İşverenler COVID-19 ile ilgili zorlukları ilerlerken, çalışanların izin ihtiyacının mevzuat, sağlık ve güvenlik sorunları ve yetenek kullanılabilirliğinden nasıl etkileneceğini sorguluyorlar. Covid-19 sürecindeki plansız izinler, ev – ofis arasında sıkışan Çalışanların Duygusal Refahını olumsuz etkiledi.
İşveren açısında da sıkıntılı bir dönem geçiyor.
Ücretli izin yardımlarının maliyeti genellikle bir işverenin en büyük harcaması,
İşverenler COVID-19’un çalışanların refahı ve işten ayrılma politikaları üzerindeki etkisini yönetirken, aynı zamanda uzun vadeli iş değişikliklerine uyum sağlamak için fayda programlarını yeniden değerlendiriyorlar,
Aşırı izin veya gecikmiş tatil günlerini nasıl yöneteceği kritik bir sorun.
Ücretli izin maliyetleri genelde Sağlık Harcamaların üzerine çıkmış durumda. Bireysel kuruluşların politikaları, işverenin demografisi, coğrafyası ve sanayisi gibi faktörlere bağlı olarak önemli ölçüde farklılık gösterebilir. İş yerleri evden çalışma halini cazip hale getirmek için çalışanlarına bebek bakımı, hazır yemek masrafları, evde bulunan yaşlılara bakım desteği gibi ek ödenekler ayırmaya başladı. Alternatif zamanlama ve çalışma saatleri sağlamak, özellikle uzaktan çalışanlar için bir odak noktası haline geliyor.
Bir kuruluşun ihtiyaçlarına en uygun yapıyı belirlemek için herkese uyan tek bir boyut yoktur. Ancak, izin programlarının entegre edilmesi gerektiğini kabul etmek önemlidir ve bir çalışanın nasıl bir araya geldiğini anlaması kolay olmalıdır.
İzin konusu işveren ve çalışan arasında ciddi sorun olmaya devam ediyor. Covid-19 nedeni ile tatil yapamayan çalışanlar izin kullanmak istemezken işveren de birikmiş izinlerin eritilmesi için çalışanını izne göndermek için baskı düzeyinde çalışmalara başladı.
ABD ulusal borcu Şubat ayı sonunda ~ 34.5 trilyon dolara ulaştı ve şimdiye kadar kaydedilen en yüksek rakam oldu. Haziran ayından bu yana borç her 100 günde bir 1 trilyon dolar artıyor. Bir hatırlatmak gerekirse, bir ülke vergilerden ve diğer gelirlerden kazandığından daha fazlasını harcadığında borç seviyesi artar. Grafikte de görebileceğiniz gibi, ABD hükümetinin toplam borcu 15 Haziran 2023’te 32 trilyon doları, 15 Eylül 2023’te 33 trilyon doları ve 4 Ocak’ta 34 trilyon doları geçti. Hız devam ederse, Nisan ayında 35 trilyon dolar sınırına ulaşılacak.
Ayrıca, Şubat 2019’dan bu yana ABD’nin ulusal borcu 12,5 trilyon dolar veya yılda yaklaşık 2,5 trilyon dolar arttı. Öte yandan, ABD ekonomisi (GSYİH) aynı dönemde 7,2 trilyon dolar veya yılda yaklaşık 1,44 trilyon dolar büyüdü. Bu, son beş yılda bir birim ekonomik büyüme (GSYİH) için ABD hükümetinin 1,7 birim borç yarattığı anlamına geliyor. Başka bir deyişle, ABD ekonomisi zaman geçtikçe daha az üretken ve daha borçlu hale geliyor.
Global Markets Investor, okuyucu destekli bir yayındır. Yeni gönderiler almak ve çalışmalarımı desteklemek için ücretsiz veya ücretli abone olmayı düşünün.
Bir ülkenin borcuna baktığımızda, en önemli ölçüt, bir ülkenin borçlarını (faiz ve anapara) ödeme ve geri ödeme kabiliyetini anlamaya yardımcı olduğu için ekonominin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzdesi olarak borçtur. Şu anda, ABD borcunun GSYİH’ye oranı %123,7 seviyesinde bulunuyor ve bu süre zarfında ABD GSYİH’sının önemli ölçüde düşmesi ve kilitlenmeler nedeniyle borcun artması nedeniyle pandemi sırasında elde edilen tüm zamanların rekoru olan %126,2’ye yakın. Grafikte görüldüğü gibi, bu oran 2007’den bu yana kabaca %60’tan hızla yükseliyor. Kongre Bütçe Ofisi tarafından 2034 yılında bu oranın %130,6’ya ulaşacağı tahmin edilmektedir.
ABD Kongre Bütçe Ofisi’nin bariz nedenlerden dolayı hiçbir zaman bir durgunluk öngörmediğini ve ekonomik gerilemeler her zaman daha büyük hükümet açıkları ve GSYİH’da düşüşlerle sonuçlandığından, bir durgunluk meydana gelirse oranın çok daha yüksek olacağını belirtmek önemlidir.
BU KADAR YÜKSEK BİR BORÇ SEVİYESİ NEDEN ÖNEMLİDİR?
Tarih, bir ülke borç-GSYİH oranı için %100 eşiğini geçtiğinde, hükümetin bir tür temerrütten kaçınma olasılığının küçük olduğunu gösteriyor. Bir yükümlülüğü yerine getirememe anlamında temerrüt, burada hükümetin tahvillerine sürekli olarak enflasyondan daha düşük faiz ödediği durum olarak da kabul edilir. Başka bir deyişle, yatırımcılar (alacaklılar) enflasyona göre düzeltilmiş olarak paralarını kaybederler veya satın alma güçlerini kaybederler. Normal koşullarda, böyle bir ortamda yatırımcılar, ülke içinde daha yüksek borçluluk riskini telafi etmek için daha yüksek faiz talep ederler. Bununla birlikte, çoğu durumda, borç “çok yüksek” olduğunda, GSYİH’nın yaklaşık% 100’ü ve üzerine çıktığında, bir merkez bankası devreye girer ve aynı zamanda büyük miktarlarda devlet tahvili satın almaya başlar ve aynı zamanda getiri seviyesini (faiz) bastırır.
Bu fenomen, Lyn Alden tarafından yapılan ve Büyük Mali Krizden sonra, 2009’dan 2020’ye kadar TÜFE enflasyonuna göre düzeltilmiş Hazine bonosu (bir yıl veya daha kısa vadeli) getirilerinin negatif getirileri olduğunu gösteren analizle mükemmel bir şekilde gösterilmiştir. Aynısı 1940’larda ABD ulusal borcunun GSYİH’ya oranının da %100’ün üzerinde olduğu zaman oldu.
Geçmişe baktığımızda, bir ülkede borç-GSYİH oranlarının yüksek olduğu dönemlerde tahvil sahiplerinin satın alma gücünü kaybetmesinin mümkün olan en kötü senaryo olmadığını görebiliriz. Hirschman Capital tarafındanUluslararası Para Fonu’nun (IMF) 1800 yılından bu yana yaptığı çalışmalara dayanarak yaptığı analize göre, borcun GSYİH’ye oranı %130’un üzerinde olan 52 ülkeden 51’i yeniden yapılandırma, devalüasyon, yüksek enflasyon veya tamamen temerrüt yoluyla temerrüde düştü. Bunun tek istisnası Japonya idi.
Bu, ABD’nin yakında temerrüde düşeceği anlamına gelmez, özellikle de ülkenin bir rezerv para birimine sahip olduğu ve dramatik bir şey olmadıkça yabancılar tarafından ABD dolarının talep edileceği gerçeği göz önüne alındığında. Bununla birlikte, önümüzdeki yıllarda nakit ve tahvil sahiplerinin (vadeye kadar tutulursa) Federal Rezerv para politikasını normalleştirdiğinde enflasyona göre düzeltilmiş bir temelde para kaybedeceği neredeyse kesindir. Buna finansal baskı denir.
Satın alma gücünü kaybetmenin yanı sıra, bir ülkedeki GSYİH ile ilgili yüksek borç seviyesinden kaynaklanan sıradan insanlar için birkaç olumsuz etki daha vardır:
Yüksek faiz ödemeleri, özellikle vergi makbuzlarıyla ilgili olarak, eğitim, altyapı, sağlık veya sosyal güvenlik için gelecekteki yatırım harcamalarını sınırlayabilir (dışarıda bırakabilir) ve aslında gelecekteki ekonomik büyümeyi düşürebilir ve yaşam kalitesini kötüleştirebilir. Faiz maliyetleri, yıllık bazda nominal olarak 1 trilyon doları çoktan geçti ve vergi gelirlerinin %35’ini oluşturuyor, bu da 25 yıldan fazla bir süredir en yüksek seviye.
Ayrıca 2023 Mali Yılında faiz harcamaları Medicaid ve diğer bütçe kategorilerinden daha yüksekti.
Yüksek düzeyde borç, bir durgunluğa veya krize yanıt vermede daha az esneklik sağlar. Başka bir deyişle, Büyük Mali Kriz gibi bir olay meydana gelirse, hükümetin borç vermek için daha az yeri olacak ve kriz sonrası toparlanma, yeni yatırımların yanı sıra onu finanse etme kabiliyetinin daha az olması nedeniyle daha yavaş olacaktır.
Bir hükümet, daha fazla harcamayı finanse etmek veya bütçe açığını azaltmak/ortadan kaldırmak için vergileri artırmaya karar verebilir. Vergiler yükselirse, bu, insanların ve özel sektörün mal ve hizmetlere harcayabileceği daha az gelir anlamına gelir. Bu, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, tüketici harcamalarının GSYİH’nın %67,6’sını oluşturması nedeniyle daha az ekonomik büyüme anlamına gelecektir:
ÖZET
ABD’nin ulusal borcu son birkaç yılda sadece nominal olarak değil, aynı zamanda GSYİH’nın bir payı olarak da hızla artıyor. Her 30 saniyede bir 1 milyon dolar ekleniyor, bu daha önce hiç görülmemiş bir hız. Hükümetin ve gelecek nesillerin bu konuyla başa çıkması birçok zorluk yaratacaktır. Geçmişte, bu kadar yüksek borç seviyeleriyle mücadele etmek için finansal baskı politikaları uygulandı ve sıradan insanları ve tahvil yatırımcılarını on yıllarca finansal olarak daha kötü durumda bıraktı. Büyük Mali Krizin ardından son on yılda Amerika Birleşik Devletleri’nde bile son zamanlarda yapıldı. Ancak pandeminin ardından enflasyon kontrolden çıktı ve tekrar böyle bir ortama geri dönmek için birkaç yıla ihtiyaç var. Her şey düşünüldüğünde, herkesin yapabileceği en iyi şey, kendilerini finansal olarak eğitmek ve geleceklerini korumak için sermayelerini akıllıca tahsis etmektir. Bu durumda, yüksek kaliteli hisse senetleri, gayrimenkul ve değerli metaller (özellikle altın) uzun vadede en iyi performansı gösterir. DAHA AZ riskten kaçınan yatırımcılar için (Riskten kaçınma, riskten kaçınma ve düşük risk toleransına sahip olma eğilimidir.), risk toleransına bağlı olarak Bitcoin ve Ethereum gibi bazı kripto para birimleri de bir portföyde uygun olacaktır.
Bugün bültenimizin manşetini, artan jeopolitik risklerin gölgesinde petrol cephesinde yaşanan sert yükseliş süslüyor. Neredeyse beş iş günü önce 70 dolar seviyesinden işlem gören kuzey denizi petrolü Brent, İsrail’in İran’ın petrol üretim tesislerine saldıracağı haberi sonrasında %15 yükselerek 81 dolar seviyesine kadar yükselerek dikkatleri üzerine çekti. Artan enerji fiyatları, enflasyona karşı cılız da olsa galibiyet ilan eden merkez bankalarının işini zorlayacağını düşünürken, Türkiye ve KKTC gibi net enerji ithalatçısı ülkelerin ise enerji faturalarını kabartarak cari işlemler kanalından da ilave bir zarar verebileceğini göz ardı etmeyelim. Her ne kadar Türkiye’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar, elektrik ve doğalgaza sene sonuna kadar zam yapılmayacağını açıklasa da, KKTC’de daha geçen hafta elektriğe %15 zam yapıldığını unutmamak gerekiyor.
Bir tarafta jeopolitik riskler tüm çıplaklığı ile masa üzerinde dururken, Cuma günü ABD’de açıklanan güçlü istihdam raporu sonrasında piyasaların kılavuz kargası konumunda ABD 10 yıl tahvil faizi de iki ay aradan sonra yeniden psikolojik %4 seviyesinin hemen üzerine yükseldi. İstihdam raporu ABD ekonomisinde resesyon korkularının yersiz olduğuna ve ekonominin de güçlü olduğuna işaret ederken, petrol fiyatlarının da son bir haftada şirazesinden çıkmasının da yardımı ile yönünü aniden yukarıya çeviren faiz, piyasaların iyice keyfini kaçırdı. Bozulan küresel risk iştahına paralel, ABD’de önde gelen borsa endeksleri geceyi %1 düşüşle tamamlarken, faiz getirisi olmayan kıymetli madenler, güçlü bir görünüm sergileyen ABD dolarına karşı boyun eğerek geceyi düşüşle tamamladı. Jeopolitik riskleri ‘şimdilik’ bir kenara bırakırsak, doların sahalara bir anda geri dönmesi ile altının ons fiyatı 2,640 dolara, gümüşün ons fiyatı ise 31,40 dolara kadar geriledi. Kıymetli madenlerde -eğer jeopolitik riskler tırmanmazsa- bir miktar kâr satışına hazırlıklı olmak gerektiğini göz ardı etmesek de, bizim baz senaryomuzun henüz bu noktada olmadığının altını çizelim.
Son dönemlerde mütemadiyen aşağıya doğru bir seyiz izleyerek dünyanın belki de en kötü performans sergileyen borsası konumunda olan BIST100 endeksi, dünkü günü de %0,9 oranında düşüşle tamamladı. Türk borsasının hikâyesi tamamen şirketlerin kârsızlığı. Yüksek faizlerin de tetiklediği soğuma etkisi ile sanayide çarklar durma noktasına gelirken, havuz problemi misali, eksilen su kadar yeni suyun da havuza girmemesi, hisse senetlerinin her fırsatta satış baskısı ile karşı karşıya kalmasına neden oluyor. USDTRY kuru 34,25 seviyesinde salınırken, CDS tarafında ise kayda değer bir değişim olmadı (275 baz puan). Enflasyonun gerilemekte zorluk çekmesi ardından TCMB’nin de faiz oranlarını gevşetmeye yeni yılda başlayacağı beklentisinin artması ile tahvil faizleri bir miktar yükseliş kaydetmişti. Dün düzenlenen Hazine ihaleleri sorunsuz atlatıldı. Hazine nakit dengesi Eylül ayında 201 milyar TL açık verirken, ilk dokuz ayda açık 1,53 trilyon TL oldu. Dün de bültenimizde belirttiğimiz üzere, enflasyon ile mücadelede tüm yükü Merkez Bankası’nın sırtına yüklemeyerek kamunun da tasarruf etmesi gerektiğini gösteren bir veril ile daha karşı karşıyayız.
Yeni gün başlangıcında Asya cephesinde çok büyük bir volatilitenin yaşandığını görüyoruz. Çin ekonomik planlama başkanının yaptığı açıklamanın etkili olurken, Golden Week tatilinden dönen Şangay borsası, Aralık 2021’den bu yana en yüksek seviyesine ulaşarak %5 yükselirken, CSI300 (blue chip) endeksi ise %6 yukarıda işlem görüyor. Çin’in tüm yıl boyunca ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerine ulaşacağından tamamen emin olduğunu belirterek başkan, 2025 bütçesinin bir kısmının projeleri desteklemek için bu yıl verileceğini de sözlerine ekledi. Lâkin, geriye kalan borsalarda ise kırmızı rengin hâkim olduğunu söylemek gerekiyor. Şöyle ki, Hong Kong borsası Hang Seng kâr satışlarının gölgesinde %6 gerilerken, YEN’in de değer kazanmasına paralel gösterge endeks Tokyo borsası %1 düştü.
İsrail henüz İran’a misilleme yapmasa da, piyasaların diken üzerinde oturduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Makro cephede ise bugünün menüsünde önemli bir veri göremedik. Perşembe günü ABD’de açıklanacak TÜFE enflasyonunun kritik önem sahip olduğunun altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Yıllık manşet artışın %2,3’e gerilemesi, çekirdek artışın ise %3,2’de sabit kalması öngörülüyor.
EKONOMİ Gazetesi ev sahipliğinde PwC Türkiye’nin içerik işbirliğinde ve Sabancı Holding Ana Sponsorluğu’nda 3.’sü gerçekleştirilen Dönüşen Liderler Zirvesi, Elite World Grand Sapanca’da, “Makronun Baskısında Mikroyu Yönetmek” temasıyla yapıldı.
“Size bir sunum değil, bir çağrı yapmak istiyorum ve ‘Kalkın’ diyorum” ifadeleri ile söze başlayan Ünüvar, “Bizim kalkınma bankacıları olarak bir iddiamız var, biz ‘Geride kimseyi bırakmayacağız’ diyen iktisatçılarız. Biz mutfakta bir şangırtı koptuğunda ‘Ne kırıldı’ diye değil, ‘İyi misin’ diye soran iktisatçılarız. Bu sunumda da hem dünya hem de Türkiye ekonomisine ‘İyi misiniz’ diye sormak istedik” ifadelerini kullandı.
“Kişilerin yaşamını iyileştirmenin tek yolu zam değil”
Türkiye’deki ekonomik görünüme ilişkin değerlendirmelerine enflasyon ile başlayan Ünüvar, “2024, 2025 ve 2026’da da yüksek enflasyonu yüksek olarak dert etmemiz gerekecek. Enflasyonla mücadele bir toplumsal mutabakat gerektirir. Enflasyonla mücadelede akla ilk gelen ücretleri baskılamaksa bu şekilde toplumsal mutabakata zarar verirsiniz. Onların yükseltmediği bir enflasyonu onların düşürmesini beklediğiniz insanlar bu mutabakata katılmazlar. Bütçenin enflasyona verdiği destek konusunda da ‘Aman harcamayalım’ yaklaşımına katılmıyorum; okullarımıza, hastanelerimize harcayalım. Çünkü çocuğumu özel okula değil de devlet okuluna gönderebilseydim maaş katkısından daha büyük katkısı olurdu bana. Kişilerin yaşamını iyileştirmenin tek yolu zam yapmak değildir. Kamudan aldığımız hizmetin iyileşmesi de önemli katkı olacaktır. Ancak bütün bunların düşünülmediğini, bütün konunun enflasyon ve faize indirgendiğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de sanayinin yüksek teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlere daha fazla yoğunlaşması gerektiğine dikkat çeken Ünüvar, şöyle devam etti: “Bu konuda Türkiye doğru yolda ama yeterli seviyede değil. Türkiye, Venezuela olmaz; üretim anlamında olmaz. Orada biraz petrol ve biraz rom var. Önce kendi hakkımızı teslim edelim. Ama Almanya da değiliz. Bizim artık daha yüksek katma değerli alanlara geçmemiz lazım. Biz bunu yapabiliriz. Türkiye’de yüksek teknolojili tesis sayısı maalesef çok az. Bir tesisin bu işi çok iyi yapması yetmiyor. Büyük küçük daha fazla tesis bu işe girmeli. Teknolojiyi yönetmemiz gerekiyor. Tarımın fakirlik olmadığını anlatmamız gerekiyor.”
‘Heba edilen ekonomi’ sorunu…
Türkiye’de kayıt dışı ekonomi sorunu kadar ‘heba edilen ekonomi’ sorunu olduğunu dile getiren Ünüvar, bu konuya odaklanılması gerektiğine işaret etti. Yabancı yatırımcı konusunda da oldukça dikkatli olunması gerektiğini söyleyen Ünüvar, dünyada korumacılığın arttığını, Çin’in korumacıklıkta nerede duvara çarparsa oraya en yakın ülkeye yerleşmeye çalıştığını kaydeden Ünüvar, “Şimdi Avrupa’da duvara çarptı, oraya en yakın ülkeye yerleşmeye çalışıyor. Türkiye’de ihracat miktar olarak artsa da karlılık olarak iyi durumda değil. Bir de böyle rekabetle karşı karşıya kaldığımızda son derece dikkatli adımlar atmamız gereken bir dönemdeyiz. Bizim bir önerimiz var. Çevresel ürünler diye bir alan var. Çevresel ürünler, yeşil ürün değildir. Yeşil dönüşüme girdi olan ürünlerdir. Bütün dünyada yeşil dönüşüm var, eğer yeşil dönüşümün devam edeceğini düşünüyorsanız oraya girdi üretebilirsiniz. Üstelik de ihracat karlılığımız düşerken bu ürünlerde hem miktar hem fiyat artıyor. Bunun Türkiye için önemli olduğunu düşünüyorum. Enflasyonu çok konuşuyoruz, ama bir 3 yıl sonraya gidelim, enflasyonu düşürmüş olalım, biz o zaman diyeceğiz ki ‘Ama biz sanayiyi konuşmayı unuttuk, para politikasını konuşmak dışında başka bir şey konuşmayı unuttuk’. Dolayısıyla kadınlarımızı daha fazla iş gücüne katacağız, gençlerimize iş bulacağız. Yurtdışına gitsinler gitmesinler çok önemli değil. Yurtdışında okumuş biri olarak söylüyorum, eğer ülkeniz iyi durumda değilse orada başınız eğik oluyorsunuz. Gidiyorlarsa gitsinler, ama başları dik olsun diye bizim ülkemizde bütün bu çalışmaları yapmamız gerekiyor” diyerek sözlerini tamamladı.