Connect with us

EKONOMİ

Almanya’da Tedarik Zinciri Yasası yolda, Türkiye’de etkilenecek

Yayınlanma:

|

Küresel çapta faaliyet yürüten büyük Alman şirketleri insan hakları ve çevre koruma konularında dünya çapındaki tedarikçilerinden de sorumlu olacak. Bunu düzenleyen Tedarik Zinciri Yasası yolda.

Küresel çapta faaliyet yürüten büyük Alman şirketlerini gelecekte insan hakları, çocuk işçiliği, doğal kaynaklar ve iklim koruma konusunda daha fazla sorumluluk altına alacak olan Tedarik Zinciri Yasası üzerinde Almanya’daki hükümet ortakları uzlaştı. Federal hükümeti oluşturan Başbakan Angela Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU), küçük ortağı Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) tarafından hazırlanan yasa tasarısının önümüzdeki ay bakanlar kuruluna gelmesi, yaz tatiline girilmesinden önce de oylanarak Federal Meclis’ten geçmesi planlanıyor

Kökeni, 2011 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Ekonomi ve İnsan Hakları İçin Temel Prensipler Kararnamesi’ne dayanan Tedarik Zinciri Yasası 1 Ocak 2023’den itibaren kademeli olarak yürürlüğe girecek. Almanya tarihinde önemli bir paradigma değişimi olarak da kabul edilen kanun, küresel çapta faaliyet yürüten Alman şirketlerin tedarik zincirinin bütününde sorumluluk üstlenmesini öngörüyor.

Yasa tasarısı neleri içeriyor?

Yasa 2023’ten itibaren, önce 3 binden fazla çalışanı olan 600’den fazla Alman şirketini bağlayacak. 2024’ten itibaren ise binden fazla çalışanı olan yaklaşık 3 bin şirket küresel tedarik zincirinde olanlar konusunda sorumluluk üstlenmek zorunda kalacak. İnsan hakları kuruluşları, yasanın 500 çalışanı olan şirketleri de kapsamasını talep ettiyse de orta ölçekli şirketlerin bundan muaf tutulması için özellikle Federal Ekonomi Bakanı CDU’lu Peter Altmaier’in bastırdığı bildiriliyor. Yasa tasarısı, söz konusu Alman şirketleri doğrudan tedarikçilerinden sorumlu kılıyor. Ara tedarikçi şirketlerde ihlaller yaşandığının öğrenilmesi halindeyse bunları aydınlatmakla ve ortadan kaldırmak için harekete geçmekle yükümlü kılıyor.

Yasanın kapsadığı şirketler, tedarikçilerinde çocuk işçiliğine ve zorla çalıştırmaya izin vermeyecek. Adil ücret ödenmesi ve uluslararası sözleşmelerle tanımlanan çalışma ve çevre koruma kurallarının yerine getirilmesinden yükümlü olacak. Bunların ihlal edilmesi durumunda, mağdurun da rızasıyla olay sivil toplum kuruluşları veya sendikalar vekilliğinde Alman yargısına taşınabilecek.

Yasada, Almanya merkezli şirketlerin sömürü veya çevre kirliliği gerekçesiyle medeni hukuk çerçevesinde tazminat ödemesine ilişkin bir düzenleme yok. Yardım kuruluşları ve kiliseler yasayı tam da bu noktada eleştiriyor. Hak savunucuları, örneğin Alman şirketlerin Bangladeş’teki tedarikçisinde çalışan bir tekstil işçisinin veya Gana’dan bir çiftçinin bir hak ihlalini doğrudan Alman mahkemelerine taşımasının mümkün kılınmasını talep ediyordu. Resmi olarak bu adımın atılması önünde engel yoksa da pratikte başarılı olma şansının düşük olduğu bildiriliyor. Pakistan’ın Karaçi kentinde 2012’de yaklaşık 260 kişinin hayatını kaybettiği Ali Enterprises tekstil fabrikası yangınının dört mağduru, diğer mağdurların da desteğiyle sorumlu Alman şirkete Dortmund’da tazminat davası açmış ancak başarılı olamamıştı.

Yasada tanımlanan, Alman şirketlerin tedarikçilerinde yaşandığı bildirilen ihlalleri denetleme görevi de Federal Ekonomi ve İhracat Kontrolü Dairesi’ne veriliyor. Daire konuyu yerinde inceleyecek ve ihlal görmesi halinde maddi yaptırım uygulayacak veya sorumlulara para cezası verebilecek. İhlalden sorumlu görülen bir Alman şirketi üç yıla kadar ihalelere katılmaktan men edilebilecek.

Federal Çalışma Bakanı Hubertus Heil, Adalet Bakanlığı’nın bir ceza kataloğu üzerinde çalıştığını ve şirketlerin ticaret hacminin yüzde 10’una kadar maddi cezanın mümkün olduğunu söyledi, bunun da milyonlarca euro anlamına geleceğini belirtti.

Tedarik Zinciri Yasası İnisiyatifi: Bu sadece bir ilk adım

124 sivil insan hakları, kalkınma ve çevre organizasyonu ile sendika ve kilise temsilcisinden oluşan Tedarik Zinciri Yasası İnisiyatifi, üzerinde uzlaşma sağlanan yasal düzenlemenin sadece bir ilk adım olduğunu kaydediyor. İnisiyatifin koordinatörü Johanna Kusch, “Önemli ve uzun zaman önce atılmış olması gereken bir adımdı zaten” diyor. “Made in Germany, Alman şirketlerinin tedarikçilerindeki çocuk işçiliği veya fabrika felaketleriyle özdeşleşmemeli” diye de ekliyor. Kusch, daha etkin bir yasa çıkarılabilecekken fırsatın kaçırıldığını da söyleyip, “CDU için ekonomi kuruluşlarıyla iyi ilişkide kalmak, insan hakları ve iklimin korunmasından belli ki çok daha önemli” diyerek eleştiriyor. Kusch, “Aksi takdirde yasanın başta çok az sayıda firma için geçerli olması açıklanamaz” diyor. Alman şirketlerin tedarikçilerindeki ihlallerden doğacak medeni hukuk temelli tazminat ödemeleri konusu ile çevre korumaya dair yükümlülüklerini düzenleyen maddelerin de iyileştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Tedarik Zinciri Yasası üzerinde koalisyon ortakları uzlaşı sağlasa da CDU ve CSU’dan oluşan Hristiyan Birlik’in kendi sıralarından hâlâ bazı politikacıların direniş gösterdiği görülüyor. Hristiyan Birlik Federal Meclis Grubu Ekonomi Politikaları Sözcüsü Joachim Pfeiffer, yasayı “Alman şirketlerini cezalandırma enstrümanı” olarak niteliyor ve pandeminin yaşandığı bir dönemde işletmecilerin yükünün hafifletilmesi gerekirken ağırlaştırıldığını iddia ediyor.

Almanya tarihinde bir paradigma değişimi

Almanya’da koalisyon ortağı üç ayrı partinin elinde bulunan ekonomi, çalışma ve kalkınma bakanlıklarının ortak çalışmasıyla hazırlanan Tedarik Zinciri Yasası’nın çerçevesi geçen yaz çizilmiş, Ağustos 2020’de kabineye gelmesi beklenen tasarı, siyasetten ve ekonomi çevrelerinden tepkiler üzerine bir türlü tamamlanamamıştı.

Proje iki bakan için özel bir öneme sahip. İlki Almanya Kalkınma Bakanı Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi Gerd Müller. Müller, yasa tasarısının nihayet tamamlandığını açıklarken o nedenle duygusal konuştu:

“Bu sabah kahvaltıyı hazırlarken Hindistan’ın çayıyla ünlü bölgesi Assam’daki kadınları düşündüm. Bir yıl önce oradaydım. Biz burada bir çay poşetine 1 cent ödüyoruz. Assam’daki çay tarlalarında 12 saat çalışan kadınlar günlük 1 euro alıyor. 1 euro. 30 gün çalışma karşılığında 30 euro aylık maaş. Ben o kadınlara, çocuklarına ve ailelerine söz verdim. Dedim ki eve gidince sizi unutmayacağım”.

Kameraların karşısına elinde bir çay poşetiyle geçen Bakan Müller gibi, yine söz konusu yasa için yıllardır mücadele eden bir diğer hükümet üyesi, Sosyal Demokrat Parti’li (SPD) Federal Çalışma Bakanı Hubertus Heil da kendilerini ve yasayı acımasızca eleştiren, çıkmasını engellemeye çalışanlara seslendi: “Anayasamızın 1’nci maddesi ‘İnsanlık onuru dokunulmazdır’ diyor, ‘Almanların onuru dokunulmazdır’ demiyor.”

Böylece Heil, Alman anayasasının onurlu yasama ve çalışma koşullarının bütün dünyadaki tedarikçiler için de geçerli olduğunun tekrar altını çizdi.

Her iki bakan için de Tedarik Zinciri Yasası Eylül ayındaki genel seçimler yapılmadan geçmesi gereken bir proje. SPD’nin kamuoyu yoklamalarındaki sempati değerleri son yıllarda rekor düşüş gösterdiğinden bir sonraki hükümette yer almayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Dolayısıyla ne kadar kendi projesini hayata geçirirse kâr gözüyle bakıyor.

65 yaşındaki Federal Kalkınma Bakanı CSU’lu Müller için ise bu proje son önemli proje. Müller Eylül ayında yapılacak seçimlerde yeniden aday olmayacak, siyasetten çekiliyor. Yıllardır insan hakları, iklim, adil dağılım, haksız rekabetle mücadele ve mülteciler politikaları konusunda partisinin muhafazakar sağ çizgisinden ayrı, liberal ve hümanist bir yol izlemesiyle dikkat çeken Müller dolayısıyla Almanya için büyük bir değişim anlamına gelen bir projeyle kariyerini noktalamayı hedefliyor.

Yasa nedeniyle Bakan Müller hedef oldu

Tedarik Zinciri Yasası konusundaki tartışmaların arttığı sonbahar aylarında Bild gazetesi, Kalkınma Bakanı Müller’in resmi gezilerde yanına muhalefet partileri temsilcileri yerine hükümet uçağına eşini aldığını ve böyle yedi seyahati bulunduğunu iddia etti. Bakanlık ise hükümet uçağı ile çıktığı beş gezide Müller’e eşinin eşlik ettiğini, dört resmi gezide ise Bakan’ın eşinin normal yolcu uçağı kullandığını, vize, uçak, konaklama, yeme, içme gibi masrafların tamamını kendi ceplerinden ödediklerini açıkladı. Bakan’ın eşinin resmi gezilere katıldığı gerekçesiyle muhalefet temsilcilerinin bu gezilere alınmadığı iddiaları da Bakanlık tarafından yalanlandı ve gezilere muhalefet temsicilerinin de katıldığı duyuruldu.

Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) eski ağır toplarından Ruprecht Polenz, Müller’in bu şekilde hedef gösterilmesini Tedarik Zinciri Yasası için bastırmasına ve kimi çevreleri rahatsız etmesine bağladı. Polenz, yasal düzenlemelere göre uçak, otel vb. masrafları ödeyerek bakanların eşlerini resmi seyahatlere götürmesinin mümkün olduğunu da hatırlattı.

Türkiye yasanın neresinde?

Yaklaşık iki milyon üyesi olan Birleşik Hizmet Sendikası ver.di, Tedarik Zinciri Yasası’nın yürürlüğe girmesi halinde bütün tedarikçi ülkeler kadar Türkiye’yi de etkileyeceğini belirtiyor. Sendikanın basın sözcüsü Daniela Milutin DW Türkçe’ye verdiği demeçte, şimdiye kadar Türkiye’de Hugo Boss, Zara, C&A gibi şirketlerin tedarikçilerinde zaman zaman çocuk işçiliği sorunuyla karşılaşıldığını aktarmıştı. 

Almanya Dışişleri Bakanlığı verilerine göre, 2019 yılında Türkiye ile Almanya arasındaki ticaret hacmi önceki yıla oranla yüzde 8,6 düşüş göstererek 33 milyar 400 milyon euro oldu. Rusya ve Çin’in ardından Almanya, Türkiye’nin en fazla ithalat yaptığı üçüncü ülke. Almanya’nın Türkiye’ye ihraç ettiği ürünlerde ağırlığı motorlu taşıtlar, otomotiv yan sanayi ürünleri, makineler ve kimyasal ürünler oluştururken, Türkiye’nin Almanya’ya ihraç ettiği ürünlerde ağırlığı tekstil ve deri mamulleri, motorlu taşıtlar oluşturuyor ancak gıda ürünleri ve makineler de giderek önem kazanıyor.

1980’den bu yana yaklaşık 15 milyar 500 milyon dolar yatırım ile Almanya Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcılar arasında geliyor. Türkiye’de faaliyet yürüten Alman veya Türk iştiraklı Alman şirketlerin sayısı 7 bin 500’i geçti. Almanya, Türkiye’deki patent başvurularında da 2017 yılında ABD ve Japonya’nın da önünde gelerek 2 bin 44 başvuruda bulundu.

1985 yılından beri Alman ekonomisi Türkiye’de Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası tarafından da temsil ediyor ve Oda’nın yaklaşık bin civarında üyesi bulunuyor.

Elmas Topcu

© Deutsche Welle Türkçe

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

DİSK-AR: Geniş Tanımlı İşsizlikte Artış Sürüyor

TÜİK’in Şubat 2024 işsizlik verilerini değerlendiren DİSK-AR, geniş tanımlı işsiz sayısının son bir yılda 811 bin, zamana bağlı eksik istihdamın da 611 kişi arttığını; geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 24,5, geniş tanımlı kadın işsizliğinin yüzde 32,9 oranlarına dayandığını belirtti.

Yayınlanma:

|

Yazan:

TÜİK’in bugün yayınlanan Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) araştırma sonuçlarına göre mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranının yüzde 8,7, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranının (âtıl işgücü) ise yüzde 24,5 seviyesinde gerçekleştiği belirtilmişti. TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2024 Şubat ayında 3 milyon 78 bin oldu.

1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin kişi arttı

DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Şubat 2024’te 9 milyon 634 bin kişi olarak gerçekleşti. TÜİK’e göre pandemi öncesinde, 2020 Şubat’ta yüzde 12,6 olan dar tanımlı işsizlik Şubat 2024’te yüzde 8,7 olarak gerçekleşti. Ancak aynı dönemde geniş tanımlı işsizlik yüzde 20,6’dan yüzde 24,5’e yükseldi. Son 1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin artarak 8,8 milyondan 9,6 milyona yükseldi. Covid-19 salgını sonrası geniş tanımlı işsizlik oranı 3,9 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2 milyon 553 bin kişi arttı.

Geniş tanımlı işsizlikte patlama yaşandı!

TÜİK tarafından yayımlanan HİA verilerine göre Şubat 2024’te geniş tanımlı işsizlikte (âtıl işgücü) patlama yaşandı. Geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 811 bin, son 10 yılda (2014-2024 arası) ise 4 milyon 80 bin kişi arttı. Böylece son 10 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 1,7 katına çıktı. Şubat 2014’te 5,6 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı Şubat 2023’te 8,8 milyon ve Şubat 2024’te ise 9,6 milyon olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsiz işsizler ile iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır. Âtıl işgücündeki yükselişin temel sebebi ise zamana bağlı eksik istihdam edilenlerin sayısında devasa artıştır.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.