Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Korkut Boratav : Yakın geçmişten bugüne kısa bir bilanço

Bu cendereye yol açan sınıfsal ve siyasal bilanço, ekonominin büyük onarımının çok güç olacağına; devrimci yöntemleri gerektireceğine; ancak halk iktidarları tarafından üstlenileceğine işaret ediyor.

Yayınlanma:

|

Türkiye ekonomisinin son beş yıldaki çalkantılı seyri, geçmişe uzanan bir bilançoya imkân veriyor.  

Sorunları sıralayarak başlayalım. 

Ekonominin durgunlaşma eğilimi

Orta dönemli sorunların sıralanmasında ekonominin durgunlaşması öne çıkıyor. Önce “durum tespiti” yapalım. 

IMF, ülkelerin potansiyel büyüme hızlarını, üretim fonksiyonuna dayalı bir model ile öngörüyor. Modelin yapısı kuramsal eleştiriye açıktır; ama bu öngörüler ciddiye alınır. 

IMF’nin Haziran 2021 tarihli Türkiye raporu ülkemize ait öngörüleri güncelleştirildi. Millî gelirin (GSYH’nin)  2021 büyüme tahmini yüzde 5,8’e; 2022-2026 yıllarının büyüme eğilimi (“potansiyel büyüme hızı”) ise yüzde 3,3’e indirildi.

2016-2020’nin gerçekleşen Türkiye GSYH verilerini IMF’nin 2021-2026 öngörüleriyle birleştirin: Bu on yıl için ortalama büyüme oranı yüzde 3,2’dir.  Bu sayıyı AKP iktidarının “Lale Devri” olan ilk beş yılı (2003-2007) veya ilk on üç yılı (2003 -2015) ile karşılaştırın. Büyüme eğilimi zaman içinde düşmektedir: %7,3 → %4,4 → %3,2… 

2022-2024’ü kapsayan Orta Vadeli Program (OVP) ise geleceğe “pembe gözlükler” ile bakıyor. Sorunları peşinen yok eden varsayımlar sayesinde… 

OVP, önce 2022 sonrası için %5,5’lik bir büyüme öngörüsü yapıyor. Niçin %5,5?  Yüzde 5’i aşan bir büyüme hızı sağlanmadan bugünkü işsizlik oranları düşmeyeceği için… Bu öngörü sayesinde önümüzdeki üç yılın işsizlik oranlarını da aşağı çekiyor. 

OVP bu kadarıyla yetinmiyor: Yıllık dolar tahminlerini genel enflasyon oranının (“GSYH deflatörü”nün) altına çekiyor. Bu sayede dolarlı GSYH daha da hızlı (%8’in üstünde) büyüyor ve 2023’te kişi başına millî gelir 10.000 dolarlık “orta gelir tuzağını” aşabiliyor.   

Öncekiler gibi bu OVP de ciddiye alınamaz; hayalperest hedefleriyle mizah konusu olabilir.  Somut bulgulara, güvenilir öngörülere göre durum açıktır: Türkiye ekonomisi durgunlaşmaktadır.

Olgunlaşma mı? Erken bunama mı? 

Bu durgunlaşma, ekonominin olgunlaşmasının bir sonucu olamaz mı? 

O zaman ekonomide “olgunlaşma göstergeleri” aranmalıdır. Aranınca da görülecektir ki, Türkiye ekonomisi olgunlaşmadan durgunlaşan, bir anlamda “erken bunayan” özellikler taşımaktadır. 

Çok sayıda meslektaşımızın vurguladığı “erken sanayisizleşme”, bu bozukluğun bir görüntüsüdür. 

Bir diğer gösterge ise, ekonominin azgelişmişliğini yansıtan âtıl emek rezervleridir. TÜİK’in nihayet “keşfettiği”; faal nüfusun dörtte biri üzerinde hesapladığı “âtıl işgücü” eksik bir ölçüttür; en azından istihdamın yüzde 18’ini oluşturup, millî gelirin sadece yüzde 7’sini üreten tarım sektöründeki “emek fazlası”nı içermediği için… 

Bu “azgelişmişlik arızası”, 2018’den itibaren bir hastalıkla da birleşmiştir.  Defalarca açıkladık: İstihdamda azalmayla başlayan; korona salgını içinde artan işsizlik, yoğun yoksullaşma içinde iyice ağırlaşan; genç nüfusta sürdürülemez boyutlara ulaşan bir toplumsal bunalım…

Bu göstergelere dönmek yerine 1 Eylül 2021 tarihli bir gazete haberini aktarmakla yetineyim: “Adıyaman Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde, 6 kişilik erkek temizlik kadrosu açıldı. İŞKUR üzerinden alınacak kadroya 5 günde 3.813 kişi başvurdu. Başvuruda bulunanlar arasında 1.070 kişinin üniversite mezunu olması dikkat çekti.” 

Yüzde 3,2’lik bir büyüme eğilimi azgelişmişlik ile bağdaşır; işsizliği azaltamayacağı da   biliniyor. Eylül 2021’de Adıyaman’daki işsiz gençlerimizin, diplomalı çocuklarımızın yaşadığı toplumsal bunalımı geleceğe taşıyacağı için kabul edilemez. 

Açıkça sormalıyız: Böyle bir toplum ayakta durabilir mi?

Durgunlaşma ve dış bağımlılık

Durgunlaşma niçin kalıcı olsun? İktisat tarihi, azgelişmişliğin bir belirtisi olan âtıl emek rezervlerinin, dinamik bir kalkınma potansiyeli olarak da harekete geçirebildiği zengin örnekler içermektedir. 

Bugünkü Türkiye’de ise durgunlaşmayı geçici olarak aşma çabaları dahi dış engellerle karşılaşmaktadır.  Nitekim 2017 sonrasında AKP iktidarı yarım-yamalak yöntemler (kredi genişlemesi) ile büyüme temposunu yükseltmeyi denedi. Her seferinde cari işlem açığı yükseldi; finans kapital döviz krizlerini tetikledi ve ekonomi yönetimini “hizaya getirdi”.   

Ortaya çıktı ki üretimin ithalata bağımlılığı, kronik dış kaynak gereksinimi, durgunluğu yerleştiren yapısal bir özellik olmuştur. 

AKP de, bizzat katkı yaptığı bir sorunla karşılaşmaktaydı. Ama, “ilk günah” başkalarına aittir. 

‘İlk günah’ın sorumluları 

Geçen yüzyılın sonunda, tüm Güney (veya “çevre”) coğrafyası, Doğu Asya’da patlak veren bir ekonomik kriz dalgasından geçti. Yüksek dış açıklar içinde krize sürüklenen çok sayıda ülke, IMF’nin çok ağır ve yanlış reçetelerini uygulamak zorunda kaldı.   

Sonrasında bazı ülkeler, ileride benzer koşullara mahkûm olmamak için dış açıkları frenleyecek; yabancı sermaye akımlarını peşinen denetleyecek yöntemler uyguladı. 21’nci yüzyılda yüksekçe büyümeyi dış denge ile birleştiren çevre ekonomilerinin çoğu (örneğin G.Kore, Malezya, Endonezya, Tayland, Filipinler)  Asya’da yer almaktadır. 

Türkiye’de ise koalisyon hükümetleri 1998 sonrasında IMF’nin “döviz kuru hedeflemesine dayalı enflasyonu önleme” programı uygulamakta idi. Bu program 2000 sonunda finansal bir krizi tetikleyecek; kriz yönetimi de IMF’ye devredilecektir. Başbakan Ecevit, programı uygulamak üzere Kemal Derviş’i hükümete alacaktır.

IMF’nin yeni doktrini, krize karşı sert “kemer sıkma” önlemlerine ve enflasyon hedeflemesine dayanıyordu.  2002 seçimine bu önlemlerin tetiklediği toplumsal bunalım ortamında gidildi. Koalisyonun üç ortağı (DSP, MHP, ANAP) ve DYP TBMM’den “tasfiye edildi”. Yeni Meclis, iki muhalif partiden (CHP ve AKP’den) oluştu. 

Kriz sonrasında oluşan ve sözünü ettiğim Asya ülkelerinin kullandığı “ekonomi politikalarında revizyon” fırsatı Türkiye’de de ortaya çıkmıştı. Ekonomi 1998-2002’de sıfır büyüme içeren beş kayıp yıldan geçmişti. Ciddi revizyonu üstlenecek doğal aday Baykal’ın CHP’si idi. Baykal bu seçeneği reddetti; Kemal Derviş’i CHP milletvekili yaptı. İktidar, halk muhalefetini fiilen sahiplenen AKP’ye “ikram edildi”.

Siyaset yelpazesinin “ilk günahı”, bu nedenle AKP’ye değil; krizde IMF programını uygulayan DSP’ye ve seçim kampanyasında bu programı sahiplenen CHP’ye aittir. 

Ne var ki, gerçek sorumluluk siyaset yelpazesinin dışındadır. Türkiye’nin egemen sınıflar bloku, emperyalist sisteme tam teslimiyeti yeğlemiştir. 2002’de Türkiye’nin önüne çıkan kritik bir dönüşüm dönemecini de, fırsat değil, bir tehdit olarak görmekteydi. 

Sözü geçen partiler bu sınıfsal algılamaya sırasıyla uyum gösterdi. 

AKP’nin katkıları

Sonrasını biliyoruz. AKP seçim kampanyasındaki söylemini terk etti; IMF programını ve hedeflerini 2008’e kadar aynen uyguladı; 2015’e kadar da “enflasyon hedeflemesi” ilkelerini sürdürdü. 

Bu program, sıfır büyümeli 1998-2002’nin “baz etkisi” ve canlı uluslararası sermaye hareketleri sayesinde AKP iktidarının Lale Devri’ni yarattı. Aynı zamanda ağır, kronik dış kaynak bağımlılığına da yol açtı. 

AKP’nin bugünkü durgunlaşmaya yol açan ek katkılarını da unutmayalım: Sermaye birikimi oranı yetersizdi. İnşaat ağırlıklı yatırım profili ekonominin dinamizmini kamçılayacak özellikler taşımıyordu. Bunlara eğitim sistemindeki bozulma eklendi; işgücünün ortalama niteliği zaman içinde bozuldu. Sonuç, makro-ekonomik dinamizmin gerilemesi; potansiyel büyüme hızının aşağı çekilmesi oldu. 

Saray, sermaye hareketlerinin yavaşladığı 2015 sonrasına uyum gösteremedi. Neoliberal programı kaçamaklarla aşmaya kalkıştı; parazit sermaye çevrelerine ölçüsüz kaynak aktardı ve halk sınıflarını bugünkü toplumsal bunalıma sürükledi.

***

Durgunlaşma, dış bağımlılık, toplumsal bunalım… Türkiye ekonomisi 2021’de bu üçlü cendere içindedir. 

Adım adım bu cendereye yol açan sınıfsal ve siyasal bilanço, ekonominin büyük onarımının çok güç olacağına; devrimci yöntemleri gerektireceğine; ancak halk iktidarları tarafından üstlenileceğine işaret ediyor. 

Kaynak : sol.org.tr

EKONOMİ

HÜRMÜZ BOĞAZI KAPANIRSA NE OLUR?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.

HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ

Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar.
Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.

  • Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.

  • Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.

  • Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.

ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI

1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.

  • Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.

  • Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.

  • Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.

2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması

  • Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.

  • Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.

  • Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.

JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI

1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar

İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur.
Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.

2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur

İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir.
Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.

3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski

Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir.
Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.

Irak Dışişleri Bakanı'ndan “Hürmüz Boğazı kapanırsa küresel enerji  piyasasında kriz çıkar” uyarısı

ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?

  • Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir.
    Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.

  • Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.

TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?

  • Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.

  • Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.

  • Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.