Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: IMF’nin Nisan 2025 Türkiye öngörüleri

Yayınlanma:

|

Dünya Bankası ve IMF, 2025’in ilk ortak toplantısını 21-26 Nisan’da Washington’da tamamladı. IMF istatistiklerinin ülke ekonomilerine ilişkin tespitleri, öngörüleri de güncelleşti.

2025-2029 öngörüleri örtülü bir IMF programıdır

Aşağıdaki tabloda IMF’nin Nisan 2025 tarihli World Economic Outlook (WEO) veri tabanındaki Türkiye’ye ait 2024 verileri ve 2025-2029 öngörüleri yer alıyor. Sütun 3’te son dört yılın ortalamalarını kullandım.

kb
(*): Potansiyel GSYH tahmini içeren IMF tanımı.

Haziran 2023 sonrasında Türkiye’de uygulanmaya başlayan politikaların IMF tarafından onaylandığı çeşitli vesilelerle açıklanmıştı. Bu politikaların IMF’den esinlendiğini gösteren bir örnek de verelim: IMF uzmanlarının Türkiye’de yaptıkları danışma (Article IV Consultations) toplantılarında son yıllarda ısrarla getirilen bir öneri, hükümetçe belirlenen (veya etkilenen) gelir türlerinde enflasyon kayıplarının telafisinde uygulanan yöntemin değiştirilmesiydi: Asgari ücretlerde, kamu sektörü maaşlarında, emekli aylıklarında ve tarımsal destekleme fiyatlarında telafinin boyutu, gerçekleşen TÜFE’ye göre değil; hükümetin veya TCMB’nin önceden belirlemiş olduğu enflasyon hedefine göre hesaplanmalıdır. 

Mehmet Şimşek de bu yöntemi son görevine başlar başlamaz gelirler politikası adı altında duyurmuş; OVP’ye eklenmesini sağlamıştı. 2023’ten itibaren fiilen uygulandığını da gözledik. Bu değişiklik, bölüşüm ilişkilerinin sistematik olarak emek aleyhine işlemesine katkı yapabilir. Meraklılar son yılların resmî enflasyon hedefleri ile aynı dönemde gerçekleşen TÜFE’yi karşılaştırabilir.

Mehmet Şimşek’in istikrar programının IMF’den (en azından) “esinlendiği” ortadadır. Tabloda aktardığımız 2025-2029 IMF öngörülerini de bu programın ve IMF’nin beş yıllık bir Türkiye tasarımı olarak yorumlayabiliriz.

Büyüme öngörüleri: Türkiye ekonomisi durgunlaşıyor

Geleneksel IMF programlarında istikrar değişkenleri temel hedeftir; millî gelir (GSYH) ise bağımlı değişkenler (“sonuçlar”) arasında yer alır.

Tablonun ilk sırasında yer alan büyüme öngörülerine baktığımızda IMF’nin iktidara bir “teselli mükâfatı” ikram ettiği söylenebilir. Örtülü mesajını aktarayım: “2015 sonrasında finansal istikrarı akıl-dışı yöntemlerle çiğnediniz, bu program istikrar getiriyor; üstelik ekonomiyi küçültmeden…” 

Bu iddiayı tabloda yer almayan önceki yılların büyüme göstergelerine de bakarak değerlendirmeye başlayalım.

“Akıl dışı politikalar”, 2015’i izleyen yedi yılı kapsıyor. O dönemde (2016-2022’de) neoliberal reçetelerin çiğnenmesine rağmen büyüme temposu yüzde 4,3 oldu. AKP iktidarı boyunca gerçekleşen büyüme eğilimi de o civarındadır.

AKP neoliberal istikrar reçetelerini çiğneyerek büyüme temposunu sürdürebildi. Gerçek toplumsal maliyeti ise, defalarca vurgulayıp incelediğimiz gibi, Cumhuriyet tarihinin emek karşıtı en ağır bölüşüm şoku oldu. Bu olgunun (madalyonun) diğer yüzü de var: Gelir ve servet dağılımında sermaye katmanları “ucuz ve bol” kaynak aktarımları sayesinde yüz kızartıcı boyutlarda ihya olacaktır.

Nisan 2025 IMF (WEO) öngörülerindeki büyüme beklentilerine dönelim: Sabit fiyatlı (reel) GSYH öngörülerine göre Türkiye ekonomisi 2023-2029’da da yüzde 3,4’lük bir tempoda büyüyecektir. AKP iktidarının 2023 öncesindeki ortalamalarıyla karşılaştırılırsa, Şimşek/IMF programı ekonominin 0,9 puan durgunlaşmasını vaat ediyor.

Büyüme öngörüleri tartışmalıdır

Daraltıcı para politikasının araçları (politika faizi, makro-ihtiyatî önlemler, kredi göstergeleri vb) IMF/WEO veri bankasının öngörüleri arasında yer almaz. Kamu maliyesinde kemer sıkma, durgunlaşmayı tetikleyen diğer politikadır. Tabloda bu araç iki başlık altında yer alıyor: Kamu dengesi/GSYH ve Kamu harcamaları/GSYH (Satır 2-3)… 

2024 ile 2026-2029 ortalamasını karşılaştıralım. “Kamu dengesinde açık”, millî gelire göre 1,1 puan daralacaktır: Yüzdeler olarak eksi 3,9→ eksi 2,8…

IMF senaryosunda bu daralma, vergiler artırılarak değil, kamu giderleri/ GSYH oranı aşağı çekilerek gerçekleşecektir ve geçen yıl başlamıştır: 2024-2025 arasında yüzde olarak bir puan (%33,9 → %32,9) aşağı çekilmiştir (satır 3). Sonraki beş yılda kamu harcamaları oranının bir buçuk puan daha daralacağı öngörülüyor (%32,9 → %31,4). Bu kısıntıların sosyal harcamalarda yoğunlaşması beklenir. Enflasyon ortamının ihya ettiği şirketler ve rantiyeler açısından Türkiye, bir vergi cenneti olmayı sürdürecektir.

Devlet harcamalarında daralmanın çoğaltan etkisi sonunda IMF tarafından da kabul gördü. GSYH düzeyini fazlasıyla aşağı çekmelidir. Büyüme öngörüleri bu etkeni dikkate almıyor. İşaret etmekle yetinelim.

İstikrar programının alaturka, hazin sonuçları

İç talep, üretim sınırlarını zorladığında ekonomi iki alanda (fiyat düzeyinde ve dış dengede) istikrarsızlığa sürüklenir: Enflasyon ve yükselen cari işlem açıkları geleneksel istikrar programlarının hedefleri olur. Neoliberal politika araçları, yukarıda değindiğim gibi iç talebi frenleyen para ve maliye politikaları ile Mehmet Şimşek’in eklediği gelirler politikasıdır. 

Bu araçların istikrar göstergelerinde yansımalarını tabloda gözleyelim: Enflasyonun özünde bir sınıf mücadelesi olduğunu; Türkiye’de enflasyonu kâr artışlarının da etkilediğini vurguladık; hesapladık, yayımladık. IMF’nin Türkiye öngörüleri, bir anlamda bu tespitleri doğrulamaktadır: “Gelirler politikası” da eklenen neoliberal program, 2026-29 döneminde ortalama enflasyonu ancak yüzde 16’ya çekebilen bir “istikrar” sağlayacaktır.

Tek haneye bir türlü indirilemeyen bu “alaturka istikrar” hedefi, enflasyonun beslediği büyük sermayeyi ve rantiyeleri tedirgin etmemek için sınırlı tutulmuş olmalıdır.

Kronik, yüksek cari işlem açığı ise ekonominin durgunlaşmasına rağmen süregelmekte; hatta artmaktadır. IMF doktrini, “döviz piyasalarında tam serbestleşme” taraftarıdır; son yıllarda kurları denetleyen müdahaleler son bulmalıdır. Sonuç TÜFE ve dolar enflasyonunun seyri karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor (satır 4 ve 5).

BDDK ve TCMB’nin döviz piyasalarında uyguladığı müdahaleler 2024 ve 2025’te dolar fiyatını yapay olarak ucuzlattı; TÜFE ile dolar enflasyonu arasındaki makas iki yılda neredeyse yirmi (19,7) puan açılmıştı. Bu makas, yabancı sermaye (özellikle “carry trade” izleyen portföy) girişlerinin etkisi altındadır. 2026-2029 döneminin son üç yılında da dolar fiyatı TÜFE’nin altında seyretmiş; ama 2026’da öngörülen istisnaî (%30’luk) bir sıçrama nedeniyle dönem ortalamasını tersine çevirmiştir.

Tabloda kapsanan altı yılın beşinde doların ucuzlaması sonunda dış açık oranı 0,6 puan (%0,8 → %1,4) artıyor. Bu sonucu büyüme göstergeleriyle karşılaştırırsak, Türkiye beklenmeyen bir “terslik” sergileyecektir: Ekonomi durgunlaşırken dış denge bozulmaktadır.

Son olarak IMF öngörülerinde yer alan tek toplumsal refah göstergesine, dar anlamlı işsizlik oranına bakalım. 2024-2029 arasında bu oran 0.4 puan artacak, 2029’da %9,1’e yerleşecektir (son satır). Daha anlamlı işsizlik göstergesi olan, faal nüfusun işgücü piyasasından kopma olgusunu gözleyelim. TÜİK bu olguyu atıl işgücü oranı olarak hesaplamakta, yayımlamaktadır.

TÜİK istatistiklerine göre Ocak-Mart 2025 ortalaması olarak atıl işgücü oranı %18,9, dar anlamda işsizlik oranı %8,6’dır. İki gösterge arasındaki katsayıyı (2,2) IMF’nin 2029’daki işsizlik oranı öngörüsü olan %9,1’e uygulayın: Dört yıl sonra Türkiye’de atıl işgücü faal nüfusun yüzde 20’sine ulaşacaktır.

IMF/Şimşek programı, bir dizi yapay iyimser varsayım da yaparak dört yıl sonraki Türkiye’yi tasarlamaktadır: Çalışma yaşındaki ve çalışmak isteyen nüfusun yaklaşık beşte biri boşta gezen, aylak insanlardan, diplomalı işsizlerden oluşan; dinamizmini tümüyle yitirmiş mecalsiz bir toplum…

Böyle bir gelecek kabul edilebilir mi?

Prof. Dr. Korkut BORATAV – www.haber.sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.