Connect with us

EKONOMİ

Esnafı Temerrüt Faizi Batırıyor

15-20’den kullanmış bir krediye yüzde 50-60 temerrüt faizi hangi vicdana, mantığa, etik kurala sığar. Bankalar, düşene bir tekme daha vuruyor. Varlık Şirketlerine Kredinin yüzde 5 değerine çok kolay satabiliyorlar ama.

Yayınlanma:

|

Banka Takip dosyalarında süreçler kısalabilir
Türkiye genelinde, İcra dosyaları 21 milyon adeti geçti. Bankaların takipteki kredileri 15 Kasım 2019 itibarıyla % 5,45’i bulmuş durumda ve toplam Takip tutarı 140,6 milyar TL’ye ulaştı. Dolar karşılığı 24,5 milyar USD düzeyinde. Bunun 20,6 milyar TL’lık kısmı Bireysel Krediler ve Bireysel Kredi Kartları. Zaman zaman bu dataları paylaşıyoruz, Bankaların, TBB’nin, BDDK’nın Kamuya açık bilgileri bunlar gizli değil. Bunlara Bankaların sadece 2019 yılı içinde Varlık Şirketlerine sattığı 6 milyar TL’ye yakın batık krediler dahil değil.
Batık Kredilerin Varlık Şirketlerine veya Fona devri çözüm mü?
Takipteki Kredilerin buralara ulaşması hali ile Mahkemelerin de iş yükünü ciddi artırıyor. Bankalar kendi İş Süreçlerini hızlandırdı ama dosyalar Takibe atılıp Mahkeme sürecine geçince işler o kadar da umdukları gibi hızlı yürümüyor maalesef. O nedenle yıllarca uğraşıp üzerine karşılık ayırmaktansa özellikle teminatsız olan Bireysel Kredi dosyaları başta olmak üzere Varlık Şirketlerine Problemli kredilerin ortalama % 5 değerine devir yapılıyor. Varlık Şirketlerine dosyanın devir edilmesi  veya Büyük Şirketlerin batıklarını Fonda toplamak, Mahkemelerin iş yükünü azaltmıyor maalesef. Davalar aynen devam ediyor.
Mahkemelerdeki İş süreçlerini kısaltmak için “Bankacı Bilirkişi” olarak kendi gözlem, deneyimlerimi ve önerilerimi paylaşmak isterim :
İcra Dosyaları çok eksik

İstisnasız Bankaların takip kararı verip İcra takibi başlattıkları hemen hemen tüm dosyalar  sanki  Mahkemeler evrak tamamlama memurluğuymuş gibi eksik evrak dolu.  Oysa davayı açıyorsan “alacaklı olduğunu kanıtlayacak” tüm evrakları koymaz zorundasın. Çoğu İcra Dosyalarında sadece ihbarname ve Dava Ödeme Emri başvurusu var. “Nasılsa karşı taraf itiraz edecek İcra Müdürlükleri İcra talebini durdurup yargılama süreci Tüketici, Ticari ya da Asliye Hukuk Mahkemelerine gidecek” diye bir önyargı oturmuş durumda Türkiye’de. İcra Müdürlükleri de bu borç neye göre, hangi koşullarda verilmiş icra talebi doğru mu diye sorgulamıyor ve direkt İcra işlemlerini başlatıyor ta ki borçlu gözüken taraf itiraz edene kadar. İtiraz ettiğinde İcra otomatik duruyor nasılsa. Borçlunun, “borcum yok ya da borç hesaplamaya itiraz ediyorum” diye adi bir dilekçe beyanı vermesi İcrayı durdurmak için yeterli.
İcra Dosyaları eksik de Dava dosyaları çok mu tam
İcra Dosyalarına itiraz ile asıl dava sürecine borç kanıtlama sürecine geçiliyor. Burada kısmen evraklar tam olmasına rağmen ciddi eksiklikler var. En önemli eksiklikler.
Özellikle Ticari Kredilerde, Genel Kredi Sözleşmesi ( GKS / GKT ) gibi evraklar ya yok ya da sadece son imzalı sayfalar var. Bunu böyle koyan Banka avukatlarında demek ki  sözleşmenin maddelerinin hiç önemi yok. Oysa her banka da ciddi farklıklar olduğu gibi aynı bankanın farklı zamanlarda alınmış sözleşmeler bile farklı çoğu zaman.
Ödeme Planı ve Kredileri detaylı gösteren evraklar yok ( Kredi ana para, ödeme planı, kredi kullanım faiz oranı, kredi gecikme / temerrüt faiz oranı .. vs ). Mahkeme o borcu nasıl kontrol edecek o evraklar olmadan, borç miktarını ve faiz oranlarını nasıl belirleyecek davacının hiç düşündüğü yok. O davalar ilk dosya ile devam etse ömür boyu sürer kimse içinden çıkamaz.
Tabi dosyada ihtarname başvuru süreçlerini gösteren ne zaman tebliğ edildiği ile ilgili evrak da eksik çoğu dosyada. Karar verici Mahkeme üyeleri işin içinden çıkmaları çok zor. Hali ile iş Bilirkişilere geliyor.
Bilirkişiler süreci hızlandıracak ama dosyayı evrakları tam olsa
Mahkeme üyeleri tabi işin içinden çıkması mümkün değil. Bir defa yeni yeni krediler çıkıyor. Bankacılar bile o kredi koşullarını takip edemezken Mahkeme üyeleri nasıl takip etsin. KGF Kredileri, KOSGEB Kredileri, İvme Kredileri, Teşvikli Krediler, EXİMBANK Kredileri derken say da say. Örnek mi verelim; Banka KGF Kredisi vermiş firma ödememiş takip sonrası KGF  kefil olduğu için borcu kapanmış, Davalı Firma vekili Borçlu müşteri mahkemeye dilekçe veriyor “Bankaya borcum kalmadı ki dava kapansın bankanın menfaati kalmadı” diye. Kendine göre haklı. Oysa bilmiyor ki , KGF Protokolünde Borcu KGF Kapasa bile Kredi takip işlemlerini krediyi Borçlu ödeyene kadar dava sürecini Banka takip edecek” diye madde var. KGF’nın binlerce dava dosyasını takip edecek altyapısı yok ki, haklı olarak o görevi Bankalara vermiş. Batık kredilerini KGF’ye çakan bankaların çoğu bile bu durumdan haberi yoktu herhalde. Türkiye’de bazı işler başa gelince anlaşılır.  Tabi kimse imzaladığı sözleşmeyi okumadığı için düz mantık ile hareket ediyor sonra da komik duruma düşüyorlar. Bireysel Kredilerde bile onlarca çeşit var. Evraklar bir şekilde tamamlanıyor. En önemli evraklar tabi ki takibe konu olan kredilerin kullanım koşulları ile ilgili. Bilirkişi sadece takip sonrası (Kredinin Kat sonrası ) değil, Bankanın doğru faiz hesaplama yapıp yapmadığını da kontrol ediyor. Durum bu iken “kredi ile ilgili evrak olmadan” nasıl kontrol yapacak. Demek ki neymiş Bankalar / Banka vekilleri avukatlar bir defa dava dosyası evraklarını tam ve eksiksiz vermeleri gerekiyormuş. Tabi başta banka ile Banka Avukatlık bürosu arasında ciddi bir kopukluk var. Ya Banka evrakları eksik iletiyor ya da Avukatlık büroları iş yoğunluğundan evrakları  eksik dosyaya ekliyor. Yoksa Kredi Sözleşmelerin tamamını koymak yerine sadece son sayfayı koymalarını nasıl açıklayacağız. Evraklar tam olur ise en az 6 ay önce biter dava. Yoksa evrak tamamlamak için uğraşıp durursunuz. Mevcut durumda her kredinin ayrı bir hikayesi var.
Bilirkişiler ne yapıyor
Bilirkişiler normalde kendine gelen Dava dosyasındaki evraklara bakıp inceleyip raporu hazırlaması lazım ama iş öyle olmuyor, zira dosya evraklar o kadar eksik ki normalde o dosyaları “evraklar tamamlansın” diye mahkemeye iade edilmesi gerekir.  Zaman zaman da ediliyor zaten. Ama Bilirkişiler iyi niyetlerinden dolayı  banka şubelerine gidip eksik evrak tamamlamakla geçiriyor zamanının önemli bir kısmı. İşin hoş kısmı, bir şubeye gidip “Mahkeme Tarafından Bilirkişi atandığınızı” söyleyip evrak istediğinizde özellikle yeni acemi personelin panik hali sanki o krediyi kendileri vermemiş sanki siz gizli bir şey istiyorsunuz. Arkadaş “bilirkişi sizin evrak tamamlama memurunuz” değil ki keyfine istemiyor zaten kredi ile ilgili o evrakları dosyaya Davacı taraf olmanız nedeni ile koymanız gerekirdi zamanında. “Yok bir Banka Avukatına soralım, yok Genel Müdürlükten isteyelim” gibi bir şeyler mırıldanıp duruluyor genelde. Bilirkişinin o anda Mahkemeyi Temsil ettiğinin bile bilincinde değil çoğu Bankacı. Çözüm mü : Basit! “Banka davalarında Davacı taraf dosyada olması gereken tüm evrakları dosyaya koyma zorunluluğu sistemi getirilmeli ve bazı evraklar olmadan dava mahkemece kabul dahi edilmemeli”. Belki mahkemelerde “DAVA ÖN BAŞVURU KABUL MEKANİZMASI” oluşturulmalı. Bizdeki sistem davayı açalım “belgeleri zamanla nasılsa tamamlarız” üzerine kurulu bu durumda dava dosyalarında iş süreçlerinin uzamasına ve kısa sürede sonuçlanmaması önünde en büyük engel gördüğüm kadar. Bu cinayet davası değil ki delilleri sonra koyasın İş Davası “Borç / Alacak davası” sonuçta evraklar nasıl eksik olur. Bir Standart olmaz ise olur. Yani Türkiye’de İş Davaları açılma evrak talebinde bir standart yok. Düz bir dilekçe ile davayı açıyorsunuz, sonrada “dava niye bitmiyor” diye dövünüyorsunuz.
Fazla gereksiz evrak da başa bela
Özellikle Ticari Kredilerde BDDK henüz net ve açık bir şekilde bazı Standartları belirlemiş değil ve bu durum Mahkeme aşamasında ciddi sorunlara neden oluyor. Örnekleyelim: Bizdeki Ticari Genel Kredi Sözleşmeler “doğmuş doğacak borçları” kapsıyor. Ticari Kredi Kefillerin yarısından çoğu imza anında kullanılan kredi ile sorumluluğunun sınırlı olduğunu sanıyor. Öyle davalar var ki : Vatandaş devrettiği firması beş yıl sonra  yeni ortaklar tarafından batırılmış, kendisine önceden imzaladığı Genel Kredi Sözleşmesine dayanarak ihtarname gelince “ne oluyor” diyor ve ”yeni kredilerden de sorumlu olduğunu”  o zaman anlıyor. Zira hiçbir bankacı “Ticari Kredilerde kefaletinin bitmesi için bankaya bir dilekçe veya Noterden Bir ihtar göndereceksin” diye kendinin uyarmamış.  Çözüm çok basıt son yıllarda el yazısı ile “müşterek borçlu müteselsil kefil olarak şu kadar TL veya USD’ye kefilim” diye yazdırıyor ya bankalar devamında ”Bankaya aksini bildirmediğim sürece doğmuş, doğacak borçlardan da sorumluluğum devam eder” ibaresini ekleme zorunlu olsun ki en azından kefillik imzası atan vatandaşın aklında kalsın veya bildirmediği sürece kefaletinin devam ettiğini bilsin. BDDK mutlaka bu konuyu da zorunlu hale getirmesi gerekir. Firmaya devre sonunda 3 ayda bir ekstre gidiyor ise mutlaka kefillere de gitmeli. Zaten kefil olan birini banka niçin uyarmaz veya BDDK bununla ilgili düzenleme yapmaz akıl alır gibi değil.
Temerrüt Faiz hesabı başa bela
Sorunlar çok ve uzun ama asıl yazının amacı olan Temerrüt Faiz hesaplama konusu. Konu o kadar önemli ki hemen hemen tüm banka kredi dosyalarında sorun çıkıyor. Karışıklık nereden kaynaklanıyor denince ilk başta Bankadan kaynaklanıyor. Zira banka takip dosyası yaratırken, Canlı kredilerde kullanılan Akdi faiz oranımız şu, gecikme / temerrüt faiz oranımız bu diye oran belirtmesi gerekirken hiçbir dosyada bu ayrıntıyı belirtmiyor. Öyle olunca da Avukatlık büroları kendi tecrübelerine göre hesaplamalar yapıyor. Genel de en çok yapılan hata Akdi / cari faizi dikkate almadan Temerrüt faizlerin Genel Kredi Sözleşmesine göre hesaplanması.  Hemen hemen tüm Genel Kredi Sözleşmelerinde Temerrüt Faiz Hesaplama başlığı altında, ”Temerrüt Faiz Bankanın o yıl içinde TCMB’ye bildirdiği en yüksek faiz oranının % 30 ( bazen % 50 ) fazlası ile hesaplanması ile bulunur” gibi bir madde vardır. Veya müşteriye o yıl içinde uygulanan faiz oranlarından en yüksek olanın % 30 ( bazen % 50, bazen % 100 ) fazlası ile hesaplanmasından bulunur” yazar.   Bazen öyle dosyalar var ki müşteriden 2-3 adet Genel Kredi sözleşmesi alınmış birinde % 30 birinde % 50 yazıyor.  Mahkeme ya da Bilirkişi hangisini esas alacak “en son alınan veya kredi aşamasında alınan Genel Kredi Sözleşmesi”  esas alınsın diyemeyiz zira tüm banka ticari sözleşmeler “doğmuş doğacak borçları kapsıyor” maddesi var. Buyurun çıkın işin içinden, hangisine göre hesaplarsanız hesaplayın illa ki bir tarafı mağdur yapıyorsunuz. Standart yok çünkü. Bu durumda Serbest Piyasa Koşulları ile belirlenir mantığı yürütülmemeli ve acil standart belirlenmeli.
Her Kredide Genel Kredi Sözleşmesindeki temerrüt Faiz uygulanmaz
Genel Kredi Sözleşmesini Temerrüt Faiz ile ilgili sık yapılan hata bunun ne zaman uygulanacağının net olmaması. Normalde bu madde, tabi ki kullanılacak, Dava konusu olan Kredide akde bağlanmış bir kredi yok ise o zaman kullanılmalı. Örneğin. Teminat mektubu nakde dönmüş burada başta nakdi kredi faiz sözleşmesi yok belli değil, o zaman Temerrüt Faiz oranın Genel Kredi Sözleşmesindeki işletilebilir. Veya dava konusu ücret, komisyon, sigorta prim alacağı gibi direkt kredinin kendisi olmadığı davalarda bu uygulanır. Yoksa “Nakdi Kredi kullanımda oran belli ile artık hesaplamalar o oran üzerinden yapılmalıdır” diye netleşmeli konu.  BDDK’nın acilen bu konuya da açıklık getirmesi gerekir.
Ortada akit edilmiş bir sözleşme varken nasıl Genel Kredi Sözleşmesine bakarız
Bazı Bilirkişiler ve Mahkemeler ortada hiç Banka ile borçlu ( müşteri ) arasında  akdi sözleşme yokmuş gibi Genel Kredi Sözleşmesindeki  TCMB’ye bildirilen en yüksek kredi faizden gecikme / Temerrüt faiz hesabı yapıyor”. Oysa bu hem yanlış hem de eksik. Zira o zaman bir standart belirlenmeli. BDDK’nın acil çözmesi gereken konulardan biri budur. Ortada Taksitli, Spor, BCH, Kredi Kartı, KMH  vb  faiz oranları belli bir kredi var ise takip durumda buradaki faiz oranları belli. Genel Kredi Sözleşmesine dönülemez ortada uzlaşılan sözleşmeye bağlanmış bir faiz oranı var çünkü. Gecikme / Temerrüt faiz de bu oran üzerinden olmalı. BDDK da tam bunun altını çizmeli tekrar ki davalar uzamasın bilirkişi ve Mahkemelerde iş süreçleri kısalsın. Hatta bu kredilerde gecikme /  Temerrüt  durumda Bankanın hangi faiz oranını uygulayacağı tam olarak kredi kullanımında belli olması gerekir. Çoğu dosyada bu belli iken bile Banka vekilleri Kredi Sözleşmesi üzerinden hesaplamalar yapıyor maalesef. Kredi Kartlarında ve KMH hesaplarda bu oturdu artık her ekstrede nerede ise yazıyor. Ticari Kredilerin diğerlerinde de aynı uygulama olmalı. Dijital çağdayız. Her ay mail ile Bankaların firmaya kredilerinin durumu ekstre ve akit faiz oranları ile temerrüt durumda uygulanacak faiz oranın bildirme zorunluluğu getirilmeli. BDDK’nın bu basıl uygulama kuralı getirmesi davalarda süreçleri yarı yarıya azaltır.
Düzeltilmesi gereken iş süreçleri çok fazla ama dava sürelerinin hızlanması için yukarıda altını çizdiği 2-3 konuda iş süreçlerinin çok acil çözülmesi gerekiyor. Bu basit düzenlemeler ile davaları uzatan karışıklıklar ortadan kalkacaktır.
Sorunları tespit edip ortada bırakmıyoruz, çözümleri de öneriyoruz. Ne kadar az mağdur yaratılırsa süreçler ne kadar hızlanır ise sistem de o kadar hızlı ilerler yoksa bu dijital çağda tozlu dosyaların tozunu yutmaya davam ederiz.

Erol TAŞDELEN
Siyaset Bilimci, Ekonomist
İzmir Bölge Bankacı Bilirkişi

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

DİSK-AR: Geniş Tanımlı İşsizlikte Artış Sürüyor

TÜİK’in Şubat 2024 işsizlik verilerini değerlendiren DİSK-AR, geniş tanımlı işsiz sayısının son bir yılda 811 bin, zamana bağlı eksik istihdamın da 611 kişi arttığını; geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 24,5, geniş tanımlı kadın işsizliğinin yüzde 32,9 oranlarına dayandığını belirtti.

Yayınlanma:

|

Yazan:

TÜİK’in bugün yayınlanan Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) araştırma sonuçlarına göre mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranının yüzde 8,7, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranının (âtıl işgücü) ise yüzde 24,5 seviyesinde gerçekleştiği belirtilmişti. TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2024 Şubat ayında 3 milyon 78 bin oldu.

1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin kişi arttı

DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Şubat 2024’te 9 milyon 634 bin kişi olarak gerçekleşti. TÜİK’e göre pandemi öncesinde, 2020 Şubat’ta yüzde 12,6 olan dar tanımlı işsizlik Şubat 2024’te yüzde 8,7 olarak gerçekleşti. Ancak aynı dönemde geniş tanımlı işsizlik yüzde 20,6’dan yüzde 24,5’e yükseldi. Son 1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin artarak 8,8 milyondan 9,6 milyona yükseldi. Covid-19 salgını sonrası geniş tanımlı işsizlik oranı 3,9 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2 milyon 553 bin kişi arttı.

Geniş tanımlı işsizlikte patlama yaşandı!

TÜİK tarafından yayımlanan HİA verilerine göre Şubat 2024’te geniş tanımlı işsizlikte (âtıl işgücü) patlama yaşandı. Geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 811 bin, son 10 yılda (2014-2024 arası) ise 4 milyon 80 bin kişi arttı. Böylece son 10 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 1,7 katına çıktı. Şubat 2014’te 5,6 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı Şubat 2023’te 8,8 milyon ve Şubat 2024’te ise 9,6 milyon olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsiz işsizler ile iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır. Âtıl işgücündeki yükselişin temel sebebi ise zamana bağlı eksik istihdam edilenlerin sayısında devasa artıştır.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.