Connect with us

EKONOMİ

Enflasyonda kazananlar kim?

Enflasyon, ülkelerde siyasal sıkışıklığı boşaltmanın, işsizliği azaltmanın bir yolu olarak da kullanılmaktadır. Ancak bundan herkes aynı kazancı elde etmemektedir

Yayınlanma:

|

Enflasyon demokrasinin temel ilkesi olan saydamlık şartını zedelemektedir. Dünyanın hemen tümünde eski Yunan’dan beri tanımlanmaya ve kurumlarının oluşturulmasına çalışılan “demokrasi”nin, Trump ABD’sinden Modi Hindistan’ına, Erdoğan Türkiye’sinden, Orban‘ın Macaristan’ından Putin‘in Rusya’sına kadar çeşitli ülkelerde değişik şekillerde yeniden tartışılmaya başlanması, dalganın yeniden yükselişe geçmekte olduğu kaygısını uyandırmaktadır.

Enflasyon, ülkelerde siyasal sıkışıklığı boşaltmanın, işsizliği azaltmanın bir yolu olarak da kullanılmaktadır. Ancak bundan herkes aynı kazancı elde etmemektedir. Akıllı politikalar uygulanmadığında enflasyon hiperenflasyona dönüşmektedir. İşsizlik, ekonomik durgunluk dönemlerinde hükümetler çareyi başka ülkelerde kriz yaratmakta bulmaktadır. ABD Kongresinde Cumhuriyetçi Parti lideri Mitch McConnell seçmenlerine “Ukrayna’da veya ABD’nin müdahale ettiği diğer ülkelerde Amerikan askerlerinin ölmediğini, Amerikan Ukrayna ordusuna sağlanan silah ve malzeme desteği sayesinde savunma endüstrisinin önemli ihracat yaptığını söylüyor.

İkinci Dünya Savaşı ve ekonomik-siyasal sonuçları

1914 yılında Avusturya’da Arşidük Franz Ferdinand‘ın bir Sırp tarafından öldürülmesiyle başlayan Birinci Dünya Savaşı 28 Haziran 1919 tarihinde Fransa’da Versailles sarayında imzalanan antlaşma ile sonlanmıştı. Savaşa sonunda ezeli rakibi Fransa ve diğer müttefik ülkelerden tazminat elde etmek hesabıyla giren Almanya yenilince, 132 milyar altın mark (442 milyar dolar) gibi ağır bir savaş tazminatı ödemeye mahkûm edilidi.[1] Bir koyup üç almak hesabı önemli bir hiper enflasyona yol açtı. Ülkemizde de 80’li yıllarda böyle hesaplar yapıldı. Sonucu Almanya ve genel olarak Avrupa’dan daha hafif oldu.

Savaşın maliyeti bununla kalmadı, Keynes ve diğerlerinin öngördüğü şekilde çok daha yüksek maliyetli oldu. Avrupa’yı Hitler dönemine, İkinci Dünya Savaşı’na sürükledi. Yeri geldikçe enflasyonun toplumları ahlak çöküntüsüne sürüklediğini vurguluyoruz; bu kez enflasyon siyasal çöküntüye, milyonlarca insanın ölümüne yol açtı.

Almanya savaşı kaybetmekle kalmadı, on yıllar sürecek ve İkinci Dünya Savaşı ile sonlanacak fırtınalar yaşadı. Burada özetleyeceğimiz hiperenflasyon bu fırtınalardan biridir. 1945 Yalta Antlaşması, Birleşmiş Milletler’in ve ona bağlı uluslararası örgütlerin kurulması, nihayet Avrupa Birliği’nin doğması 1914’te başlayan bir dalganın sonucudur. J. M. Keynes’in 1919 yılında savaşın ekonomik sonuçlarına ilişkin olarak yaptığı uyarıya değindik.

Bu savaş tazminatını ödemek için Alman Merkez Bankası guvernörü R. Havenstein para arzını arttırdı markın arkasındaki altın karşılığını kaldırdı, dış borcu içeride borçlanarak finanse etmek yolunu seçti. Tarım bakanı markı arpa ile desteklemeyi önerdi. Sonuç hiperenflasyon ve markın hızla değer kaybetmesiydi. Bilmem bu okuyucuya geçmiş yıllarda Türkiye’de yaşadığımız tecrübeleri, birkaç günde kaybolan dolarları, hızlı devalüasyonu hatırlatır mı?

Hayat pahalılığının ne denli hızlı arttığının birkaç göstergesi olarak şu örnekler çarpıcıdır. 1922’de 160 mark olan bir somun ekmeğin fiyatı aynı yılın sonunda 200 milyar mark olmuştu. Alman markı alış verişten çok binalarda duvar kağıdı olarak kullanılıyordu, daha ucuza geliyordu.

Lokantalarda garsonlar her saat başında bir masanın üstüne çıkıp, bir saat için geçerli olacak yemek fiyatını ilan ediyordu. Yarım kilo etin fiyatı 3 milyar, patatesin fiyatı 50 milyon, bir bardak bira 150 milyon mark olmuştu. Fiyatlar hızla yükseldiği için Almanlar taksi yerine otobüsü tercih ediyordu, inilecek yere gelindiğinde taksimetre yeni fiyatı gösterirken, otobüs bileti binerken, o anda geçerli fiyattan ödeniyordu. Bunlar olurken, 1923 Ocak ayında bir dolar 17 bin mark iken, Temmuz ayında 4.6 milyon, Eylül ayında 98.9 Milyar, Ekim ayında 225 milyar mark olmuştu.

Kasım ayında Merkez Bankası Başkanı Havenstein‘ın ölümü üzerine Hjalmar Schact başkanlığa atanır. Schaht’ın yaptığı ilk işler arasında marktan 12 sıfırın silinmesi ve Merkez Bankası’nın Alman Hazine bonolarını iskonto etmesi uygulamasının durdurulması olmuştur. (Bu iki olayın Türkiye’deki uygulaması henüz yenidir, TL’den 6 sıfır silineli (2005) 13 yıl oldu. Aynı yıl içinde 8-9 Kasım günleri Münih’teki meşhur birahane kalkışma girişimi savaşın sonuçları arasında hiperenflasyonun, Hitler’in tasarladığı esas darbenin habercisi olmuştur.

Arjantin ve hiperenflasyon

1880-1929 yılları arasında Güney Amerika’nın ABD’si olarak anılan, önemli tarımsal gıda et ve mamul ihracatçısı olan, yıllarda Avusturya, İtalya, 1816’da bağımsızlığını aldığı İspanya’dan daha güçlü ekonomiye sahip olan Arjantin, 1929-1962 arasındaki cunta yönetimi ve ardından başlatılan ithal ikamesi sürecinin doğru yönetilmemesi nedeniyle kronik enflasyon-hiperenflasyon dalgalarından kurtulamamıştır. Enflasyon oranı yüzde 143 ile başlamış yüzde 5000 lere kadar yükselmiştir.

1943’teki bir başka darbenin ardından Juan Peron iktidara gelmiş ve korumacılık yeniden başlatılmıştır. 1952 yılında Arjantin ABD ile ticaretinde 5 milyar dolar fazla vermiştir. Siyasal kadroların uygulamaları 1975-90 döneminde ekonomik durgunluğa yol açmış, 1990-2002 döneminde “neoliberal” politika uygulanmıştır. Yüzde 12 bine varan hiperenflasyon yeniden krize neden olmuştur. Arjantin bugüne kadar 9 kez borçlarını ödeyemeyecek duruma düşmüş, iflas etmiştir.

Arjantin’de yaşanan J. Milei başkanlığı özellikle ekonomi yönetimindeki risk çanlarını çalmaktadır. IMF Direktörünün J. Milei’nin getirdiği önlemleri uygulanabilir-kullanışlı “pragmatik” olarak nitelemesi, böylece başarısızlığı görülmüş politikaları yenileme tasavvuru insanın unutma “nisyan” zafiyetini hatırlatmaktadır.

Son seçimlerle “aşırı liberal-sağ” ve “anarko-kapitalist” olarak tanımlanan J. Milei ülkenin cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Popülizm Arjantin’inin kurtulamadığı bir hastalıktır ve ekonomiye yansımaları enflasyonun “kemikleşmesinin” önemli nedenidir. J. Milei’ye göre Arjantin’de üniversiteler ve iktisat eğitimi markisttir, devlet kötüdür, Peso’nun dışkı kadar değeri yoktur.

J. Milei seçim kampanyasında Peso’yu ABD Dolar ile değiştireceğini, Merkez Bankası’nı kapatacağını söylemiştir. Karaborsa şahlanmıştır, Peso-Dolar kuru 364 iken, geçen hafta serbest piyasada bir doların karşılığı 1.020 Peso olmuştur. Milei’nin seçilmesi sürecinde merkez bankası başkanı olmasından söz edilen Ocampo, bu kuruluşun kapatılması fikrine karşı çıktığı için görevi bırakmıştır.

J. Milei’nin 1863’te kurulan Arjantin anayasa mahkemesini de kapatıp kapatmayacağı henüz bilinmemektedir!

Bu kısa gözlemler popülist-kuralsız, yaranmacı yönetimlerin ülkelere de şirketlere de, ailelere de zarar verdiğini göstermektedir. Böyle fikirler özellikle 1980’li yıllarda ülkemizde de yaygındı. Daha önce bir yazımızda değindiğimiz “bütçe dışı fonlar”, meclis ve diğer kurumların denetimini aşmış, ama ülkeyi 1990’ların ikinci yarısında sadece ekonomik değil diğer alanlarda da ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde 2017 anayasası ile tanımlanan yönetim tarzı da aynı “denetimsizlik” zafiyetini taşımaktadır. Bunu yazının başında değinilen küresel demokrasi kriziyle birlikte ele almak gerekir.

Hiperenflasyon konusunda ele alacağımız son örnek Zimbabwe’dir. Daha önce İngiliz kolonisi Güney Rodezya olarak bilinirken 1980’de Zimbabwe Cumhuriyeti kurulmuştur. 1924 doğumlu olan Robert Mugabe gençlik döneminde yeni oluşan ülkesinde marksizme sarılmıştır. Zimbabwe’nin ilk başbakanı olarak IMF, ABD ve AB nin yönlendirmesiyle oluşturulan politikalar, 2000’lere girerken tarım üretiminin durmasına yol açmıştır.

2008-2009’da Mugabe yönetimi ülkenin ekonomik durumuna ilişkin istatistikleri yasaklamıştır. 2019’da Zimbabwe Dolar’ı yaratılmış, yabancı paralar tedavülden kaldırılmıştır. Halen bir Zimbabwe Doları: 0.00276319 ABD Doları değerindedir. (1 TL: 0.033Dolar, 1 Euro: 1.08 Dolar)

Enflasyonun kolaylıkla başvurulan, ama çok zor ortadan kaldırılabilen bir “ekonomik anarşi” olduğunu vurguluyoruz. Almanya bunu savaş tazminatını kendi parasıyla ödeyerek yapmaya kalktı. Enflasyon sabit gelirliden alınan bir tür vergidir, tıpkı savaş tazminatı gibi. Nitekim Süleyman Demirel dönemini yaşayanlar, enflasyon kalkınmakta olan ülkelerin başvurmak zorunda olduğu bir iktisat politikası olarak sunulduğunu da hatırlar.

Ülkemizde enflasyondan farklı olmayan devalüasyon politikası yakın geçmişte ihracatı ucuzlatarak arttırmak üzere kullanıldı ve hâlâ bunu isteyen iş insanları, popülist yazarlar olduğunu görüyoruz. Bu kişiler yoksullaşarak varlıklarını sürdürmek istiyorlar. Belki böyle yaparak ve enflasyonun imkan verdiği, gayr-ı menkul spekülasyonu gibi başka zenginleşme yöntemlerini kullanarak kendi varlıklarını artırıyorlar, ama ülkenin önündeki çukur derinleşiyor.

Turgut Özal döneminde Türkiye’de oluşan benzeri uygulama, yani devletin kendi kendisinden borçlanması, avans kullanmama protokolü ile durdurulmuştur. (TCMB başkanı R. Saracoğlu ile Hazine Müsteşar Yardımcısı M. Eğilmez) Para basma yetkisi olan TCMB artık devleti finanse edemeyecektir.

Korkarım içinde bulunduğumuz dönemde bu tür uygulamalara geri dönülmektedir. Bu kez TCMB yerine kamu bankaları, Türkiye Varlık Fonu gibi kuruluşlar kullanılmaktadır. 2001 Ekonomiyi Güçlendirme Programı’nın en önemli ayaklarından biri olan denetim, hesap verebilirlik, sorumluluk, eşitlik ilkeleri de sulandırılmıştır. Tehlikeli sular yükselmektedir.

Prof. Dr. Ahmet Çelik KURTOPLU-T24


[1] J. M. Keynes, “Economic Consequences of Peace”, 1919

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.