Connect with us

EKONOMİ

Mahfi Eğilmez : ABD ve Avrupa’da da Faiz Enflasyondan Düşük

Yayınlanma:

|

ABD’nin parası dolar, Avrupa’nın parası euro. Her iki para da rezerv para yani bütün dünyada alış verişlerde kabul edilen paralar.

ABD’nin de Avrupa’nın da dış borcu da iç borcu da dolar ve euroyla ödeniyor. Yani bastıkları parayla hem iç borçlarını hem dış borçlarını ödeyebiliyorlar.

ABD de Avrupa da yine bastıkları parayla petrol, doğal gaz, altın, buğday gibi her türlü mal ve hizmeti dünyanın her yerinden alabiliyorlar. Paraları, rezerv para statüsünde olduğu için, bu alış verişlerde sorgusuz sualsiz kabul ediliyor.

Amerikalılar da Avrupalılar da kendi paraları dışında bir parayı yatırım aracı olarak kullanmak ihtiyacı duymuyorlar. Çünkü dünyadaki en değerli (geçerlilik anlamında) paralara sahipler. O nedenle bankada mevduat olarak kendi paralarını tutuyorlar ve ölçü olarak hiçbir işlemlerinde başka bir parayı kullanma ihtiyacı duymuyorlar. Dolayısıyla onların enflasyonuyla paralarının dış değeri arasındaki ilişki yüksek değil. Onlardaki enflasyon daha çok para arzının yükselmesinin yarattığı talep artışından ve enerji ve emtia fiyatlarında uluslararası fiyatların yükselişinin maliyetlerde yarattığı artıştan kaynaklanıyor.

O nedenle faizi düşük tutabiliyorlar.

Onların faizi düşük tutmasının paralarının dış değerine etkisi sınırlı kalıyor. Çünkü dediğimiz gibi paraları her yerde genel kabul görüyor.

ABD ve Avrupa faizi artırırsa ne olur?

İnsanlar tasarrufu artırır, harcamalarını azaltırlar. Bu durumda talep kaynaklı enflasyon geriler ama kredi kullanımı pahalanacağı için yatırımlar ve dolayısıyla büyüme de düşer.

ABD ve Avrupa, büyümenin düşüp ekonomilerinin resesyona girmemesi için faizi düşük tutarak enflasyonun bir süre yüksek gitmesine razı oluyorlar. Büyük olasılıkla bir süre sonra Ukrayna savaşının sona ereceğini ve enerji fiyatlarının düşeceğini, tedarik zincirinin onarılacağını ve emtia fiyatlarının normale döneceğini o zaman da enflasyonun düşeceğini umuyorlar.

Bizim paramız TL. TL, rezerv para değil yani bizde ve çok sınırlı bazı dış ilişkilerde alış veriş aracı olarak kullanılabilse de genellikle dış ödemelerde ödeme aracı işlevi göremiyor.

Biz, bastığımız TL ile, dövizli olmayan iç borçlarımızı ödesek de dövizli olan iç borçlarımızı ve dış borçlarımızı TL ile ödeyemiyoruz, alacaklılar dolar ya da euro istiyor. O zaman dövizli iç borçlarımızı ve dış borçlarımızı ödemek için dolar ve euro bulmamız gerekiyor. Öyle olunca bu paralara talep artıyor ve TL değer kaybederken kurlar yükseliyor.

Aynı şekilde petrol, doğal gaz, altın, buğday gibi malları dışarıdan alırken satıcıları bu malları TL ile satmadıklarından yine dolar bulmamız gerekiyor. Bu ithalat için dolar aradığımızda kur yine yükseliyor.

TL, sürekli iç ve dış değer kaybeden bir para olduğu için tasarruf sahipleri, değerini koruyabilmek için paralarını dolar veya euroya çevirerek saklamayı tercih ediyorlar. Yani aslında birer para olan dolar ve euro, bizde yatırım aracı işlevi görüyor. Ayrıca birçok işlem dolar esas alınarak yapılıyor. İşin en tuhaf yanı devlet de bastığı paraya yani TL’ye sahip çıkacak yerde köprü, otoyol vb. geçiş ücretlerini ve mevduat faizini de kur korumalı mevduat adı altında başta dolar olmak üzere yabancı paralara endeksliyor. Bütün bunlar dolara olan talebi artırıyor ve kur yükselirken TL değer kaybediyor.

TL, bu şekilde yabancı paralara karşı değer kaybettikçe ithalatımız pahalanıyor.

Kurlardaki yükseliş sonucu üretimimiz içinde ithal girdilerin ve yabancı parayla alınan borçların finansman maliyetinin yükü arttıkça üretim maliyetlerimiz artıyor ve sonuçta enflasyon yükseliyor.

Bizim faizi düşük tutmamız paramızın dış değerini düşürüyor, çünkü ülkede devletin de bilerek bilmeyerek teşvik ettiği bir dolarizasyon var. İnsanlar paralarını, enflasyondan düşük faizle TL’de tutacak yerde dövize yöneliyor. Döviz talebi artınca da kur ve enflasyon yükseliyor.

Biz faizi artırırsak ne olur? Artırdığımız düzeye göre olacaklar değişir. Çok zor ama diyelim ki faizi enflasyonu karşılayacak bir düzeye (yüzde 80) çekmiş olalım. Bu durumda harcamalar ve dolayısıyla talep aniden kesilir, tasarruflar artar. İnsanlar birikim için dolar veya euro talep etmeyi büyük ölçüde bırakır, TL’ye ciddi bir dönüş başlar. Bunun sonucu olarak kur geriler, TL, yabancı paralara karşı ciddi olarak değerlenir, ithal girdiler ucuzlar, üretim maliyetleri düşer ve dolayısıyla fiyatlarda gerileme başlar. Bunların sonucu olarak enflasyon da hızla düşüşe geçer. Ne var ki bu hamle sonucunda talep düşüşüyle birlikte kısa vadede üretim ve dolayısıyla büyüme de hızla düşer. Faizler çok yükseldiği için yatırımlar tamamen durur, ekonomi küçülmeye gider.

ABD ve Avrupa, enflasyonun, hedef olarak gördükleri yüzde 2’nin üzerine çıktığı anda faizi artırsalardı bugünkü enflasyon sıkıntısını yaşamayacaklardı. Her ne kadar faizin fiziksel etkisi zaman alsa da beklenti etkisi derhal kendisini gösterir.

Türkiye ise hatayı enflasyonun yüzde 19 olduğu ve geleceğin net görünmediği bir ortamda faizi yüzde 19’dan yüzde 14’e kadar indirerek yaptı. O dönemde Merkez Bankası, bırakın artırmayı, mevcut faize hiç dokunmasaydı bugün Türkiye bambaşka bir yerde olacaktı.

Özetle söylememiz gerekirse ABD ve Avrupa’nın faizi artırması enflasyonla yani paralarının iç değerinin düşüşüyle mücadele için, bizim faizi artırmamız öncelikle kuru tutmakla ve sonra enflasyonla mücadele için gerekli. Her ikisinde de faiz artırımı büyümeden fedakârlıkla sonuçlanır. Bizde faiz artık yalnızca enflasyonla değil sürekli yükselerek enflasyonu besleyen kurla mücadelenin bir aracı haline gelmiş durumdadır.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.