmiş;  toplumsal bunalım derinleşmiştir. O kadar… 

IMF verileri de gösteriyor ki, salgının denetimden çıktığı bu dönemde kamu maliyesi, TL ile iç borçlanmayı anlamlı boyutlarda yükselterek dört haftalık bir kapanmayı üstlenecek, sürdürecek güçtedir. Özel hastanelerin en azından yoğun bakım birimlerini devletleştirecek; kapanma döneminde emekçilerin ve esnafın gelir kayıplarını telafi edecek kamu kaynakları bugün de yaratılabilir. 

Salgının Türkiye’deki başlangıç döneminde, 26 Mart 2020’de on beş sosyal bilimci iki haftalık bir kapanma öneriyor ve ekliyorduk: “Bütçe açığı kaygısı, salgın sürdükçe geçerli olamaz. Merkezi bütçe harcamalarının gerekirse TCMB avanslarıyla karşılanması sağlanmalıdır.”  Bu öneriler bugün fazlasıyla geçerlidir. 

Korkut BORATAV – sol.org.tr

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yaşayan Ölüler Aramızda: Finansal Zombi Krizi

Yayınlanma:

|

Ekonomide görünmez ama hissedilen bir tehlike var: Zombi şirketler. Gelirleri borçlarının faizini bile karşılamayan, piyasada sadece dış desteklerle ayakta kalan bu firmalar, yalnızca kendi varlıklarını değil, tüm ekonomik yapının sağlığını tehdit ediyor.

Zombi Şirket Nedir?

Zombi şirketler, faaliyetlerinden elde ettikleri kazançla borçlarının faizini dahi ödeyemeyen, ancak çeşitli yollarla piyasada tutulan işletmelerdir. Bu yollar arasında:

  • Sürekli borç çevrimi

  • Siyasi baskılarla alınan krediler

  • İflas erteleme ya da konkordato kullanımı

  • Kamu bankaları veya fonları yoluyla yapılan kurtarmalar

bulunur. Bu firmalar aslında çoktan iflas etmişlerdir; ancak piyasa gerçekleri bunu henüz kayda geçmemiştir.

Ekonomiye Verdikleri Zararlar

1. Kaynakların İsrafı

Finansal sistemde sınırlı olan kaynaklar (kredi, iş gücü, teşvik vb.) verimli firmalara değil, aslında çoktan ölmüş bu “zombilere” aktarılır. Bu durum, ekonomik büyümenin kalitesini bozar.

2. Rekabetin Bozulması

Zombi firmalar, zarar etmelerine rağmen piyasada kalabildikleri için fiyatları baskılar, daha sağlıklı ve verimli firmaların piyasadan çıkmasına neden olur. Bu da yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi engeller.

3. Banka Bilançolarında Risk

Bankalar zombi firmalara kredi verdikçe tahsil edilemeyen alacaklar artar. Sorunlu krediler (NPL) yükselir ve banka sistemine duyulan güven zedelenir.

4. Yatırımcı Güvensizliği

Piyasada “kimin sağlıklı kimin batık” olduğu belli olmaz. Şeffaflık kaybolur. Bu da doğrudan yatırımların ve risk iştahının düşmesine yol açar.

5. Verimlilik Kaybı

Zombi firmalar büyüme rakamlarını yapay olarak şişirebilir ama toplam faktör verimliliği düşer. Ekonomi görünürde büyürken, içeride çürümeye başlar.

Türkiye Örneği: Sessiz Kriz

Türkiye’de özellikle son yıllarda düşük faiz politikaları ve kredi genişlemesi, zombi firmaların sayısını artırdı.

  • KGF destekli krediler,

  • İflas erteleme/kurtarma kültürü,

  • Siyasi olarak ayakta tutulan kamu projeleri,

bu yapıyı besledi. Bu durum, verimli firmaları cezalandırırken, “ölü şirketlerin” yaşamaya devam ettiği bir ekonomik iklim yarattı.

Ekonomik Risk: Zincirleme Çöküş

Faizler yükseldiğinde veya destekler çekildiğinde bu zombi firmalar zincirleme şekilde batmaya başlar. Bu da domino etkisiyle:

  • Bankacılık krizine,

  • İşsizlik artışına,

  • Güvensizlik ortamına,

neden olabilir. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı konkordato patlaması bu riski açıkça göstermektedir.

Yaşayan Ölülerden Kurtulmak

Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kaynakların doğru yönlendirilmesi şarttır. Zombi şirketlerin desteklenmesi değil, piyasa içi doğal seleksiyonun işlemesi, güçlü firmaların güçlenmesi gerekir.

Zombi ortamı kısa vadede siyasi rahatlama getirse de uzun vadede büyümenin yapısını çürütür.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.