Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Boratav : Faiz kararı ve hatırlattıkları

Yayınlanma:

|

ilinenleri tekrarlayarak başlayalım: TCMB’nin politika faizi Saray’ın direktifine uyarak iki puan daha aşağıya çekildi. Bu faiz oranı, TÜİK’in (esasen “arızalı” olan) tüketici enflasyonunun 3,6 puan aşağısındadır. Kavcıoğlu’nun yeğlediği “çekirdek enflasyonu” dahi politika faizinin bir puan üstünde kalmıştır. 

Üstelik bu karar, FED’in likidite genişlemesini frenleyeceği anlaşıldıktan sonra alındı. Nitekim son iki ayda Brezilya, Güney Kore ve Rusya merkez bankaları politika faizlerini yukarı çekti.  

TCMB kararının ilk olumsuz sonuçlarını döviz fiyatlarında yaşıyoruz. Yeni bir döviz krizinin şirketler, bankalar üzerindeki tehlikeli sonuçları da gündemdedir. Pahalılaşan dövizin enflasyonu tırmandırması günü gününe gözleniyor. 

Mağdurların başında enflasyona uyum sağlayamayan kalabalık emekçiler, kayıt-dışı işçiler, milyonlarca köylü, küçük üretici geliyor. TÜİK’in eksik hesaplarıyla enflasyona bağlanan asgari ücretler, emekli, memur, kamu sektörü işçi aylıkları da ek reel gelir kayıpları ile karşı karşıyadır. 

İktisat çevrelerinin eleştirilerinde ise, TCMB özerkliğinin ve sıkı para politikasının korunması öne çıktı. Bu yaklaşım “AKP’nin Lale Devri” boyunca izlenen politikaların saygınlık kazanmasına; bugün de “tek seçenek” olarak kabulüne yol açabiliyor. 

Özellikle sol iktisatçılar olarak neoliberal makro-ekonomik reçeteden özenle farklılaşmalıyız. AKP’nin ekonomik sicili hatırlatılmalı; bu açıdan değerlendirilmeli. 

‘İmkânsız üçlü’ ve enflasyon hedeflemesi…

Bugünün dünyasında faiz ve döviz kuru arasındaki ilişkiler nasıl belirleniyor? İktisatçılar, bu soruyu “imkânsız üçlü” diye anılan bir bağlantıdan hareket ederek yanıtlıyor: Sermaye hareketleri serbestse, ekonomi yönetimi,  faiz oranı ve döviz kurundan sadece birini belirleyebilir.  

Bu kural çiğnenirse, tasarruf sahiplerinin, yatırımcıların sürükleyeceği sermaye hareketleri, faiz oranını ve döviz fiyatlarını “hizaya getirir”. 

“İmkânsız üçlü” tespiti, Türkiye’de enflasyon hedeflemesi reçetesine dönüşmüştür ve ekonomi yönetimine, iki politika değişkeninden sadece politika faizini belirleme özgürlüğü tanımaktadır. Bu kural ilk defa 1990’da Yeni Zelanda tarafından benimsendi. Çevre ekonomilerinde yaygınlaşıp yerleşmesi ise Doğu Asya krizi sonrasında, yeni yüzyılda gerçekleşti. 

Türkiye’de de IMF tarafından yönetilen 2001 krizi içinde TCMB yasasına enflasyonu önleme önceliği yerleştirilmişti: “Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır.”  

Bizim gibi “yükselen ekonomiler” söz konusu olduğunda bu özgürlük, sıkı para politikası olarak yorumlanıyor. Uygulamada ise TCMB’nin politika faizi, gerçekleşen enflasyonun üstünde tutulacaktır.  

Bu yükümlülük siyasal iktidardan özerk olması gereken merkez bankası tarafından üstlenilecektir.  Diğer değişken olan döviz kuru ise piyasa mekanizmasına, dalgalanmaya bırakılacaktır.

AKP iktidarı “imkânsız üçlü” bağlantısının enflasyon hedeflemesi biçimini 2015’e kadar yakınmadan uyguladı. Sonuç ne oldu? Canlı seyreden sermaye hareketleri yüzünden 2011 sonuna kadar TL reel olarak yüzde 40 değerlendi. Sanayinin rekabet gücü eridi; ithalata bağımlılığı yoğunlaştı. Diğer politikaların da katkısıyla, ekonomi bugünkü ve kronik dış bağımlılığa sürüklendi. 

Emek gelirlerini koruyan döviz kuru hedeflemesi… 

Ekim 2021 faiz kararı eleştirilirken Saray’ın ihlal ettiği “enflasyon hedeflemesi” ilkesinin de sorgulanması gerekir. Serbest sermaye hareketleri ortamında dahi tek seçenek olmadığını, yakın geçmişin dünya ve Türkiye örnekleri göstermektedir. 

Dünya ekonomisi 1945’i izleyen otuz yıl boyunca, denetlenen sermaye hareketleri ve sabit (gerektiğinde ayarlanabilen) döviz kurları rejimi içinde yönetilmişti. Serbest sermaye hareketlerinin yaygınlaşması 1990’lı yıllardadır. Yeni ortamın ilk yıllarında “imkânsız üçlü” bağlantısı, pek çok ülkede döviz kurunu hedefleyerek, para politikasını ise “piyasalara” bırakarak uygulanmıştı. 

Türkiye örneği de var: 12 Eylül ve ANAP döneminin emek-karşıtı bölüşüm şokuna, 1989’da patlak veren işçi hareketi ve güçlenen sendikacılık son vermişti. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesini izleyen sonraki yıllarda, Türkiye’yi koalisyon hükümetleri döviz kurunu hedefleyen, emek gelirlerini koruyan “popülist” politikalarla yönetti. 

Döviz kuru (kabaca) aylık enflasyona uyum sağlayacak biçimde TCMB tarafından belirlenmekteydi. Faiz oranları ise “serbest” (yani bankalara) bırakıldı. Bunlara, emeği koruyan “popülist” uygulamalar refakat etti: Asgari ücretler, maaşlar, emekli aylıkları, çiftçilerin eline geçen net fiyatlar en azından   geçmiş enflasyona endekslendi.  Toplu sözleşmelerde enflasyona “refah payı” da ekleniyordu. 

Tansu Çiller 1993 sonunda “imkânsız üçlü” kuralını çiğnedi; döviz kuru yanında faiz oranlarını da belirlemeye kalkıştı; 1994 krizini tetikledi.  Bu kriz reel ücret kayıplarına yol açtı; ama sonraki üç yılın koalisyon hükümetleri, döviz kuru hedeflemesine ve emek gelirlerini koruyan bölüşüm politikalarına geri döndü. 

1990’lı yılardaki Türkiye uygulamaları göstermiştir ki, döviz kuru hedeflemesi içinde emek gelirlerini güvenceye alan bir alternatif, “imkânsız üçlü” bağlantıları ile uyumlu olabilmektedir

Saray iktidarının sınıfsal öncelikleri ve finans kapitalin çıkarları ile uyumlu olmayan bir seçenek… 

Egemen sınıflar bloku popülizme son veriyor…

1990’lı yılların popülizmine dönelim. Kolektif sermaye, 12 Eylül-ANAP iktidarı dönemini özlemekteydi. 1998’de “artık yeter” dedi. Nesnel bir gereksinim yokken IMF ve Dünya Bankası (DB) davet edildi. Yeni stratejik öncelik, DB söylemi içinde açıklandı: Ekonomi (bölüşüm) siyaset (koalisyon iktidarları) dışına taşınacak; piyasalara devredilecektir. Bu önceliği hayata geçirecek kuralları IMF ve DB belirleyecektir. 

1998-2000 arasında IMF’nin tasarladığı enflasyonla mücadele programı, ilk başta, döviz kuru hedeflemesine bağlı bir modele dayanıyordu. Önceki yıllarda emek gelirlerini güvenceye alan yöntemler dışlanarak…

2001 krizi içinde sermaye bloku ısrarla bir tek parti iktidarı arayışına girmişti. 1980’lı yılların disiplinini bir IMF programı içinde üstlenecek istikrarlı bir iktidarı ise AKP gerçekleştirecekti. 

Emeği koruyan “popülist sapkınlık”, koalisyon iktidarlarıyla birlikte tarihe karıştı. 2001’de IMF’nin başlattığı makro-ekonomik politikayı (enflasyon hedeflemesini) AKP devraldı. Sonraki on yılın yüksek faiz / ucuzlayan döviz uygulamalarının sonuçlarına yukarıda değindim. 

Bu sonuçlar, emek örgütlerinin, sendikacılığın fiilen etkisizleştiği bir ortamla bütünleşti. TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB dahil, sermaye bloku da bir bütün olarak AKP iktidarını destekledi. 

Serbest sermaye hareketlerinin reddiyesi… 

Emeği koruyan döviz kuru hedeflemesi, bugünün seçeneksizliğini aşan bir adımdır. İktisatçılar olarak bir adım daha atmalı ve “imkânsız üçlü” bağlantısının ön-koşulu olan serbest sermaye hareketlerini sorgulamalıyız. 

Sermaye hareketlerinin etkili denetimi, AKP iktidarının arifesinde, 1998-2002’nin “sıfır büyüme dönemi” sonrasında daha kolaydı. Dört yıllık Doğu Asya krizi, denetimsiz sermaye hareketleri nedeniyle patlak vermişti. Krizi yaşayanlar dış bağımlılık ilişkilerini frenleyecek denetim yöntemleri aramaya başladı. Bazı ülkeler başarılı olacaktı.

2020’li yılların dünyasındayız. Ekonomimiz son yirmi yılda girift, ağır dış bağımlılık koşullarına sürüklenmiştir. Türkiye’ye dış kaynak akımları da daralmaktadır. Sermaye hareketlerini denetleme yöntemlerini, emek gelirlerini de güvenceye alacak biçimde incelemek, tasarlamak, keşfetmek gerekiyor. 

Elbette çok güçtür. Sermaye hareketlerinin denetimi, dış kaynak akımları canlıyken etkilidir. Bugünün dünya ve Türkiye ortamında değil… Arada değiniyorum: Kırk yıllık neoliberalizme emekçiler de uyum göstermiştir. Tüketim artışlarını besleyen borç tuzakları gibi… Radikal alternatiflerin sınıf müttefiklerini de tedirgin etmesi beklenir. 

Kapitalizmin, emperyalizmin sınırları içinde tartışılacak sancılı seçeneklerle karşılanan devrimci refleks, kapitalizm sonrasına yönelir; “çözüm sosyalizm” çağrısıyla yetinir.

En azından bazı iktisatçılarımızın düzenin sınırları içinde kalan seçeneklerle de uğraşmaları gerekir. Zamanı gelince kökten dönüşümleri hayata geçirecek emekçilerin mücadele gücünü koruyabilmek için… 

sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

YEŞİL MUTABAKAT VE SINIRDA KARBON VERGİSİNE (SKV) HAZIRMIYIZ ?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya ithalatının % 29,6’sını Avrupa gerçekleştiriyor. Türkiye’nin ihracatının da % 50′ si Avrupa Bölgesine yapılıyor.

Ülkenin en büyük sanayi kollarından olan ÇELİK ve ÇİMENTO sektörünün yeşil mutabakata ve sınırda karbon vergisine hazırlanabilmesi için dönüşüm ve uyum maliyetleri her ikisi için ayrı ayrı 30 MİLYAR DOLAR… Toplam 60 Milyar DOLAR..

Sınırda Karbon Vergisini (SKV) ya biz toplayacağız ya onlar. Biz toplarsak sanayi yaşar aksi var olan sanayiyi de eritmek demek…

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Türkiye Borçlarını IMF’siz Atlatabilir mi?

Yayınlanma:

|

Küresel ekonomide borç stoku rekor seviyelere ulaşmışken, gelişmekte olan ülkeler için “borç yönetimi” artık yalnızca mali bir konu değil, doğrudan egemenlik meselesine dönüşmüştür. Türkiye de bu çerçevede, bir yandan borç baskısı altında kalırken, diğer yandan IMF’siz çözüm yolları aramaktadır.

Türkiye’nin Borç Yönetimi Stratejileri

➤ İç/Dış Borç Dengesi:

Türkiye’nin kamu borcunun yaklaşık %40’ı dış borçlardan oluşuyor. Bu durum kur riskini sürekli gündemde tutarken, iç borçlanmada faiz baskısı ciddi bütçe yükü yaratıyor.

➤ TCMB ve Maliye Politikaları:

  • Ortalama Vade Uzatma: Yeniden borçlanma riskini azaltmak için süre uzatımı hedefleniyor.

  • Kur Riski Azaltımı: Dış borç oranı düşürülmeye çalışılıyor.

  • KKM ve Liralaşma Stratejisi: TL’ye dönüş teşvik edilerek dolarizasyon azaltılmak isteniyor.

➤ Temel Riskler:

  • Yüksek faiz yükü → Borç servis maliyetleri artıyor.

  • Kısa vadeli dış borç oranı yüksek → Kur şoklarında kırılganlık artıyor.

  • Reform eksikliği → Yapısal dönüşüm yavaş kalıyor.

IMF’siz Borç Krizi Çıkışı Mümkün mü?

Alternatif Stratejiler:

Strateji Açıklama
Borç Yeniden Yapılandırması Vade uzatma, faiz indirimi veya swap anlaşmalarıyla borç servisi hafifletilebilir.
Gelir Artırıcı Reformlar Kayıt dışının azaltılması, etkin vergi toplama ve sadeleştirilmiş kamu harcamaları ile bütçe dengelenebilir.
Yatırıma Dayalı Kredi Politikası Tüketim yerine sanayi ve ihracat odaklı kredi genişlemesi sağlanmalı.
Döviz Harcamasını Azaltma Lüks ithalatın kısıtlanması, yerli üretimle ikame politikaları öne çıkarılmalı.
Güven ve Saydamlık Reformları Bağımsız kurumlar, öngörülebilir politika ve yolsuzlukla mücadeleye dayalı yapı kurulmalı.

IMF’ye muhtaç olmadan borç krizinden çıkmak mümkündür. Ancak bu, ciddi bir politika kararlılığı, şeffaflık, yapısal reform ve toplumsal güven gerektirir. Türkiye’nin potansiyeli bu yönde vardır; önemli olan “doğru yoldan sapmadan” stratejik ilerlemeyi sürdürebilmektir.

Türkiye Özelinde Borç Krizi Riski (2024 İtibarıyla)

Türkiye’nin Borç Görünümü:

Borç Türü 2023 Sonu Değeri GSYH’ye Oranı Not
Kamu Borcu ~5,5 trilyon TL %40 civarı AB kriterlerine göre düşük ama artış hızı yüksek
Özel Sektör Dış Borcu ~160 milyar USD Yüksek kur riski taşıyor Bankalar ve reel sektör etkileniyor
Hanehalkı Borcu GSYH’ye göre düşük Ama faiz artışlarıyla kırılganlaştı
Toplam Dış Borç ~475 milyar USD GSYH’nin %45-50’si Kırılganlık göstergesi

Türkiye özelinde ve tarihsel örneklerle Borç Krizleri

Risk Faktörleri:

  • Kur Riski: Dolar/TL arttıkça dış borç çevrim maliyeti ağırlaşıyor.

  • Faiz Riski: TCMB faiz artışları → kredi faizlerini yukarı çekti → hanehalkı ve reel sektör borç baskısı arttı.

  • Enflasyon: Gerçek borç yükünü artırıyor, şirketlerin nakit akışlarını bozuyor.

Türkiye’nin Kırılganlık Alanları:

  • Kısa vadeli dış borç oranı yüksek (çoğunlukla 1 yıl içinde çevrilmesi gereken borç).

  • Dış ticaret açığı kronikleşmiş durumda.

  • İhracatçı şirketler yüksek maliyet + düşük kur getirisi ile sıkışmış durumda.

  • Kamu maliyesi baskı altında: Artan faiz yükü ve bütçe açıkları (2024 bütçesi -2,6 trilyon TL açık).

Türkiye Özelinde Borç Krizi Riski (2024 İtibarıyla)

Türkiye’nin Borç Görünümü:

Borç Türü 2023 Sonu Değeri GSYH’ye Oranı Not
Kamu Borcu ~5,5 trilyon TL %40 civarı AB kriterlerine göre düşük ama artış hızı yüksek
Özel Sektör Dış Borcu ~160 milyar USD Yüksek kur riski taşıyor Bankalar ve reel sektör etkileniyor
Hanehalkı Borcu GSYH’ye göre düşük Ama faiz artışlarıyla kırılganlaştı
Toplam Dış Borç ~475 milyar USD GSYH’nin %45-50’si Kırılganlık göstergesi

📜 1980’ler Latin Amerika Borç Krizi:

  • ABD’nin faiz artırımları sonrası Meksika, Brezilya gibi ülkeler dış borçlarını çeviremedi.

  • IMF reçeteleri (kemer sıkma, özelleştirme) toplumsal krizlere yol açtı.

📜 1997 Asya Krizi:

  • Tayland, Güney Kore, Endonezya gibi ülkelerde özel sektör dövizle borçlanmıştı.

  • Kur şokları → borçlar ödenemedi → büyük iflaslar → IMF müdahalesi.

📜 2010 Yunanistan Krizi:

  • Kamu borcu/GSYH %180’e çıktı.

  • Euro Bölgesi’nin içindeydi ama kendi para politikası yoktu.

  • AB + IMF kurtarma paketi → ama sosyal harcamalar kısıldı → derin resesyon.

Küresel borç krizi; sadece ekonomik değil jeopolitik ve sosyal sonuçlar da doğurabilecek bir tehdit haline geldi. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından yüksek dış borç + kur şoku + faiz baskısı birleşimi büyük bir risk. Eğer bu baskılar büyüme sağlayacak üretken yatırımlarla dengelenmezse, kriz kaçınılmaz hale gelebilir.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist      www.bankavitrini.com

 

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof.Dr.KORKMAZ: Maliye kümesteki kazı bağırtarak yoluyor!..

Yayınlanma:

|

Yazan:

2023 yılı ortasında yeni ekonomi yönetimi geldi, öncelikle mali disiplin dedi ve fakat kamu harcamalarında tasarruf lafta kalınca be defa tersine bütçe açıkları arttı. Hazine ve Maliye Bakanlığı vergi oranlarını artırdı ve fakat yine de bütçe açıkları devam etti.

2023 yılında KDV genel oranları yüzde 18’den yüzde 20’ye, indirimli KDV oranları yüzde 8’den yüzde 10’a çıkarıldı.

Daha önce 2020 yılında gelir vergisinde yüzde 35 olan üst dilim yüzde 40’a çıkarılmıştı. Şimdi Maliye’nin vergi reform planında yüzde 25’e çıkarılacağı önerilmektedir.

Temettü (kar payı) gelirlerinde stopaj oranı yüzde 10’dan yüzde 15’e çıkarıldı. Uluslararası şirketlere yüzde 15 kurumlar vergisi uygulaması getirildi.

2022 yılında yüzde 23 oranı olarak uygulanan Kurumlar vergisi oranı 2023’te yüzde 25’e çıkarıldı.

KURUMLAR VERGİSİ ORANLARI (YÜZDE)

dd.png

1- Bu yapılanlara vergi reformu denildi.

Bazı vergilerde artış gerekli olabilir ama vergi reformu değildir. Zira vergi reformu kümesteki kazları yolmak değildir. Vergi reformu; ekonomide kaynakların özel sektör elinde veya devlet elinde daha verimli ve daha etkin şekilde kullanılmasını sağlayacak ve atıl üretim faktörlerinin üretime katılmasını destekleyecek şekilde vergilerin yeniden organize edilmesidir.

Öte yandan, geçmiş iki yıl için servet vergisi alınmalıydı diyenler de var … Bunlar da çok yanlıştır; zira, servet gelir ve kurumlar vergisi ödenmiş tasarruftur. Ayrıca aynı tasarruftan servet vergisi almak, mükerrer vergi almak demektir. Dahası böyle bir servet vergisi daralma döneminde tasarrufların azalmasına ve yurt dışına çıkmasına neden olur. Yatırımları engeller.

2- Ekonomik kriz ve daralma dönemlerinde vergileri artırmak, daralmayı hızlandırır ve krizin ömrünü uzatır.

Aşırı vergi yükü teknik anlamda hesaplanan vergi yükünden daha farklı bir anlam taşır. Vergi sadece kamu harcamalarının finansman aracı değildir. Aynı zamanda iktisadi ve sosyal yapı üzerinde de etkileri vardır. Üretim ve tüketim kararlarını etkiler. Üretim ve tüketimde veya üretim ve tüketim arasında, marjinal ikame oranlarını değiştirir. Yani, vergiler aynı zamanda maliye politikasının bir aracıdır.

Verginin ortaya çıkardığı olumsuz etkiler nedeniyle, verginin ekonomi üzerindeki yükü, mükelleflerin yaptıkları vergi ödemesini aşıyorsa, o zaman aşırı bir yük var demektir.

Söz gelimi; gelir ve kurumlar vergisi büyük oranda tasarruflardan ödenir. Vergi artışı daha fazla tasarrufu, daha çok kamu harcamasına dönüştürmek demektir. Türkiye’de etkin kullanılmayan, yatırımlara gitmeyen, kamu harcamalarının talep artırıcı etkisi yüksektir. Bu nedenle enflasyonla mücadele zorlaşmıştır.

Gerek enflasyonla mücadele ve gerekse güven sorunu nedeni ile ekonomi daralma trendindedir. GSYH büyüme düştü. Sanayi sektörü daraldı. Tasarrufu vergilemek özel sektörde yatırımları engelledi ve bu nedenle 2024 ikinci çeyrek çeyrekte sabit sermaye yatırımlarında büyüme yüzde 0,8 ve üçüncü çeyrekte eksi 0,1 oldu.

3- Vergi mükellefi verdiği vergilere karşılık kamu hizmeti alamıyorsa, neden vergi vereyim diyecektir.

Anayasamıza göre vatandaşın vergi ödevi var… Buna karşılık devletin de kamu hizmeti yapmak görevi var… Falan vergi falan hizmetin karşılığı değildir… Harçlar ise bir hizmet karşılığıdır… Ancak genel anlamda toplum vergi verir… Devlet de topladığı vergi ile hizmet yapar…

Eğer vergi mükellefi, kamu hizmetlerinin doğru yapılmadığını, bütçe kaynaklarının, lüks ve şatafata gittiğini, devlet imkânlarının seçim popülizminde kullanıldığını görürse, hastahanelerde aylarca sıra beklerse, vergiye tepkili olur. Vergi bilinci zedelenir. Vergi kayıp ve kaçağı artar.

4- Kayıt dışı ve vergi dışı ekonomi yaygın ise, haksız rekabete karşı tepki oluşacaktır.

AB Komisyonunun raporunda, Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele konusunda hazırlıkların erken bir aşamasında kaldığı, yolsuzluk davalarının kovuşturulması ve karara bağlanmasında yasal çerçevenin yanı sıra kamu kurumlarının hesap verebilirliği ve şeffaflığının iyileştirilmesi gerektiği savunuldu.

Merkez Bankası ödemeler bilançosunda yüksek miktarda kaynağı belirsiz döviz çıkışı, kayıt dışı ekonominin yüksek olduğunu gösterir.

Kayıt dışı ekonomi ile vergi kaçağı farklıdır. Kayıt dışı ekonomide hiç kayıt olmadığı için, vergi kaçırmak ta söz konusu olmaz. Devletin işi Kayıt dışı ekonomiyi ortadan kaldırmaktır.

Kaldı ki; Maliye vergi kayıp ve kaçağını yanlış yerlerde arıyor.

Milyonlarca sığınmacı kaçak çalışıyor. Devlet te buna göz yumuyor. Bu uygulama vergi mükellefi nezdinde yanlışa çanak tutmak olarak algılanıyor.

Odalar Birliği Başkanı ‘’kayıt dışılıkla mücadele, her fabrikanın kapısına bir vergi memuru koymak değildir.’’ diye tepki gösterdi.

Kamu harcamalarında tasarruf yerine, maliyenin elinin altındaki mükelleflerin üstüne gitmesi, vergi kayıp ve kaçağını daha çok artırır. Yükümlüleri vergi dışılığa iter.

Prof. Dr. Esfender KORKMAZ – esfenderkorkmaz.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.