Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. İzzettin Önder : Eriyen toplumsal değerler

Yayınlanma:

|

Tarihin ilk aşamalarından itibaren insanoğlu fiziksel yeteneklerini geliştirmek için önceleri alet, sonraki aşamalarda da makineler yapmıştır. Görme yeteneğimiz dürbünlerle geliştirilmiş, adele güçlerimiz ise çok farklı şekilde kullanılabilen makinelerle üst düzeylere çıkartılabilmiştir. Örneğin, bugün uzayın çok uzak noktalarını dahi görebilecek hassas dürbünler, dağları delebilecek köstebekler yapmış bulunuyoruz. Tüm bu muazzam gelişmelere rağmen içinden geçtiğimiz koşullara baktığımızda insanoğlunun düşünce zaman boyutunu geliştiremediğini görüyoruz. Bugün, böyle bir öngörüsüzlüğün siyasi boyutunu merkez ve çevre ilişkisi bağlamında tartışmak istiyorum.  

Eski Yunan medeniyetinde felsefe ön safa çıkmışken, neden acaba zaman içinde geliştiğini düşündüğümüz insanoğlu bir türlü Marx’ı anlamak istemedi de, kendi vatanından dahi kovmakla kalmadı, ülkeler arasında bilardo topu gibi savrulmasına yol açtı; neden Descartes ya da John Locke veya Spinoza gibi büyük alimler Hollanda’ya sığınmaya zorlandılar; neden düşünce sistemi ile karşı çıkılamadığı Darwin’e sapık gerekçelerle saldırıldı? Görülüyor ki, eski Yunan’dan günümüze değin insanoğlunun serüveni pek parlak gözükmemektedir. Giderek gerileyen görüntü günümüzde hemen hemen her alanda çok belirgin olmaya başlamıştır. İşin hazin yanı şudur ki, olumsuzlaşan koşulları aklımızla değil de, ortaya saçılan görüntüleriyle ancak algılayabiliyoruz. Kısaca açıklamaya çalışacağım süreç, anlık çıkarcılığın nasıl bir basiretsizliğe dönüşme hikayesidir.

Hemen gözümüzün önündeki Türkiye örneğine bakarsak, her daim gündeme taşınan “Yetmez, ama evet” davranışı, ya da AKP’nin ilk dönemleri ile son dönemlerinin farklı olduğu basit tez veya faiz-enflasyon sarmalı mucizesi, hatta faiz indirildi, döviz yükseldi ve fiyatlar arttı şeklindeki dahiyane açıklaması gibi bir dizi olay ya da oluşumlar üzerinde yapılan ilk görünüşü ile beyhude, fakat özü itibariyle emperyalistlere fevkalade yarar sağlayan beyin fırtınalarını sayabiliriz.

Daha geniş düşündüğümüzde, üzerinde yaşadığımız küre elimizden giderken hâlâ hiçbir çare üzerinde çalışmıyor ve uygulamaya koyamıyoruz; dünya kamplara ayrılmışken hâlâ daha aynı sistem içinde gelişme umudumuzu koruyoruz; Batı dünyası ileri teknoloji dönemini kapatırken bilgisayar oyunları yaparak ülke kalkınmasına katkı yapabileceğimizi düşünebiliyoruz; bir zamanlar Özal’ın da offshore bankacılığı ile 80 milyonluk ülkenin kalkınabileceğini tasavvur etmesi cehaleti gibi! Evet, bilgisayar oyunları milyonları kazandırır, offshore bankacılığı da ekonomiye bazı katkılar yapabilir, hatta ilgili ülkelere yapmıştır da, ama onlar Picassovari süreçte gelişmişlerdir, mealen, önce klasik resmi en üst düzeyde yaptıktan sonra ultra-modern sanat alana geçmişlerdir.

Şunu söylemek istiyorum ki, kalkınmış aç kurtlar sofrasında Türkiye anlık ve doymak bilmez cehalet çukurunun dibine çekilmektedir. Bu durum rastlantısal ya da siyasi erkin basiretsizliği sonucu değil, tam tersidir! Güçlü eğitim kurumlarının baskılandığı, akademinin partizanca denetim altına alındığı, eğitimde sözel alanda felsefe, sayısal alanda matematik devre dışı bırakıldığında ülkede insan faktörü ya da beşeri sermaye eritiliyor demektir. Eğitimde yetenekli gençlerimizin yurt dışına göç etmeleri derin bir siyasi planlamadır. Şöyle ki, var olan gerici ve emperyalizm emrindeki siyasi yapılanmayı oy tabanı ile ayakta tutabilmek için cahil halk yığınına ve okumuş itaatkar köleye ihtiyaç vardır.

Suçu siyasi yapıda ya da kendisini lider gibi gören siyaside aramak doğru değildir. Bu mantık yapısı bataklığı unutup, sivrisinekle uğraşmaya benzer. Önemli olan halk ve onun mantıksal yapılanmasıdır. Eğitimin önem kazandığı yer burasıdır. Ancak, eğitim derken de derhal siyasi yapılanmaya geçiyoruz. Eğitim bir üstyapıdır, hangi sistem uygulanıyorsa siyasi yapının bütünselliği içinde ve tutarlı olarak o sistemin eğitimi gen(ç)lere aşılanır.

O zaman sisteme bakmalıyız. Sistem dediğimizde ise, Türkiye’den dışarı çıkıp dünya sistemine yönelmemiz gerekir, çünkü Türkiye başat dünya sisteminde yüzen bir ekonomidir. O zaman bu sistemin temel özelliklerini dikkate almak durumundayız. İşin düğümlendiği nokta da burasıdır. Eğer eğitim var olan sisteme göre yapılıyorsa, eğitilmiş beyin ne sistemi anlayabilir, ne de bu sistemde yapılan yürüyüşün sonucunu öngörebilir. Eski Yunanda günümüzün başat sermaye dokusu olmadığı içindir ki felsefenin temelleri atılmış oldu. Bugün felsefenin geri plana savrulması ise sermayenin hakimiyeti ve zulmünün sonucudur. Sermaye tüm doğayı meta halinde sömürerek altımızdan çekerken, aynı anda beyinleri de sömürerek doymak bilmez aç insanoğluna günlük nimetler verdiğinden gözleri kör etmektedir.

Felsefenin yokluğu ileriyi görememe olarak dikey soyut düşünme yetersizliği oluşturmakla beraber, teknolojide ilerleme yatay olarak çevresel çıkar dairesini genişletir. Çıkar dairesinin genişlediği ortamda yüzen gelişen toplumlar da dikey olarak kendi geleceğini göremedikleri için, anlık çıkarları ile yatay olarak sömürü ağına takılır ve hizmet ederler. Gelişmekte olan ekonomi halklarının düştüğü tuzak budur. Geleceği öngörü yetersizliği yanında, ileri merkezlerin yatay sömürü karar dairesi içinde savruldukları alanı da göremezler. Hele de, aynen Türkiye’de olduğu gibi, sömürücü kapitalist merkez kitaplarından beslenen akademi taklitçileri kendi ülke ve koşullarına yabancılaşmış olarak salt nafile çaba içine girmezler, fakat farkında olmadan gelişmiş toplumların çıkarlarına hizmet ederler.Reklam

Şimdi arkamıza dayanalım ve Türkiye’de eğitim kurumlarının partizanca çökertilmesine,  toplumun imam hatipleştirilmesine bir sebep bulmaya çalışalım. Cahil bıraktırılan ve/veya teknik bilgi ile donatılmış olsa da felsefi öngörüsü eksik bir toplum kime ya da neye hizmete koşulur? Türkiye’de siyasetin canlandığını düşündüğümüz günlerde, acaba yaşanan kısmi canlılık sistem farklılaştırma hareketlerini mi, yoksa sömürücü sistem içinde vitrin yenileme hareketlerini mi yansıtmaktadır!   

Evrensel

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yaşayan Ölüler Aramızda: Finansal Zombi Krizi

Yayınlanma:

|

Ekonomide görünmez ama hissedilen bir tehlike var: Zombi şirketler. Gelirleri borçlarının faizini bile karşılamayan, piyasada sadece dış desteklerle ayakta kalan bu firmalar, yalnızca kendi varlıklarını değil, tüm ekonomik yapının sağlığını tehdit ediyor.

Zombi Şirket Nedir?

Zombi şirketler, faaliyetlerinden elde ettikleri kazançla borçlarının faizini dahi ödeyemeyen, ancak çeşitli yollarla piyasada tutulan işletmelerdir. Bu yollar arasında:

  • Sürekli borç çevrimi

  • Siyasi baskılarla alınan krediler

  • İflas erteleme ya da konkordato kullanımı

  • Kamu bankaları veya fonları yoluyla yapılan kurtarmalar

bulunur. Bu firmalar aslında çoktan iflas etmişlerdir; ancak piyasa gerçekleri bunu henüz kayda geçmemiştir.

Ekonomiye Verdikleri Zararlar

1. Kaynakların İsrafı

Finansal sistemde sınırlı olan kaynaklar (kredi, iş gücü, teşvik vb.) verimli firmalara değil, aslında çoktan ölmüş bu “zombilere” aktarılır. Bu durum, ekonomik büyümenin kalitesini bozar.

2. Rekabetin Bozulması

Zombi firmalar, zarar etmelerine rağmen piyasada kalabildikleri için fiyatları baskılar, daha sağlıklı ve verimli firmaların piyasadan çıkmasına neden olur. Bu da yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi engeller.

3. Banka Bilançolarında Risk

Bankalar zombi firmalara kredi verdikçe tahsil edilemeyen alacaklar artar. Sorunlu krediler (NPL) yükselir ve banka sistemine duyulan güven zedelenir.

4. Yatırımcı Güvensizliği

Piyasada “kimin sağlıklı kimin batık” olduğu belli olmaz. Şeffaflık kaybolur. Bu da doğrudan yatırımların ve risk iştahının düşmesine yol açar.

5. Verimlilik Kaybı

Zombi firmalar büyüme rakamlarını yapay olarak şişirebilir ama toplam faktör verimliliği düşer. Ekonomi görünürde büyürken, içeride çürümeye başlar.

Türkiye Örneği: Sessiz Kriz

Türkiye’de özellikle son yıllarda düşük faiz politikaları ve kredi genişlemesi, zombi firmaların sayısını artırdı.

  • KGF destekli krediler,

  • İflas erteleme/kurtarma kültürü,

  • Siyasi olarak ayakta tutulan kamu projeleri,

bu yapıyı besledi. Bu durum, verimli firmaları cezalandırırken, “ölü şirketlerin” yaşamaya devam ettiği bir ekonomik iklim yarattı.

Ekonomik Risk: Zincirleme Çöküş

Faizler yükseldiğinde veya destekler çekildiğinde bu zombi firmalar zincirleme şekilde batmaya başlar. Bu da domino etkisiyle:

  • Bankacılık krizine,

  • İşsizlik artışına,

  • Güvensizlik ortamına,

neden olabilir. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı konkordato patlaması bu riski açıkça göstermektedir.

Yaşayan Ölülerden Kurtulmak

Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kaynakların doğru yönlendirilmesi şarttır. Zombi şirketlerin desteklenmesi değil, piyasa içi doğal seleksiyonun işlemesi, güçlü firmaların güçlenmesi gerekir.

Zombi ortamı kısa vadede siyasi rahatlama getirse de uzun vadede büyümenin yapısını çürütür.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.