Connect with us

EKONOMİ

AKP iktidarı ve öncesi: Ekonomik bir bilanço

İktidar büyüme temposunu sürdürebildi: Geleneksel neoliberalizmin dahi emekçilere verdiği ‘teselli armağanları’ olan tüketim ve reel ücret artışlarını koruyamadan; kronik işsizliği de tırmandırarak…

Yayınlanma:

|

Yazarın 15 Nisan 2023’te TMMOB’nin ‘AKP İktidarının 20 Yılı’ etkinliğinde sunulacak olan konuşma metnidir.

Yirmi yıllık AKP iktidarı son bulmak üzeredir. Kuşbakışı da olsa ekonomik bir bilanço çıkarma zamanı geldi.

1989-2022: Neoliberalizmin üç dönemi ve büyüme göstergeleri

AKP 1998-2002 yıllarında uygulanan IMF programını olduğu gibi devraldı; neoliberal ilkeleri 2015’e kadar sadakatle sürdürdü. Ekonomi politikaları bakımından da AKP iktidarının ilk on üç yılını önceki beş yılla (1998-2025) birleştirmek uygundur.

1998’de IMF programına geçişe yol açan etkenler ayrıca önem taşıyor. 1990’lı yılların büyük bölümü (1989-1997) Türkiye’nin ilk ve sonraki neoliberal dönemlerden farklılıklar gösteriyor. Bu yazıdaki incelemeyi de bu dönemle başlatacağız.

AKP’nin son döneminde (2016-2022) ise neoliberal istikrar kuralları çiğnendi; bölüşüm ilişkilerinde önceki dönemdeki eğilimler daha da yoğunlaştı.

Ekonomik bilançoyu bu üç dönemin büyüme ortalamalarını karşılaştırarak başlatalım; bölüşüm ilişkilerini izleyerek sürdürelim.

Bu üç dönemin sabit fiyatlarla ortalama büyüme oranları aşağıdaki tabloda yer alıyor.

Politika değişiklikleri ortalama büyüme temposunu etkilememiştir: Ekonomi otuz üç yılda yüzde 4’ü biraz aşan bir büyüme eğilimini sürdürmüştür.

Bu üç dönemi biraz daha yakından izleyelim.

1989-1997: Yüksek enflasyon ortamında emek

1980’li yılların neoliberal dönüşümü, bu dönemde sürdürüldü; hatta bir adım daha atıldı:  1989’da sermaye hareketleri  serbestleştirildi.

Tamamen dışa açık bir ekonomide neoliberal doktrin henüz yerleşmemiştir. TCMB bu yıllarda döviz kurunu reel olarak sabitleştirmeyi hedefleyecektir.

Başarılı olur; TL’nin reel olarak değerlenmesi (“ucuzlayan döviz”) önlenir. Yüzde 4’ü aşkın büyüme temposuna rağmen cari açık/GSYH oranı yüzde 1’in altında (% 0,7) kalır. Ekonomi (kabaca) dış denge içindedir.

Önceki dönemden farklılaşma, sınıf mücadelelerinin siyasete yansımasından kaynaklanır: İşçi sınıfının “bahar eylemleri” sonrasında tek parti (ANAP) iktidarı son bulur; koalisyon hükümetleri “popülist” bölüşüm politikalarına yönelir. IMF’nin emek-karşıtı yapısal uyum reçeteleri askıya alınacaktır.

1994’teki finansal krize rağmen reel ücretler dönem boyunca % 60 artmıştır. Çiftçinin eline geçen ve ödediği fiyatlar arasındaki makas (“tarımın ticaret hadleri”) %80 düzelmiştir.

Tarımsal destekleme, asgari ücretler, emekli aylıkları, memur maaşları geçmiş enflasyona endekslenmiştir. Sendikalar güçlüdür; toplu sözleşmeler, önemli “refah payları” da içerir.

Burjuvazi tedirgindir; 12 Eylül disiplini, en azından ANAP’ın tek parti iktidarı özlenmektedir. Bu kolektif özleme Mesut Yılmaz’ın koalisyon hükümeti karşılık verir: Haziran 1998’de IMF ile Yakın Gözetim Anlaşması imzalanır. Ekonominin IMF denetimi altına girdiği on yıllık bir dönem böyle başlar.

1989-1997 yılları, “emeğin kazançlı çıktığı” yüksek enflasyon ile dış denge koşullarını uzlaştıran istisnaî bir dönemdir.

1998-2015’te geleneksel neoliberalizm: Emek kaybediyor, ‘farkında değil’

1998-2015 döneminin yüzde 4,1’lik büyüme ortalaması, iki karşıt eğilimin bileşkesidir. AKP öncesindeki ilk 5 yıl (1998-2002), sabit fiyatlarla kişi başına millî gelirin (GSYH’nin) küçüldüğü bir dönemdir. 2002 düzeyi beş yıl öncesinin %2,8 gerisindedir. Toplam GSYH büyüme ortalaması yüzde 1’e ancak ulaşmıştır.

Yoksullaşmanın yaygınlaştığı bu yılları izleyen AKP iktidarının ilk on iki yılında (2003-2015’te) ortalama büyüme hızı %4.5’e çıkar. Seçim başarılarının ekonomik dayanağı buradadır.

Yabancı sermaye hareketlerinin genellikle canlı seyrettiği bir dönem söz konusudur. Dış kaynak / GSYH oranı %7, cari işlem açıklarının oranı ise %5 civarında seyreder. Reel olarak değerlenen TL (ucuzlayan döviz), ekonominin ithalata bağımlılığını yoğunlaştırır.

Bu tespitleri, bölüşüm bilançosu ile birleştirelim. Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak, AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu başlıklı kitapta 2003-2014 bilançosunu çıkarmıştık. Bulguları 1998’e taşıyarak özetleyelim.

Canlı dış kaynak girişleri cari işlem açığı/GSYH oranını beş puan yukarı çekmiş; bu artış sermaye birikimine değil, özel + kamusal tüketim artışlarına katkı yapmıştır.

Sınıfsal bölüşüm ilişkilerini iki büyük emekçi sınıfın (çiftçi ve işçilerin) kişi başına gelirlerini izleyerek çözümleyelim. Kişi başına tüketimin, millî gelirin, çiftçi gelirinin, işçi ücretinin ortalama büyüme oranlarını aynı sırayla g(C), g(Y), g(K), g(W) olarak ifade edelim. Bu 13 yılın nicel gelişmeleri g(C) > g(Y) > g(K) > g(W) olarak hesaplanıyor.

Neoliberal dönem boyunca ortalama ücretler ve çiftçi gelirleri millî gelir hareketlerinin gerisinde kalmış; ama pozitif seyretmiştir. İki büyük emekçi sınıfın kişi başına millî gelirdeki (Y’deki) payları aşınmış; ama bu kayıp mutlak yoksullaşmaya yol açmamıştır. Ücretli istihdamın artış temposu tarımsal istihdamı aşmıştır. Ortalama işçi gelirleri bu nedenle de frenlenmiştir.

Bölüşüm ilişkileri, bu dönemde neoliberal modelin hedefleri doğrultusunda seyretti. Sermayenin payı yükseldi; işçi ve köylü sınıflarının payları geriledi. İki emekçi sınıfta reel gelir kayıpları (mutlak yoksullaşma) ise gerçekleşmedi.

Toplumsal refahı tüketim ile ölçersek, göreli gelir kayıpları ayrıca da telafi edildi: Köylü ve işçi sınıflarının kişi başına tüketim artışları, yani  g(C), gelir artışları olan g(K) ve g(W)’nin üzerinde seyretti. Bu olanak, GSYH’nin yüzde 5’i oranında seyreden cari işlem açıkları sayesinde gerçekleşti. Bu artışı mümkün kılan emekçi sınıfların artan borçlanmasıdır. Nitekim tüketim harcamaları/GSYH oranında kredilerin payı, dönem başı ile sonu arasında %2’den %17’ye sıçrayacaktır.

Neoliberalizmin emekçi sınıflara “armağanı veya afyonu” finansallaşmadır. Emekçilerin sömürü oranlarında yoğunlaşma, borç tuzağının mümkün kıldığı tüketim artışları sayesinde perdelenebilmiştir.

2016-2022:  Sermayeyi ihya eden benzersiz bir bölüşüm şoku…

Neoliberal enflasyon hedeflemesi politikası ve IMF/DB’nin bölüşüm ilişkilerini belirleyen yapısal uyum ilkeleri, AKP iktidarınca 2015’e kadar özenle sürdürüldü.

2015’de AKP iki etkenden ötürü bir dönüm noktasına girdi: (a) Batı merkez bankalarından uluslararası piyasalara akan likidite daraldı. AKP’nin büyüme ivmesini besleyen yabancı sermaye girişleri 2015’i izleyen yıllarda yarıya indi. (b) İktidar, Haziran genel seçimlerinde ilk kez azınlığa düştü. Sonrasında “ne pahasına olursa olsun iktidarı korumak” AKP’nin stratejik hedefi oldu. Bu hedefi gerçekleştirmekte izlenen ekonomi politikalarına odaklaşalım.

IMF yıllık Türkiye raporlarında parasal daralma, yüksek faiz önermekteydi. Saray bu ilkeyi reddetti. Büyüme ivmesinin sürdürülmesini zorunlu gördü. Şirketlere ölçüsüz, ucuz kredi pompalamasına yöneldi.  Erdoğan Kasım 2021’de TÜSİAD’ı eleştirirken yeni politika çizgisini şöyle açıklıyordu: “Düşük faizle kredi istiyordunuz; işte size düşük faizle kredi. Ben sizden yatırım, ihracat istiyorum. Siz de bunları yapın…”

Bu yöneliş, kaynak tahsisi ve bölüşüm mekanizmalarını tümüyle bankaların ve dev şirketlerin denetimine verir. İç talebi besleyen kredi genişlemesinin boyutu “yükselen ekonomiler” arasında zirvededir. Krediler (KGF gibi) merkezî bütçe kaynaklarıyla da desteklenmekte; kamu kaynakları (salgın sırasında dahi) emekçilerden esirgenmektedir.

Birleşmiş Milletler ve IMF Türkiye için sürdürülebilir büyüme potansiyelini yüzde 2,5-3 civarında öngörmektedir. Bu sınırları zorlayan talep genişlemesi dış açıkları ve enflasyonu tetiklemektedir. Sendikalaşmanın, emek örgütlerinin tarihsel olarak en zayıf olduğu dönemdeyiz. 1989 sonrasında enflasyona karşı emek gelirlerini koruyan araçlar artık felce uğramıştır.

2016-2022’de bölüşüm göstergelerinin seyrini özetleyelim: Sermayenin net hasıladan payı 10,6 puan sıçramıştır. Ücretlerin payında da paralel bir gerileme gözleniyor. Türkiye sermayenin ölçüsüzce nemalandığı benzersiz bir dönemden geçmektedir. 

Ücretlerin payı erirken ücretli istihdam 3,2 milyon artmıştır. 2022’de işçi başına (ortalama) reel ücret 2016’daki düzeyin %15 veya %25 gerisindedir. Yüzde 4,3’lük büyüme temposuna rağmen tipik bir işçi yedi yılda önemli boyutta yoksullaşmıştır. 

Aynı dönemde çalışma yaşındaki nüfus 6,8 milyon kişi, toplam istihdam ise sadece 4,2 milyon artmıştır. Yüzde 4,3’lük büyüme yetersiz kalmış, faal nüfus artışını tümüyle istihdama çekememiştir. AKP’nin son yedi yılında atıl işgücü oranı %17’den %24’e (Şubat 2023) çıkmıştır. 

Saray iktidarı, neoliberal makro-ekonomik politikaları çiğneyerek büyüme temposunu sürdürebildi. Ama geleneksel neoliberalizmin dahi emekçilere verdiği “teselli armağanları” olan tüketim ve reel ücret artışlarını koruyamadan; kronik işsizliği de tırmandırarak…

Prof. Dr. Korkut BORATAV- sol.org.tr

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Finansal Çöküşe Giden Yol: Bu 5 Riski Tanıyor musunuz?

Riskleri yok etmek mümkün değildir ama yönetilebilir.
Her kurumun bir risk yönetimi politikası olmalıdır.
Riskler arasında etkileşim olabilir: Örn. likidite krizi sistemik krize dönüşebilir.
Finansal tablolarla ve rasyolarla bu riskler düzenli izlenmelidir.

Yayınlanma:

|

Finans dünyası büyük kazançlar kadar büyük tehlikeleri de içinde barındırır. Bu tehlikeler çoğu zaman görünmezdir ve çoğu yatırımcı, girişimci ya da yönetici fark ettiğinde çok geç olabilir. Oysa bu riskleri önceden tanımak, finansal krizlerden korunmak için en büyük silahtır.

İşte bilmeniz gereken 5 temel finansal risk türü:

1. Kredi Riski: Güvendiğiniz Dağlara Kar Yağabilir

Bir kişi, kurum ya da devlet, size olan borcunu geri ödemezse ne olur? İşte bu durum kredi riskidir.
Bankaların kredi verirken uyguladığı uzun analizler, tahvil alan yatırımcıların yaptığı araştırmalar hep bu riski azaltmak içindir.

📌 Örnek: Bir şirketin vadeli satış yaptığı müşteri iflas ederse, o satış doğrudan zarara dönüşür.

2. Piyasa Riski: Dalgalı Denizde Sabit Duramazsınız

Döviz kurları, faiz oranları, hisse senedi fiyatları ve emtia değerleri sürekli değişir. Bu değişimler, yatırımcılar için kazanç fırsatı olduğu kadar büyük kayıplar da yaratabilir.
İşte bu dalgalanmalardan kaynaklanan zarar riski, piyasa riski olarak adlandırılır.

📌 Örnek: Dolar borcu olan bir şirket, kurun hızla artmasıyla maliyetlerini karşılayamaz hale gelir.

3. Likidite Riski: Elinizde Varlık Var Ama Nakit Yok

Bazı varlıklar vardır ki elinizde olsa bile, anında satılamaz. Satılsa da ciddi değer kaybı yaşanabilir.
Bu durumda karşımıza çıkan risk “likidite riski”dir.
Likidite, bir varlığın ya da şirketin nakde kolay çevrilebilmesiyle ilgilidir.

📌 Örnek: Elinizde milyonluk bir gayrimenkul vardır ama kısa vadede borç ödemeniz gerekiyordur. Satmaya kalktığınızda alıcı bulamazsanız, likidite sorunu yaşarsınız.

4. Sistemik Risk: Zincirleme Çöküş Riski

Finansal sistem iç içe geçmiş bir yapıya sahiptir. Bir kurumun batması, diğerlerini de sürükleyebilir. Bu yayılma etkisi sistemik risk olarak adlandırılır.

📌 Örnek: 2008’de ABD’deki Lehman Brothers’ın iflası, tüm dünyadaki bankacılık sistemini etkiledi ve küresel krizi tetikledi.

5. Temerrüt Riski: Gecikme, Belki de Hiç Ödeme Yok

Kredi riskiyle yakın olan bu kavram, özellikle sabit vadeli ödemelerde ortaya çıkar. Bir borcun vadesinde ödenmemesi ya da hiç ödenmeyeceği endişesi temerrüt riskidir.

📌 Örnek: Bir devlet, ekonomik kriz nedeniyle dış borç faizini ödeyemeyeceğini ilan ederse, yatırımcılar için bu ciddi bir temerrüt riskidir.

Risk Kaçınılmaz Ama Yönetilebilir

Risk olmadan kazanç olmaz. Ancak riskleri tanımadan yapılan her yatırım bir kumardır.
Kurumsal finans, bireysel yatırım ve şirket yönetimi gibi tüm alanlarda, bu 5 riski yönetebilmek hayati önem taşır.

Unutmayın:
🔹 Her risk ölçülebilir.
🔹 Her risk kontrol altına alınabilir.
🔹 Riskin farkında olan, kayıplarını azaltır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.