Connect with us

EKONOMİ

İzzettin Önder : Türkiye nereye sürükleniyor

Yayınlanma:

|

Geçen gün bir siyasetçi kimsenin şimdiye dek düşünemediği bir gerçeği, adeta tüm topluma ışık saçarcasına açıklamış; denetim mekanizması olan her sistem demokratik olabiliyormuş. Hayret, doğrusu! Bundan çıkarılabilecek anlam şu ki, icra edilen siyasi sistem fevkalde imiş, ama sadece ufak bir eksiği varmış, o da denetim mekanizmasının olmayışı imiş. Daha ne olsun ki! Bu zat-ı muhterem halen hâkimiyeti sürdürülen ülkeyi emperyalizme teslim siyasetinin içinde daima üst kademelerde bulunmuş, her hafta kubbe altı toplantılarında toplumun en üst düzey sorunlarına kurmay mevkide karar oluşturma meclis üyeleri arasında yer almış ve almaktadır. Zekânın bu düzeyi de doğrusu akla durgunluk veriyor olmalı ki, bizler bu konuları anlamada güçlük çekiyoruz.

Bir siyasi anlayış ki, ülkenin en üst düzey siyasetçisinin bir emperyalist ülkenin Ortadoğu’daki işlerinin yürütülmesine ve emellerinin sağlanmasına memur edilirken halkın temsilcisi meclisten izin alınmasına gerek duymuyor. Üstelik de bu anlayıştaki siyaset daima seçilmişleri atanmışların fevkinde görürken bu kez atanmışlığı terfi olarak algılamış olmalı! Siyasi anlayış bu olduktan sonra, Meclise başvurulsa ne olur ki; denetim altında şeklen alınmış kararın icra gücü olur mu? Amaç zaten kararların üst düzeye çekilerek, parlamento denen kalabalığın gürültüsüne maruz bırakılmadan, el çabukluğu ile geçirilmesi değil mi? İş parlamentoya kalınca ne olduğunu görmedik mi! Şöyle ki, Körfez savaşında parlamentonun son anda verdiği kararla müttefikimiz ABD’yi Irak’a güneyden girmeye zorlayarak, gereğinden fazla zayiat vermesine neden olmadık mı? İyi ki stratejik ortaklığımız fazla zarar görmedi de, büyük yıkıma uğramadık, sadece el altından anlaşılmış şarta bağlı bağıştan mahrum kaldık. Hal bu ki, ilk bomba Irak’a düştüğü anda epey bir dolara boğulacaktık. Heyhat, olmadı işte, siyasi sistemin hantallığı ile uğranılan zarar!

Bunun aksi örneği, siyasi tarihimizde altın harflerle(!) yazılmış olan, stratejik ortağımızın Irak boru hattının hiçbir uluslararası kurulun kararı olmadan kesilmesi ricasının, parlamento kalabalığından geçirilmeden uygulamış olmamızdır.

BU SİSTEMİ KİM İSTEDİ

Ters yönde verdiğim bu örnekler dururken, bir süredir ruhumuz dahi duymadan olağanüstü kararlar alınıp uygulanırken, şimdi kalkıp da siyasi işleyişi denetleyecek bir sistemin olmadığı, bazı çevreleri de fazla üzmeden yarım ağız ifade etmek biraz ayıp olmuyor mu? Bu zat-u muhterem bilmiyor mu ya da düşünemiyor mu ki, bu koşullarda hukuk fakültelerinde anayasa hukuku hocaları acaba öğrencilere hangi konuları vicdanına sığdırarak ve içine sindirerek, bunun da ötesinde talebelerinin inanacağına güvenerek anlatabilmektedirler! Böylesi siyasetle işbirliği içinde bu talkımı siyasete verenler ve servetine servet katan bilim düşmanı sözde hukukçular bilmiyorlar mı ki, denetimsiz tek adam rejiminin başına peygamberi koysanız, o da şaşırabilir!

O zaman bu sistemi kim istedi; böyle bir proje siyasi yapıyı kim istedi de, bir partinin karnından cenin hâlinde çekilip ortaya çıkartılıp, alây-ı valâkademesinde görevlendirerek iktidara taşındı. İktidara taşınmakla kalmadı, muazzam bir emperyalist ekonomi programı da emrine verildi, hatta ilk anlarda yaşanan ufak çöküşler dahi program dışı ilavelerle takviye edildi? İsrail meselesinin uygun zeminde götürülmesi de görevler arasına, tabana ters de olsa, sıkıştırıldı. Zira gerek İsrail gerek Ortadoğu ve onun içinde yedirilen Kürt meselesi halkın direnişi ile karşılaşınca projenin o boyutları bir süre askıya alındı.

Bu iki meseleyi toplum nezdinde dengeleyebileceği düşünülen bir konu da, Yeşil Kuşak projesinin günümüz koşullarında farklı biçimlendirilişi olan malum ılımlı İslam meselesi idi. Bu konuda Türkiye uygun ajan, var olan siyasiler de uygun araç olabilirdi. Sanki görevlendirilen partiden önce insanımız dinsizdi ya da İslam dışı inançlara sahipti de, görevlendirilen yeni iktidar sayesinde Elhamdülillah halkımız hem İslam’a kavuştu hem de kapitalizmin tüketim çılgınlığına. Müthiş birliktelik! Öyle ki, hanım modaları da milyonluk Fransız modacılarının kıyafet ya da çantaları veya ayakkabılarıyla sakil şekilde modalaştırılmaya başladı. Samimi Anadolu insanımızın inancı doğrultusunda asil ve terbiyeli kıyafeti, ne olduğu belirsiz, örgüt simgesini andırırcasına tek tip zevksizlik görüntüsüne dönüştü. Fakat bu bir başarı idi; şöyle ki, İslâm kendi anlam ve felsefesiyle ayağa kalkacak olursa, Sovyet ve Çin belasından kurtulmuş olan Batı’nın başına belki de daha güçlü ve gözünü kırpmadan canlı bomba dahi olabilen kamikaze belası açılacaktı. Üstelik de, böylesi potansiyel, giderek çöken ve çevreden başlayarak yoksullaşan kapitalizme karşı hızla yayılabilecek bir yeni yapılanma oluşabilir. Müslüman ve kapitalizmle bütünleşmiş Türkiye bu potansiyel volkanı massedebilecek en fedakâr toplum-ekonomi olabilirdi. Ne var ki, bu proje gereği, kendi sükûneti ile seyreden Türkiye’nin ibresinin ters döndürülmesi ve kültürüyle, ibadet biçimi ile daha bir güney komşularına sempatik gözükecek bir konuma oturtulması gerekiyordu. Usul böyledir; bir toplumun arasına casusu sokmak istenirse, bizzat o toplum içinden seçilen elemanlar eğitilir ve bu işe koşulurlar, yoksa casus zeytinyağı gibi su yüzüne çıkar.

SUÇ VE GÜNAH

Son yoz siyasi oluşum böylesi kaba hatlarla yazılabiliyorsa, bizzat oluşumun içindeki zevat bu sürece cefalı olarak hizmet verdikten sonra bugün kendi vicdanı ile mi hesaplaşıyor, yoksa yarını düşünerek bir hesap anında “ben söylemiştim” kolaylığına mı kaçmaya çalışmaktadır? Her iki durum da yapılan ve hâlâ da devam edilen günahları kapatmaya yeterli görülemez.

Bugünkü şanssız siyasi oluşumu sürdüren siyasi yapı çok büyük suç ve günah işlemektedir. Hem de bu günah salt ülkenin geleceğine yönelik değil, aynı zamanda bizzat işbaşındaki siyasi kadronun ve kendilerinin de muhtemel geleceğine karşı işlenmiş suç ve günahtır.

Siyasi iktidarlar devlet değildir. AKP ise devlet olduğunu düşünerek icraatını sürdürmektedir. Devlet olmak başka şeydir, devlet çatısı ve kuralları altında politika yapmak başka şeydir. Devlet olmak siyasi partilerin gücünü de haddini de aşar. Zira devlet olmak değişim değil, ciddi dönüşümdür, yani bir tür metamorfozdur. Devlet olmak bir ekonomik ya da siyasi sistem değişimidir. AKP’nin tüm muhalefeti dağıtma çabası, salt siyasi çatışmanın ötesinde, siyasi kademeden devlet kademesine çıkma merdivenlerini döşeme eylemidir ki, bu bir anayasa suçudur. Ondan dolayıdır ki, bu meşum ve etkili denetim sistemi olmayan, topal ördek misali sistem amaca uygun bir anayasa ile getirildi. Bu anayasayı yapanlar da, kabul edenler de bu yıkılışın mimarıdır, ne çare ki, yıkıntının altında hepimiz kalmaktayız.

NE RASTLANTI NE DE BİR YANLIŞLIK!

Şimdi gelelim baştaki noktalara ve meseleyi daha düzgün tartışalım. Türkiye bir tek adam rejiminde sürüklenmektedir. Çünkü istenen budur; tek adam rejimi ve Türkiye’nin sürüklenmesi! Bunun için iktidarlar projelendirilir, emrine paralar da verilir, hatta örtülü ya da açık destekler de. Bu arada en dost bilinen ülkelerle çatışma da yaşanır ya da yaşatılır, zira senaryonun bir boyutu da budur. Hal böyle olunca, içinde debelendiğimiz sistem ne rastlantıdır, ne de düzeltilebilecek bir yanlışlık! Bu sistem oluşturulmuştur ve maalesef, oldukça başarılı bir şekilde kendi yolunda ilerletilmektedir de. Parlamento işlevsizleştirilmiş, adalet çökertilmiş, medya teslim alınmış, eğitim kasıtlı olarak çökertilmekte ve en acısı toplum bölünmektedir. Güdümlü götürülen sistemde parlamentonun da, parlamentoda muhalefetin de niçin hâlâ var olduğu meselesi meçhuldür; bir perdeleme midir ya da danışıklı dövüş müdür!

Hal böyle iken, ekonomi, pandemi, ya da anlık dış veya iç siyaset işleri ikinci derecede kalır. Zira sorun memleket meselesi olunca, gerisi teferruattır. Siyasetin işletilmesinde bir yanlışlık yoktur; yanlışlık ülke ve halkımız aleyhine kurgulanmış siyasettir. Bu siyaset halkımıza hizmet etmemektedir, mantığı ve kurgusu doğrultusunda edemez de, zaten amaç da bu değildir. Halen var olan ülke serveti, onu da aşarcasına gelecek potansiyel servetler günlük parıltılar yaratılarak emperyalizme peşkeş çekilirken, sorunlar halkımıza arızı olduğu şeklinde yansıtılırken, bu yağmadan üst düzey atamalarla gününü kurtaranlar siyasi ve toplumsal çatlaklara yama vurarak işleri götürmeye çalışırken toplum kayıyor ve savruluyor. Bu yürüyüşün sonunu görmeliyiz, projenin alt detayları ile değil, bizzat emperyalist etki ve yönlendirme ile mücadele etmeliyiz. Bu bağlamda, sermayenin ulusalı da olmaz, siyasetin yerli ve millisi de! Güdülenmiş ve siyasileri görevlendirilmiş bir sistemde denetim mekanizmasının olmaması doğaldır, olması amaca terstir; anlamamız gereken bu noktadır!

Prof. Dr. İzzettin Önder

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yaşayan Ölüler Aramızda: Finansal Zombi Krizi

Yayınlanma:

|

Ekonomide görünmez ama hissedilen bir tehlike var: Zombi şirketler. Gelirleri borçlarının faizini bile karşılamayan, piyasada sadece dış desteklerle ayakta kalan bu firmalar, yalnızca kendi varlıklarını değil, tüm ekonomik yapının sağlığını tehdit ediyor.

Zombi Şirket Nedir?

Zombi şirketler, faaliyetlerinden elde ettikleri kazançla borçlarının faizini dahi ödeyemeyen, ancak çeşitli yollarla piyasada tutulan işletmelerdir. Bu yollar arasında:

  • Sürekli borç çevrimi

  • Siyasi baskılarla alınan krediler

  • İflas erteleme ya da konkordato kullanımı

  • Kamu bankaları veya fonları yoluyla yapılan kurtarmalar

bulunur. Bu firmalar aslında çoktan iflas etmişlerdir; ancak piyasa gerçekleri bunu henüz kayda geçmemiştir.

Ekonomiye Verdikleri Zararlar

1. Kaynakların İsrafı

Finansal sistemde sınırlı olan kaynaklar (kredi, iş gücü, teşvik vb.) verimli firmalara değil, aslında çoktan ölmüş bu “zombilere” aktarılır. Bu durum, ekonomik büyümenin kalitesini bozar.

2. Rekabetin Bozulması

Zombi firmalar, zarar etmelerine rağmen piyasada kalabildikleri için fiyatları baskılar, daha sağlıklı ve verimli firmaların piyasadan çıkmasına neden olur. Bu da yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi engeller.

3. Banka Bilançolarında Risk

Bankalar zombi firmalara kredi verdikçe tahsil edilemeyen alacaklar artar. Sorunlu krediler (NPL) yükselir ve banka sistemine duyulan güven zedelenir.

4. Yatırımcı Güvensizliği

Piyasada “kimin sağlıklı kimin batık” olduğu belli olmaz. Şeffaflık kaybolur. Bu da doğrudan yatırımların ve risk iştahının düşmesine yol açar.

5. Verimlilik Kaybı

Zombi firmalar büyüme rakamlarını yapay olarak şişirebilir ama toplam faktör verimliliği düşer. Ekonomi görünürde büyürken, içeride çürümeye başlar.

Türkiye Örneği: Sessiz Kriz

Türkiye’de özellikle son yıllarda düşük faiz politikaları ve kredi genişlemesi, zombi firmaların sayısını artırdı.

  • KGF destekli krediler,

  • İflas erteleme/kurtarma kültürü,

  • Siyasi olarak ayakta tutulan kamu projeleri,

bu yapıyı besledi. Bu durum, verimli firmaları cezalandırırken, “ölü şirketlerin” yaşamaya devam ettiği bir ekonomik iklim yarattı.

Ekonomik Risk: Zincirleme Çöküş

Faizler yükseldiğinde veya destekler çekildiğinde bu zombi firmalar zincirleme şekilde batmaya başlar. Bu da domino etkisiyle:

  • Bankacılık krizine,

  • İşsizlik artışına,

  • Güvensizlik ortamına,

neden olabilir. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı konkordato patlaması bu riski açıkça göstermektedir.

Yaşayan Ölülerden Kurtulmak

Ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kaynakların doğru yönlendirilmesi şarttır. Zombi şirketlerin desteklenmesi değil, piyasa içi doğal seleksiyonun işlemesi, güçlü firmaların güçlenmesi gerekir.

Zombi ortamı kısa vadede siyasi rahatlama getirse de uzun vadede büyümenin yapısını çürütür.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.