Connect with us

EKONOMİ

CHP AİLE DESTEK SİGORTASI’NI AÇIKLADI

Seçim sonrasında makroekonomik politikanın rayına sokulmasından daha da önemlisi, yoksulluğu adresleyen ve hızla sosyal desteklerle iyileşme sağlayacak bir programın öncelik olduğunu not etmek gerekiyor. Bu, ekonomi politikalarına sağlanacak güvenin de temel payandası olacaktır

Yayınlanma:

|

2018 ortalarından itibaren yaşanan ekonomik kriz ve kötü yönetim, Türkiye’de orta sınıfı yoksulluk derecesine indirirken, yoksulu da derin bir yoksulluğa itti. 2022 yılında hızlanmış haliyle, toplumun refahını eriten bir erozyonun 4 yıldır alttan alta devam ediyor olması bugün en büyük sorunumuz. Bugünün en temel sorunu da toplumun en kırılgan kesiminde derinleşen bir yoksulluk ve güvencesizlik.

Pandemi döneminde de görüldü ki; hane halkına doğrudan sosyal destekte en düşük olan ülkeler arasındaydı Türkiye.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dün İstanbul’da gazeteci ve yazarlara “Aile Destekleri Sigortası’ ile ilgili açıklamalarda bulundu. İlk kez 2011’de seçim bildirgesiyle ilan edilen sisteme birçok yenilik içeren unsur eklenmiş.

Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin İLO’nun 9 sigorta dalını (uygulayacağını 1971 yılında taahhüt ettiğini belirterek, sadece Aile Destek Sigortası’nın hayata geçirilmediğini söylüyor.

Aile Destek Sigortası’nın özü, asgari ücretin altında geliri olan ya da hiç geliri olmayan haneleri kapsama alarak; hanenin özel durumuna bağlı olarak (hanede çocuk sayısı, eğitime katılım düzeyleri, yaşlı ve bakıma muhtaç kişi olup olmaması) haneye bir, “aile gelir desteği” olarak tanımlanan kamu mali desteği sağlanmasını içeriyor.

Kim belirleyecek? Bunun için istihdam edilecek “aile hekimi sayısı kadar”, 25 bine yakın sosyal hizmet uzmanı ve sosyolog ile ki tamamına yakını kadınlardan oluşturulacak, hanenin durumunun saptanması için hanelere gidecekler, nihai olarak da bir algoritma ile sosyal destek miktarı belirlenecek.

Destek ödemesi hanedeki kadının adına açılacak bir hesaba yatırılacak. Engelli ya da evde bakım desteği alıyorlarsa bu ödenekler kesilmeden aile gelir desteği de ilave edilecek. Bir kişi bile olsa hanedeki asgari ücret altında geliri olan herkes bu gelire hak kazanacak.

Bu gelir desteği, IMF’nin bile küresel krizde kendini değiştirip “tartışılmalı” dediği, “temel vatandaşlık geliri” aslında.

Anayasa’nın 60. maddesi “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” diyor.

CHP hedeflediği bu sistemle, sosyal korumaya alınmayanlar, geliri olmayanlar ile asgari ücretin altında geliri olanları, kurumsal ve hak temelli bir yapıyla güvenceye kavuşturmak istiyor.

Sosyal destek programlarını merkezi hale getirilme planı var CHP’nin. Böylece vatandaşın iktidardaki siyasi partinin il yöneticilerinin eline bakması, kaymakamlıkların kapısında (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’ndan) yardım alabilmek için her seferinde dil dökmesi gerekmeyecek. İnsan onuruna yakışır, hak temelli bir program olarak hayata geçirilebilecek bir çerçeve oluşacak.

Bu programın tamamlayıcı ayağı ise kamu kesiminde işe alımlarda Aile Destekleri Sigortası kapsamındaki hanelerdeki kişilere pozitif ayrımcılık yapılarak öncelik verilmesi. Böylece, hem hanenin geliri yükseltilirken, diğer taraftan da bu hane kapsam dışına çıkacağından sosyal transfer kalemindeki kamu gideri azalacak. İşe girişte ‘torpil’ arayışı da.

Hacer Foggo’ya göre, çocukların beslenmesine sağlanacak destekle eğitime devam etmeleri, “yoksulluğu devralmadan” haneyi yoksulluktan bir üst lige çekip çıkaracak iş ve gelire kavuşmaları çok önemli.

Kılıçdaroğlu’nun verdiği bilgiye göre, halihazırda yılda 5 milyon 903 bin 515 hane düzenli ya da geçici olarak sosyal yardımlardan yararlanıyor. Kişi sayısı da 9 milyon 940 bin kişi.

CHP’nin web sitesinde de yayına alınan Aile Destekleri Sigortası algoritmasına göre, hak sahibi olan haneler kendi durumlarına uyan gelir desteğini hesaplayabilecekler. Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına göre, alınabilecek gelir desteğinin bugünkü değerlerle en düşük 1.100 TL, en yüksek 5.500 TL olması öngörülüyor.

Bu desteğin kamu bütçesine maliyetinin ise bütçe giderlerinin yüzde 11’ine kadar çıkabileceği kaydediliyor.

Mevcut bütçe ödeneklerine bakılırsa bütçe giderlerinin yüzde 6.7’si kadar bir “hane halkına transferler” kalemi ödeneği var. Bu da 189 milyar TL. Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi transferlerin bütçe giderlerinin yüzde 11’i olması halinde yaklaşık 283 milyar TL olacak. Aradaki yaklaşık 100 milyar liralık fark da Bu da bugünkü haliyle 8 ayda Merkez Bankası’na yaklaşık 100 milyar TL, bütçeye 75 milyar TL’lik gideri olan, yılsonuna kadar da 230 milyar TL’yi bulması beklenen KKM kur giderinin yarısından az.

Kılıçdaroğlu, Aile Destekleri Sigortası sisteminin istihdamda kayıt dışılığı da azaltacağını düşünüyor.

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı sonrası 2011’de ilan edilen sistem, geliştirilmiş ve daha iyi bir işlevsel mekanizmaya yerleştirilmiş.

Seçim sonrasında makroekonomik politikanın rayına sokulmasından daha da önemlisi yoksulluğu adresleyen ve hızla sosyal desteklerle iyileşme sağlayacak bir programın öncelik olduğunu not etmek gerekiyor. Bu, ekonomi politikalarına sağlanacak güvenin de temel payandası olacaktır.

Toplu konutta can alıcı nokta

Geçen hafta hükümet “Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi” olarak 5 yılda 500 bin konut projesini duyurdu. Bununla 5 yılda, 500 bin sosyal konut, 250 bin konut amaçlı arsa, 50 bin iş yeri düşük gelir gruplarına üretilecek.

900 milyar TL olarak yatırım değeri hesaplanan bu projenin, ilk etabının 2 yılda; 250 bin sosyal konutu, 100 bin konut arsasını ve 10 bin iş yerini hak sahiplerinin kullanımına sunulmasının planlandığı açıklanıyordu.

Yani yılda ortalama 125 bin konut demek.

Peki Toplu Konut İdaresi (TOKİ) yılda kaç konut inşaatına başlamış, yılda kaç konutu hak sahiplerine teslim etmişti?

TOKİ’nin web sitesinde geçmişte yayımlanmış ama silinmiş verileri bir yerlerden bulduğunuzda (Toplu Konut üretim raporu) yıllık üretimin 2013-2017 arasında yıllık ortalama 45 bin olduğunu görüyoruz.

TOKİ Başkanı Ömer Bulut, TOKİHABER bülteninin Ağustos sayısında şöyle söylüyordu: “Son 3 yılda 213 bin konutu sosyal donatılarıyla şehirlerimize kazandırdık. Bugüne kadar 179 bin konutun dönüşümünü sağlayarak modern yerleşimler kurduk. 775 şantiyemizde 144 bin konut ve sosyal donatının inşasına hızla devam ediyoruz.”

Böylece son üç yılda yıllık ortalama 71 bin konut üretiminin tamamlandığı anlamına geliyor.

Bakan Murat Kurum’un kampanyanın ilanında yaptığı konuşmada, 2016’da 750 bininci konutun teslim edildiğini, 2021’de ise 1 milyonuncu konutun teslim edildiğini söylemesine dayanarak, son 5 yılda 250 bin konutun yani yıllık 50 bin konutun teslim edildiğini anlıyoruz.

Bu yüzden 2 yılda 250 bin konut teslimi iddialı bir hedef. Bu da her şeyin ‘tıkır takır’ çalışacağı varsayımı ile. Oysa biliniyor ki öngörülemez bir inşaat maliyet artışı ile müteahhitler ihalelere girmekten kaçınıyor. Ayrıca İstanbul’un en kalburüstü semtlerinde yürütülen kentsel dönüşüm faaliyetlerinde bile işi yarım bırakan müteahhit öykülerinin geçmişi son 3 yıla uzanıyor.

Son ilan edilen projede en düşük dilimde yer alan konutların aylık taksitlerinin şöyle olacağı duyuruldu: 608 bin lira fiyata sahip 2 artı 1 konutlara, aylık 2 bin 280 liradan başlayan taksitlerle ve 240 ay vadeyle sahip olabilecekler. Bunların yüzde 10’arlık peşinatını da unutmamak gerekiyor.

Asgari ücret ve etrafında ücret alan tek kişilik bir hanenin bu kampanyaya katılması olanaksız.

Varsayımı asgari ücret ve etrafında ücret alan iki kişinin gelirinin olduğu hanelerde, bu kampanyaya katılmak için hem peşinat, hem 2 bin 280 TL taksit ödenecek hem de mevcut hanenin kirası ödenecek demektir. Aylık akışta, en iyi ihtimalle bir asgari ücret gidecek demektir. İki kişi ve varsa çocukları ile ebeveynleri tek asgari ücretle geçinmeleri mümkün mü?

Katılımın 2 milyon başvuruya ulaştığı ifade ediliyor.

En kritik soru

Burada temel soru; ‘düşük gelir’ dilimindeki hanelerin hem taksit hem kira ödemeye ne kadar süre dayanabilecekleridir? 2019’da başlanan ve hâlâ inşaatı bile başlamamış konutlar olduğuna göre, temel sorun budur.

TOKİ şeffaf olsa ve yılda kaç konut inşaatına başladığını, kaç konut tamamladığını, kaç konutu teslim ettiğini paylaşsa bu bize epey ışık tutacaktı.

Peki yoksul ve dar gelirlilere böyle bir konut projesi desteklenmez mi? Desteklenir. Bunun da yapıcı ve zorlayıcı unsurlarla desteklenmesi gerekir.

Muhalefet açısından en doğru noktayı öne çıkararak, can alıcı çözümü sergileyenler arasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu var.

Kılıçdaroğlu sosyal konutların yaygınlaşmasını canı gönülden istediğini vurgulayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sesleniyordu: “Sana inanalım istiyorsan bu işe müteahhitlerin girmesi için hazineden gelir güvencesi ver. Beşli çeteleri semirttin, asıl fakir fukaranın konutu için garanti ver. Vermezsen, sen de biliyorsun ki bu proje bitmeyecek.”

İşte en kritik nokta burası; sosyal konutların hızlı bir şekilde zamanında bitirilmesi. Müteahhitlere işe girişebilecek bir plan sunulması ve ipe un sermemesi. Yakın geçmişte 30-50 bin arası bir konut teslimatı yapabilen TOKİ’nin en temel sorununun da müteahhitlerin son yıkıcı enflasyon dalgasında maliyet şoku ile karşılaşması oldu.

Sermayeleri eriyen müteahhitlerin işlerini zamanında yetiştirmesi mümkün mü? Aylık TOKİ taksiti ödeyen dar gelirlilerin uzayan inşaat ve teslimat süresi boyunca hem TOKİ taksiti hem de kira ödemeye güçleri yetmesi mümkün mü?

Kılıçdaroğlu en can alıcı yeri yakalayarak yapıcı bir öneri getiriyor.

Bakalım, kiraların bu projeyle düşeceği propagandasına girişen Ankara ne yapacak?

Şu hali ile sadece ‘umut satan’ ve milyonlarca dar gelirlinin sadece sınırlı sayıda başvuru sahibine ne kadar sürede teslim edileceği belli olmayan bir başlangıç var hali hazırda.

UĞUR GÜRSES – T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.