Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Boratav : Rezervleri ‘çalınan’ merkez bankaları

Uluslararası finans kapitalin egemenliği yok olunca emperyalizmden geriye ne kalır? Ekonomik gücü aşınırken siyasal hegemonyasını korumaya çalışan ABD’nin silaha, şiddete dayanan tahripkâr gücü…

Yayınlanma:

|

Rusya’nın Ukrayna’ya girmesinden hemen sonra, 26 Şubat 2022’de, “Batı ittifakı”ndan yedi temsilcinin web sitelerinde bir Açıklama (“Statement”) yayımlandı. 

Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımları içeren bu açıklama önemlidir; uzantıları, yansımaları ile karşılaşmaya başladık bile. Bazı öğelerine dikkat çekmek istiyorum.

Rusya’ya karşı finansal yaptırımlar

Açıklama şu ifadelerle başlıyor: “Bizler, Avrupa Birliği Komisyonu, Fransa, Almanya, İtalya, Birleşik Krallık, Kanada ve ABD liderleri olarak Putin’in seçtiği savaşı ve egemen Ukrayna Devleti ve halkına karşı saldırılarını kınıyoruz.

Belge, Rusya’yı suçladıktan ve işgale karşı alınan ilk önlemleri hatırlattıktan sonra “Rusya’yı uluslararası finans sisteminden ve ekonomilerimizden daha da fazla soyutlayacak” ek yaptırımları sıralıyor. Kısaltarak aktarıyorum:

  1. Seçili bazı Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkartılmasını taahhüt ediyoruz. Bu yolla, bu bankaların uluslararası finans sistemiyle bağlarının kopması ve küresel yeteneklerinin zarar görmesi sağlanacaktır1.
  2. Rusya Merkez Bankası’nın rezervlerini, yaptırımlarımızın etkisini zayıflatacak şekilde kullanmasını engelleyecek kısıtlayıcı tedbirler getirmeyi taahhüt ediyoruz.
  3. Rus hükümetiyle bağlantılı, varlıklı Rusların ülkelerimizin vatandaşı olmasına ve finansal sistemlerimize erişimine imkân tanıyan vatandaşlık satışını sınırlayıcı önlemler almayı taahhüt ediyoruz.
  4. Yaptırımların uygulandığı bu kişilerin varlıklarını tespit etmeye ve dondurmaya kararlıyız.

Bu yazıda Rusya Merkez Bankası’nın rezervlerini hedefleyen 2’nci madde üzerinde odaklanacağım.  

‘Emanete ihanet’ mi?  

“Rusya Merkez Bankası rezervlerinin kullanımını” kısıtlayan yukarıdaki belge, uluslararası finansal sistemin bugünkü kurallarıyla uyumsuzdur. Nedeni açık: Belgeyi imzalayanlardan üçünün merkez bankaları (FED, İngiltere Bankası ve Avrupa Merkez Bankası), Rusya dahil pek çok ülkeye ait merkez bankası rezervlerinin tutulduğu, “korunduğu” kurumlardır.

Kendilerine başka ülkeler tarafından “emanet edilen finansal varlıkları” nasıl bloke edebilirler? Özel mülkiyetin pre-kapitalist kökenlerinde yatan “emanete ihanet” ve “ahde vefa” ilkelerinin dahi ihlali söz konusudur. 

Statista verilerine göre, Rusya Merkez Bankası rezervlerinin %49’u dolar ve avro’dan, %22’si altından oluşmaktadır. Altın stokunun nerede tutulduğu açıklanmıyor. Bunların kullanımında da SWIFT kısıtlamalarının uygulanabileceği anlaşılıyor. Kısacası Rusya, kendisine ait rezervlerin yarısından çoğunu kullanamayacaktır. 

Uluslararası finans kapitalin merkezî kurumları, tarihsel bir ayrıcalığı, en basit ifadeyle “emanete ihanet” ederek; kapitalizmin temel mülkiyet haklarını da çiğneyerek ahlâkî ve yasal suç işlemektedir. 

Rusya öncesinden iki suç: Venezuela ve Afganistan… 

Bugün Rusya’ya karşı tasarlanan “suç” yakın geçmişte iki ülkenin merkez bankalarına karşı da işlendi.

Birincisi Donald Trump döneminde iyice ağırlaştırılan ekonomik ve siyasal yaptırımlarla cebelleşen Venezuela’ya karşıdır. 2018 ve 2020’de Venezuela hükümeti İngiltere Bankası’nda tutulan (piyasa değeri 1 milyar dolarlık) altınını çekmek için iki kere başvurur; ikisinde de reddedilir. Birleşik Krallık hükümeti Venezuela başkanı Nicolas Maduro’yu (hileli seçim suçlaması nedeniyle) tanımadığı için… 

Üstelik ikinci başvuru insanî gereksinimlere dayandırılmıştır. Venezuela, altın satışından sağlanacak kaynakların Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na aktarılmasını talep eder. Bunlar korona salgınının gerektirdiği ilaç, aşı ve tıbbi cihaz ithalatının finansmanında kullanılacaktır.

İngiltere Bankası’nın olumsuz kararlarını, Venezuela yargıya taşıyacak; mahkeme, Dışişleri Bakanlığı’nın “Maduro’yu tanımıyoruz” gerekçesine dayanarak itirazı reddedecektir. İşin tuhafı aynı tarihlerde Caracas’ta görev yapan Birleşik Krallık büyükelçisi, Başkan Maduro tarafından akredite edilerek görevine başlamış olan bir diplomattır. 

İkinci “suç”, Afganistan’a karşı işlenmiştir. Yeni Taliban rejimi Birleşmiş Milletler tarafından da tanınmıştır. Esasen iktidara da Doha’da ABD ile yapılan bir anlaşma sonunda gelmişti. Önceki hükümet, ülkeyi dış yardımlarla yönetiyordu. Taliban gelince dış yardımlar kesildi; ekonomik çöküntü yaygın açlığa, çocuk ölümlerine yol açtı. 

Afganistan Merkez Bankası’nın FED’de 7 milyar dolarlık rezervi var. Ülke için bir can simidi olabilecek büyüklüktedir. 11 Şubat 2022’de Biden bu konuda bir başkanlık kararı yayımladı. Buna göre Afganistan Merkez Bankası’na ait rezervlerin yarısı Afgan halkının yararına tahsis edilecek, diğer yarısı 11 Eylül 2001 terör saldırısı kurbanlarının yargıda sürdürülen taleplerini karşılamak üzere ayrılacaktır

Bu kararı yorumlayan Mark Weisbrot’ta aktarıyorum: “Anlaşılmıştır ki Washington 7 milyar doları dondurmuştur; Afgan Merkez Bankası’na iade etmeyecektir. ABD’nin yol açtığı yıkıntı ve kitlesel açlık ise süregelecektir. Afgan halkına tahsis edildiği ileri sürülen 3,5 milyar doların nasıl kullanılacağı ise belirsizdir” (USA Today, 11 Mart 2022).  

‘Dolar emperyalizmi’ son mu buluyor? 

Neoliberalizmin dokunulmaz ilkelerinden biri olan merkez bankalarının özerkliği, hükümetlerin değil, uluslararası finans kapitalin önceliğiydi. Venezuela, Afganistan ve Rusya merkez bankalarının rezervlerine fiilen el koyan kararlar gösteriyor ki, bu ilke emperyalizmin siyasal önceliklerine kurban edilmiş; bir safsataya dönüşmüştür. 

Kanada’dan bir sosyal bilimcinin, Radhika Desai’nin  yorumunu aktarayım: “ABD’nin Rusya rezervlerini dondurması açıkça hırsızlıktır. Dolara dayalı sistemi bir savaş aracına döndüren ABD yetkilileri aslında bu sistemi baltalamış oluyorlar.” (IDEAS, 15 Mart 2022).  

Batı ittifakının ekonomik yaptırımlarına, Rusya’nın ilk tepkisi “karşı-yaptırımlar” ile ortaya çıktı. “Dost olmayan (yani “yaptırımlara katılan”) ülkelere doğal gaz satışının ruble ile ödeneceği” ilan edildi. Uluslararası piyasalarda yeterli ruble olmadığı için, AB’nin doğalgaz ithalatçıları, yaptırım-dışı kalan Rus bankalarından dolar veya avro karşılığı ruble satın almak zorunda kalacaklar; Rusya’nın SWIFT sisteminden dışlanması kısmen frenlenecektir.

Rusya’ya ekonomik yaptırımları ilan eden belgeye katılan ülkelerin sınırlılığına dikkat edelim. Yedi imzacı vardır; ama G-7 grubundan bir ülke eksiktir: Japonya…  AB Komisyonu imzacıdır; Avrupa Merkez Bankası’nın ekonomik yaptırımlara katılımı önem taşır. Ama listede yer almayan AB üyelerinin otomatik onayı söz konusu değildir. Macaristan gibi katılmayanlar var; biliniyor.  

Sözü geçen yaptırımlara dünya ekonomisinde ağırlığı olan çok sayıda ülke de katılmadı. Çin bir yana, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika, Brezilya, Kore ve Türkiye gibi… Dünya parası olarak doların aşınma süreci hızlandı. Suudi Arabistan Çin’e petrol ihracatını yuan’la; Hindistan Rusya ile ticaretini ruble-rupi ile sürdüreceğini ilan etti. 

Finans kapitalin önde gelen bir eleştirmeni Michael Hudson bu gelişmeleri değerlendirdi (Counterpunch, 8 Mart 2022): “Dolarlaşmış dünyanın başka ülkelerin kopması ile son bulacağını bekliyordum. Buna ABD diplomatları son verdi. Amerikan imparatorluğu kendisini yok ediyor. Bu kadar çabuk olacağını kimse düşünmüyordu”. 

ABD denetimindeki finans kapitalizmi “dolar emperyalizmi” diye adlandıranlar da var. Son bulmakta olduğunu vurgulayanlar arasında Pepe Escobar yer alıyor: Çin ve Rusya arasında “bağımsız bir uluslararası finansal sistemin dayanacağı yeni bir uluslararası para” hazırlıklarının başladığını; Mart sonunda bir ön-taslağın hazırlanacağını duyurdu (Global Research, 12 mart 2022).

Uluslararası finans kapitalin dayanakları, egemenliği yok olunca emperyalizmden geriye ne kalır? Ekonomik gücü aşınırken siyasal hegemonyasını korumaya çalışan ABD’nin (yakın ortaklarıyla birlikte) silaha, şiddete dayanan tahripkâr gücü… 

Bazı arkadaşlar bu gelişimi “küreselleşmenin sonu” olarak adlandırıyor. ABD’nin Yugoslavya’da başlatıp, Afganistan’dan Libya’ya kadar taşıdığı zincirleme savaşlarla tanımıştık. Şimdi de Ukrayna savaşını uzatma çabası içindedir. Galiba büyük bir yıkımı, felaketi de göze alarak… 

Eleştirerek incelemeyi, tartışmayı sürdürmek zorundayız.  

  • 1.Bu konuda bk: “Swift ve dolar hegemonyası”, Hayri Kozanoğlu, BirGün, 1 Mart 2022.

Prof. Dr. Korkut Boratav sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.