Connect with us

Erol Taşdelen

DÖVİZ MEVDUAT BANKALARIN KABUSU OLDU

Yayınlanma:

|

Merkez Bankası açıklamasına bakarsak, “2021 yılı Aralık ayında “liralaşma stratejisi” kapsamında yabancı para mevduattan Türk lirası mevduata dönüşümü desteklemeye başlamış ve Türk lirası mevduat tercihinin güçlenmesi yönünde önemli bir adım atmıştır. Devreye alınan bu uygulama neticesinde banka bilançolarındaki Türk lirası payı artarken, bankaların fonlama vadesi uzamış ve uygulama banka bilançolarını güçlendirerek finansal istikrarı desteklemiştir” şeklinde, bankaların Dövize talebin kısılması ve TL’ye dönülmesi için seri şeklinde yaptırımlar uygularken ana gerekçe %70’lere kadar ulaşan Dolarizasyonun önünün alınması olarak belirtiliyor. Kur Korumalı Mevduat – KKM’nin ana mantığı ve savunması da dolarizasyonun önüne geçmekti. Vergilerden Hazine aracılığı ile Bütçeden ödenen milyarları ve Merkez Bankası’ndan ödenen tutarları göz ardı edersek kısmen başarılı oldu da!

Bankalara yaptırımla o kadar arttı ki “Serbest Piyasa Ekonomisinden” uzaklaşmak; “Kontrollü Piyasa” kurallarının uygulamaya konduğuna yönelik eleştiriler de kendiliğinden geldi. Bankaları temsil eden Türkiye Bankalar Birliği’nin yaptırımlara yönelik sesi çıkmayınca bazı banka CEO’ları da kişisel çıkış yapmaya başladı. Özellikle Kasım sonundaki iki Genel Müdür-CEO’ların söylemleri son dönemdeki yaratılan havanın bankalar üzerinde nasıl bir ortam yarattığı konusunda da ip uçları verdi.

Kasım ayı sonunda; Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran’ın “TL mevduat oranının %50 altına çekilmesi ile ilgili zorlamayla bir yere vardırılacak konu olmadığını ve mudi tercihlerine saygılı olunması gerektiğini” sözleri ile rahatsızlığı dile getirdi. Aran sözlerinde, “Bir kere serbest piyasanın dinamiklerinden uzaklaşmaya başladığınız zaman aşırı regülasyon kaçınılmaz hale geliyor. Belirsizlik ve regülasyon birbirini doğuran bir şey. Piyasanın kendi dengelenme mekanizmaları var. Yıllardır alışık olduğu ve ekonomideki yanlışlıkları düzelten doğal dengeleme mekanizmaları var. O dengeleme mekanizmaları doğal ortamında işler” ifadeleri de yer aldı.

Aynı günlerde; Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş de benzer ifadeler kullandı. Ateş, son dönemde bankaların yurt dışından getirdiği döviz miktarında 69 milyar dolarlık devasa azalma yaşandığını belirterek, “Bizim bu dövize ihtiyacımız var. Sermaye hareketlerini asla kısıtlamayıp ferah bırakmak zorundayız” beyanında bulunarak; “Sermaye hareketlerinin Türkiye’de daima serbest olma zarureti vardır. Türkiye olarak sermaye hareketlerini asla kısıtlamayıp ferah bırakmak zorundayız” ifadelerini kullandı.

TL MEVDUATI %50 ALTINA ÇEKEMEYEN BANKALARA CİDDİ CEZALAR GELDİ

Banka CEO’larını rahatsız eden durum TCMB’nin açıkladığı başta Döviz Mevduat ile ilgili cezai uygulamalar olduğu kesin.

TCMB nezdindeki zorunlu karşılık ve ihbarlı döviz mevduat hesaplarında döviz olarak tutulan tutarlar üzerinden tahsil edilmek üzere yıllık %5 oranında belirlenen ve yıl sonuna kadar dönüşüm oranlarına göre farklılaştırılan komisyon uygulamasına 23 Aralık itibarıyla son verilmesine; oranların kademeli uygulanmasına karar verildi.

Bankalar TL mevduat payı %50 altında kalırsa %8, %50-60 arasında ise %3, %60 üzerinde ise %0 komisyon ödeyecek.

Bankaların ayrıca TL mevduat payının toplam içindeki payına göre tahvil karşılığı ayırma yükümlülükleri de bulunuyor. Hem komisyon cezası ödeyeceksin, hem de düşük faizli Tahvil alacaksın. Tabi bankalar piyasayı en iyi takip eden birimler olduğu için iki gün sonra tahvil faiz oranları arttığında aldıkları Tahvillerden ne kadar zarar edeceklerini hesaplamakta zorlanıyorlar.

Bu düzenleme ile bankaların bugünkü koşullarda TCMB nezdinde 50 milyar TL civarında ek komisyon cezası ile karşı karşıya kalmış durumdalar. Bankaların yılın on ayında 335 milyar TL Net Kar açıkladığı düşünüldüğünde; yıl sonu oluşacak tahmini 450 milyar TL’lik karlılığın %10’a yakın cezayı komisyon olarak ödeme durumu ile karşı karşıya kalmış durumdalar. Bankaların Vergilerinin % 20’den %25’e çıkarıldığı düşünüldüğünde ödenecek verginin yarısı kadar ceza komisyon ödeme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları CEO’lar özelinde; bankaları ister istemez rahatsız ediyor.

Değişiklikler tesisi 6 Ocak 2023 tarihinde başlayan 23 Aralık 2022 hesaplama tarihinden itibaren geçerli olacak. Asıl rahatsızlıklardan biri de Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran’ın belirttiği TL Mevduat hedefinin tutulması için müşterilere döviz bozulması için baskı yapılması yönünde, sahada karşılığının ağır olabileceği ve müşterilerin olası kur hareketliliğinde zarar edebilme potansiyeline aracı olma rahatsızlığı ciddi kaygı uyandırmış durumda. Komisyon ödememek için müşteriler üzerinde baskı kurmanın ileride ne kadar yıkıcı olabileceğin de görüyorlar.

TL MEVDUAT HEDEFİ TUTAN BANKA VAR MI?

Başta şunu belirtelim ki Toplam Mevduatının %60’ı TL mevduat olup da hiç komisyon cezası ödemeyecek banka yok gibi. En azından aşağıda benim incelediğim bankalar arasında TL mevduat oranı %60’ın üzerinde yer alan banka yok. O zaman %50 üzerinde olup da %50-60 arasında yer alan bankalar %3 komisyon banko gibi. Asıl sorun %50  altında kalıp %8 komisyon cezası ödeyecek olan bankalar.  O zaman bankalarda daha yakalım.

ÖZER YERLİ VE YABANCI SERMAYELİ BANKALARIN DURUMU NASIL?

TCMB, toplam mevduat içinde TL mevduatın payını %50’nin üstüne çıkaramayan bankaların zorunlu karşılıklarına %8 komisyon uygulayacak. Özel yerli ve yabancı sermayeli bankalara baktığımızda komisyon cezası potasına girmeyen banka nerde ise yok gibi.

Bankaların yayınladıkları 2022 üçüncü çeyrek ( 30.09.2022 ) mali verilerine göre; örneğin dört büyüklerden sadece YAPI ve  KREDİ BANKASI Toplam Mevduat içinde TL Mevduatın payı %50,8 burun ucu ile %8 cezadan kurtulup %3 komisyon cezası ile kurtuluyor. AKBANK’ın TL Mevduat oranı %45,1 olurken; GARANTİ BBVA % 44,3 seviyesinde; T.İŞ BANKASI ise % 38,7 gibi bir oranda TL Mevduata sahip.

Komisyon cezası ödememeye en yakın banka ise ANADOLUBANK. Zira ANADOLUBANK’ın TL Mevduat oranı %57 ve %60’lık orana en yakın banka konumunda. Orta ölçekli bankalardan TEB ise %53,4 orana sahip.

KATILIM BANKALARINDA DURUM NASIL?

2022 üçüncü çeyrek mali verilere göre; Katılım bankalarından ZİRAAT KATILIM %50 üzerinde TL oranı mevduata sahip tek banka konumumda ve %52,6 orana sahip. VAKIF KATILIM %44,8 orana sahipken diğer Katılım Bankaları %40 altında yer alıyor. En az TL Mevduat oranı %31,7 ile EMLAK KATILIM olurken; KUVEYT TÜRK’ün oranı %35,1 düzeyinde. Katılım Bankalarında KKM karşılığı Ticari krediler açarak durumu tersine çevirmek için büyük çaba içindeler. KKM karşılığı kredi için firmalara %12’den 1 yıl vadeli spot kredi teklifleri havalarda uçuyor.

KAMU BANKALARINDA DURUM NASIL?

Kamu bankaları diğer bankalara göre biraz daha rahat durumda. Fakat üç kamu bankası de TCMB’nin hedeflediği %60’lık TL Mevduat oranının altında yer alıyor. Kamu Bankalarından HALKBAK ve VAKIFBANK %52,8 oranda seyrederken %50’nin altında yer alan banka ise %46,9 ile T. ZİRAAT BANKASI oldu. Kamu Bankaları da KKM karşılığı Ticari krediler açarak durumu tersine çevirmek için büyük çaba içindeler. KKM karşılığı kredi için firmalara %12’den 1 yıl vadeli spot kredi teklifleri havalarda uçuyor. KKM’deki şaşırtıcı dalgalanmalarda bu tür kredilerin katkısı büyük biline!

SEKTÖR ORTALAMASI NASIL?

BDDK’nın 2022 / 9.ay sektör verilere göre Bankalardaki Toplam Mevduatın %46,3’lük kısmı TL Mevduat olarak bulunurken; onuncu ay olan Ekim ayında %1’lik artış ile %47,3’lük seviyeye yükselmiş durumda. Bu oranlar ise TCMB’nin “liralaşma stratejisi”nde hedefi olan %60’ın oldukça gerisinde bulunuyor. Kur Korumalı Mevduat – KKM’deki artışın durması hatta kan kaybederek azalmaya başlaması ile Dövize oluşacak talebin, Borsa ve Altına yönelmesi için büyük gayretler var. Zira, KKM’deki kur karının azalması hatta ortadan kalkması buradaki yatırımcıları da arayış içine itmiş durumda. KKM’de 2 Aralık itibarıyla biriken 78,5 milyar USD karşılığı; 1 trilyon 463 milyar TL’lik tutar döviz üzerinde ciddi tehdit oluşturuyor. 25 Kasım – 2 Aralık arasında KKM’de 7,8 milyar TL çıkış oldu.

KKM ile ucuz maliyetli para toplayıp faiz yükünü Hazine ve Merkez Bankası üzerinde yer alırken; bankalar ses çıkarmadı hatta övgüler yapıldı ama iş cepten para çıkışa gelince rahatsız oluyorlar. Şu ana kadar Katılım Bankaları dahil Hazine aracılığı ile ödenen Kar Payını helalliği ile ilgili bir açıklama duymadık. Diyanetin bile KKM’lerde taraf olduğunu ibretlikle izledik. Faizsiz İslami Bankacılık Danışma Kurulu‘nun hangi gerekçeler ile ana geliri Halkın vergilerinden oluşan Hazine’nin ve Merkez Bankasının KKM hesaplarına yaptığı ödemeler için  “icazet belgesi uygunluğu”  verdiğini merak ediyorum, yayınlarlar ise sevinirim. Buna imza atanların dini gerekçelerini çok merak ediyorum açıkçası.

BANKALAR TL MEVDUATI ARTIRMAK İÇİN NELER YAPIYOR?   

TL mevduatta ciddi yığılma olan bankalardan İŞBANK gibi bankaların bizzat CEO ağzından, “müşterilere bu yönde baskı yapmayacaklarını ve müşteri tercihlerine saygı göstereceklerini”  belirtmesinden bu yönde bir çalışma için girmeyeceğini öğrenmiş olduk. Şubelerde müşterilere yönelik bu yönde bir baskı ve ikna konuşmaları da yok. Fakat diğer bankalarda durum bu kadar net değil. Başta Kamu ve Katılım Bankaları olmak üzere çoğu bankada Dövizden TL’ye dönülmesi için müşteriler üzerinde baskı yaratılmış durumda. Bu da genelde son bir yılda döviz kurlarının sabit kalması, fazla kar edilmemesi üzerinden yapıldığı gibi ağırlıklı KKM hesapları açılması yönünde müşteriler ile telefon trafiği artmış durumda. Ticari tarafta da “dövizi bozdurup KKM hesap acıkarak döviz tutarını garanti altına almalarına karşılık %11-12 oranlarında TL Kredi verilebileceği görüşmeleri artmış durumda” bunu yaparlarsa müşterilerin faiz giderini vergilerden düşeceği için vergi avantajı vs de kazanacağı dile getirilirken son aylarda olmayan bir yıl vadeli spot krediler de bu tür kredilerde sunulan seçeneklerden. Ticari müşteri bu sayede %11-12’den kredi kullanmış oluyor. KKM sayesinde Döviz Mevduat TL muhasebeleştirilerek bankaca kamufle ediliyor; müşteri ucuz ve bir yıl vadeli krediye ulaşıyor; KKM hacmi düşmediği için ( hatta arttığı için ) Hazine ve Merkez Bankası memnun oluyor. Bankanın TL mevduatı arttığı için ödeyeceği ceza komisyonu düşüyor. Oyunda mutlu son kısaca ama kağıt üzerinde bu; fiili olarak değişen bir şey yok aslında. Yapay Mevduat olur mu, oluyor işte!  Üstelik KKM yapmayacaksa TL mevduata %30’lara kadar faiz teklif edilebiliyor. TL mevduat faizlerin uçacağı; Döviz Mevduata eksi faiz uygulanacağı döneme girmek için köprüden önce son çıkıştayız biline. Mevduatta kampanya ayağına %29 ile cam kuleye ilk taş atıldı devamı gelir artık! Kredilerin bir %25-30’lık kısmının, kredi vadesince,  vadesizde bırakılması uygulaması Merkez Banaksının uyarısına rağmen bazı bankalar devam ediyor. Baktılar iş uyarıda kaldı “devam” dediler. Banka Hazineleri başta 10:00-16:00 dışında işlem yapılmaması, müşterilere döviz satılmaması yönünde nerede ise kıskaç altına alınmış durumda.

KREDİLERDE MERKEZ BANKASININ HEDEFİ AŞILDI

Merkez Bankası 20.08.2022 tarihli Resmi Gazete’nin 31929 sayısında yayınladığı 2022/23 nolu Tebliğ ile;“30 Aralık 2022 tarihi itibarıyla 29 Temmuz 2022 tarihine göre yüzde 10 kredi büyüme oranını aşan kredi tutarı kadar menkul kıymetin bir yıl boyunca tesis edilmesi” cümlesi bankalar için ciddi fren göreceği bekleniyordu ama bankalar, yukarıda anlattığım KKM’li nakit karşılıklı Krediler ile bu yaptırımı da aşmışlar gibi gözüküyor.

29 Temmuzda bankalardaki kredi hacmi 6 trilyon 494 milyar TL idi. Demek ki 2022 sonuna kadar 650 milyar TL kredilerde büyüme alanı vardı. 5 Aralık itibarıyla Kredi hacmi 7 trilyon 294 milyar TL ve bankalar 29 Temmuzdan sonra 800 milyar TL kredilerde büyümüş. Başka bir ifade ile bankalar yıl sonu hedefini kredilerde  150 milyar TL aşmış durumda. Piyasa kredi için iyice sıkışmışken bu yöndeki yaptırım nedeni ile bazı bankalarda Aralık sonunda kredilerde küçülme de yaşayabiliriz.

Erol TAŞDELENEkonomist, Bankacılık Uzmanı     www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

EKONOMİ

Talebi Kısma, Arzı Artır: Enflasyonla Kalıcı Mücadele

Yayınlanma:

|

Ekonomik Kısır Döngüyü Kırmak: Talep Baskısı Değil, Arz Gücü

Türkiye ekonomisinde son yıllarda yüksek enflasyon kalıcı bir sorun haline geldi. Enflasyonun temelinde hem talep yönlü (talep artışından kaynaklanan) hem de arz yönlü (üretim maliyetleri veya arz kısıtlarından kaynaklanan) etkenler olduğu kabul edildi. Geleneksel olarak enflasyonu düşürmek için Merkez Bankaları faiz artışı gibi talebi kısarak fiyat baskılarını azaltmayı hedefleyen politikalar uygular. Ancak özellikle Gıda ve Enerji gibi kritik alanlardaki arz yetersizlikleri de fiyatları yukarı çeken önemli unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Bu analizde, talep daraltıcı ve arz artırıcı politikaların enflasyon üzerindeki etkileri karşılaştırılacak, Türkiye özelinde arz yönlü politikaların uygulanabilirliği değerlendirilecek, Tarım, Sanayi, Enerji ve Teknoloji alanlarında somut politika önerileri listelenecek ve bu politikaların kısa, orta, uzun vadede enflasyona muhtemel etkileri ortaya konacaktır.

Talep Daraltıcı ve Arz Yönlü Politikaların Enflasyona Etkisi

Enflasyonla mücadelede iki temel yaklaşım bulunmaktadır:

(1) Talep daraltıcı politikalar, toplam talebi azaltarak fiyat artışlarını dizginlemeyi hedefler; (2) Arz yönlü politikalar ise üretim kapasitesini ve arzı artırarak fiyat istikrarı sağlamaya çalışır. Aşağıdaki tabloda bu iki yaklaşımın enflasyon üzerindeki etkileri ve temel özellikleri karşılaştırılmıştır:

Kriter Talep Daraltıcı Politikalar (Örneğin yüksek faiz) Arz Yönlü Politikalar (Örneğin üretimi teşvik)
Amaç & Mekanizma Toplam talebi azaltarak enflasyonu düşürmek. Yüksek faiz, kredi kısıtları vb. araçlarla harcamaları kısılır. Üretim ve arzı artırarak fiyat istikrarı sağlamak. Teşvikler ve yatırım kolaylıklarıyla mal/hizmet arzını yükseltir, arz-talep dengesizliğini giderilir.
Örnek Araçlar Para politikasında faiz artırımı, Merkez Bankası sıkılaşması; maliyede vergi artışı veya kamu harcama kısıntıları. Üretim teşvikleri (vergi indirimleri, sübvansiyonlar), altyapı yatırımları, teknoloji yatırımları, düzenleyici engellerin azaltılması.
Kısa Vadede Enflasyon Etkisi Talep hızlıca frenleneceği için enflasyonist baskı kısa vadede azalabilir. Ancak eğer enflasyonun asıl kaynağı arz şokları ise, sadece talebi kısmak fiyat artışını tam durduramayabilir. Ayrıca yüksek faiz, maliyetleri artırarak belli koşullarda enflasyonu da tetikleyebilir. Arz artırıcı politikalar genellikle kısa vadede sınırlı etki gösterir. Yeni yatırımların ve üretimin devreye girmesi zaman alır. Hatta başlangıçta yatırım maliyetleri nedeniyle fiyatlar üzerinde belirgin bir düşüş hemen görülmeyebilir.
Orta-Uzun Vadede Enflasyon Etkisi Talep baskısı azaldıkça enflasyon düşebilir; ancak bu etkinin kalıcı olması için politikaların sürekli sıkı kalması gerekir. Uzun vadede talebi aşırı kısmak büyümeyi yavaşlattığı için enflasyon hedefe yaklaşsa da ekonomi potansiyelinin altında kalabilir. Arz kısıtları devam ediyorsa talebi kısmak sorunu tam çözemeyebilir. Üretim kapasitesi arttıkça ve verimlilik yükseldikçe enflasyon üzerinde kalıcı düşürücü etki ortaya çıkar. Orta vadede arz artışı gıda, enerji gibi kalemlerde fiyat istikrarı getirir. Uzun vadede ise ekonomik yapının güçlenmesiyle enflasyon düşük seviyelerde kalıcı hale gelebilir.
Büyüme ve İstihdama Etkisi İç talebin daralması ekonomik büyümeyi yavaşlatır, işsizlik artabilir. Yüksek faiz yatırım iştahını azaltarak potansiyel büyümeyi de düşürür. Düşen İstihdam nedeni ile Gelir Vergisi ve Tüketim Kaynaklı vergi kaynakları daralma gözlenir. Arz yönlü adımlar büyümeyi destekler veya en azından kısıtlamaz. Yeni yatırımlar ve üretim artışı istihdama olumlu yansır. Artan İstihdam nedeni ile Gelir Vergisi kaynakları artar.  Orta-uzun vadede hem enflasyon düşer hem de sürdürülebilir büyüme mümkün olur.

Türkiye Özelinde Arz Yönlü Politikaların Uygulanabilirliği, Zorlukları ve Fırsatları

Türkiye’de enflasyonla mücadelede son dönemde talep daraltıcı politikalara (TCMB’nin politika faizini %8.50’den kademeli 50’ye kadar yükseltmesi gibi) ağırlık verilse de, ekonomik yönetim arz yönlü tedbirlerin (Ticari Kredilerin daraltılması, baskılanan kur, KGF gibi kredilerin yenilenmemesi, GES’teki teşviklerin daraltılması… ) ikinci plana atmıştır. Arz yönlü politikaların Türkiye’de uygulanabilirliğini değerlendirirken hem mevcut yapısal koşulları hem de bu yaklaşımın önündeki zorluklar ve sunduğu fırsatları ele almak gerekir:

  • Uygulanabilirlik: Türkiye, genç nüfusu, çeşitli tarımsal üretim imkanları, sanayi altyapısı ve girişimci iş gücüyle arz yönlü politikalara zemin hazırlayabilecek bir potansiyele sahiptir. Enflasyonun önemli bir bölümünün arz kaynaklı olması, üretimi artırmaya yönelik adımların enflasyonla mücadelede etkili olabileceğine işaret etmektedir. Nitekim ekonomi yönetimi de uygulamada aksasa da 2024 itibarıyla programında, enflasyonu düşürürken yatırım, istihdam, üretim ve ihracatı artırmayı eşzamanlı hedeflediklerini açıklamıştır. SGK destekleri, İhracata verilen kur desteği bunun önemli göstergesidir. Bu, arz yönlü politikaların makro programın bir parçası haline geldiğini gösterir.

  • Zorluklar: Arz artırıcı politikaların en büyük zorluğu, etkilerinin zaman alması ve sürdürülebilirlik gerektirmesidir. Siyasi ve ekonomik döngüler içinde uzun vadeli reformları sürdürmek zor olabilir. Örneğin tarımda yapısal dönüşümler veya sanayide teknoloji yatırımları birkaç yıl içinde sonuç vermez; bu da sabırlı bir politika uygulaması gerektirir. Ayrıca, bu politikalar genellikle mali kaynak ister: Altyapı yatırımları, teşvikler ve sübvansiyonlar bütçeye yük getirebilir. Türkiye’nin yüksek kamu borcu veya bütçe açığı baskısı dönemlerinde bu harcamaları finanse etmek enflasyonla mücadele hedefiyle çelişmemelidir. Bir diğer zorluk, dış bağımlılıklar ve şoklardır; örneğin enerji arzını artırmak için yatırım yapsanız dahi kısa vadede petrol fiyatlarındaki küresel artış gibi dış şoklar enflasyonu yükseltebilir. Son olarak, yapısal reformların uygulanmasında bürokratik engeller ve çıkar gruplarının direnci de aşılması gereken önemli hususlardır (tarımda aracılar, ithalat lobileri, vb).

  • Fırsatlar: Doğru tasarlanan arz yönlü reformlar, Türkiye ekonomisi için uzun vadede çifte kazanç sağlayabilir. Tarım sektöründe modern sulama, gübre, tohum ve akıllı tarım uygulamalarıyla verim artırma potansiyeli yüksektir; bu sayede hem gıda enflasyonu düşebilir hem de Türkiye bölgesel bir tarım ürünü ihracatçısı haline gelebilir. Sanayide katma değeri yüksek üretime geçiş ve endüstri 4.0 teknolojilerinin benimsenmesiyle verimlilik artışı mümkün; bu da birim maliyetleri düşürerek fiyat istikrarına katkı yapar. Enerji alanında son yıllarda keşfedilen doğal gaz rezervleri ve artan yenilenebilir enerji yatırımları, ithal enerji faturasını azaltarak enflasyon baskılarını düşürme fırsatı sunuyor. Örneğin, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ortaya koyduğu programda enerji ithalatını azaltarak cari açığı ve enerji maliyetlerini düşürmenin enflasyonla mücadeleye doğrudan katkı yapacağı belirtilmiştir. Teknoloji ve dijitalleşme ise tüm sektörlerde yatay bir fırsat alanı: Dijital dönüşüm yoluyla üretim süreçlerinin optimizasyonu, e-ticaret ile aracı maliyetlerinin azalması, kamu hizmetlerinde e-devlet uygulamalarıyla verimlilik, ekonomide genel fiyat seviyesini olumlu etkileme potansiyeline sahiptir. Dünya Bankası da Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme için iklim dostu tarım, sanayide yeşil dönüşüm, yenilenebilir enerjiye yatırım ve dijitalleşme adımlarını hızlandırmasının kritik olduğunu vurgulamıştır – bu adımlar aynı zamanda arz yönlü enflasyonla mücadele politikalarıdır.

Sonuç olarak, Türkiye’de arz yönlü politikaların uygulanması mümkün ve gerekli görünmekle birlikte, bunların başarıya ulaşması için kararlı bir reform iradesi, yeterli finansman ve zaman gerekmektedir. Mevcut ekonomi yönetimi, dezenflasyon programı kapsamında tasarruf ve verimlilik paketi uygulamak, bütçe kaynaklarını verimli alanlara kaydırmak ve yatırım teşvikli kredi programlarını genişletmek gibi arz yönlü adımlar atmaya başladığını duyurmuştur ama bu niyet pratiğe yeterince yansımamıştır. Bu adımların devamı ve derinleştirilmesi, enflasyonla kalıcı mücadelede kritik rol oynayacaktır.

Tarım, Sanayi, Enerji ve Teknoloji Alanlarında Arz Yönlü Politika Önerileri

Enflasyonu düşürmek amacıyla üretim ve arzı artırmaya yönelik somut politika araçları sektörel bazda şöyle özetlenebilir:

Tarım Sektöründe Arz Yönlü Politikalar

  • Tarımsal Üretimi ve Verimliliği Artırma: Tarımda modernizasyon ve verimlilik artışı enflasyonla mücadelede önceliklidir. Girdi maliyetlerini düşürmek ve çiftçinin üretim yapmasını kolaylaştırmak amacıyla gübre, tohum, yem gibi temel girdilerde sübvansiyonlar ve indirimler uygulanabilir. Özellikle üretimin artırılması, tarımsal girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve yerli üretime teşvikler verilmesi gıda fiyatlarındaki dalgalanmaları kontrol altına alacaktır. Tarımda akıllı sulama, modern ekipman kullanımı ve kaliteli tohum desteğiyle birim alandan alınan verim yükseltilebilir. Bu adımlar gıda arzını artırarak, örneğin temel hububat ürünlerinde arz-talep dengesini sağlamlaştırıp fiyat artışlarını dizginleyecektir. Nitekim gıda enflasyonunu düşürmek için tarım politikalarının bu yönde yeniden düzenlenmesi gerektiği uzmanlarca sıkça dile getirilmektedir. Ayrıca, ürün depolama ve lojistik altyapısının iyileştirilmesi (lisanslı depoculuk, soğuk zincir gibi) ile mevsimsel dalgalanmaların tüketici fiyatlarına etkisi azaltılabilir.

  • Arz İstikrarını Sağlama ve Pazar Yapısını İyileştirme: Tarım ürünlerinde fiyat istikrarı için arz sürekliliği önemlidir. Bu amaçla devlet, stratejik ürünlerde gerektiğinde ithalat-ihracat dengesini düzenleyerek (örneğin iç piyasada kıtlık riski varsa geçici ithalat kolaylığı, bolluk varsa ihracat teşviki) dalgalanmaları yumuşatabilir. Ayrıca, üretici birlikleri ve kooperatiflerin güçlendirilmesiyle çiftçilerin pazarlık gücü artırılarak aracılar nedeniyle oluşan fiyat yükselişleri engellenebilir. Hal yasası gibi düzenlemelerle tarım ürünlerinin tarladan sofraya daha az kayıpla ve makul maliyetle ulaşması sağlanmalıdır. Bu politikalar, hem çiftçinin gelirini hem de tüketicinin uygun fiyatla gıdaya erişimini güvence altına alarak enflasyonist baskıları azaltacaktır. Üretimin Merkezi ve Yerel olarak Planlanması ise bu alanda hayati önem taşır.

Sanayi Sektöründe Arz Yönlü Politikalar

  • Yatırım Teşvikleri ve Üretim Kapasitesini Artırma: Enflasyonla mücadelede sanayi üretiminin artırılması, özellikle talebin yüksek olduğu mallarda arz açığının kapatılması açısından kritiktir. Devlet, imalat sektöründe kapasite artıracak yatırımları teşvik etmelidir (vergi indirimi, uygun faizli uzun vadeli kredi, altyapı desteği gibi araçlarla). Örneğin ihracat potansiyeli yüksek veya ithalatı yüksek olan sektörlerde yeni fabrika kurulumları, makine-teçhizat yenilemeleri desteklenebilir. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın başlattığı Yatırım Taahhütlü Avans Kredisi Programı bu tür yatırımları uygun finansmanla genişletmeyi amaçlayan bir adımdır. Böylece piyasada mal arzı artacağından, talep artışlarında bile fiyatlar daha ılımlı seyredebilir.

  • Üretim Maliyetlerini Azaltma ve Verimlilik Artışı: Sanayi işletmelerinin maliyet yükünü azaltıcı politikalar da fiyatlara yansır. Örneğin enerji, lojistik ve ara malı maliyetlerini düşürmek için özel önlemler alınabilir. Organize Sanayi Bölgelerinde enerji verimliliği programları, toplu alım anlaşmaları ile uygun fiyatlı girdi temini, navlun sübvansiyonları gibi adımlar düşünülebilir. Ayrıca teknolojiye yatırım ve dijital dönüşüm ile sanayide verimliliğin artırılması teşvik edilmelidir. Otomasyon, yapay zeka ve ileri imalat tekniklerini kullanan firmalara vergi teşviği gibi politikalar, uzun vadede toplam arzı yükseltirken birim maliyetleri düşürecektir. Sanayide yeşil dönüşüm de önemli bir arz yönlü politika alanıdır; enerji tasarrufu sağlayan ve AB gibi pazarlarda rekabet gücünü koruyan yeşil üretim yöntemleri, hem maliyet avantajı hem de sürdürülebilir pazar erişimi getirerek fiyat istikrarını destekler.

  • İthal Girdi Bağımlılığını Azaltma: Türk sanayisinin birçok dalında üretim için gereken ara mallar ve hammaddeler ithal edilmektedir. Kur şokları ve dış piyasadaki arz sorunları bu girdilerin fiyatını yükseltip içerde maliyet enflasyonuna yol açıyor. Bu nedenle, kritik girdilerin yurt içinde üretilmesini hedefleyen ithal ikamesi programları uygulanabilir. Örneğin petrokimya, gübre, ilaç ham maddesi, yarı iletken gibi alanlarda özel yatırım projeleri desteklenerek dışa bağımlılık azaltılabilir. Bu strateji, döviz kuru kaynaklı maliyet artışlarını uzun vadede engelleyerek enflasyona karşı tampon oluşturacaktır.

Enerji Sektöründe Arz Yönlü Politikalar

  • Yenilenebilir ve Yerli Enerji Üretimini Artırma: Enerji fiyatlarındaki artış, genel enflasyonu tetikleyen başlıca unsurlardan biridir. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırmak ve yerli kaynakları azami kullanmak temel politikadır. Yapılan bir araştırmaya göre, halihazırda lisansı alınmış güneş ve rüzgar enerjisi projeleri zamanında hayata geçirilmiş olsaydı, 2023 sonunda enflasyon oranı 13,8 puan daha düşük gerçekleşebilirdi. Bu çarpıcı bulgu, yenilenebilir enerjinin tüketici enflasyonunu düşürme potansiyelini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, rüzgar, güneş, hidroelektrik gibi kaynaklara dayalı elektrik üretim kapasitesini artıracak yatırımlar enflasyonla mücadeleye katkı sağlayacaktır. Yenilenebilir enerjiye verilen teşviklerin (YEKDEM vb.) sürdürülmesi ve bürokratik süreçlerin hızlandırılması öncelikli olmalıdır.

  • Doğal Gaz ve Petrol Arzını Güçlendirme: Türkiye son dönemde Karadeniz’de önemli doğal gaz keşifleri yaptı. Bu rezervlerin hızlı ve verimli bir şekilde üretime alınması, ithal doğalgaza olan bağımlılığı bir miktar azaltarak fiyat baskılarını hafifletecektir. Enerji arzını artırmak için yalnızca üretim değil, depolama kapasitesi de önemlidir. Doğal gaz depolama tesislerinin kapasitesini artırmak, kış aylarında talebin zirve yaptığı dönemlerde fiyat oynaklığını azaltacaktır. Ayrıca uzun vadeli ve sabit fiyatlı uluslararası enerji anlaşmaları (örneğin boru hattı gaz kontratları) enflasyona istikrar kazandırabilir. Bunun yanında, enerji dağıtımında kayıp-kaçak oranının düşürülmesi ve verimlilik artışı, etkin arz artışı anlamına gelir. Enerji verimliliği politikaları (binalarda ısı yalıtımı, sanayide tasarruf tedbirleri vb.) da enerji talebini düşürerek arz-talep dengesini rahatlatır ve fiyat üzerindeki baskıyı azaltır.

  • Enerji Piyasasında Rekabet ve Fiyat Mekanizmaları: Enerji sektöründe rekabetin artırılması da arz yönlü bir reformdur. Elektrik üretim ve dağıtımında piyasaya daha fazla oyuncu girmesi, şeffaf piyasa fiyat mekanizmalarıyla birlikte uzun vadede tüketiciye daha düşük fiyat olarak yansıyabilir. Doğal gaz piyasasında da LNG terminalleri ve depolama sayesinde esneklik kazanılması, arz güvenliğini artırarak fiyat şoklarını engelleyecektir. Tüm bu adımlar enerji kaynaklı maliyet enflasyonunu dizginlemeye yardımcı olur.

Teknoloji ve Dijitalleşme ile Arz Yönlü Politikalar

  • Dijital Dönüşüm ve Verimlilik Artışı: Teknolojik ilerleme, ekonomide toplam faktör verimliliğini artırarak aynı kaynakla daha fazla üretim yapılabilmesini sağlar. Bu da arz eğrisini olumlu yönde kaydırır. Türkiye’de hem kamu hem özel sektörde dijitalleşmenin hızlanması arz yönlü enflasyonla mücadele aracı olarak görülmelidir. Örneğin kamu hizmetlerinin e-devlet üzerinden sunulması, bürokrasiyi ve işlem maliyetlerini azaltır; lojistikte dijital platformların kullanılması, taşımacılık verimini yükseltip maliyet düşürür; sanayide yapay zeka ve otomasyon, üretim süreçlerinde hata payını ve maliyeti azaltır. Dünya Bankası’nın 2024-2028 Türkiye stratejisinde de dijitalleşmenin hızlandırılması, verimlilik ve hizmet kalitesi açısından kritik bir hedef olarak konmuştur.

  • Ar-Ge ve Yenilikçilik: Yüksek enflasyonu kalıcı olarak düşürmenin bir yolu da ekonomiyi daha yüksek katma değerli ve yenilikçi hale getirmektir. Bunun için araştırma geliştirme faaliyetlerine ayrılan kaynak artırılmalıdır. Özel sektörün Ar-Ge harcamaları vergi teşvikleriyle desteklenebilir; teknoloji geliştirme bölgeleri, teknoparklar genişletilip etkinleştirilebilir. Üniversite-sanayi iş birliğiyle yeni ürün ve üretim teknikleri geliştirmek, hem ihracatta rekabet gücünü artıracak hem de yurt içi piyasada yeni ve daha ucuz alternatifler sunacaktır. Özellikle savunma, yazılım, biyoteknoloji gibi stratejik alanlarda yerlileşme ve inovasyon, ithal ürünlere bağımlılığı kırarak fiyat istikrarına katkıda bulunur.

  • Eğitim ve İnsan Sermayesi Gelişimi: Teknolojik dönüşümün tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için nitelikli insan kaynağı gereklidir. Bu yüzden uzun vadeli bir arz yönlü politika olarak eğitime yatırım önem kazanır. STEM (fen, teknoloji, mühendislik, matematik) alanlarında eğitim kalitesini yükseltmek, mesleki ve teknik eğitimi çağın ihtiyaçlarına göre güncellemek gerekir. Böylece yeni ekonominin ihtiyaç duyduğu mühendisler, teknisyenler yetişecek; bu insan kaynağı üretim süreçlerini daha verimli hale getirecektir. Verimlilik artışı da birim maliyetleri düşürerek fiyatların daha yavaş artmasına yol açar. Kısaca, insan sermayesinin geliştirilmesi enflasyonla mücadelede dolaylı ama güçlü bir araçtır.

Yukarıda listelenen politikalar, farklı sektörlerde arzı artırarak enflasyonla mücadele etmeyi hedeflemektedir. Bu adımların birçoğu Orta Vadeli Program ve kalkınma planlarında da yer alan yapısal reform alanlarıyla örtüşmektedir. Örneğin OVP 2024-2026’de enflasyonu tek haneye indirme hedefiyle birlikte tarımda verimlilik, sanayide katma değer, enerjide yerlileşme ve dijital dönüşüm vurgulanmıştır. Dolayısıyla, politika önerilerinin hayata geçirilmesi mevcut stratejilerin devamı niteliğinde olacaktır. Yazılanların Reel Piyasaya yansıması hedeflenenin inandırıcılığını, gerçekçiliğini, ciddiyetini de ortaya koyacaktır.

Kısa, Orta ve Uzun Vadede Politika Etkilerinin Zaman Çizelgesi

Enflasyonu düşürmeye yönelik arz yönlü politikaların etkileri bir zaman çizelgesi perspektifiyle ele alındığında, kısa, orta ve uzun vadede farklı dinamikler gözlenir:

  • Kısa Vadede (0-1 Yıl): Arz yönlü tedbirlerin alındığı ilk dönemde enflasyonda belirgin bir düşüş hemen sağlanamayabilir. Çünkü yeni yatırımların üretime dönüşmesi zaman alır; tarla veya fabrika hemen ertesi gün ürün vermez. Bu süre zarfında enflasyon bir süre daha yüksek seyredebilir veya mevcut seviyelerine yakın kalabilir. Örneğin 2024 yılı için Türkiye’nin resmi enflasyon hedefi %33 iken, gerçekleşme tahmini politika revizyonları sonrası %41,5 olarak güncellenmiştir – yani kısa vadede dezenflasyon sürecinin yavaş olacağı öngörülmüştür. Kısa vadede talebi kısmaya yönelik adımlar (faiz artışı gibi) etkisini göstermeye başlasa da, arz yönlü adımların katkısı sınırlı ve dolaylı olacaktır. Yine de, ekonomi kurmayların güvenilir bir reform programı ortaya koyması beklentileri iyileştirerek fiyat artış hızını psikolojik olarak frenleyebilir.

  • Orta Vadede (1-3 Yıl): Arz tarafındaki politikalar meyvelerini vermeye başladıkça enflasyonda kademeli bir gerileme beklenir. Örneğin 2025 yılında Türkiye enflasyonunun %19-29 bandına inmesi hedeflenmektedir, bu da orta vadede önemli bir iyileşme anlamına gelir. Tarım politikalarında atılan adımların etkisiyle gıda enflasyonu yavaşlamaya başlayabilir; yeni ekilen tohumların ürünleri pazara çıktıkça gıda arzı rahatlar. Enerji yatırımlarının bir kısmı devreye girerse (örneğin yeni bir güneş tarlası üretime başlarsa veya gaz sahasından çıkarılan ilk gaz kullanıma sunulursa) enerji fiyatlarındaki artış hızı düşer. Sanayide kapasite artışına giden firmalar piyasadaki mal arzını artırdıkça, talepteki artışlar fiyatlara daha az yansır hale gelir. Orta vadede enflasyonun düşüş eğilimine girmesiyle birlikte beklentiler de toparlanır ve fiyatlama davranışları normalleşmeye başlar. Yani işletmeler sürekli yüksek enflasyon bekleyerek peşin peşin zam yapmak yerine, daha istikrarlı bir enflasyon ortamına göre fiyatlamaya geçer ki bu da dezenflasyon sürecini destekler.

  • Uzun Vadede (3+ Yıl): Arz yönlü reformlar tam anlamıyla etkisini gösterdiğinde ekonomi yeni bir dengeye kavuşur. Potansiyel büyüme hızı yükselmiş, yapısal sorunlar önemli ölçüde giderilmiş olduğundan, enflasyon kalıcı olarak düşük seviyelere iner. Türkiye için hedeflenen tek haneli enflasyon oranlarına (örneğin %7-9 aralığı) uzun vadede ulaşılabileceği öngörülmektedir. Bu dönemde tarımda sürdürülebilirlik sağlanmış, gıda fiyatları istikrarlı hale gelmiştir; enerji sepetinde yerli ve yenilenebilir kaynakların payı artmış, dış şoklara duyarlılık azalmıştır; sanayi yüksek katma değerli üretimle hem iç piyasayı doyurmakta hem de ihracat geliriyle döviz kazandırarak kur istikrarına katkı yapmaktadır. Teknolojik gelişmeler sayesinde verimlilik artışı, aynı mal ve hizmetleri daha düşük maliyetle üretmeye imkan vermekte, bu da fiyat seviyesini baskılamaktadır. Sonuç olarak uzun vadede enflasyon, klasik hedef olan %5-7 bandına veya daha altına çekilebilecek bir ortam oluşabilir. Bu aşamada Merkez Bankası da politika faizini kademeli olarak indirebilecek alanı bulur, böylece ekonomi düşük enflasyon-yüksek büyüme dengesine kavuşur.

Yukarıdaki zaman perspektifi, elbette ki varsayımsal ve hedef odaklı bir senaryodur. Arz yönlü politikaların başarıyla uygulanması halinde beklenen etkiyi anlatmaktadır. Gerçekte kısa vadede beklenmedik şoklar (doğal afet, jeopolitik gelişmeler, küresel emtia fiyatları gibi) hedefleri sekteye uğratabilir. Bu nedenle, ekonomi yönetiminin hem talep tarafını hem arz tarafını birlikte yönetmesi, gerekiyorsa kısa vadede geçici tedbirlerle (örneğin emtia sübvansiyonları, geçici vergi indirimleri vb.) enflasyon baskısını hafifletmesi, orta ve uzun vadede ise yapısal reformları kararlılıkla sürdürmesi kritik önem taşımaktadır. Nitekim Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, dezenflasyon programında “yol haritamız çok net: enflasyonu düşürmek birincil öncelik” derken bir yandan da arz yönlü tedbirleri devreye aldıklarını ve bunların programın parçası olduğunu ifade etmiştir.

Arz yoksa Enflasyon bitmez

Türkiye’de yüksek enflasyonla mücadele, sadece geleneksel talep daraltıcı politikalara bırakılamayacak kadar çok boyutlu bir sorundur. Para politikası ile talep baskısını kontrol altına almak gerekli olmakla birlikte, özellikle enflasyonun önemli bir kısmının arz sorunlarından kaynaklandığı tespit edildiğinden, arz yönlü yapısal politikalar olmadan kalıcı başarı zor görünmektedir. Üretim kapasitesini artırmaya, verimliliği yükseltmeye, dışa bağımlılığı azaltmaya ve piyasaları rekabete açmaya yönelik adımlar, ilk etapta zahmetli ve zaman alıcı olsa da orta ve uzun vadede Türkiye ekonomisini enflasyon-belası sarmalından kurtaracak asıl çözüm yoludur.

Fiyatları Faizle Değil, Fabrikayla Düşür!

Özetle, talep daraltıcı politikalar kısa vadede hızlı sonuç almak için bir araçsa, arz yönlü politikalar da o sonucun kalıcı ve maliyetsiz olmasını sağlayacak tamamlayıcı unsurlardır. Türkiye özelinde tarımdan sanayiye, enerjiden teknolojiye kadar pek çok alanda arzı artırıcı politikaların hayata geçirilmesiyle, enflasyonun tek hanelere indirilebileceği ve fiyat istikrarının toplumsal refaha katkı sunacağı öngörülmektedir. Bu dönüşüm, kararlılık ve tutarlılıkla sürdürülen politikaların bileşimiyle mümkün olacaktır. Ekonomide arz-talep dengesini sağlamak, sadece faiz oranlarını ayarlamakla değil, aynı zamanda tarladan fabrikaya, madenlerden AR-GE laboratuvarlarına kadar uzanan geniş bir cephede yapısal gelişim sağlamakla başarılabilecektir. Türkiye’nin enflasyonla mücadele deneyimi de göstermektedir ki, arz yönlü stratejiler ihmal edildiğinde enflasyon sorunu tekrar baş göstermekte, ancak üretim ekonomisine odaklanıldığında fiyat istikrarı daha erişilebilir bir hedef haline gelmektedir. Ekonomik Enflasyon kısır döngüsünü kırmak için ortaya çıkacak sorunları ile birlikte sadece Talebi Baskılamak değil, Arz Gücünün önemi üzerine de kafa yormak gerekir. Tüketerek büyümede ülke kaynaklarının zamanla tükendiğini de görürsünüz.

Sonuç yerine

Neymiş, “talebin önünü kesemediğimiz için enflasyonu düşmüyormuş”… Soru basit, baskılayamadık dediğiniz Talep kimden geliyor. Talep dediğin, yıllardır gelirini kıstığın işçi, memur, köylüden, emekliden gelmiyor! Gece gündüz üretim yapan sanayicilerden gelmiyor!
-Mevduata %50 verdiklerinden,
-KKM’cileden
-Dövizini bozdurup Fona yatıranlardan geliyor
Tam da yıllardır denilen noktadayız: “Yüksek faiz sebep, Talep sonuç” anlayalım artık! Her şehirde %5’lik üst gelir grubu zaten vardı ve yıllardı çarşı pazar, AVM, Cafe’ler dolu dediğiniz kesim de bunlardan oluşmaktadır.

Çare: Üreterek büyümede, üreterek enflasyonu düşürmede!

Erol TAŞDELEN – Ekonomist         www.bankavitrini.com

Kaynaklar:

  1. Kaplan, M. ve ark. (2024). Türkiye’de Enflasyonun Kök Nedeni Üzerine Araştırma. İbn Haldun Üniv. – Z Raporu Röportajı

  2. Vergi Dünyası Dergisi (2023). Türkiye’de Dezenflasyon Programı: Yeterli mi, Etkili mi? (Analiz Yazısı)

  3. Hazine ve Maliye Bakanlığı Açıklamaları (2025). Mehmet Şimşek’in Enflasyon Değerlendirmeleri – Hürriyet Bigpara

  4. Orta Vadeli Program (2024-2026) ve Ekonomi Koordinasyon Açıklamaları – Bloomberg HT

  5. Dünya Bankası Türkiye Ülke Raporu (2025). Türkiye Ekonomik Görünüm ve Strateji Belgesi

  6. SEFiA & APLUS Enerji Raporu (2024). Yenilenebilir Enerjinin Enflasyona Etkisi – İklim Haber Özeti

  7. Mahfi Eğilmez (2020). Enflasyon Nasıl Düşürülür? (Kişisel Blog)

  8. TCMB, TOBB, İSO, TÜİK, BDDK verileri

************

Faizle Enflasyon Düşmez: Çözüm Üretimde!

Enflasyonun Gizli Aktörleri: Kimler Tüketiyor?

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

DOLANDIRICILIK OLAYLARI NİÇİN AYNI BANKALARDA YOĞUNLAŞIYOR?

Yayınlanma:

|

Dolandırıcılık olaylarının bazı bankalarda yoğunlaşmasının birkaç temel nedeni vardır. Bu durum, hem bankaların iç yapısıyla hem de müşteriye sundukları hizmet kalitesiyle doğrudan ilişkilidir:

1. Zayıf İç Kontroller ve Güvenlik Altyapısı

  • Bazı bankaların siber güvenlik altyapıları yetersiz olabilir.

  • Çok faktörlü kimlik doğrulama, sahtecilik tespiti ve risk analizi sistemleri yeterince gelişmemiş olabilir.

  • Personel hatalarını veya içerden yapılan dolandırıcılıkları önleyici mekanizmalar (örneğin görevler ayrılığı, anlık izleme sistemleri) eksik olabilir.

2. Müşteri Segmenti ve Hedef Kitlenin Zafiyetleri

  • Bu bankalar, genellikle dijital okuryazarlık seviyesi düşük müşteri gruplarına hitap ediyor olabilir.

  • Özellikle yaşlılar, kırsal bölgelerdeki kullanıcılar ya da ilk kez dijital bankacılık kullananlar daha kolay hedef haline gelir.

3. Ucuzluk ve Erişilebilirlik Üzerine Kurulu Hizmet Modeli

  • Bazı bankalar maliyet düşürmek için daha çok dijital, çağrı merkezi tabanlı, şubesiz hizmet verir.

  • Bu durum, müşterinin yüz yüze destek alma şansını azaltır ve dolandırıcıların “müşteri temsilcisi taklidi” yaparak tuzak kurmalarını kolaylaştırır.

4. Reaktif Değil, Proaktif Olmayan Kriz Yönetimi

  • Dolandırıcılık olayları yaşandıktan sonra yetersiz açıklamalar, geciken müdahaleler müşteri güvenini zedeler ve suçluların yöntemlerini tekrarlamasına olanak sağlar.

  • Aynı banka benzer olaylara tekrar maruz kalır çünkü gerekli dersler alınmaz.

5. Kötü Şöhretin Dolandırıcılar Arasında Yayılması

  • Dolandırıcılar arasında “hangi banka kolay hedef” şeklinde bir network bilgisi dolaşır.

  • Yani bir bankanın sistemsel zafiyet gösterdiği bilindiğinde, suç örgütleri bu bankaya odaklanır.

Dolandırıcılık olaylarının aynı bankalarda yoğunlaşması; teknolojik altyapı, müşteri profili, kurum kültürü ve önleyici tedbirlerin niteliğiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bankalar genellikle “ucuz hizmet” sunmakla övünse de, bu durum bazı temel güvenlik standartlarından ödün verdiklerinin bir işareti olabilir.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

ChatGPT

İŞYERİNDE İÇE DÖNÜK VE DIŞA DÖNÜK ÇALIŞANLAR…

Yayınlanma:

|

Yazan:

İşyerinde içe dönük (introvert) ve dışa dönük (ekstrovert) bireylerin her birinin kendine özgü güçlü ve zayıf yönleri vardır. Bu iki kişilik tipinin dengeli şekilde varlığı, ekipler ve kurumlar açısından büyük avantaj sağlayabilir. Aşağıda her iki kişilik tipinin işyerindeki artıları ve eksileri yer almaktadır:

🔵 İçe Dönük (Introvert) Çalışanlar

✅ Artıları:

  • Derin düşünce ve analiz yeteneği: Karmaşık problemleri çözmede başarılıdır.

  • Bağımsız çalışma becerisi: Tek başına çalışmaktan rahatsız olmaz, kendi kendini motive eder.

  • Detaylara odaklanma: Küçük ayrıntılara dikkat eder, hata yapma olasılığı düşüktür.

  • İyi bir dinleyici olur: Empati ve dikkatle dinleme becerileri yüksektir.

  • Krizlerde soğukkanlılık: Duygusal tepkilerini dışa çok yansıtmaz, stresli durumları içsel yönetebilir.

❌ Eksileri:

  • İletişim zorlukları: Kendini ifade etmede zaman zaman zorlanabilir, toplantılarda geri planda kalabilir.

  • Görünürlük sorunu: Başarılarını yeterince pazarlayamadığı için fark edilmesi zaman alabilir.

  • Ağ kurmada zorlanma: Sosyal etkinliklerde veya network kurmada isteksiz olabilir.

🟡 Dışa Dönük (Ekstrovert) Çalışanlar

✅ Artıları:

  • Güçlü iletişim becerileri: İnsanlarla hızlı ve kolay bağ kurar, toplantılarda aktif rol alır.

  • Takım çalışmasına yatkınlık: Grup çalışmalarında motivasyon sağlar, enerji katar.

  • Ağ kurma ve temsil yeteneği: Müşteri ilişkileri, satış ve dış temsil görevlerinde başarılı olabilir.

  • Hızlı karar alma: Çoğu zaman çevresel verilerle hızlı aksiyon alabilir.

❌ Eksileri:

  • Yüzeysel çalışma eğilimi: Detayları kaçırma riski olabilir.

  • Dikkat dağınıklığı: Çok sayıda işi aynı anda yapmaya çalışırken odak sorunu yaşanabilir.

  • Aşırı konuşkanlık: Karşı tarafı dinlemekte zorlanabilir, ekip içinde baskın hale gelebilir.

  • Riskli davranışlar: Hızlı karar alma eğilimi bazen düşünmeden hareket etmeye yol açabilir.

💼 Sonuç ve Öneri

İyi bir ekip, bu iki kişilik tipinin dengeyle harmanlandığı bir yapıya sahip olmalıdır.

  • İçe dönükler, derinlik ve analizde güçlüdür.

  • Dışa dönükler, hareket ve iletişimde avantaj sağlar.

Yöneticiler, ekip kurarken bu farklılıkları bir zenginlik olarak görmeli ve görev dağılımlarını bu kişilik özelliklerine göre yapmalıdır.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.