Connect with us

GÜNCEL

Seçim sonrası ekonomi senaryoları

Seçimin hemen sonrasında en öncelikli gündem politika faiz oranı olacaktır. Bunun için de en önce merkez bankası başkanı belirlenecektir. Son açıklamalar merkez bankası başkanının şimdiden belirlendiği şeklinde.

Yayınlanma:

|

Seçim sonrası iktisadi gelişmelere dönük tahminlerde bulunmak ciddi anlamda politik belirsizlikler içerdiği için oldukça güç bir konu. İktisatçılar analitik olarak kendilerine ne kadar güvenseler de tahminler konusunda çok başarılı değillerdir. Sosyal ve iktisadi hayat varsayımlarımızı boşa çıkaracak kadar dinamik ve ucu açık alanlardır.

Seçim sonrası iktisadi tahminler büyük oranda hangi ittifakın kazanacağına bağlı olarak değişir. Fakat kısa dönem beklentiler için meclis kompozisyonundan daha çok iktisat politikası kararlarını veren idari/yasal araçlara sahip cumhurbaşkanının seçimine odaklanmak daha kritik olacaktır.

Seçimin büyük oranda Millet İttifakı’nın adayının lehine sonuçlanacağını tahmin ediyorum. Bu yüzden, olası iktisadi gelişmeleri bu varsayım altında yapmak istiyorum. Aksi durumda, eğer Cumhur İttifakı adayı kazanırsa oluşacak belirsizlik düzeyinin kimseye sağlıklı tahmin imkânı vermeyecektir, bu konu daha çok falcıların yeteneğine kalır.

Bu yazımda daha çok kısa dönemi etkileyecek önemli satır başlıkları üzerinde durmak istiyorum. Yani yazım makro fiyatlar (faiz oranı, döviz kuru ve enflasyon), büyüme, kur korumalı mevduat (KKM) ve regülasyonlar ekseninde olacaktır. Uzun dönemde ve daha yapısal konular üzerinde kendi politika önerilerimi seçim öncesi başka bir yazımda daha detaylı olarak sizinle paylaşmayı düşünüyorum.

(i) Faiz oranı

Seçimin hemen sonrasında en öncelikli gündem politika faiz oranı olacaktır. Bunun için de en önce merkez bankası başkanı belirlenecektir. Son açıklamalar merkez bankası başkanının şimdiden belirlendiği şeklinde. Şüphesiz ilk hedef uzun süredir anlamsız ve irrasyonel faiz politikasının yeniden daha rasyonel zemine oturulmasıdır.

Bunun için faizin artırılacağını öngörmek zor olmasa gerek, böylece negatif reel faiz aralığı (mutlak anlamda) azaltılacaktır. Bu, ortodoks bir politika değil, basitçe irrasyonaliteye son vermektir. Fakat burada kritik olan faizin hangi düzey ve hızla artırılacağıdır.

Politika faizinin başlangıç artış düzeyleri tüm aktörlerce bir rasyonalite sinyali olarak algılanacaktır. Bu da genel anlamda fiyatların yeniden dengelenmesi sürecini başlatır. Bu dengeleme sürecinin hızı sonraki politika faiz artışlarının da düzeyini belirler. Yani piyasaların verdiği tepkilere bağlı olarak bir faiz artış patikası oluşur.

Bu artışlarda temel iki fiyatın, yani döviz kuru ve enflasyonun düzeyleri, çok temel önemdedir. Hem bu fiyatların eğilimi hem de makro riskin azalması politika faizinin belirlenmesine yardımcı olacaktır. Risk primindeki azalma döviz kurunu kontrol etmek için gerekli ilave faiz artışı üzerindeki baskıyı da hafifletir.

Seçime giderken politika faiz oranı %8.5 ve enflasyon da yaklaşık %50 civarında olur. Bu anlamıyla, yani politika faiz oranı referans alındığında oldukça yüksek bir reel faiz oranı oluşur, yaklaşık eksi %42 düzeyinde. Burada kritik olan reel faiz düzeyini belirlerken politika faiz oranı mı yoksa mevduat veya kredi faiz oranı mı referans alınmalıdır sorusudur.

Çünkü bu durum, politika faiz oranındaki artışın hızını ve düzeyini belirler. Mevduat faiz oranları ortalamada %20, tüketici kredi faiz oranlarının da %25 olduğunu varsayarsak, negatif reel faiz çok daha düşük olur (politika faiz oranına göre). Bu faizlerden birinin referans alınması durumunda politika faizi de hızlı bir şekilde yükselmemiş olur.

Zamanla takip edilecek faiz politikasının hem belirleneni hem belirleyeni temelde enflasyon oranıdır. Yani faiz oranı enflasyonu belirlediği gibi, enflasyon düzeyi de faiz politikasının patikasını belirleyecektir.

Mevduat faizini referans almak bana daha mantıklı geliyor, en azından bankanın fonlama maliyetlerini eşitleme imkânı olur (banka mevduatı ve merkez bankası fonlaması), bu da yaklaşık 10-12 puanlık bir politika faiz artışı demektir (%8.5’dan %20’ye).

Fakat burada kritik olan bankaların kredi faizlerini hızlı bir şekilde artırmalarıdır, buna dikkate edilmesi gerekir aksi takdirde reel sektör çok daha olumsuz etkilenir. Tabii kredi ve mevduat faizlerinin bir müddettir yükseliyor olması bu anlamda Merkez Bankası’nın elini güçlendiren ve aşırı bir politika faiz oranı artışını da sınırlandıran bir durumdur.

Zamanla takip edilecek faiz politikasının hem belirleneni hem belirleyeni temelde enflasyon oranıdır. Yani faiz oranı enflasyonu belirlediği gibi, enflasyon düzeyi de faiz politikasının patikasını belirleyecektir. Artan faizlerle birlikte makro risk algısının düşmesi ve aşağıda daha detaylı değinme imkânı bulduğum döviz kuru değişkenliğindeki azalma enflasyonu aşağıya çekeceğini tahmin ediyorum.

Tabii burada kritik nokta enflasyonun göstereceği direnç düzeyidir. Her şeyden önce, şu an yaşadığımız enflasyon 1980’ler ve 1990’lar benzeri bir enflasyon değildir. O dönemlerde enflasyon hem çok daha uzun süreli hem de bugünkü seviyesinin çok üstünde seyretti. Oysa mevcut enflasyonun sadece 1-1.5 yıllık gibi bir ömrü var. 2021’in sonlarına doğru hareketlenen, 2022 yılında oldukça hızlı yükselen ve 2023’ün ilk aylarından itibaren de yüksekliğini korusa da düşme trendine giren bir enflasyondan bahsediyoruz.

Önceki dönemlerden diğer bir farkı da en önemli nedenin yapısal olmaktan çok bir politika anomalisinin (faiz politikası) sonucu olmasıdır. Yani henüz kök salmayan, kalıcı yapısal sebepleri olmayan ve çok hızlı yükselmiş bir enflasyondan bahsediyoruz. Bu açıdan, mevcut enflasyonun izlenecek rasyonel politikalara karşı çok dirençli olmayabileceğini tahmin ediyorum.

Yani hem yeni hükümetin rasyonel politikalara dönecek olması hem de fazlasıyla yerleşik olmayan bir enflasyon yapısı enflasyon beklentilerini kolayca kırabilmek için imkân sunuyor. Fakat eğer dirençli bir enflasyon durumu ile karşılaşırsak, ki bu durumu aşağıda ifade ettim, farklı politikalar izlemek gerekebilir.

Seçim sonrası faizlerin hareket yönünün her açıdan yukarı yönlü olacağını belirttim. Fakat bunun olumsuz bir takım refah etkileri de olacaktır. Bu da ilgili aktörlerin borç yapıları ve düzeyleri üzerinden kendisini gösterir. Devletin tahvil stokunda, özellikle 2022 yılında çok ciddi bir artış oldu, %250 kadar arttı (2023 başında yaklaşık 1 trilyon TL değerinde).

Devletin borcu sabit faizli, değişken faizli ve döviz cinsindendir. Kamu borcunun sabit faizli borcu nispeten daha düşük düzeydedir (bu oran yaklaşık %15 düzeyindeydi). Dolayısıyla yükselen faizden etkilenmez. Fakat kalan kamu borcunun bir kısmı değişken faizli olması faiz ödemelerini artıracaktır. Toplam tahvillerin önemli bir kısmı, yaklaşık %80’i, bankaların ellerindedir.

Döviz kurunda aşırı bir yükselmeyi teşvik edecek veya buna yol açacak olacak önemli bir neden gözükmüyor. Dolayısıyla, yeni yönetim Merkez Bankası’nın da işini kolaylaştıracak şekilde seçim sonrası ithalata özel bir ağırlık vermelidir.

Dolayısıyla, faizin yukarı doğru hareket etmesi, sabit faizli tahviller dışında bankalar için ciddi bir kayıp oluşturmaz. Aktiflerindeki kamu tahvilleri oranı da çok yüksel sayılmaz (yaklaşık %17 civarındadır). Bankaların faiz yükselmelerinden dolayı çok zarar edeceğini beklemiyorum çünkü hem değişken faizli tahvil (ve döviz cinsi tahviller) payının yüksek olması hem de tahvillerin aktiflerdeki payının düşük olması kaybın boyutunu sınırlar. Dahası son dönemlerde çok yüksek kârlar ettiklerini de unutmayalım.

 (ii) Döviz kuru

Seçim sonrasında döviz kurunun yönü ve değişim düzeyi konusunda farklı tartışma ve tahminler söz konusu. Yaygın tahminlerden biri döviz kurunun çok yükseleceği şeklinde. Özellikle dış kaynaklı yayınlarda bu iddiaları görüyoruz. Bu da büyük oranda son bir yıldaki döviz kurunun enflasyonun altında kalmasına (reel döviz kurunun değerlenmesi) ve dış ticaret açığının sürdürülemez düzeye gelmesine bağlanıyor.

Seçim sonrası özellikle bu türden bir döviz kuru hareketliliği beklemediğimi hemen belirtmeliyim. Her şeyden önce TL’nin değerli olup olmadığı son bir yıla bakılarak belirlenemez. 2018 krizinden bu yana düşünüldüğünde TL değerli değildir. Dış ticaret açığındaki artışın da büyük oranda ithalattaki artıştan kaynaklandığı görülüyor.

Son bir yıldır ithalattaki artış ihracattaki artışın çok üstündedir. İthalattaki artışın sebeplerinden biri döviz kurundaki belirsizliğin ithalat talebini öne çekmesinde etkili olduğunu düşünüyorum. Bu hem ithalat tüketim mallarındaki artışta hem de firma sermaye malı stoklarında ve ara malı ithalatındaki artışta görülüyor.

Diğer bir sebep de artan enerji fiyatları ve altın ithalatıdır. Buna ilave olarak, ihracat artmasına rağmen ihracat mallarının fiyat esnekliğinin, coğrafi dağılımının, ürün niteliğinin ve üretim kapasite problemlerinin ihracattaki artış hızını sınırlandırdığı açık. Kısaca, dış ticaret açığının döviz kuru fiyatından çok daha makro havaya bağlı ve yapısal nedenleri var.

Bu yüzden, döviz kurunda aşırı bir yükselmeyi teşvik edecek veya buna yol açacak olacak önemli bir neden gözükmüyor. Dolayısıyla, yeni yönetim Merkez Bankası’nın da işini kolaylaştıracak şekilde seçim sonrası ithalata özel bir ağırlık vermelidir; ithalat düzeyini aşağı çekmek için gerekli tedbirler düşünülebilir. Bu tür önleyici tedbirlerin büyümeye negatif katkısı olacağını da beklemediğim gibi, bu aşamada önceliğin döviz kuru istikrarına verilmesi gerektiğini de düşünüyorum.

Diğer yandan, makro iktisadi değişkenlerin oldukça kötü olduğu 2022 yılında dahi sert bir kopuş (kriz) olmamasının en önemli sebebi kaçacak düzeyde yabancı sermayenin olmamasıydı. Bu durum seçim sonrası için de geçerlidir. Dolayısıyla, sermaye kaçışı bağlantılı bir döviz kuru hareketliliği de söz konusu değildir.

Buna artan faizlerin ve düşen risk primin etkilerini de eklediğimizde döviz kuru hareketliliğinin sınırlı kalacağını öngörüyorum. Dahası, mevcut KKM de döviz talebini hâlihazırda sınırlandırmaktadır. KKM konusu hakkında düşüncelerimi aşağıda daha detaylı ifade edeceğim.

Enflasyonun aynı zamanda ciddi üretim kısıtları ile beslendiğini de düşündüğümüzde kısa dönemde sert tedbirler almak için daha ihtiyatlı olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Fakat kısa dönem borç düzeyi yüksek olan (yaklaşık 180 milyar dolar) ve yüksek cari açık veren (yaklaşık 30-40 milyar dolar) bir ülkenin döviz talebi olacağı çok açık. Bunun sürdürebilir olması için yeni yönetimin yeterince zamanı vardır. Bunun için sermaye akımları ve turizm gelirleri bir ölçüye kadar yardımcı olabilir.

Bu düzeyde döviz açığı olan bir ülkenin sermaye akımlarına ihtiyacı vardır. Ve hatta kamu harcamaları ve çalışanların aleyhine koşullar içermediği müddetçe IMF’den de yardım talep edilebilir. Bu, döviz kuru istikrar programının rezerv desteğini oluşturması açısından önemli olur. Mevcut hâliyle kamu bütçe açığının çok yüksek olmaması IMF’nin kemer sıkma taleplerini de önleyecek niteliktedir.

(iii) Enflasyon ve büyüme

Enflasyonun seyri hem döviz kurunu hem de faiz oranlarının izleyeceği patikayı belirlemede oldukça etkili olacaktır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, rasyonel faiz politikası, henüz kök salmamış bir enflasyon, makro düzeyde artan güven ortamı (azalan risk primi) ve döviz kurundaki hareketliliğinin sınırlı kalması enflasyonu aşağı çekme konusunda yeni yönetimin işini kolaylaştıran unsurlardır.

Fakat eğer enflasyonun sanılanın aksine daha dirençli çıkması durumunda daha ciddi bir programa ihtiyaç olacaktır. Bu durum ilk 4-6 ay içinde belli olur. Buna göre, tüm toplum kesimlerini kapsayan bir program gerekli. Meksika 1987’de buna benzer bir programı “dayanışma paktı” (solidarity pact) adı altında uygulamaya koymuştu.

Bu programda devlet, firmalar ve işçiler bir araya geldi ve anlaştılar. Buna göre, devlet döviz kuru ve kamu mallarındaki fiyat artışlarını sınırlandıracak, karşılığında da firmalar ve işçiler ücret ve fiyat oluşumunda üstüne düşeni yapacaktı. Bu tür sosyal anlaşmalar enflasyonun olası maliyetlerini bir kesime yıkmak yerine onu paylaştırmak açısından daha adil ve sürdürülebilirdir. Enflasyonun sosyal maliyetini hafifletmek için üst gelir gruplarına dönük gelir/servet vergilerinin geçici bir süreliğine artırılması da bu politikalardan biri olmalı.

Bu program kapsamında, enflasyon ataletini ortadan kaldırmak için ücret ve fiyat uyarlamasını ileriye dönük yapmak gerekebilir. Ücretlerde ileriye dönük artış ve bunun da periyodunu 6 aya çekerek yapılabilir. Bu da ücret, fiyat ve döviz kuru davranışını koordine edecek bir mekanizma içinde gerçekleşmeli.

Bu tür bir programa ihtiyaç duyulması durumunda döviz kurunun da belirli bir program kapsamına alınmasını gerektirir. Çünkü program üzerindeki tek olumsuz taraf döviz kurundaki artışlardır. Bunun için de bir kur istikrar programı gerekir. Mevcut rezerv miktarı bu opsiyonu zayıflatıyor olsa da en azından belirli ve kararlı döviz kuru hedefleri ilan edilebilir. Bu bağlamda, üst faiz limiti olmayan KKM’den de faydalanılabilir.

Enflasyon sorunu er veya geç çözülür, fakat burada sorun kullanılan yöntemlerin bu problemi diğer alanlara yapma potansiyelidir. Özellikle enflasyonun büyük oranda bir maliyet enflasyonu (kendi dinamiğini zamanla yaratsa bile) olduğunu unutmadan ve buna uygun politika setinin kullanılması gerekir.

Talebi gereğinden fazla baskılamanın (aşırı faiz artışları gibi) ekonomiyi resesyona sokma ve sonuçta işsizliği yaygınlaştırabilir. Enflasyonun aynı zamanda ciddi üretim kısıtları ile beslendiğini de düşündüğümüzde kısa dönemde sert tedbirler almak için daha ihtiyatlı olmamız gerektiğini düşünüyorum. Yani büyüme ve enflasyon ilişkisinden enflasyon tercih edilirse bu ciddi bir hayal kırıklığı olur.

Dahası, enflasyonu pekâlâ büyümeden feragat etmeden düşürmek mümkün, bunun için de faiz konusunda, ısrarla ifade ettiğim gibi, çok keskin olmaya ve acele etmeye gerek yok. Nitekim 2000’li yılların başından itibaren böyle oldu. Enflasyon düşerken büyüme arttı. 2023 Seçimi sonrası da risk algısının düştüğü benzer bir atmosferde kendimiz bulma ihtimalimiz çok yüksek.

Yatırımların önündeki risk perdesi dağıldığında daha üretken ve sağlıklı bir büyüme patikası belirecektir. Bunlara ilave olarak, 2023 yılının ikinci yarısında, dünya genelinde sıkı para politikaları izlenmeye devam edilse bile belirli düzeyde bir büyümenin bekleniyor olması da bu anlamda pozitiftir. Yani dünya iktisadi konjonktürü de olumsuz gözükmüyor. Bu anlamda, Türkiye hem kısa dönem borç ve cari açıklarının finansmanı hem de dış ticaret kanalı ile ikinci yarıda rahatlayabilir. Tabii tüm bunlar daha adil ve etkin bir iktisadi yaşam için başlangıç koşullarıdır.

(iv) KKM ve regülasyonlar

Seçim sonrası KKM’nin konumu oldukça kritik önemde bir konudur. KKM, iktidarın politika faiz oranını sürekli düşürmesi sonrasında döviz kuru üzerinde oluşan baskıyı hafifletmek için kur riskini üstüne alması ile oluşturduğu bir finansal üründür. Döviz kuru üzerindeki baskıyı bir ölçüye kadar tutmakta da başarılı oldu. Fakat bunu ciddi anlamda kamu kaynaklarını sınırlı sayıda döviz sahibine aktarmakla yaptı, yani makro istikrar için bir tür eşitsizliği derinleştirdi. KKM hem izlenen yanlış politikanın bir sonucu olması hem de oluşan geçici çözümün bu politikaların sürdürülmesine imkan vermesi anlamında sistem içindeki riski büyüten bir role sahiptir.

KKM’yi olası alternatif maliyetler ile (örneğin, yüksek faizli hazine kâğıdı çıkarmak gibi) karşılaştırmanın iyi bir yaklaşım olmadığı çok açık. Çünkü bu hem izlenen irrasyonel faiz politikasına bir meşruiyet alanı açıyor hem de KKM’nin diğer regülasyonlarla ancak bir sonuç verdiği gözden kaçıyor (rezervlerin satılmasına devam edilmesi, getirilen tonlarca döviz regülasyonlar gibi).

KKM dövizi baskıladığı için oluşan istikrar algısı ekonominin iç dinamiklerinin bozulmasına ve yapılan hatalardan geri dönülmesine de imkân vermedi. Bu yanıyla, iktisadi ve sosyal risklerin birikmesine yol açtı. Artan enflasyon, derinleşen eşitsizlik, yaygınlaşa sefalet, büyümenin niteliğindeki bozulma ve artan dış ticaret açığı gibi sorunların ekonomi ve sosyal hayatın her alanına yayılmasına neden oldu.

Fakat burada asıl konumuz seçim sonrası KKM politikasının nasıl olması gerektiğidir. Geçen hafta KKM’deki üst limit faizinin kaldırılması, seçime giderken olası bir krizden kaçınmak alınan bir karar olsa da iyi bir karar olduğu açık. Bu aynı zamanda, sonraki yönetimin de işini kolaylaştırmış durumda.

Çünkü, bir, gelir transfer tarafını kamu kaynaklarının transferini azalttığı gibi, bunu bankalara havale etmiş oldu. İki, KKM’nin hemen kaldırılmaması gerektiğini ve bu son hâliyle bir müddet istikrarlı bir döviz kuru için kullanılabileceğine göstermiş oldu. Yani KKM’den döviz kuru istikrarı için geçici olarak faydalanabilir. Bu yapıyı doğrudan kaldırmak şimdilik problemlidir. KKM bildiğim kadarıyla 2023 yılsonuna kadar yürürlükte kalacaktır. KKM’den çıkış strateji iyi planlanmalıdır aksi takdirde toplu çıkışlar çok ciddi olumsuz etkilere yol açar, enflasyonu indirme sürecini tamamen sekteye uğratabilir.

Burada kritik olan enflasyonun kontrol edilmesidir. Enflasyon kontrol altına alındığında KKM hem cezbedici bir ürün olmaktan çıkar hem de kaldırılması kolaylaşır. Kur riski kalktığında KKM mevduat faizi getirisine yakınsar ve sıradan bir mevduata dönüşür.

Fakat burada şunu da söylemek de fayda var; bir ülkenin dolarizayon düzeyi hem enflasyonu indirme başarısına hem de genel risk algısının uzun sürede değişmesine bağlıdır. Bu yüzden azalması çok daha uzun bir zaman alacaktır.

Seçim sonrasında regülasyonlar konusunda da birtakım kararlar vermek gerekecektir. Şu ana kadar döviz kurunu baskılamak için her türlü araç sisteme monte edildi. Her biri için karar verirken ayrı veya bazen birleşik bir etki analizi yapılmalıdır. Bazıları kolayca kaldırabilir. Örneğin, bankaların döviz mevduatı ve kullandırdıkları krediler karşılığında tahvil tutma zorunluluğu kolayca kaldırılabilir.

Fakat KKM gibi nispeten hemen kaldırılması sorun yaratacak diğer regülasyonlar söz konusudur. Bu tür regülasyonları bu sorunlu hâlleri ile de olsa sistemi hâlâ ayakta tutan unsurlar olarak görmek gerekir. Kolonlar sorunlu diye onları yıkmak iyi bir yaklaşım olmaz. Düzeltmek ve yeniden yapmak gerekir, bu da özenle ve zamanla olmalıdır. Regülasyonların büyük bir kısmı dövize getirilen kısıtlar içerdiğinden, seçim sonrasının yeni hükümeti bunlara geçici olarak da olsa ihtiyaç duyacaktır.

Sonuç olarak, ekonomideki tüm fiyatlar bir ölçüye kadar birbiri ile ilişkilidir. İrrasyonel faiz politikası da bize faiz oranı örneğinde çok sayıda fiyatın bağlantısını gösterdi (döviz kuru-mal fiyatları-varlık fiyatları). Seçime giderken neredeyse tüm fiyatlar etkin ve adil olmayan bir merkezi/idari bir baskı altında.

Örneğin, mevduat faizi ve döviz kuru KKM kontrolü altında, kredi faizleri çok sayıda düzenlemelere (faiz limiti, karşılık bulundurma, zorunlu karşılıklar gibi) tabidir. Yeni yönetim bu durumun zamanla ve stratejik bir politika seti ile daha adil ve rasyonel bir forma dönüşmesini sağlayabilir. Kurumların tekrardan asli işlerine dönmesi de bu süreci hızlandıracaktır. Tabii bunlar daha adil bir iktisadi ve sosyal hayat için sadece başlangıç koşulları olabilir.

Ensar YILMAZ – Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Bilançosunu yönetemeyen 2027’yi göremeyecek

Geçen yıl bütün şirketlerin tarihinin en iyi bilançolarına ulaştığını söyleyen İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, şirketleri rehavete kapılmamaları konusunda uyardı. Aran, bilançosunu iyi yönetemeyen, dijitalleşme ve yeşil dönüşüme gerekli önemi vermeyen şirketlerin 2027 yılını göremeyeceğini söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

İş Bankası’nın bir girişimi olan ve demir çelik sektörünün sanal pazarı olarak hizmet veren Proemtia, bir yılını tamamladı. Bu kapsamda düzenlenen toplantıda konuşan İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, ekonomiye dair önemli mesajlar verdi. Konjonktürün şirketler için zorlayıcı olduğunun altını çizen Hakan Aran, “Ekonomik şartların en ağır olduğu ve bu ağırlaşmanın reel sektör tarafında daha çok hissedileceği bir döneme giriyoruz. İzlenen ekonomi politikalarından dolayı geçtiğimiz yıl tüm şirket bilançoları tarihinin en iyi durumuna ulaştı.

Tarihinin en iyi durumuna ulaşan şirket bilançolarının bu kadar kısa sürede bozulması eşyanın tabiatına aykırı. Ancak şunu söylemek isterim o en iyi noktadan geriye dönüyoruz. Bundan sonra önümüzdeki 2,5 yıllık dönemde sadece bilançosunu iyi yöneten ve verimlilik artışını sağlayan şirketler 2027 yılını görebilecekler. Bunu başaramayan ve geçen yılın iyi bilançosunun sarhoşluğunu yaşayan ve onu devam ettirebileceğini düşünenler ise bu süreçte 2024, 2025 ve 2026 yıllarında oldukça zor günler yaşayacak” diye konuştu.

“Şirketlerin finansman maliyetlerini karşılaması çok zor”

Böyle bir dönemde finansmana erişimin çok kolay olmadığını vurgulayan Aran, “Maliyetler de çok yüksek, herhangi bir iş alanında bu maliyetleri karşılayacak bir kârlılıkta söz konusu değil. O nedenle finansmana erişimin daha kısıtlı daha dikkatli kullanılması gereken bir dönemde ben işbirlikleri ve ortaklıkların da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Banka olarak herhangi bir alanda sadece kreditör olarak değil o alanda fiilen destekleyen bu zor dönemi beraber ortak olarak devam edip bu finansman maliyetleri makul seviyeye indiği zaman tekrar finansör görevine dönecek şekilde banka olarak bu zor dönemi yönetmede esnek olduğumuzu söylemek isterim. Dönem neyi gerektiriyorsa mevzuatın çizdiği sınırlar içerisinde o pozisyonu hiç çekinmeden alacağımızı söylemek istiyorum” ifadelerini kullandı.

“İhracatımız yüzde 90 oranında ithalata bağlı”

Proemtia’nın kendileri için ne anlama geldiğini de anlatan Hakan Aran, şunları söyledi: “Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılasında en büyük payı alan sektör imalat sanayi sektörüdür. İmalat sanayi sektöründe meydana gelen her yüzde 1’lik artış ekonomik büyümeyi binde 5 oranında artırdığını bilmemiz gerekiyor.

İhracatı ve üretimi ön plana çıkarıyoruz ancak maalesef ihracatımız yüzde 90 oranında ithalata bağlı. İthalat ettiğimiz hammaddenin yanında insanımızı yakıt olarak kullanıyoruz, enerjiyi kullanıyoruz ve bu bileşenleri pişirip ihracat gerçekleştiriyoruz. Ancak bu süreçte yarattığımız katma değer gerçekten çok düşük kalıyor. Bu nedenle arzu ettiğimiz sürdürülebilir büyümeyi ekonomimizde göremediğimiz için çok büyük oynaklıklarla mücadele ediyoruz.

Proemtia 1inci yılında sektör temsilcileriyle buluştu

Bir türlü ülke olarak o istediğimiz verimlilik artışını istediğimiz seviyeye çıkaramamış durumdayız. Bu artışı sağlamanın önümüzdeki 3 yılda 2 tane temel taşı var, biri dijitalleşme diğeri yeşil dönüşüm. Bu iki dönüşümü de başarmak durumdayız. Proemtia’nın imalat sanayinin gelişmesine pazarın güçlenmesi ve derinleşmesine katkı sağlayacağını, sadece sektörün kendi içerisinde sanayi 4.0’ın gerektirdiği o dijital dönüşümü değil aynı zamanda ödemelere aracılık ederken bu işin pazar yeri mantığıyla alıcı ve satıcıların zahmetsiz bir şekilde buluşup oradaki iş gücünden daha verimli yararlanılmasına öncülük etmek istiyoruz.”

Okumaya devam et

GÜNCEL

Yapay zeka, mavi yakalılardan sonra beyaz yakalıları tehdit ediyor!

Yapay zekanın ve robotlaşmanın olduğu dünyada önümüzdeki zaman içinde insanların gereksizleşmeye başlayacağına ilişkin öngörülerin olduğuna dikkat çeken uzmanlar, teknoloji yeni işler üretirken birçoğunu da yok ettiğini söylüyor.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yapay zekanın iş modellerini değiştirdiğini kaydeden Sosyolog Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Mavi yakalıların gitgide sayıları azalıyor. Eksile eksile gidiyorlar. İkinci tehdit dalgası da beyaz yakalılar için olacak. Ofis işlerinin çoğunu yapay zeka yapacak.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, yapay zekanın insan hayatına etkilerini değerlendirdi.

Yapay zekanın yok ettiği işler var…

Yapay zekanın ve robotlaşmanın olduğu dünyada önümüzdeki zaman içinde insanların gereksizleşmeye başlayacağına ilişkin öngörülerin olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Bu gereksizlik mevzusu gerçekten çok önemli. Teknoloji konusunda özellikle insanlar iyimserler, diyorlar ki; ‘Teknoloji bütün sorunlarımıza çözüm bulacak’. Buluyor, ama teknolojinin ürettiği işle, yok ettiği işler de var. Birçok yeni iş alanı üretiyor, ama birçoğunu yok ediyor. Yok ettiği daha fazla.” dedi.

Beyaz yakalılar da tehlikede

Yapay zekanın iş modellerini de değiştirdiğini kaydeden Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Bir tarafta 100 tane iş kayboluyor, yerine 5 tane yeni iş geliyor. 95 kişi ne olacak? Nasıl uyum sağlayacağız? Daha az nitelik gerektiren sektörlerde çalışan binlerce kol işçisi ne olacak? Mavi yakalıların gitgide sayıları azalıyor. Eksile eksile gidiyorlar. İkinci tehdit dalgası da beyaz yakalılar için olacak. Ofis işlerinin çoğunu, bankadaki, analiz işlerinin büyük bir çoğunluğunu yapay zeka yapacak, şu anda bile yapmaya başladılar.” diye konuştu.

Beyaz yakalıların da önemli bir kısmı gereksizleşmiş…

Yapay zekanın otomatik olarak maillere cevap verdiğini de dile getiren Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Bu da yavaş yavaş şunu gösteriyor, beyaz yakalıların da önemli bir kısmı gereksizleşmiş… Yarın, öbür gün büyük bir çoğunluğu ‘Biz ne yapacağız?’ diye düşünecekler. Para nasıl kazanılacak, kim harcayacak? İşte gereksizlik buradan başlıyor. Üretemiyorsun, çalışıp para kazanamıyorsun, kazanamadığın için de tüketemiyorsun. O zaman ne oluyor? Sistem için gereksiz birisi oluyorsun. Gereksizler aslında bunun nazikcesi… Aslında sınıf altı denilen bir kavram var.” diye anlattı.

Gereksizleşen insanların nasıl eyleneceği önemli bir soru!

Gereksizleşen insanların nasıl eyleneceğinin önemli bir soru haline geldiğini de ifade eden Prof. Dr. Barış Erdoğan, şöyle devam etti:

“Ne yapacaksınız? Oyun oynayacaksınız. Gitgide dünyada uyuşturucu kullanımı artıyor. Sosyal medyada saatlerce kaydırma yapılarak bakılıyor. Niye bakılıyor? Can sıkıntısından, yapacak iş gitgide azalıyor. Aslında bir sürü distopya romanında, bir sürü filmde bunun izlerini görüyoruz. Nasıl görüyoruz? Bir fanusun içinde gerekliler yaşıyor. Üretenler ve tüketenler. Bir de şehrin kıyısında, duvarın arkasında, fanusun dışında itilmiş kakılmış bir gereksiz ordusu var. Dünya aslında ona gitgide dönüşüyor. Nasıl dönüşüyor? Gettolar oluşuyor. Bakın bugün şehre; şehrin içinde gerçekten çok lüks yaşamların olduğu mekanlar var. Bir de onun dışarısında kalmış henüz o nimetlerden faydalanamayan bir grup var.

Gitgide o çalışanların işleri de robotlar tarafından yapılıyor. Yerleri temizleyen birileri çıkıyor. Servis yapan birileri çıkıyor. Tabii ki insana ihtiyaç olacak. Gerekli kadar olanını kendilerine kadar tutacaklar ama o gereksizler ne olacak? Çok büyük bir soru.”

“Şimdi de gereksizleşen, işi gücü olmayanlara saatlerce oynayacağı oyunlar icat ediliyor”

Komplo teorilerine de atıfta bulunan Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Covid zamanı da söylenmişti. Acaba gereksiz olanları bir şekilde öldürüyorlar mı? ‘Mesela en fazla yaşlılar ölmüştü. Çünkü sistem tarafından elendiler. Yük görünüyorlardı.’ Bu şekilde komplo teorisi… Olur mu olmaz mı orası ayrı bir konu. Ayaklanma çıkmaması için bunları bir şekilde eylemen lazım. Ne ile? Oyunla. Ve bu oyunlarda zaman diye bir mefhum da yok. Eski zamanlarda işçilerin oynadığı oyunların hep bir süresi vardır. Futbol 90 dakikadır. Niye buna bir süre koymuşlar? Çünkü işçi arada bir mola veriyor, rahatlıyor. Peki zenginlerin oyunu ne? Golf mesela. Bir süre yok… Saatlerce oynayabilir. Aynı şekilde şimdi de gereksizleşen, işi gücü olmayanlara saatlerce oynayacağı oyunlar icat ediliyor.” diye yorumda bulundu.

“Geleceğin toplumunu yönlendirebilir ve orada gereksiz olmayabiliriz”

Prof. Dr. Barış Erdoğan, kendini tekrarlamamak için hayal etmek gerektiğine işaret ederek, “Hayal etmeyen tekrarlar. Çünkü hayal etmeniz gerekiyor ama hayal etmeniz için ne yapmanız gerekiyor? Okumanız gerekiyor. Mitoloji okumanız gerekiyor. Oyunlara dönecek olursak aslında oyunların sırrı ne? Hint mitolojisi var içinde. Yunan mitolojisi var. Çin var. Eski ahitten hikayeler var. Yeni ahitler, dinler var. Dinler tarihi var. Hepsini bilmek gerekiyor ki yaratıcı oyunlar ortaya çıksın. O zaman işte milyar dolarlık sektörler oluyor. Bu sadece oyun için değil. Sinemada da aynısı. Hepsinin alt metinlerinde edebiyat, sanat, kültür, tarih var. O yüzden insanlar olarak hepimizin geçmişi çok iyi bilerek geleceğin toplumunu yönlendirebilir ve orada gereksiz olmayabiliriz.” diye konuştu.

“Gereksiz olmamak için hayal edelim…”

Nasıl öğreneceğini de öğrenmek gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Öğrenen ayakta kalabiliyor. Bir şeyi iyi bilmek bir mesele değil. Ama ona nasıl ulaşacağınız önemli. Bir de onun üstüne ne ekleyebilirim? Onun için de hayal kurmak önemli. Hayal etmezsek gereksiziz. Gereksiz olmamak için hayal edelim.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

Mahfi Eğilmez: KKM’nin 2024’e etkisi, 2023’ten belli!

Yayınlanma:

|

Yazan:

Merkez Bankasının (TCMB) 2023 yılı durumunu ve zararını genel olarak değerlendirmeyi ve uygulanan yanlış politikalardan ders çıkarmayı amaçlayan bu yazıdaki bütün veriler, aksi belirtilmedikçe, TCMB finansal tabloları üzerine yazılmış bağımsız denetçi raporundan alınmıştır (raporun linki için son not 1’e bakınız.)  Şimdi bu verilerden hareket ederek TCMB’nin 2023 yılı faaliyet sonuçlarını değerlendirelim.

TCMB’nin Hissedarları ve Kâr Dağıtımından Alacakları Paylar

Önce TCMB’nin kâr ettiğinde bu kârdan kimlerin pay alacağına yani Bankanın hissedarlık yapısına bir bakalım:

Bu yapıya göre TCMB’nin yüzde 55’i Hazine ve Maliye Bakanlığı’na (Hazine), yüzde 19’u sermayesi Hazine’ye ait olan Ziraat Bankası’na ait bulunmaktadır. Kalan hisseler içinde başka bazı kamu kurumları ya da kamu kesimi ortaklı kuruluşlar yer almaktadır. Bir başka ifadeyle bir anonim şirket olan TCMB’nin hisselerinin büyük çoğunluğu kamu kesimine aittir. Hissedarlar arasında yer alan Mervak; Merkez Bankası Mensupları Sosyal Yardım Vakfıdır. Diğer başlığı altında çok sayıda küçük pay sahibi hissedarlar yer almaktadır. TCMB, kâr ettiğinde bu kârının büyük çoğunluğunu, bu hisse yapısı ve kanununda yer alan hüküm gereği Hazine’ye devretmektedir.

Kârın nasıl bir dağıtıma tabi tutulduğunu son iki yılı karşılaştırmalı olarak sergileyecek şekilde aşağıdaki tabloda gösterelim:

Bu tabloya göre 2022 yılında elde edilen net 72 milyar TL tutarındaki kârın dağıtılmasında ihtiyat akçesi olarak ayrılan 39,3 milyar TL’den sonra kalan tutarın ihmal edilebilecek kadar düşük bir miktarı diğer hissedarlara ve TCMB çalışanlarına dağıtılmıştır. Kârın kalan 32,6 milyar TL’si Hazine’ye devredilmiş, ayrıca 39,3 milyar TL’lik ihtiyat akçesi de Hazine’ye verilmiştir.

TCMB’nin Geçmiş Yıllar Kârları ve 2023 Zararı

Merkez Bankası (TCMB) 2023 yılında 818,2 milyar TL zarar ettiğini açıkladı. Bu, TCMB bilançosunu izleyenler için sürpriz değildi. Çünkü TCMB görev konusuyla hiç ilgisi olmayan bir kur korumalı mevduat yükü altında kalmıştı ve bu yük bilanço kalemlerine yansıyordu. 2023 yılında kâr değil 818,2 milyar TL zarar söz konusu olduğu için ihtiyat akçesi ayrılması mümkün olmadığı gibi hissedarlara ve çalışanlara kârdan pay verilmesi ve Hazine’ye kâr devri söz konusu olmamıştır.

Merkez Bankası’nın geçmiş yıllar kârları şöyledir (kaynak: TCMB, Kâr Zarar Tablosu.)

Merkez Bankaları, piyasaların durumuna ya da uyguladıkları para politikasının yönüne ve ağırlığına göre göre zaman zaman zararla karşılaşabilir. Örneğin 2023 yılında yalnızca TCMB değil başka merkez bankaları da zarar ettiler. Mesela ABD Merkez Bankası (Fed) 114 milyar dolar, Avrupa Merkez Bankası (ECB) 1,3 milyar Euro zarar etti. Zarar eden merkez bankaları arasında İsviçre ve Hollanda merkez bankaları da var. Bu zararların temel nedeni kurlardaki değişimler ve menkul kıymetler cüzdanında tuttukları yerli ve yabancı tahviller oldu. Merkez bankaları küresel kriz süresince para arzını artırıp piyasadan tahvil satın alarak ekonomiyi canlandırmaya yöneldiler. Faizler değişmediği sürece bu işlem zarar yaratmadı. Enflasyonda ortaya çıkan yükselişi durdurabilmek için 2022 yılında başlayıp 2023 yılında hızlanan faiz artırımları sonucunda ellerindeki tahvillerin değeri düştü. Merkez bankalarının 2023 yılındaki zararlarının asıl nedeni budur (bu çelişki için son not 2’deki yazıma bakabilirsiniz.)

TCMB’nin, 2023 yılındaki 818,2 milyar TL’lik zararı ise bu sayılan merkez bankalarının durumundan farklı olarak neden – sonuç ilişkilerinin birbirine karıştırılmasıyla ortaya çıktı.  Son yıllarda pek çok bilim dışı adım söz konusu oldu ama bunlar arasında ekonomide en büyük hasarı yaratmış olanı faizi, enflasyonun altında belirlemek olmuştur. 2021 yılının Eylül ayında başlayan faiz indirimlerinin yarattığı dövize talebi önlemek amacıyla getirilen kur korumalı mevduat sistemi bankaların ödemesi gereken maliyeti TCMB’nin üzerine yıkarak 2023 yılı sonu itibarıyla 818,2 milyar TL’lik zarara yol açmıştır

TCMB’nin Döviz ve Altın Rezervlerinin Durumu

Bu yanlış ekonomi politikası, TCMB’ye yüklediği bu astronomik zarara ek olarak ayrıca ciddi bir rezerv kaybına da mal oldu. Aşağıdaki tablo TCMB’nin 19 Nisan 2024 itibarıyla rezerv durumunu gösteriyor (kaynak: TCMB bilançosu, parasal ve finansal göstergeler tablosu, uluslararası rezervler ve döviz likiditesi tablosundaki verilerden yararlanarak tarafımdan hazırlanmıştır.)

TCMB, hiç üzerine vazife olmadığı halde bir yandan kur garantisi veren bir kur korumalı mevduat sisteminin zararını üstlenirken bir yandan da GSYH’yi yüksek göstermek adına kuru düşük tutmak için rezervlerini sattı, onunla da yetinmedi borçla edinilen rezervleri de harcadı.

Rezervler meselesine girmişken kamuoyunda yalan yanlış bilgilere dayalı olarak tartışılan TCMB’nin altınları meselesine de değinelim. Aşağıdaki tablo TCMB’nin altın varlığını ve bunların nerede bulundurulduğunu gösteriyor:

2023 yılsonu itibarıyla TCMB’nin uluslararası standarttaki altın varlığı 726,4 tondur. Bu miktarın 524,1 tonu TCMB’ye, 152,2 tonu bankalara (108,1 tonu zorunlu karşılıklar, 43,3 tonu bankalar serbest altın deposu), 50,1 tonu Hazine’ye aittir. Ayrıca 2,8 ton da TCMB’ye ait uluslararası standartta olmayan altın mevcuttur. Uluslararası standarttaki 726,4 tonluk altın mevcudunun 34 tonluk kısmı TCMB kasalarında, 150,6 tonluk kısmı İngiltere Merkez Bankası’nda (BOE), 541,8 tonluk kısmı Borsa İstanbul’da (BIST) saklanmaktadır. Uluslararası standartta olmayan 2,8 tonluk altın TCMB kasalarında bulunmaktadır. Altınların bir kısmının BOE bir kısmının da BIST nezdinde bulunmasının nedeni bunların swap işlemlerinde kullanılabilmesi içindir.

Değerlendirme

Merkez Bankaları genellikle kâr ederler. Buna karşılık kriz dönemlerinde izlenen politikalar ve faizlerdeki gelişmelere göre zarar etmeleri de söz konusu olabilir. TCMB’nin 2023 yılı zararı yanlış faiz politikası sonucu insanların dövize kaçmasını önlemek için getirilen kur korumalı mevduat uygulamasından kaynaklanmıştır. Bu uygulama yalnızca zarara değil, kuru tutma çabası nedeniyle rezervlerin eksiye düşmesine de yol açmıştır. Sorun bununla da bitmiyor. TCMB’nin zarar etmesi ve bunun sonucu olarak geçmiş yıllarda olduğu gibi Hazine’ye kâr ve ihtiyat akçesi devredemeyecek olması 2024 bütçe açığının finansmanı için de ciddi bir sorun yaratmıştır.

Ekonomi politikası ilginç bir politikadır. Bir bütün olarak doğru kurgulanıp uygulanamazsa birbiriyle çelişen parçalar haline dönüşür ve bir senteze varılması olanaksız hale gelir. Ekonomi politikası açısından bakmayı başarabilirsek, ekonomideki en önemli faktörlerin başında faizin geldiğini görürüz. Yanlış belirlendiğinde ekonomiyi alt üst eder, üretim ve yatırımı yok eder, tüketimin öne geçmesine yol açar. Bunun sonucunda ekonomi büyüse de kaliteli bir büyüme yakalanamaz. Bir süre sonra faiz doğru tespit edilse bile tek başına ekonomiyi düzeltemez, yanında mutlaka yapısal reformlarla desteklenmesi gerekir.

Son notlar: 

1 https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/51753143-d577-47b4-9270-6cefbd613c8e/TCMB+-31.12.2023++Yasal+%28T%C3%BCrk%C3%A7e%29.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-51753143-d577-47b4-9270-6cefbd613c8e-oYL09F5

Tahvil fiyatı ile faiz arasındaki ters ilişkiyi ortaya koyan yazım için:

https://www.mahfiegilmez.com/2013/06/faiz-yukselince-kim-kazanr-kim-kaybeder.html.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.