Connect with us

GÜNDEM

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz: Her 5 liralık vergi gelirinin 1 lirası faiz giderlerine gidiyor

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz’ın, Cumhuriyet Gazetesi’nden Şehriban Kıraç’a önemli açıklamalarda bulundu : TL’nin dolar karşısındaki değerinde aşağı yönlü, iç borç stokunda da yukarı yönlü hareket hızla devam ediyor. Dış borç yükü son beş yıl içinde yüzde 45’ten yüzde 62’ye çıktı.

Yayınlanma:

|

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz, her beş liralık vergi gelirinin bir lirasının faiz giderlerine harcandığını vurgulayarak Hazine’nin TL cinsinden borçlanmaya öncelik vermesi gerektiğine işaret etti. Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan yazıda konu ile ilgili yapılan açıklamalarda aşağıdaki ifadeler yer aldı.

Şirketlerin Türkiye Varlık Fonu’na devrinin, “paralel/çoklu Hazine” çağrışımı yaptığına dikkat çeken Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz ile Türkiye ekonomisini ve vergileri ve bütçedeki kara deliği konuştuk.

–  İlk 6 ay verilerine göre, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın yılsonu bütçe hedeflerine ilişkin raporunda vergi gelirlerinin salgına rağmen 1 trilyon TL’yi bulacağı belirtilirken bu artışa karşın faiz giderleri nedeniyle bütçe açığının 200 milyar TL olacağı belirtildi. Bütçe açığının finanse edilmesi için önümüzdeki dönemde vergi oranlarının artırılması yoluna gidilebilir mi? Yurttaşı yeni vergi yükü bekliyor mu?

2020 yılındaki salgın kaynaklı kapanmalar ekonomik faaliyet düzeyini düşürdüğü için beklenen vergi gelirleri elde edilemedi. 2021 yılında 2020’ye göre ertelenen talepler cevap buldu ve canlanan ekonomi sayesinde özellikle KDV, ÖTV ve dijital hizmet vergisi gibi tüketim vergilerinde beklenenin üzerinde hasılat gerçekleşti. Kamu harcamalarını finanse eden en temel gelir kalemi vergi gelirleridir ve tüm toplumun gösterdiği fedakârlık sayesinde elde ediliyor. O nedenle her kuruşu dikkatle harcanmalıyken, bu yılki bütçenin yüzde 13,3’ü vergi toplama yerine borçlanıldığı için borç verenlere faiz ödemesi olarak gidiyor. Faiz giderleri bütçede arttıkça diğer harcamalar üzerinde baskı yaratıyor. Her 5 liralık vergi gelirinin 1 lirası faiz giderlerine gidiyor.

Vergi gelirlerini arttırmak için oranları yükseltmekten çok kamuda harcama disiplini ön planda olmalı. Cumhurbaşkanı Kararı ile vergi oran, muafiyet, istisna ve indirim oranlarında değişiklik ile zaman kaybetmeden vergi geliri elde etmek mümkün.  Daha çok tüketim vergisi, gümrük vergisi oranlarında artış ile yeni kaynak bulmak mümkün. Ama yeni vergi düzenlemelerindeki beklentiler ve hesaplamalar, mükellefin vergiden kaçınmadığı ya da muafiyet, istisna, indirim oranlarından belli kesimlerin faydalandırılmadığı varsayımı altındadır. Böyle sübjektif düzenlemeler yapıldığında vergilerle gelir elde etme ve eşitsizlikleri giderme amaçları zedeleniyor. Mutlaka vergi yükünü arttırmak çözüm olmuyor. Hatta son dönemde gelir ve tüketim vergileriyle vergide adalete ulaşılamaması nedeniyle artık vergide adalet beklentisi servet vergilerine kayıyor.  

KAMUDA İSRAF ÖNLENMELİ

– Bütçedeki kara delik nasıl kapatılabilir?

* Borçlanma ihtiyacını azaltıp faiz giderlerinin düşürülmesi ve faiz dışı fazla elde edilmesi şart. Bu yıl bütçeden iç ve dış borç faiz giderlerine ayrılan pay, yüzde 13,3’tür. Borçluluğun yarattığı faiz giderlerinin bütçe üzerinde yarattığı baskı, faiz dışı fazla elde edilmesini engelleyen en önemli nedendir. 

* Doğru borç yönetim stratejileri uygulamak, kamu maliyesini disipline edebilmek için önem taşıyor. Hazine’nin TL cinsinden borçlanmaya öncelik vermesi gerekir. Döviz cinsi ve altına dayalı senetler/kira sertifikaları döviz ve altın fiyatlamasındaki sıçramalar sonucu borçlanma gereğinin devamına neden oluyor. Üstelik TL’ye güven kaybına yol açıyor.

* Bütçe harcamalarının yüzde 40’ı cari transferlerden oluşuyor. Cari transferler içinde kamu bankalarının görev zararları (yeni tanımıyla “görevlendirme giderleri”)nın azaltılması, Hazine yardımı alan kamu ekonomik birimlerinin yönetiminde şeffaflık, bütçede tasarruf sağlayacaktır. 

* Vergileri arttırmaya ya da yeni borçlanmaya gitmeye gerek kalmayacak bir çözüm, kamuda israfı önlemektir. 

BÜYÜME SEKTEYE UĞRUYOR

– Dünya Bankası’na göre Türkiye 120 ülke arasında en borçlu 6. ülke. Türkiye dış borcunu nasıl çevirebilir? Borçluluk konusunda ne tür riskler var, Bu konuda neler öneriyorsunuz?

Brüt dış borç stokunun GSYH’ye oranı, yani dış borç yükü son beş yıl içinde yüzde 45’den yüzde 62’ye çıktı. Dış borç stoku arttığı için değil, $ bazında GSYH düştüğü için dış borç yükü yükseldi. Ülke CDS priminin yüksekliği, yaşanan kur sıçrayışları dış borçlanma olanaklarını azaltıyor. 2018 yılı 2. çeyrekten bu yana Brüt Dış Borç Stoku 440-450 milyar dolar arasında, artmıyor. Bu yılın ilk altı ayında gerçekleştirilen dış borçlanma, iç borçlanmanın dörtte biri. 

Brüt dış borç stokunun içinde özel sektör borçları ağırlıkta. Özel sektör borlarının önemli bir kısmı Hazine Garantili. Özel sektör borçlarını ödeyemediğinde, borcun toplumsallaşma riski var. Diğer yandan özel sektör yatırımları için gerekli finansman ihtiyacını dış borçlanma ile karşılayamadığında

Ekonomik büyüme sekteye uğruyor. Dış kaynak ve döviz ihtiyacının tek karşılanacağı yer, dış borçlanma olmamalı. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını, çok uluslu şirketleri ülkemize çekmeliyiz.

TL’DEN KAÇIŞ HIZLANDI

– Hazine’nin dövizli iç borçlanmaya geri döndü. İçeride dövizli borçlanmaya neden gerek duyuluyor? Bu ne tür riskleri beraberinde getiriyor?

Hazine 2004-2017 arasında iç borç stokunu ve yeni borçlanmaları döviz riskinden korumak için döviz cinsi ve dövize endeksli senetlerin payını düşürüp, DİBS’ler içindeki TL cinsi senetlerin payını arttırmıştı. Bu hamleler TL’ye olan güvene katkı sağlamıştı. Ama 2018 sonrası Hazine iç borçlanma stratejilerini değiştirdi, özellikle “piyasa çeşitliliğinin sağlanması” gerekçesiyle dolar  ve Avro Cinsi Devlet Tahvili ihracına hız kazandırdı. Ayrıca 2019 yılında da dolar  ve Avro Cinsi Kira Sertifikası ihraç etmeye başladı. Şu anda toplam senetlerin yaklaşık yüzde 40’ı dövizli senetler. Dış borç olanakları azaldığı için döviz temini dövizli iç borçlanma senetleriyle sağlanmaya çalışılıyor. TL’nin değer kaybı esnasında bu senetler alıcılar açısından “güvenli liman” oldu ama Hazine bu senet ve sertifikaları ihraç ettikçe TL’den kaçış hızlandı. 

TL, 2018 yılı Mart ayından pandemi ilan edilen 11 Mart 2020’ye kadar dolar karşısında yüzde 56 değer kaybetmişti. Pandeminin ilk gününden bugüne kadar TL’nin dolar karşısında değer kaybı devam etti ve yüzde 41’e ulaştı. İç borç stoku ise bu üç yıl içinde iki katına çıktı, 1,135 trilyon TL’ye ulaştı. Dolayısıyla TL’nin dolar karşısındaki değerinde aşağı yönlü, iç borç stokunda da yukarı yönlü bir hareket hızla devam ediyor. Yerli paramız dolar ve Avro karşısında eridikçe, Altın’ın ons fiyatı arttıkça Hazine’nin borç stoku ve geri ödemede yükümlülükleri de artmaya devam ediyor. 

Oysa TL cinsi senetlere önem ve öncelik verileceği, dövizli senetlerin payının minimize edileceği Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın 12 Mart’ta ilan ettiği “Ekonomi Reformları”nda yer aldı. Ancak bu yönde hâlâ bir gelişme yok.

PARALEL HAZİNE ÇAĞRIŞIMI

– Başta kamu bankaları olmak üzere Türkiye Varlık Fonu’ndaki birçok şirkette ciddi zararlar var. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Dünyadaki varlık fonları değeri sıralamasında Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Norveç varlık fonları toplamın yüzde 75’ini oluşturuyor. Tüm bu fonların olduğu ülkelerde, cari fazla ve bütçe fazlaları bulunuyor. Ama Türkiye Varlık Fonu’nun kaynağı olabilecek herhangi bir cari fazla veya bütçe fazlası söz konusu değil. 

Türkiye Varlık Fonu’ndaki şirketler, iletişim, enerji, madencilik, ulaştırma, finans gibi stratejik önemi olan sektörlerde. Doğal olarak güçlü sermayelere sahipler, vergi kapasiteleri yüksek. Ama fona devredilen şirketlerin, kurumlar vergisi gibi çeşitli yükümlülüklerden muaf tutulduğu göz önüne alındığında; kriz zamanlarında bütçe açığının kapatılmasına bir faydaları olmuyor. Pandemiyle mücadelede gerekli vergi gelirlerine katkı sağlamamış oldular. 

Ayrıca bu şirketlerin fona devri, “paralel/çoklu hazine” çağırışımı yapıyor. Bu iddianın bir çok nedeni var: İlki, Hazine ve TCMB yanında devlet adına kurulmuş üçüncü bir kurumun oluşturulması, kurumlar arası koordinasyon açısından güçlük yaratabilmesi. İkincisi Türkiye Varlık Fonu ve ona bağlı kaynaklar, genel yönetim bütçesi içinde gösterilemediği için Hazine Birliği ilkesi zarar görebilmesi. Üçüncüsü Varlık Fonu’nun 1990’larda mali disiplini bozan, krizler yaşamamıza neden olan bütçe dışı fon uygulamalarına benzeme olasılığının yükselmesi. Ayrıca yeni kurulacak fon ve şirketlerin Sayıştay denetimi dışına çıkarılması eleştiri konusu. Türkiye Varlık Fonu kurulduğundan bu yana, Uluslararası Varlık Fonu Enstitüsü’nün geliştirdiği Şeffaflık Endeksi değerine hala ulaşamadı.

 Türkiye Varlık Fonu bünyesinde bulunan kamu bankalarının görev zararlarını ortaya çıkaran iki önemli olgu var: İlki Hazine’nin iç borçlanma senetlerinin alıcısı olarak, özellikle kriz yıllarında artış gösteren görev zararı. İkincisi: pandemi krizinde olduğu gibi Merkez Bankası’nın faiz politikasıyla enflasyon oranı altındaki kredi faiziyle kredi kullandırarak karşılaştıkları zarar. 

Hazine’nin DİBS’lerinin birincil piyasada ortalama yüzde 80’lik pay ile en büyük alıcısı bankacılık kesimi, bu kesim içinde de esas alıcısı kamu bankalarıdır. Özellikle 2018 yılından günümüze kadar kamu bankalarının senet sahipliği en üst düzeye çıktı.

Son dönemde Hazine, kamu bankalarının dolar ve Avro Cinsi Devlet Tahvili alıcısı olması amacıyla bu bankaların Merkez Bankası’ndaki hesaplarına döviz transfer etmekte ve tahviller Merkez Bankası’ndaki teminat hesaplarına gönderilmektedir. Bu yolla hem kamu bankaları Merkez Bankası’ndan daha fazla TL borçlanarak piyasaya verdikleri kredi hacmini genişletmiş hem de Merkez Bankası kamu bankalarının döviz likiditesini almış olmaktadır. 

DOLARİZASYONA NEDEN OLUYOR 

– TÜİK son işsizlik rakamını beklenenden düşük açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da son faiz ve enflasyon açıklamasını göz önüne aldığımızda rakamların talimatla düşürülmesi ne kadar gerçekçi, TCMB de dahil bazı kadroların sık değişmesi nasıl yorumlanmalı?

TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı ile hissedilen enflasyon arasında fark var. Bu da TL’den kaçışı ve dolarizasyonu beraberinde getiriyor.  

TÜİK, Haziran 2019’da mevsim etkilerinden arındırılmış işgücünü 32 milyon 608 bin kişi ve işgücüne katılma oranını yüzde 53 olarak açıklarken, Haziran 2019 işsizlik oranını yüzde 14,1 şeklinde duyurdu. Geçtiğimiz hafta ise TÜİK Haziran 2021’de işgücünü 31 milyon 984 bin kişi ve işgücüne katılma oranının yüzde 50,2 olarak açıkladı ve işsizlik oranının da yüzde 10,6 olduğunu ilan etti. İki yıl içinde işgücü yaklaşık 650 bin kişi azalırken ki nüfus artışı yaşanırken ilan edilen işsizlik oranı dikkat çekici. Bu rakamlar Türkiye gerçeğini ne kadar gerçeği yansıtıyor?

Devlete olan güvenin sarsılmaması ve hukuk devleti olmanın bir şartı olarak “devlette devamlılık” esastır. Başkanlar, yöneticiler değişse de ekonomik, sosyal, hukuki gereklilikler ve izlenen amaçlardan taviz verilmemeli. Alınan bir kararın, çıkartılan bir genelgenin hemen ardından aksi yönde bir başka genelge çıkartılabilmesi, hedeflere ulaşmayı zorlaştırıyor. 

TEMEL KIRILGANLIK FİNANSMAN

– Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları ve en can yakıcı sorunları nelerdir?

Temel kırılganlıkların başında finansman güçlüğü geliyor. Riskleri azaltarak ve küresel sermaye akışından faydalanarak bu güçlük aşılabilir. TL’nin değer kaybının önüne geçilebilir. TL’nin döviz karşısında erimesi sonucu dolar  bazında GSYH düşüyor. Bu da uluslararası sıralamalarda Türkiye’yi arka sıralara itiyor. 

TCMB’nin rezerv sorunu devam ediyor. Son dönemde Çin, Katar ve G. Kore ile gerçekleştirilen toplam 23 milyar dolarlık Swap anlaşmaları mevcut, ancak Swap hariç Net Rezerv eksi 41 milyar dolar.

Genç işsizlik ve emeğin karşılığının ucuzlaması ve enflasyonun reel alım gücünü eritmesinin telafi edilmemesi de önemli bir kırılganlık alanı. 

Sığınmacılar konusunda da hem ülkemiz hem de uluslararası arenadan daha açık ve net açıklamalara ihtiyacımız var.

yazının tamamı

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

IBAN’ını kullandırana hapis cezası

Bankaya gidip bildirimde bulunmamış ve IBAN’ını kullandırdığı anlaşılan kişi için ya bir yıla kadar hapis cezası ya da beş bin güne kadar adli para cezası kesilecek

Yayınlanma:

|

Yazan:

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek kayıt dışılıkla mücadele kapsamında tüm tuşlara aynı anda basmaya başladı. Bastığı bu tuşlardan bir tanesi de kendi banka hesabını başkalarına kullandıranlarla alakalıdır.

Bakan Şimşek, kişisel hesaplara (IBAN) gelen paraların nereden ve niçin geldiğinin sorgulanma süreci için vergi idaresine talimat verdi. Ve böylece bir tür kazıma yöntemiyle vergi idaresi kayıp ve kaçakla mücadele etmek adına binlerce hesabı takibe aldı.

Ne oluyor?

Vergi idaresi, şu aralar mal ve/veya hizmet satışı yapan kişilerin/şirketlerin, bu satış dolayısıyla alması gereken parayı kredi kartı ya da nakit olarak al(a)madığı durumlarda ilgisiz kişilerin banka hesaplarına transfer yoluyla gönderilmesi sonucu ortaya çıkan kaybı sorgulamakta. Örneğin bir tüccar, bir malı ya da hizmeti birine satarken ürünün parasını ya nakit ya da kredi kartıyla alabilmektedir. Bunun karşılığında da tüccar, yasaların izin verdiği hadler ve koşullar doğrultusunda ya fiş ya da fatura düzenlemek zorundadır.

Buraya kadar bir sorun yok ancak satıcı bazen sattığı ürünü kredi kartı komisyonundan ve dolayısıyla da gelir/kurumlar vergisi ile KDV’den kaçmak için alıcıdan, verdiği bir IBAN numarasına parayı göndermesini istemektedir. Böylece mal/hizmet satışı görüntüde olmamış sayılacak ve vergi de ödenmemiş olacaktır.

Paranın geldiği IBAN ise ya o işletmede çalışan birine ya işletme sahibinin çocuğu, eşi gibi yakınlarından birine ya da güvendiği başka birine ait olabilmektedir. Hatta işletme sahibiyle hiçbir akrabalık bağı olmayan başka birine de ait olabilmektedir.

Tam da bu noktada Hazine ve Maliye Bakanlığı, bu şekilde para gelen IBAN sahiplerini incelemeye başladı. Bu IBAN denetim işlemi, Vergi Dairesi Başkanlıklarının olduğu yerde vergi dairesi başkanlığı ­-29 ilde vergi dairesi başkanlığı bulunmaktadır- olmayan yerlerde ise defterdarlıklar vasıtasıyla yapılacak.

Malı/hizmeti satan için idari para cezası var

Malı ve/veya hizmeti satan kişilerden öncelikle alınmayan ­kurumlar, gelir, KDV gibi vergiler alınacak. Akabinde alınmayan bu vergilerin bir (1) katı kadar da vergi ziyaı cezası ile düzenlenmeyen faturalar için düzenlenmesi gereken fatura tutarının yüzde 10’u kadar da özel usulsüzlük cezası kesilecek. Ancak kesilecek bu yüzde 10’luk tutar 2024 yılı için 3 bin 400 TL’yi geçmiyorsa 3 bin 400 TL, şayet üstünde ise o tutar kesilecek. Örneğin, bu şekilde satılan ancak faturası kesilmeyen ürünün fiyat 25 bin TL ise bunun yüzde 10’u 2 bin 500 TL olacak ama 2024 yılı için asgari 3 bin 400 TL’yi geçmediği için 3 bin 400 TL kesilecek. Ya da satılan ürünün fiyatı 60 bin TL ise 60 bin TL’nin yüzde 10’u 6 bin TL’dir ve bu tutar da asgari ceza tutarı olan 3 bin 400 TL’nin üstünde olacağından bu işlem için 6 bin TL özel usulsüzlük cezası kesilecektir. Bu şekilde kesilecek özel usulsüzlük cezası da 2024 yılı için en fazla 1 milyon 700 bin TL olacaktır. Ayrıca alınmayan vergiler üzerinden her ay için aylık yüzde 3,5 gecikme faizi de alınacak

IBAN’ını kullandıran için idari para cezası var

IBAN’ını kullandıran için ise daha vahim bir durum var; hem vergi ve idari para cezası hem de hapis cezası. Daha vahim olan ise basında dolaşan haberlere göre IBAN’ını kiralayan binlerce kişinin olmasıdır.

Zaten hiç kimse de IBAN’ını bir karşılık olmadan “tanımadığı” birine kiralamayacağına göre IBAN sahiplerinin komisyon aldığı varsayılacak ve aldığı varsayılan ya da gerçekte aldığı komisyon dolayısıyla gelir ve katma değer vergisi ile idari para cezaların yanı sıra gecikme faizi de istenecek.

Aldığı komisyon tutarının ne kadar olduğu belli olmadığı için Danıştay ve vergi idaresi nezdinde genel olarak en az yüzde 2 olarak uygulanmaktadır. Yani IBAN’ını kiraladığı varsayılan kişinin hesabında -normalin dışında- 20 milyon TL’lik bir işlem hacmi varsa bunun en az yüzde 2’si kadar (en az 400 bin TL) komisyon aldığı varsayılıp bu tutar üzerinden ödemesi gereken vergiler ile cezalar kesilecektir.

IBAN’ını kullandıran için hapis cezası da var

IBAN’ını kullandıranların akıbetini öğrenmek için önce 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’sonra da Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik’e bakmak lazım.

Buna göre 5549 sayılı Kanun’un 15’inci maddesine göre IBAN’ını başkasına kullandıracak kişinin bunu gidip yükümlüye bildirmesi gerekiyor. Kanun’da geçen yükümlü kavramından bankacılık, sigortacılık, bireysel emeklilik, sermaye piyasaları, ödünç para verme ve diğer finansal hizmetler ile posta ve taşımacılık, talih ve bahis oyunları alanında faaliyet gösterenler; döviz, taşınmaz, değerli taş ve maden, mücevher, nakil vasıtası, iş makinesi, tarihi eser, sanat eseri ve antika ticareti ile iştigal edenler veya bu faaliyetlere aracılık edenler ile noterler, spor kulüpleri ve Cumhurbaşkanınca belirlenen diğer alanlarda faaliyet gösterenler anlaşılmalıdır.

Süreç şöyle işleyecek

Bu inceleme/kazıma işlemi genel olarak vergi dairesi nezdinde işleyecek. Ancak konuya vergi müfettişleri de dahil edilip incelemenin boyutu genişletilecek. Bu arada vergi dairesi müdürlerinin de inceleme yetkisi olduğundan inceleme açısından hukuken bir sorun bulunmamaktadır.

İncelemeye yetkili kişi yani vergi dairesi müdürü ya da vergi müfettişi, IBAN’ını başkasına kullandırtan kişiyi tespit edip incelemeye alacak ardından düzenlediği vergi suçu raporuyla önce savcılığa sonra da MASAK’a bilgi verecek.

Savcılık ise gelen bu raporu baz alarak iddianameyi oluşturacak. Bu kişilerin suçlanacağı madde ise 5549 sayılı Kanun’un 15’inci maddesidir. Bu maddeye göre yükümlüler nezdinde veya aracılığıyla yapılacak kimlik tespitini gerektiren işlemlerde, kendi adına ve fakat başkası hesabına hareket eden kimse, bu işlemleri yapmadan önce kimin hesabına hareket ettiğini yükümlülere yazılı olarak bildirmediği takdirde altı aydan bir yıla kadar hapis veya beş bin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

Bu maddenin gerekçesinde ise işlemin esas sahibinin kimliğinin gizli tutulmasının önlenmesi amaçlanmıştır cümlesi bulunmaktadır. Ve böylece IBAN’ını kullandıran kişi, bankaya (yükümlüye) gidip kim için kullandırdığını yazıyla bildirirse bu bildirim sonucunda bu madde uyarınca ceza işlemi uygulanmayacaktır. Ama hesaptaki para hareketinden sonra bildirmenin pek bir önemi maalesef bulunmamaktadır.

Özetle bankaya gidip bildirimde bulunmamış ve IBAN’ını kullandırdığı anlaşılan kişi için ya bir yıla kadar hapis cezası ya da beş bin güne kadar adli para cezası kesilecek.

Ayrıca IBAN’ı kullanan iş yeri sahibi de (tüccar vs) TCK madde 38 uyarınca bu suçu azmettiren olarak işlenen suçun cezası ile cezalandırılacaktır.

Verilecek adlî para cezasının miktarı, bir (1) gün karşılığı olarak en az 20 ve en fazla 100 Türk Lirasıdır.

Nihayet; hapis cezasının süresi 1 yılın altında olduğu için burada CMK madde 171 uyarınca kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilebilecektir. Yine söz konusu ceza TCK madde 50 kapsamında seçenek yaptırımlara çevrilebilecek, TCK madde 51 kapsamında ertelenebilecek ve yine sanık hakkında CMK madde 231/5 uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecektir.

Murat BATI-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

GÜNCEL

Performans ile Başarı Arasındaki Zayıf Bağlantı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya üzerinde güce ulaşmak için neredeyse her şey mümkündür. Güç, politikanın en belirgin özelliğidir. Performans bir noktaya kadar getirirken politika ve güç başarıya ulaşmada çok etkili bir araçtır. “Başarılı olmak için ekseriyetle performans göstermek gerekir.” Burada iki anahtar kelime olan “Başarı” ve “Performans” sözcüklerinin zıt hikayesinden bahsetmek istiyorum.

Yapılan bir çalışmada yöneticilerin motivasyonlarının ilk öncülü ve kariyer başarıları araştırılmış. Üç grup olan bu çalışmada birinci grup öncelikle örgüte bağlılıkla motive olmuş, işleri yapmaktan öte sevilmekle uğraşmışlar, ikinci grupsa başarı ve performansla ile motive olmuş, hedeflere odaklanmışlar, üçüncü grupsa öncelikle güç ile motive olmuşlar ve sadece güçlü olmakla ilgilenmişler. Bu doğrultuda kanıtlar üçüncü gruptaki yöneticilerin örgütte en etkili pozisyonlara geldiğini aynı zamanda da işleri başarmada da en etkili olan yöneticiler olduğunu gösterdi. Başka bir çalışmadaysa Florida Eyalet Üniversitesinden Gerald Ferris ve arkadaşları on sekiz unsurdan oluşan bir siyasi kabiliyet envanteri geliştirmiş ve Amerika’nın orta batısında otuz beş okul yöneticisiyle ulusal olarak finans hizmeti veren bir firmanın 474 bayi yöneticisi ile yapılan araştırma, siyasi becerisi yüksek olanların daha yüksek performans puanları aldığı ve daha etkili lider olduğunu ortaya koymuştur.

Bu araştırmaya, “güç sahibi ve politik becerilere sahip olanlar aynı zamanda başarılı olarak nitelendiriliyor” şeklinde bir yorum yapsak herhalde yanlış olmaz. O halde gerçek dünyaya hoş geldiniz. Bir okulda bir müdür vardır, bir bölgede bir bölge müdürü vardır, şirketin bir CEO’su vardır, bir ülkede bir tane cumhurbaşkanı vardır. Yöneticiler arasındaki rekabet daha da yukarı çıktıkça çok daha çetin bir hal alır burada da adaylar etik kuralları, adil oyun kuralları esnetir ya da tamamen görmezden gelebilir. Güçlü olanlar gücünü performansa borçludur dediğinizi duyar gibiyim, kısmen haklısınız ama performansın gücü koruduğunu ya da işi garanti ettiğini düşünüyorsanız şu hikayeye bir bakalım; Miami – Dade County okul yönetim kurulu hem mali hem de başarı sorunlarıyla mücadele ederken yönetim okulu toparlaması için eski bir rektör olan Rudy Crew’i müfettiş pozisyonunda göreve getirdi. Crew, okulun not ortalamasını yükseltti, akademik performansı artırdı, eksik sınıflar olduğu için sınıflar inşa etti. Bu performansı takdirle karşılayan Amerikan Okul Yöneticileri Derneği Rudy Crew’ı yılın müfettişi seçti. Evet burada performans başarı getirmiş gibi görünebilir ama bu ödülden altı ay gibi kısa bir süre sonra Crew’den kurtulmak için oy kullanan bir okul yönetimiyle karşılaştı ve kendini okulla kıdem paketini istişare ederken buldu. Türkiye’de bir bankada işe alım sürecinde mülakata giren bir kişiyi şube müdürü kabul etmezken insan kaynakları, şartları sağladığını ve işe alınmasının uygun olacağına karar vermiştir. İşe alınan personel yüksek bir performans sergilemesine rağmen altı ay sonra istifa etmek zorunda kalmıştır. Burada yapılan hata performansın, güç elde etmek, yöneticiyi yönetmek ve politik problemlerden kaçınmak için yeterli olduğunu düşünmektir. Yani işe alım sürecinde rol alan bir yöneticinin kendisinin istediği ve istemediği kişinin performansını değerlendirirken onların çabasından bağımsız bir şekilde değerlendirdiğini görebiliriz.

Bu yazının amacı, başarının performansla ilişkisini doğru anlamak ama şuraya da dikkat çekmek isterim “performansı tamamen bırak ve güce odaklan” gibi keskin bir anlam ifade etmiyorum. Yüksek performans bir işin tamamen geleceğini garanti etmezken, düşük performansta işin kaybedileceği anlamına gelmez. Başarılı olmak için performansla birlikte güç inşa etme ve politik beceriye de sahip olmak gerektiğini unutmamak gerekir.

Ömer ATEŞÇİ-HBR

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.