Connect with us

EKONOMİ

“Büyük istifa”dan sonra “sessiz istifa”

Yayınlanma:

|

Geçen yıl Çin’de viral olan, bir internet gönderisi olarak başlayan, o zamandan beri diğer ülkelere yayılan, insanların desteklerini dile getirmek için internet forumlarına ve sosyal medyaya akın ettiği, çalışanların uzun saatler çalışma fikrini reddettiği yeni bir işyeri trendi popüler olmaya başlıyor; ‘sessiz istifa’.

Kimine göre istifa etmeden yapılan işle ilgili sınırları belirlemek, kimine göre de yalnızca minimum olanı yapmak anlamlarına gelen ‘sessiz vazgeçiş’, aslında çalışanların yalnızca iş tanımlarında belirtilen görevleri yerine getirmelerini ve bunların dışında kalan sorumlulukları reddetmelerini içeriyor.

Günümüzde çalışanlar, genellikle geleneksel performans parametrelerinin ötesinde, rollerinin kendilerinden talep ettiğinin ötesinde şirketlere katkıda bulunuyor ve çoğu zaman karşılığını alamıyor.

Bunun farkına varanlar, rolleri için gerekenden daha uzun saatler çalışmak zorunda kalmaktan kaçınıyor.

Sessiz vazgeçiş; medya, tıp, akademi, eğitim, hizmet, eğlence, müzik, çocuk bakımı, vb. birçok sektörde çalışanların, kendilerinden düzenli olarak aşılması istenen beklentilerin sürdürülebilir olmadığını veya buna değmediğini fark etmesinden, ek üretkenlik veya verimlilik yaratma çabalarının daha yüksek ücret yoluyla onlara fayda sağlamamasından yalnızca yöneticilerini veya çalıştıkları şirketi finansal olarak ödüllendirmesi düşüncelerinden kaynaklanıyor.

Sessiz istifanın kökeni

Birçoğu, sessiz istifa hareketinin başlangıcını Nisan 2021’de Çin’deki bir internet kullanıcısının, ülkenin kendi refahlarından çok çalışmaya öncelik verme zihniyetini eleştiren bir paylaşımına bağlıyor.

Çin iş kanunlarına göre işçiler günde 8 saatten ve haftada 40 saatten fazla çalışamıyor.

Ancak gerçekte birçok işletme, yüksek üretkenliklerini sürdürmek için genellikle çalışanlarının normal çalışma saatlerinin ötesine geçmesini istiyor.

Bu, çalışanların haftanın 6 günü, her gün sabah 9’dan akşam 9’a kadar çalışmasına yol açıyor.

Özellikle satış, mühendislik üstüne çalışan firmalarda çalışanlar için yorulmak yok, iş var.

Çin’de teknoloji şirketlerinin gayri resmi çalışma sistemi olarak bilinen ve 996 olarak kodlanan sabah 9’dan akşam 9’a, pazartesiden cumartesiye kadar çalışma düzeni nedeniyle 29 Aralık 2021’de 22 yaşındaki bir genç hayatını kaybetmiş, gencin ölümünün ardından ülkenin sosyal paylaşım sitesi Weibo’da sosyal medyada 996’ya tepki gösteren paylaşımlar yapılmıştı.

Ücretsiz mesaiye kalmak Çin’de çok olağan bir şey.

Tüm bu nedenlerle Çin’de sessiz istifa internet gönderisi o kadar popüler oldu ki, devlet tarafından yönetilen Guangming Daily de dahil olmak üzere yerel Çin medyası iddialarını çürütmek için makaleler yayımlamaya başladı.

Çin Çalışma İlişkileri Üniversitesi’nden bir yetkili olan Wang Xingyu, “Gençlerimizin yaratıcı katkısı, yüksek kaliteli kalkınma hedefine ulaşmak için vazgeçilmezdir” diyerek trende destek verirken, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de halkı bu trendi izlemenin tehlikeleri konusunda uyardı.

Hükümetin harekete karşı çıkmasına rağmen, birçok genç Çinli hala eğilimi desteklemeyi sürdürüyor.

Diğer ülkelere de yayılıyor 

Artık dünyanın bir ülkesinde başlayan bir hareket farklı ülkelerde kendine destek alanı buluyor.

Bir zamanlar sadece sendika üyeliği ile elde edilen bu iş birliği, artık sosyal medya dünyasında da uygulanabiliyor.

Bu, çalışanların keşfettiği yeni gücün ellerinde kalabileceğini gösteriyor.

Çalışanların uzun saatler çalışma fikrini reddettiği bu yeni işyeri trendi Avustralya’da da popüler olmaya başlıyor.

Sessiz istifa, alışanların tazmin edildiğinden daha fazla iş yapmayı reddetmelerini içeriyor

Avustralya’da bir Reddit kullanıcısı, Brisbane dizisinde sessiz istifayla ilgili bir TikTok videosu yayımladı.

Kendi sağlıklarını ve esenliklerini kariyerlerinden öne koyma görüşüne katılan kişiler, videoya destek verdi.

Kovid’in işyerlerinde büyük değişikliklere neden olmasıyla birlikte işletmeler üretken kalabilmek için yeni politikalar benimsemeye zorlanıyor.

Bununla birlikte, yeni hareketin önerdiği gibi, çalışanlar da kendileri için en iyi olanı gördüklerinde destek veriyor.

Türkiye’de 45 saati aşan mesailerin denetim altına alınması gerekiyor

Türkiye’de 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63’üncü maddesinde, haftalık çalışma en çok 45 saat olarak belirlenmiş durumda.

Özel sektör şirketlerinin büyük bölümü işçilerini haftada 45 saat çalıştırıyor.

657 sayılı kanun kapsamında memurların haftalık çalışma süresi ise 40 saat ve haftada 5 gün çalışıyorlar.

Özel sektörde çalışma saati haftada en fazla 45 olması gerekirken, ülkece ‘ortalama’nın üstündeyiz.

Bazı araştırmalara gör,  Avrupa’da haftalık ortalama çalışma saatinin en uzun olduğu ülke Türkiye.

Türkiye’de 45 saati aşan mesailerin denetim altına alınması gerekiyor  / Fotoğraf: AA

Fazla mesaiyi seven, verimlilik dayatmasıyla, sürekli artan bir tempoyla çalışmak zorunda bırakılan insanlara sahip bir ülkeyiz.

Kayıt altına alınmayan çalışma saatlerimiz fazla. Bazı sektörlerde örneğin hizmet sektöründe çalışma saatleri beyan edilenin çok üstünde.

Türkiye’de mesai saatlerinin kısalması gündeme gelse de, ne zaman hayata geçirileceği bilinmese de önce 45 saati aşan mesailerin denetim altına alınması gerekiyor.

Çünkü fazla mesailer için bir denetim yok ve ek mesailer için genellikle ödeme yapılmıyor.

Oysa İş Hukuku’nda, iş hukukunun işçiyi koruyucu işlevi gereği azami çalışma süreleri, asgari dinlenme süreleri ve bunlar arasındaki sınırlar kesin bir dille çizilmiş durumda.

Çalışma süreleri yönetmeliğine göre günlük dinlenme süreleri 12 saattir ve kesintisizdir (İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliği; Madde 3).

İşçinin ulaşılabilir olması konusunda tüm hukuk sistemi bakımından işçinin onayı gerekiyor.

Buna rağmen ne yazık ki işçinin çalışma süresiyle dinlenme süresi arasındaki sınır belirlenemiyor.

Çalışma süresinin artırılması durumunda işçinin mutlaka yazılı onayının aranması ve fazla çalışma ücretinin sağlanması gerekiyor.

Fazla çalışmaya ve tükenmişliğe bir tepki 

Pandemi ile uzun süreli istikrarsızlık dönemi, işkolik bir kültür yarattı bu da sessiz istifa hareketini hızlandırdı.

Bu trendle insanlar, iş unvanlarının kapsamı dışındaki işleri üstlenmek için harcadıkları fazladan zamanın işe yaramadığını fark etti.

Her ne kadar “sessiz vazgeçiş” doğru bir isim mi emin olamasam da bunun yerine “ücretine göre hareket etmek, iş-yaşam dengesi, özbakım, kendine bakmak için zaman ayırmak, iş yavaşlatmak, sınırlar koymak” ifadelerine de yer açabileceğimizi görüyorum.

Şu tanımdan da anlaşılacağı üzere sessiz vazgeçiş yeni bir şey değil diyebiliyorum.

Pandemiden bu yana insanların işleriyle ilişki kurma biçimlerinin değiştiğini biliyoruz. İnsanlar yaptıkları işte daha fazla anlam aramaya başladı.

Birçok kişi kişisel değerlerini iş rolleriyle uyumlu hale getirmeye çalıştı.

Sessiz istifayı, büyük istifa ile yan yana koyabiliriz. Hatta sessiz istifanın bir süredir demlendiğini dahi söyleyebiliriz.

Çünkü gördüğümüz şey, sürdürülebilir bir çalışma ve yaşam biçimi yaratmak için yapılan düzeltmedir.

İnsanların hayatın işten daha fazlası olduğunu söylemesidir.

Sessiz istifa, iş dışında anlamlı bir yaşamdan kaçınmamayı, işten kopmayı başarmayı, yalnızca verilen işleri yapmayı, iş sonrası adeta öz bakım uygulamayı isteyen insanların artık koşuşturma kültürüne ve tükenmişliğe bir tepki vermesidir.

Tüm bu trendlerin ödenmeyen ücretlerin ödenmesi, verilmeyen hakların elde edilmesi için yol açıcı olacağı, şirketler tedbir almazlarsa bireylerin kendini savunmayı ve neleri alıp almayacağına dair sınırlar koymayı öğreneceği kesindir.

Bu nedenle şirketlerin sessiz istifadan şikayet etmek yerine nedenleri anlaması, çalışanlarını gerçekten önemseyen ve onları neyin motive ettiğini, onlar için neyin önemli olduğunu bilen yöneticilere sahip olması gereklidir.

Bu trend uzun ömürlü olabilir 

Hiçbir işveren işlerin yavaşlatılmasını istemez. Ancak insanlar kendilerine ödenen kadar işi yapıyorlarsa ve daha fazlasını yapmaları isteniyorsa bunun onlar için ne anlama geldiğine bakmak gerekir.

Çünkü bu trend, diğer internet trendlerinden farklı olarak kısa zaman içinde ortadan kaybolacak bir şey gibi görünmemektedir.

Enflasyonist baskılar, elde edilen ücret artışı kazancını yemeye devam ettikçe, insanlar ek çaba sarf etmeye değer olup olmadığını düşünmeyi sürdürecektir.

Pandemi, çalışmanın işverenler ve çalışanlar arasında iki yönlü bir anlaşma olduğunu hatırlattı.

Sessiz vazgeçiş fenomeni, şirketlerin pazarlığın kendilerine düşen kısmını tutmaları için bir hatırlatmadır.

Geleceğin işyerinin işverene göre değil, çalışana göre tasarlanacağını da bir kez daha hatırlatmıştır!

Canan DUMAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.