Yolda arabayla giderken (Indianapolis otobüs terminaline) geçtiğimiz düzayak evlerin güzelliğini- çocuk kitaplarından, çizgi filmlerinden tanıdığımız pastadan yapılmış hissi veren- dev ağaçları, yolların ve çevrenin düzeni ve temizliğini konuşurken vardığımız yapının hemen girişinde başlayarak her şey ters yüz oluyor.
“Şehirlerarası otobüs terminalleri” :
Amerika’da yoksulluğun en fazla hissedildiği mekânlardan biri. Binanın dışında, duvar diplerinde yüzünü duvara dönmüş uyuyanlar da var, duvara yaslanmış güneşlenip şakalaşan insanlar da var. Kıyafetlerinden gidecekleri başka yeri olmayan insanlar oldukları anlaşılıyor. Amerika’da otobüs terminalleri öteki Amerika’nın cisimleştiği, yoksulluğun insanın gözüne sokulduğu yerler.
İçerisi bir depo hissi veriyor, izbe, donuk bir yer. Zamanın dışına düşmüş gibi. Büyük havaalanlarının ışığa, gösterişe, renge, mutlu, enerjik, koşan, gülen insan fotoğraflarıyla dolu reklam panolarıyla tezat teşkil eden bir yer. Binanın çelik bir iskeleti var. Duvarlar, Türkiye’de kasap dükkânlarından görmeye alıştığımız fayanslarla kaplı. Aydınlatması beyaz floresan ışığı. Her şey minimum, yoksulluk maksimum. Otobüsünü bekleyen insanların çoğu zenci (African American). Türkiye’deki gibi birbiriyle rekabet eden onlarca otobüs şirketi yok. Buradaki tek otobüs şirketinin adı Greyhound. Adını ve logosunu bir köpek cinsinden almış, Türkçede tazı dediğimiz köpek. Amerikalıların araba sevdaları, karayollarının genişliği, kalitesi herkesin malumudur. Ama otobüsler ve otobüs terminalleri yoksullara, göçmenlere, daha çok da Zencilerin yoksullarına bırakılmış.

Türkiye’deki gibi gelişmiş bir otobüs taşımacılığı yok. Terminalde iki tane danışma masası var. Biri otobüsler için öbürü tren için. Bir büfe, aynaları sökülmüş bir tuvalet ve otobüs saatini bekleme alanı. Biletlerde size koltuk numarası verilmiyor. Otobüsünüz hareket saatine yakın kuyruğa geçiyorsunuz. Önce kuyruğa geçenin otobüste istediği koltuğa oturma şansı daha fazla. Türkiye’de olduğu gibi ‘bayan yanı’ diye bir kavram yok. Kir göstermesin diye olsa gerek otobüs koltuklarının rengi siyah. Greyhound firmasının renkleri de siyah, mavi galiba. Arkasında tuvaleti de olan otobüslerin koltukları rahat. Boş bulduğun yere oturuyorsun. Türkiye’de olduğu gibi muavin falan da yok. Bütün işi şoför yapıyor. Elindeki listeden isimleri kontrol ederek yolcuları otobüse o alıyor. Otobüsler tek kapılı. Bavullarını yolcular kendisi yerleştiriyor. Bizdeki gibi mola, mola yeri de yok. En ucuz, en minimumlarla insan nakliyatı!
Amerika’da araba sürmenin teşvik edildiği, kolay, zevkli hale getirilmek için çalışıldığı da bilinen bir şeydir. Karayollarının genişliğini Hollywood filmlerinden öğrenmişizdir. Yollarının, asfaltının, işçiliğinin kalitesini de değineyim. Geçenlerde, yaşadığımız yere bir buçuk saat mesafede bir milli parka (Spring Mill State Park), pikniğe gittik. Yol kaymak gibi. Dökülen asfalt öyle güzel dökülmüş ki bir milim bile seviye farkı yok, yolda yama yok, varsa da seviye farkı yok, ustaca bir yol işçiliği var. Araba yolda kayıyor gibi. Ayrıca, yol boyunca bir sürü trafik işareti ve levhası var. Amerika trafik uyarı işaret ve bilgi levhalarının en çok olduğu ülke olabilir. Bu durum sadece şehirlerarası trafik için geçerli değil. Şehir içi trafiği de aynı şekilde. Her caddede, sokakta yapabileceğiniz hız sınırı sık aralıklarla gösteriliyor, hatırlatılıyor. Orada dur, burada kalk, dikkat et okul civarından geçiyorsun… Sonuç olarak, dökülen asfalt ve işçiliğinin kalitesi, işaret ve uyarıların sıklığı sanki insana her şeyin A’dan Z’ye her şeyin kontrol altına alınmış olduğu izlenimi veriyor. Yani her şey o kadar düzgün ki en ufak bir hata yaparsam, mesela, kırmızı ışıkta geçersem, hız sınırını aşarsam hemen ensemde polis belirecek gibi bir duyguyla araba sürüyorsunuz.
Abbas Karakaya – 9 Ekim 2022, İstanbul-Çekmeköy