Connect with us

Murat Şenol

Dosya : Türkiye’de ‘Özel Sandık’ sorunu-2

SANDIKLARIN SGK DEVİRLERİ YOLDA MI? MURAT ŞENOL ÖZEL SANDIKLARIN ORTAYA ÇIKIŞINI YAZDIĞI 1. BÖLÜME DEVAM EDEREK, ÖZEL SANDIKLARIN GELECEĞİNİ ELE ALDI. AĞIRLIKLI BANKA ÇALIŞAN VE EMEKLİLERİNE AİT OLAN ÖZEL SANDIKLARIN, 45 YILDIR DEVAM EDEN BELİRSİZLİĞİ NE ZAMAN KADARA BEKLEYECEKTİR ?

Yayınlanma:

|

Türkiye’de Özel Sandıklar Sorunu” birinci bölümde Yasal süreci ele aldıktan sonra mevzuattaki bazı konularla ilgili değerlendirmeleri yapabiliriz.

  1. Devre konu olan ve olmayan yükümlülükler peşin değeri bağımsız bir aktüer tarafından kanunda belirtilen aktüeryal  varsayım olan %9.80 esas alınarak hesaplanmaktadır.  Bu oran kanaatimizce günümüz gerçeklerine uymayan ve fiili- teknik açıkların hesaplanmasında gerçekçi bir görünüm arz etmemektedir. Bankalar ve sigorta şirketleri dönemsel ve yıllık olarak KAP’a bildirdikleri faaliyet raporlarında bunları yayınlamakta ve fiili-teknik açık bulunmadığını ifade etmektedirler. Oysa %9.80’nın değişmesi halinde bambaşka bir tablo ve devasa açıklarla karşılaşmak muhtemeldir. Bu durum da bankaların bilançoları için büyük riskler taşımaktadır. Nitekim Türk bankalarının yabancı yatırımcılar tarafından satın alma sürecinde bu konu gündeme gelmiş ve satın almaların gerçekleşmesi için bir takım düzenlemeler yapılmıştı.
  2. 30 Nisan 2008 tarihinden itibaren;  sandıklarca bağlanacak olan gelir ve aylıklara yapılacak artışlar,  506 sayılı kanuna göre bağlanan gelir ve aylıklara yapılan artıştan fazla olamaz. Bu hüküm devrin birkaç yıl içinde yapılacak varsayımından kaynaklanmaktadır. Ancak devir 11 yıldır olmadığı gibi olup olmayacağı da belli değildir. Her bir sandığın kendi tüzüğüne göre farklı içeriği bulunmaktadır.  Zamanında yüksek prim ödeyen iştirakçilerin bu durumdan hak kaybına uğradıkları düşünülmektedir.
  3. SGK’ya devri sonrası geçici 20. madde vakıf senedinde bulmasına rağmen karşılanmayan diğer sosyal haklar ve ödemelerin sandıklar ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlarca karşılanmaya devam edilecektir” hükmü halen yeterince güvence altında değildir. Devir sonrası bir geliri olmayan sandıklar bunu ancak istihdam eden kuruluşların desteği ile yapabilirler. Banka ve sigorta şirketlerinin bunu finanse etmesinin şekli ve usulünun açık biçimde mümkün hale getirilmesi mutlaka sağlanmalıdır.
  4. 506 sayılı kanunun geçici 20. maddesi “bu sandıkların mali durumları da Çalışma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Ticaret  Bakanlıklarınca müşterek kontrol ve murakabe edilir. Mali durumlarının kontrol ve murakabeleri sonunda alınmasına, bu bakanlıklarca müştereken lüzum görülecek tedbirler sandıklar ve ilgili bulundukları teşekküller yerine getirmekte yükümlüdür.” hükmü yerine getirilmemektedir.  45 yıldır devrine çalışılmakta olan ve bir türlü devri gerçekleştirilemeyen bu sandıkların, belirtilen kamu  otoritelerince denetimi de  yapılmamaktadır. Bu denetimlerin yerine getirilmemesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyoruz. Günün şartlarına uymayan teknik  faiz oranları ile yükümlülükler peşin değerleri hesaplanmakta, sandık yönetim kurullarında  genellikle istihdam eden kuruluşlarca belirlenmiş yönetim kurulu üyeleri yer almaktadır. Bu kişilerin ağırlıklı olarak istihdam eden kuruluşlarca seçilmesi yönetsel sıkıntılar yaratması kaçınılmazdır. Sandıkların faaliyetleri konusunda yeterli şeffaflık ve hesap verilebilirliği bulunmamaktadır.
  5. Denetimlerin yapılmaması yeni bir süreç değildir 1977 ve 2007 yılı anayasa Mahkemesi kararlarında da bu denetimlerin yapılmadığı belirtilmiştir 506 sayılı kanuna ek 36. maddesinde “sosyal güvenlik yardımlarını sürdürmeye elverişli olmadığı anlaşılanların bütün aktif ve pasifleriyle birlikte SGK devrinin yapılması cumhurbaşkanı yetkisindedir” denilmektedir bu yetkinin kullanılabilmesi için öncelikle denetlenmesi gerekmektedir. Denetimlerinin yapılmaması, ileri tarihlerde devrin gerçekleşmesi halinde, hazineye olması muhtemel yükü daha da artacaktır.
  6. Sandıkların devri durumunda, SGK’nın kurumsal işleyişi göz önüne alındığında, sandıklar tarafından sunulan sağlık gibi yardımların yararlanma şekli niteliği ve kolaylığı sandık iştirakçilerini pek de memnun etmeyeceği açıktır. Ancak bu belirsizlik, denetimsizlik,  şeffaf olmayan ve gerçek ötesi  mali durum gelecekte daha büyük sorunlara yol açabilecektir.
  7. 2007 yılında Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere; aktüeryal dengeler  açısından önemli olan sandıkların aktif pasif iştirakçi oranları, her geçen gün gerilemektedir. Bu durumun ilerde sandıkların finansal yapılarını daha da kötüleşeceği açıktır. Sandıkların aktüeryal dengelerinin hesaplanması konusunda ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Banka çalışanların ne kadarı Sandık üyesi?

2020 sonu itibari ile söz konusu sandıklar içinde aktif bankacılığa devam eden 9 banka bulunmakta ve  çalışan sayısı 135.923‘tür. Toplam bankacılık sektöründeki aktif çalışan sayısı 186.612‘dir. Bu durumda sandık üyesi aktif çalışan sayısı, toplam bankacılık sektörünün %72.8′dir. Esasında sandıkların bu durumu bankacılık sektörü aktif çalışanlarının büyük bir kısmını etkilemektedir. Ancak konu daha çok emekli bankacılar çerçevesinde ele alınmaktadır. Oysa aktif çalışan bankacılar da emekli olduğunda söz konusu durum ile karşı karşıya gelecektir.

Murat Şenol – Ekonomist

GÜNCEL

TÜM KOŞULLAR ENFLASYONUN ARATACAĞI YÖNÜNDE İKEN ENFLASYON DÜŞECEK Mİ?

Yayınlanma:

|

Yazan:

İktisat literatüründe büyüme ve enflasyon-fiyat istikrarı konusunda öncelik, çoğu zaman enflasyonun düşürülmesi ve fiyat istikrarı yönündedir. Ülkemizde, bu konuda siyasetçiler, önceliği çoğu kez büyüme yönünde kullanmışlardır. Elbette büyüme iyi bir şeydir. Siyasiler de büyümeyi önceleyerek kendilerine rant devşirebilmektedir. Oysa enflasyonun yüksek olduğu bir ekonomide büyümek hem sürdürülebilir değildir, hem de gelir dağılımını bozarak büyük toplumsal sorunlara yol açmakta ve aynı zamanda kurumsal firmaların orta ve uzun vadeli planlamalar yapmasını da zorlaştırmaktadır

Fiyatları genel olarak arz ve talep dengesi belirlemektedir. Arz ve talebi belirleyen de birçok faktör bulunmaktadır. Arz ve talep dışında üretim maliyeti kalemlerindeki fiyat değişiklikleri de enflasyonu artırarak maliyet enflasyonuna yol açmaktadır.

Yakın geçmişte enflasyonun artış nedenlerinden olan bu kalemlerin, 2024 yılında da devam edeceği görülmektedir. Bu artışlar da kaçınılmaz olarak enflasyonu yükseltecek ve muhtemelen TCMB tarafından beklenen %36-40 bandının üzerinde asgari %50 olarak gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Enflasyon oranlarının gerçekte ne olduğu da maalesef ülkemizde ciddi bir tartışma konusudur. Enflasyon sepetinin içeriği TÜİK’in enflasyon metodolojisi ve açıklanan enflasyon oranlarıyla piyasa gerçekleri arasındaki neredeyse 2 katına yakın farklar da, oranların güvenilirliğini ciddi ölçüde zedelemektedir.

2024 yılında enflasyon artışına neden olacak en önemli maliyet kalemleri şu şekildedir.

A- Ücret artışları; Asgari ücret  %49 artmış olup muhtemelen memur, emekli maaşlarının da bu civarda artması beklenmektedir. Bu durumda özel sektör de, çalışanların motivasyonunu düşünmek adına, asgari ücret üzeri olan maaşlarda  %50’nin altına düşmesi mümkün olmayacaktır. Öte yandan özellikle emek yoğun sektörlerde başta hizmet sektörü, hazır giyim, lojistik ve mobilya sektöründe ücret artışlarının enflasyona geçişi yüksek olacaktır.

B- Finansman maliyetleri; 2022 ve 2023 yılında, faiz oranları yıl ortalaması, enflasyona göre son derece düşük iken 2024’te, artan kredi faizleri, şirketlerin finansal maliyetlerini çok artacağından bunları maliyetlere yedirmemesi mümkün değil. Özellikle özkaynağı zayıf kredi ağırlıklı çalışan firmaların artan kredi maliyetlerini enflasyon artışında önemli bir faktör olacaktır.

C- Ham madde ve enerji maliyetleri; global piyasalarda her ne kadar ham madde ve enerji maliyetleri 2022 yılına göre 2023 yılında düşmüş olsa da, dünyadaki merkez bankalarının faiz indirimine başlamalarıyla birlikte ekonomilerdeki canlanma, talep artış ve jeopolitik risklerin devamı ile  birlikte birçok hammadde ve enerji maliyetlerinin artışı kaçınılmazdır.

D- Kur artışı; döviz her ne kadar 2 yıldır baskı altında tutulup TL’nin değerlenmesi sağlanmaya çalışılsa da,  kurlarda asgari seviyedeki artışlar,  kaçınılmaz olarak ithal hammadde, ara malı ve tüketim mallarında fiyatları arttırıcı etki yapmaya devam edecektir. Burada kurlar baskı altında tutularak enflasyon etkisi azaltılmaya çalışılsa da, sonuçta değerli TL ithalatın artmasına ve ihracatın azalmasına sebep olacak ekonomik dengeleri daha olumsuza çevirme riski taşımaktadır.  İhracatı özendirici bir takım teşviklerle ithalata caydırıcı kararlar çok etkili olamamaktadır.

E- ÖTV, harçlar, vergiler ve ceza artışları;  yeni yılla birlikte gerek ÖTV, harç ve cezalarda,  gerekse diğer vergilerdeki artışlar, maliyetleri arttıracağından enflasyonu arttırıcı etkisi görülecektir.

F- Öne çekilmiş talepler; yüksek enflasyon beklentisiyle öne çekilmiş talepler ve yılın ilk aylarında  maaş artışları sonucu artan gelir etkisinin tüketimi artırması sonucu özellikle yılın ilk aylarında yüksek enflasyon etkisi yaratacaktır. Bu nedenle son günlerde ‘mal ve hizmet fiyatları artacak’ diye sosyal medyada tüketim yapın çılgınlığı görülmektedir.

Marketlere baskı yaparak, kur artışını enflasyonun altında tutup TL değerli kılarak, TÜİK verilerinin güvenirliliği konusunda tereddütler oluşturarak, ücretleri arttırıp sonra kısa sürede daha fazlasını geri alarak, vergileri- harçları arttırarak, yüksek enflasyon yaratıp 1990’lı  yıllarda olduğu gibi kısır bir döngüye girilen enflasyonu indirmek mümkün görülmemektedir.

Öncelikle fiyat istikrarının büyümenin önünde tutup, kalıcı fiyat istikrarı için enflasyonun düşürülmesi konusunda ‘toplumun tüm kesimlerinin adil bir şekilde faturayı ödemesi’ sağlanmalı. Enflasyonun düşürüleceğine toplumsal bir güven oluşturulması, her zaman söylendiği gibi yapısal reformların bir an önce yapılması, kamuda önemli tasarruf tedbirlerinin alınmasının sağlanması, orta ve uzun vadeli üretim ve yatırım planlaması için gerekli kurumları daha aktif hale getirerek, eşgüdüm içinde hareket etmelerinin sağlanmalıdır.

Oysaki ülkemizde son yıllarda enflasyonun artmasının en önemli nedenlerinden biri de sürekli kısa vadeli kararlar alınmasıdır. Belirlenen politika  ve alınan kararlar kısa sürede değiştirilmekte, enflasyonla mücadele edecek kurumların başındaki sorumlular kısa sürede  görevden alınmakta, değişen karar ve politikaların, (mesela faizlerin kesinlikle artmayacağı ısrarla söylenirken faizler artmaya başladığında)   tamamen farklı yön değişikliğinin nedeninin ilgililerce  topluma  anlatılmamaktadır.

Hemen hemen tüm koşulların, enflasyonun artışı yönünde olduğu bir zeminde, enflasyonu gerçekten düşürebilmek çok büyük başarı olacaktır, zor ama umarız hep beraber yaşayıp görürüz.

Murat ŞENOL – Ekonomist

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yüksek Enflasyon-Yüksek Faiz Dönemine Geçişte Firmaların Kredi Kullanımları Zorlaşacak

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye’de  yüksek enflasyon, 1978 yılından itibaren kronik şekilde kendini göstermeye başlamış ve 2003  yılına kadar 25 yıl boyunca ülkenin en önemli gündem maddelerinden olmuştur. 2002 yılından itibaren IMF programının uygulanması, yapısal reformlar ve iktidarın Kemal Derviş ile başlatılan  programa uygun hareket etmesi sonucu enflasyon 2021 yılına kadar, OECD ortalamasına göre yine yüksek olmasına rağmen ülkemiz standartlarına göre daha makul seviyelerde gerçekleşmişti.

2003 ÖNCESİ DURUM

2003 öncesi firmalara kullandırılan banka kredileri nispeten düşük oranlarda iken tüketici kredileri ise  neredeyse yok denecek düşük seviyelerde idi, bankalar ağırlıklı biçimde Devlet Tahvili ve Bonolarını alarak devlete borç vermekteydi, YÜKSEK ENFLASYON-YÜKSEK FAİZ  olan bu dönemde bankaların kredi riskleri kamu bankalarınca verilen siyasi nitelikteki krediler ve özel bankalarda hissedarların grup şirketlerine kullandırdığı kredileri saymazsak, yüksek faize rağmen, bilançolardaki payı düşük olduğundan göreceli olarak daha kolay yönetilmekteydi. Kredi verenin memnun, ama alanın az olduğu bir dönem olmuştur.

2003-21 DÖNEMİ

2003-2021 döneminde DÜŞÜK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ döneminde, ekonomideki büyüme paralelinde, düşük faiz oranlarının etkisi ile  bankaların başta Konut Kredileri olmak üzere Tüketici Kredileri ve Kredi Kartları ile Ticari nitelikteki işletme kredileri ve KOBİ kredileri hızla artmış mevduat/kredi oranı dönem içinde % 150’leri bulmuş, döviz kredileri, yatırım kredileri her türlü kredi kullanımı artmış ve firma bilançolarında kredi/özkaynak oranları çok yükselmiş, artık ekonomideki büyüme  krediye bağımlı hale gelmeye başlamış, hatta kredi hacimlerinin düştüğü dönemlerde ekonomide de aynı paralelde düşme eğilimi göstermiştir. Firmalar özkaynaklarını büyütmek yerine ucuz  banka kredileri ile iş hacimlerini büyütmeyi tercih etmişlerdir. Bireyler ise her türlü ihtiyacını kerdi kartı ve tüketici kredileri ile karşılamaya yönelmiştir. Alanın memnun, satanın memnun olduğu bir dönem yaşanmıştır.

2021 SONRASI DÖNEM

2021 yılı ikinci yarısından itibaren YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ dönemine geçilmiş, uygulanan negatif reel faiz politikası, faizleri düşürmüş,  firma borçlanma maliyetlerinin düşürülmesi sonucu büyüme oranları ve firma karlara artmış,  KKM ürünü, sabit gelirlilere uygulanan ücret politikası, gerçek enflasyon ile açıklanan enflasyon arasındaki farklar nedeniyle  gelir dağılımı bozulmuş, sabit gelirlinin (işçi, memur ve emeklinin) satın alma güçleri hızla düşmüştür.

Bu arada Türkiye modeli denilen bir ekonomik deney ile ülke ekonomisi bir laboratuvara dönüştürülmüş, döviz kuruna müdahaleler, finansal erişime güya kolaylık sağlanması adına yüzlerce düzenleme yapılarak finans sisteminin  içinden çıkılmaz bir hale getirilmesi sağlanmıştır. Enflasyon ve döviz kurlar artmış, ithalat ihracattan daha büyük oranda artarak cari açık tarihi rekorlar kırmış, oysa ihracat rekorları kırılıyor denilerek kamuoyunda farklı algılar yaratılmaya çalışılmış,  gayrimenkul ve kiralarda ki artışlar enflasyonun çok üzerinde gerçekleşmiş ve orta sınıf iyice yoksullaşarak, yoksullukta herkesin eşitlenmesi gündeme gelmiştir.

TCMB rezervleri erimiş ve ülkenin başına 1980’li yıllardaki DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) benzeri olan KKM(Kur Korumalı Mevduat) belası sarılmıştır. CDS (Kredi Risk Primi) primlerini artarak yurt dışı borçlanma maliyetleri artmış aynı zamanda yurt dışı borçlanma imkanları da kısıtlanmıştır. Bu dönemde tüketim ağırlıklı, başta finans sektörü olmak üzere hizmetler sektörü ağırlıklı ve  ithalat kaynaklı büyüme oranı %4 civarında gerçekleşmiştir.

YÜKSEK ENFLASYON- DÜŞÜK FAİZ DÖNEMİ

2021’den itibaren tekrar yükselen enflasyona karşı faizlerin baskı altında tutulması YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ dönemini başlatmış olup doğal olarak ucuz krediye talep artmış, bankalar işin doğasına aykırı YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ’de kredi vermek istememesine rağmen kamu otoritesinin baskıları sonucu mümkün olduğunca kısa vadeli krediler vererek süreci yönetmeye çalışmıştır. Firma bilançolarında yüksek orandaki kredi bakiyeleri firmaların artık krediye bağımlı hale gelmelerine sebep olmuş ve krediye yeterince ulaşamayınca bu kez finansmana erişim zorluğundan bahseder hale gelmişti. Bu dönemde kredi kullanabilen tüm kesimler, bireyler, şirketler ve kamu kesimi herkes karlı çıkmıştır. Esas itibariyle kredi verenin memnun olmadığı, alanın çok memnun olduğu bir dönem olmuştur.

YÜKSEK ENFLASYON- YÜKSEK FAİZ DÖNEMİ

Ancak bu saadetin sürmesi imkansızdı, nitekim seçim sonrası enflasyon düşmeyince olması gereken YÜKSEK ENFLASYON- YÜKSEK FAİZ dönemi tekrar başlamıştır. Yüksek enflasyon karşısında firmalar, artan işletme sermayesi ihtiyacını büyük ölçüde kısa vadeli düşük faizli banka kredileriyle finanse ederek bilanço içinde banka kredi oranlarını daha da arttırmıştır. 2021-2022 yıllarındaki düşük finansman maliyeti, yüksek enflasyonda firmalara yüksek karlar ettirmiş, ancak 2023 seçim sonrası faizler kaçınılmaz olarak yükselmiş nitekim son günlerde %50-60 bandında seyreden kredi faizleri muhtemelen artmaya devam ederek %60-70 bandına gitmektedir.  Son 20 yılda %10- 20 bandında kredi kullanmaya alışmış firmaların bu faiz yükünden memnun olmaları ve devam ettirmeleri mümkün değildir.

ZOR GÜNLER BİZİ BEKLİYOR

Önümüzdeki dönemde göreceli olarak iyileşen finansmana erişime rağmen, artan faiz oranları, hem faiz yükünü artıracak hemde iç talebi de düşüreceğinden firmaların reel anlamda cirolarını da düşürecek ve firmaların faiz ödeme güçleri, bireylerin de satın alma güçleri zayıflayacaktır. Kamunun artan bütçe açıklarının finansmanı büyük ölçüde borçlanma yoluyla karşılandığından kamu kesimi de artan faizler nedeniyle faiz baskısını daha fazla hissetmeye başlayacaktır. Artan faizler, düşen iş hacmi sonucu firma riskleri artacak ve batan kredi oranlarında ciddi artışlar görülecektir. İşte bu durumda bankaların kredi veren birimlerinin işi daha da zorlaşacaktır. Eskiden olduğu gibi rahat kredi vermeyecekler ve daha dikkatli olup belki ilave teminatlar istemek durumunda kalacaklardır. Keza 2021-2022 YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ ortamında verilen her kredinin geri dönme ihtimali son derece yüksek iken, ucuz kredi ile büyük karlar elde edilmekte ekonomide talep de artarken firmalar rahatlıkla kredi ve faizleri  ödeyebilmekteydi. Bu durum elbette durup dururken gerçekleşmedi, aşırı yükselen enflasyon böyle bir ortama neden oldu. Peki enflasyona ne sebep oldu, o ise ayrı bir yazı konusudur.

FİRMALAR ÖZ SERMAYELERİNİ GÜÇLENDİRMELİ

Firmaların yeni dönemde faiz ödeme gücü son derece önemli hale gelecek olup yeterli işletme sermayesi olmayan firmalar, finansmana önceki döneme göre daha kolay erişirken, yüksek faiz maliyetleri karşısında zorlanacaktır. Buna karşılık firmaların öz sermayelerini güçlendirmek adına ya halka açılarak ( nitekim  son 1 yılda halka arzlarda çok büyük artışlar olmuştur) ya da dışarıdan kaynak bulma adına ortak arayışına gireceklerdir. Bu yöntemlere ilave olarak ya  ortaklarının firma dışındaki paralarını firmaya koyacaklar ya da firma/ortak gayrimenkullerini satarak firmaya sermaye olarak kaynak koymak durumunda kalacaklardır.

En azından önümüzdeki birkaç yıl YÜKSEK ENFLASYON-YÜKSEK FAİZ döneminde firma bilançolarında artan kısa vadeli banka kredilerinin, artan finansman maliyetleri nedeniyle firmalar öz sermayelerini artırıcı yeni kaynak bulmak zorundadır. Bankalarda küçülen ekonomide, firmaların büyüyen finansal maliyetleri sonrası verecekleri kredilerde, firma kredi değerliliği tespitinde firmanın faiz ödeme gücü olup olmadığı konusunda çok daha dikkatli olmak durumunda kalacaklardır. Artan tüketici kredi faizleri ve tüketici kredi ve özellikle de kredi kart miktarları bireylere zor günler yaşatacaktır.  Sıkıntıya girecek firmalar ve bireyler dolayısıyla  banka sorunlu kredi risklerinin artışı kaçınılmazdır.

Murat ŞENOLEkonomist

Okumaya devam et

GÜNCEL

PARA POLİTİKASI ÜYELERİNDEN SONRA ACABA TÜİK NE YAPACAK?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomiden sorumlu  olan kurumlardan Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TCMB Başkanı değişmesini müteakip ülkemizde artık Heterodoks Politikalar askıya alınır gibi oldu ve Ortodoks Politikalara yavaş yavaş geri dönülmeye başlandı. Yavaş yavaş olması gerekiyordu; çünkü, uygulamaya dönük yüzlerce karar alınmış bunların bir anda değişmesi ve faizin hızla artırılmasının ekonomi üzerinde yaratacağı tahribatlar doğal olarak göze alınmadı. Ortodoks, Heterodoks derken umarız arabesk bir modele doğru gitmeyiz.

Zombi Firmalar uyuyan güzeller gibi bekliyor

IMF tarafından 2023 Haziran’ında yapılan bir araştırmaya göre dünyada en çok Zombi firmaya sahip olan ülke maalesef Türkiye’dir. Bunun esas sebeplerinden biri gerçek/hissedilen enflasyonun %150 açıklanan enflasyonun %80 olduğu bir ortamda firmaların ulaşabildiği finansman maliyetinin ortalama %20’ler civarında olmasıdır. Kuşkusuz bu durumda finansmana erişim olduğu sürece bu firmalar batmaz ancak  hızlı bir faiz artırımında çok sayıda firmanın sorun yaşayacağı açıktır. Zombi firma potansiyelimiz faiz kararı ile bu kadar yakın ilişkili kısaca.

Şirketlerin finansal sorunu çözülmüş değil

Seçim öncesi ve sonrası finasman erişimin zorlaşması bu firmaları sıkıntıya sokmaya başladır. Üstüne bir de hızlı faiz artırımı daha da ağır koşullarla karşılaşmayı mümkün hale getirecekti.  Keza yüksek enflasyon ortamında fiyat artışları,  en azından aynı oranda işletme sermayesi ihtiyacı doğurmaktadır. Finansmana erişim zorlaştıkça piyasaların kendi dengesi içindeki  vadeli mal alım satım koşullarını da daralmış, bu durum işletme sermayesi ihtiyacını daha da arttırmıştır. Reel Nakit döngü sadece çek hacminde %50 düşmüş durumda. 2023 Ocak ayında 1 milyon 994 bin adet  çek ile 468 milyar TL ödeme yapıldı. Nisan ayında ise ödenen çek adeti %47 gerileme ile 857 bin adete düşerken; ödenen çek hacmi de %50 düşüş ile 234 milyar TL’ye gerilemesi, piyasada belirsizlikten kaynaklanan vadeli satışların düştüğü peşin/nakit satışa döndüğünün en büyük göstergesi.

Şirketlerin işletme sermaye ihtiyacı arttı

Artan işletme sermaye ihtiyacı, azalan alım vadeleri, yükselen finansman maliyetleri ( Allahtan hızlı artırılmıyor), artan vergi ve ücretler ile kurlardaki oynaklıkla birleşince maliyet yapmakta zorlanan firmalar bundan sonra daha da zorlanacaktır. Düşük finansman maliyetleri sonucu 2021 ve özellikle de 2022 yılında çok büyük karlar elde eden firmalar işletme sermaye ihtiyacının bir kısmını bu karlarla karşılamışlardı.

TÜİK 2022 yıl sonu TÜFE %64.27, ÜFE %97.72 olarak açıklandı. Elbette gerçek/hissedilen enflasyon bunun çok üzerindedir. Örneğin ENAG  açıklamasına göre tüfe %137.55 iken TÜİK 2022 ÜFE ortalama  enflasyon %128.47’dir.

Buna karşın şirketlerin karlarından ödenen Kurumlar Vergi hacmi 2021 den 2022’ye artışı %185.1 olarak gerçekleşmiştir. Yani açıklanan ve hissedilen gerçek enflasyonun çok çok üzerinde firmalar kar elde etmişlerdir. Bireylerin gelirleri üzerinden alınan Gelir Vergisi hacmi aynı dönemde artışı %62.3 omuştur. Bu durum aslında  uzun süredir bilenen gelir dağılımı sorununu da ortaya koymaktadır.

Gerçek dışı enflasyon oranları sorun olmaya devam ediyor

Enflasyonun şüphesiz bir çok nedenleri vardır. Burada bu nedenlere detaylı girmekten çok, TÜİK’in gerçek enflasyon oranını açıklamaması nedeniyle, mal ve hizmet fiyatlarını belirleyen kişiler,  tamamen gerçeklerden kopuk fiyatlar açıklayabilmektedirler. Keza açıklanan enflasyon oranlarına toplum güvenebilse mal ve hizmetlerdeki aşırı artışı da daha rahat sorgulayabilecekler ve itiraz etme şansları olabilecektir; oysa, açıklanan enflasyona güvenilmeyince fiyat belirleyicileri fiyatları istediği oranda artırmakta devlet de polisiye tedbirlerle bu artışları takibe çalışmaktadır.

Gençlerde gelecek endişesi arttı

Diğer andan ve belki daha da önemlisi sabit gelirlilerin ücret artışları da bu açıklanan enflasyon oranları zemininde görüşülmekte ve toplumdaki kesimler arası ciddi bir sermaye transferi olmaktadır. Bozulan gelir dağılımı ve orta sınıfın alt sınıflarla birleşmesi ciddi siyasi ve sosyal sorunlara yol açmakta, kişilerin ve özellikle de gençlerin ülkenin geleceği konusunda çok karamsar olup geleceğini yurtdışında aramasına neden olmakta ve nitelikli beyinler yurtdışına kaçmaktadır. Toplumumuzun geleceği açısından sorun oluşturacak bu durumu da bazı siyasiler es geçmektedir.

Enflasyon oranında TÜİK de rasyonel davranmalı

Hazine ve Maliye Bakanı ile TCMB Başkanı değiştiğinde uygulanacak politikalar tartışılırken, haklı olarak birçok ekonomi yazarı, TCMB Para Politikası üyelerinin değişmemesi durumunda eski kararları alan üyelerin uygulanacak yeni politikalar konusunda güven sorunu olacağını ifade etmişlerdir. Nitekim para politikası kurulu üyeleri değiştirilmiştir.

Ancak enflasyon konusundaki önemli kurumlardan TÜİK’in bundan sonraki dönemlerde enflasyonu doğru açıklayacağı konusunda kamuoyuna güven vermemesi durumunda fiyatları belirleyenler, açıkalanan enflasyon oranlarına güven olmayacağından hem enflasyon artışlarının üzerinde fiyat artışlarına sebep olunabileceği hemde sabit gelirlilerin gerçek enflasyon oranının çok altında fiyat artışlarına maruz kalacağı çok açıktır. Bu durumda TÜİK yetkililerin de bir “rasyonellik” açıklaması  yaparak bundan sonra açıklanacak enflasyon oranları konusunda topluma güven vermeleri yada önceki dönem sorumlularının para politikası üyeleri gibi değişmesi gerekir.

Murat ŞENOL – Ekonomist        www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.