Kendimizi ev ortamında hissettiğimiz; 90’lı yılların gençliği tercihlerinden ve Z kuşağının kullanmaya devam ettiği nadir mekanlardan. Gizli bahçe .ekiciliğinin gizemini hala koruyor.
Nevizade’nin tam ortasında 90’ların ilk yarısında açılan ve tabelası bile olmayan bir mekan, kulaktan kulağa yayılarak öyle bir hale gelmişti ki, 90’ların sonuna doğru kapıdan içeri girebilmek için epey bir süre kuyrukta beklemeniz gerekebiliyordu. Binanın dokusuna uygun koltuk ve kanepeleriyle ev hissi veren bir yerdi. İyi müzik dinlemek isteyenleri bir araya getiriyordu. Mekanın sahibi Nilgün Ercan, bu şehirde kolay kolay yapılamayan bir şeyi yaptı ve bu mekanı 23 yıl boyunca tarzından hiç taviz vermeden ayakta tuttu, tutmaya devam ediyor. Gizli Bahçe’nin müdavim kitlesi azalmıyor, yeni jenerasyonlar bu kitleye ekleniyor. Bir akşamüstü o meşhur koltuklarda oturup karşılıklı kahve içerken, “Gece hayatını hala çok seviyorum. İtilmiş hayatlar vardır gece hayatında, bu gerçeği hiçbir zaman inkar etmem ama mutlu bir itilmişlik oldu benim için,” diyor Ercan. Beyoğlu, Nevizade artık 90’lara göre bambaşka bir yer olsa ve bazı değişimler ona acı verse de her şeyi olumlu tarafından görmeye çalışıp geçmişten bugüne neler yaşadığını anlatıyor.
İstanbul’da bir mekanın bu kadar uzun ömürlü olması, müdavim kitlesini kaybetmemesi az görülen bir şey. Nedir bunun sırrı?Samimiyet. İnsanların işini severek yapması. Ve iyi müzik. Bunlar herhalde etkili olmuştur insanların üzerinde. Burada meyve sandıklarının üzerinde de oturuyor olabilirdik. Koltuklar önemli değil bence. Mekanı ifade eden en önemli şey müzik. İyi müzik.Sizin müzikle ilişkiniz nasıl başladı? Kim etkiledi sizi?Babam. Çok iyi müzik dinlerdi. Klasik caz, klasik müzik, opera… Onları dinleyerek büyüdüm.Anne tarafı?Daha ziyade Türk sanat müziği, halk müziği. Neşet Ertaşları falan çok sonraları, 18-20 yaşlarımda keşfettim. Baba tarafından daha çok beslendim. Gençliğimde free jazz grubuna dahil olmuştum. Ornette Coleman’ın bizi dinlemişliği var hatta.A nasıl oldu o?Açıkhava’ya gelmişti, bütün günü beraber geçirdik. Sabah kahvaltısıyla başladık, Kapalıçarşı’nın orada bir saksofon tamircisi vardı, ona kadar gittik, soundcheck sırasında da beraberdik. Bizim kasete kaydedilmiş prova kayıtlarımız vardı. Fırsat bulup onlardan birkaçını dinlettik, beğendi. Hatta New York’a davet etti bizi ama gidemedik tabii. Böyle bir free jazz macerası olmuştu işte, Türkiye’de hiç kimse free jazz dinlemezken hem de. Hala dinlemiyorlar ya (gülüyor).
Bu işlere nasıl girdiniz?Bu işlere beni bir arkadaşım itti, ‘Sen yaparsın,’ diye. Ben aslında müzik yapmak istiyordum. İdol Bar diye bir yer vardı Bolahenk Sokak’ta. İlk işim o. John Coltrane geceleri yapardık. Zen mesela Boğaziçi Üniversitesi konserinden sonra ikinci konserini bizim orada yapmıştır. Şiir geceleri düzenlerdik. Birkaç mekan işlettikten sonra bir yer aramaya başladım. Şurada bir meyhane vardı, bir gün oraya oturduk dinlenmek, bir bira içmek için. Kafamızı bir kaldırdık, ‘kiralık’ yazıyor. Mal sahibi de tanıdığım biri çıktı, kiraladım bu katı. Alt katta konfeksiyon atölyesi vardı, onun altında terzi Yorgo Usta gömlek dikiyordu karısıyla, çok tatlılardı. Üst katta bir aile yaşıyordu. Ailenin yanında bir odada Arnavut bir amca kalıyordu. En üst katı birkaç çocuk tutmuştu. Sonra Küçük İskender’e kiraladılar o evi. O da yaşadı bir süre burada. Zaman içinde çıkanların yerlerini kiraladım. Şu an üst kat ofisim, onun üstü depo. Alt kat da bar ama yoğunluk olmadığı için orayı açmıyoruz.
İlk bu sokağa geldiğinizde nasıl bir yerdi burası?Üç-dört tane meyhane vardı sadece. Onlar da giriş katlarındaydı, üst katlar yoktu. Ben gelip üçüncü kata bir yer açınca herkes deli gözüyle baktı bana.Hatırlıyorum da 90’larda buradan, “Koltuklu kanepeli bar,” diye bahsedilirdi. Pek görülmeyen bir şeydi bu.Evet rahatıma düşkün bir insanım. Seviyorum bu koltukları, evlat bunlar yani (gülüyor). Eskicilerden topladım hepsini. Şu duvardaki resimler, fotoğraflar evimden getirip asmış olduğum şeyler. Bazılarını da arkadaşlarım hediye etti. Burası rahat bir yerdir, kimse kimseyi rahatsız etmez. Bir kadın tek başına gelip eğlenebilir çünkü kimse dönüp bakmaz. Herkes birbiriyle samimidir, bilmeyen hala çok gelmez. Gelse bile iyot gibi açığa çıkar. Uyum sağlayamayan gider kendi isteğiyle zaten.Müdavim kitlenizi hiç kaybetmediğinizi biliyorum ama son bir yıldır iyice popülerleştiğini görüyorum Gizli Bahçe’nin, doğru mu?Doğru. Bir kere kulüp kalmadı. Wake Up Call vardı, o da yok şimdi. Minimüzikhol dışında pek kulüp yok. İnsanlar buraya geliyor.
Sabaha kadar da hıncahınç dolu oluyor.‘Hadi gidin,’ diyorum gitmiyorlar (gülüyor).“Başka bir yerde daha açayım,” demediniz mi hiç?Nasıl gideceğim, kaça bölüneceğim? Olmaz, o başka bir yer olur. Herkesin kişiliğine göre oluşan mekanlar bunlar, zincire pek inanmıyorum. O kadar da para peşinde koşan insanlar olamadık biz hiç. Sevemedik parayı herhalde.Siz vakit bulup bir yerlere gidebiliyor musunuz?Buradan pek ayrılamıyorum. Çok yer de kalmadı. Eskiden Dogzstar’a giderdik. Bizim çocukların açtığı bir yer orası, elimde büyüdü keratalar (gülüyor). Peyote’ye arada giderdik, sağolsunlar onlar da hala varlar. Buralarda bu gibi mekanların olması beni çok mutlu ediyor tabii.
Neredeyse 25 senedir buradasınız. Ve tabii büyük bir değişime de şahit oldunuz.Maalesef (gülüyor).Böyle dediğinize göre çok iyiye gitmiyor her şey?Kötüye gidiyor. Çünkü kolay para kazanmanın yolu keşfedilmiş vaziyette. Birahaneler var, maç seyrettiriyorlar insanlara. Bu bir kültür işi ama Türkiye’de dönüşüyor bu kültür yavaş yavaş. Bizim gençliğimizde, sizin gençliğinizde çok güzel mekanlar vardı. Oralara gidip kitap okurdu insanlar, sanat çevreleri tartışmalar yapardı, şiir akşamları düzenlenirdi, kısa film gösterimleri yapılırdı. Bir sürü şey vardı beslenebileceğimiz. AKM vardı en önemlisi. O yok şimdi. Benim çocukluğum, gençliğim orada geçti. Şimdi çok acayip yerlerden çok acayip kültürler gelmeye başladı Beyoğlu’na. Burası kaosa dönüştü galiba. Her şey alışveriş için planlanmış programlanmış gibi. Küçük esnafı seviyorum, o da kalmadı. Ekonomik sıkıntı bastırınca kar amacı güden hareketlere giriyorlar insanlar mecburen. Benim gibi inatçı insanlar da, ekonomiden bihaber, burada durmaya devam ediyorlar işte.
AKM vardı en önemlisi. O yok şimdi. Benim çocukluğum, gençliğim orada geçti. Şimdi çok acayip yerlerden çok acayip kültürler gelmeye başladı Beyoğlu’na. Burası kaosa dönüştü galiba. Her şey alışveriş için planlanmış programlanmış gibi.Nilgün ErcanGece yaşamının insanı en çok zorlayan tarafı nedir?Burada olay çıkmaz. Ama bin yılın başı da olsa bazen çıkıyor. O zaman da sabahlara kadar o insanlarla uğraşmak zorunda kalıyorsun. En mutlu gününde de bu başına gelebiliyor, en kötü gününde de. Sahne alır gibi burada insanları idare etmek durumundasınız. Keyifli olduğun zaman o seni bozmaz belki de, çok zor ya da acılı bir gününde bozabilir. Bu zorlayabiliyor. Ama genelde çok sabırlı olduğumuza inanıyorum.Garip istekleri olan oluyor mu?Var tabii canım. Serdar Ortaç isteyen olmuştu bir kere. Çalıyorum, adam geldi, ‘Serdar Ortaç çalsana,’ dedi. ‘Tamam,’ dedim, ‘birazdan çalacağım, sen geç otur biraz.’
Müdavimlerle artık dost gibisiniz herhalde değil mi?Tabii, birbirimizin evine gidip geliyoruz. Pazar kahvaltıları oluyor. Bir sürü insanı kardeşim gibi görüyorum. Ölene kadar dostluğumuzun devam edeceği insanlar var.Kaç jenerasyon oldu artık?Üç, dördüncü geliyor. Arkadaşlarımızın çocukları geliyor. Burayı açtığımda yeni doğan şimdi üniversitede okuyor, burada eğleniyor. Yeğenlerim mesela. Onlar kucağımdaydı burayı açtığımda, şimdi karşılıklı dans ediyoruz. Çok güzel bir his.
Benim hayatıma çok şey kattı Gizli Bahçe. Çok insan tanıdım burada. O insanlardan çok şey öğrendim, hala öğreniyorum gençlerden. Müthiş DJ’ler var yeni nesilde. Birbirimize iyi şeyler verdik, hala da vermeye devam ediyoruz.Nilgün ErcanNiye Gizli Bahçe buranın adı?Buraya ilk kez girdiğimde yıkık vaziyetteydi. Tam şurada, bahçeye çıkılan yerde eski kapılar vardı ama bir şeylerle örtülmüş. O kapıları zorladım, bir açtım mor salkımlar çıktı karşıma. ‘Aa gizli bir bahçe var burada,’ dedim. Oradan kaldı adı. Çok masalsı bir yere açılıyordu, mis gibi kokuyordu o salkımlar. ‘Tamam,’ dedim, ‘burası!’ Bütün arkadaşlarım bana deli gözüyle baktılar ama her zaman yanımda oldular, hiç bırakmadılar. Benim hayatıma çok şey kattı Gizli Bahçe. Çok insan tanıdım burada. O insanlardan çok şey öğrendim, hala öğreniyorum gençlerden. Müthiş DJ’ler var yeni nesilde. Birbirimize iyi şeyler verdik, hala da vermeye devam ediyoruz. Gençlere her zaman inanıyorum. İyi şeyler düşünelim, iyi şeyler yapalım. Bizim üzerimize düşen bu. Sonunda bir güzellikler doğar etrafımızda. Ben inanıyorum.
“Tarımı yalnızca üretim değil, korunması gereken bir değer olarak görüyoruz” diyen DİMES CEO’su Ozan Diren, şirketin dijital ve yeşil dönüşüm stratejilerini Platin okuyucularıyla paylaştı.
Sürdürülebilirlik artık iş modellerinin ayrılmaz bir parçası. Burada önemli olan, bu kavramın kurumlarca samimiyetle ve bütüncül biçimde içselleştirilmesidir. DİMES olarak pazarlamanın rotayı çizdiği bir yapıda çevresel duyarlılığımızı ürün diline taşıyor; bu yaklaşımı ürün geliştirme ve tüketici deneyimine doğrudan entegre ediyoruz. Kurumsal vizyonumuz; doğaya ve insana duyduğumuz saygıyla sürdürülebilir değer modelleri geliştirmek ve tarıma dayalı inovatif ürünlerle küresel ölçekte pazara yön veren markalar yaratmak üzerine kurulu. Tarımı yalnızca üretim değil, korunması gereken bir değer olarak görüyoruz. “Türkiye’nin petrolü” dediğimiz tarım kaynaklarını döngüsel ekonomi ilkeleriyle yönetiyoruz.
İKİZ DÖNÜŞÜM; DİJİTAL VE YEŞİL
Tokat Kazova’daki tarım işletmemizde tarımsal atıkları biochar’a dönüştürüp toprağa geri kazandırıyor, hayvancılıkla entegre sistemimiz sayesinde gübre ihtiyacını içeriden karşılıyoruz. Böylece çevresel ve operasyonel verimlilik birlikte sağlanıyor. İklim değişikliği, özellikle meyvecilik gibi uzun vadeli yatırımlar açısından belirleyici bir risk. Bu nedenle üniversitelerle birlikte iklime uygun tür seçimi, toprak analizleri ve verimlilik çalışmaları yürütüyoruz. Kaynakları korumayı çevresel olduğu kadar ekonomik bir zorunluluk olarak görüyoruz. İkiz Dönüşüm ivmemizle dijital ve yeşil dönüşüm stratejilerimizi birlikte ele alıyor; süreç geliştirme, iç ve dış raporlama ve iletişim altyapılarını sistematik biçimde kuruyoruz.
Stratejimizin merkezinde, DİMES’in küresel bir içecek şirketine dönüşüm ivmesi yer alıyor. Türkiye’deki güçlü varlığımızı, global yapılanmamızla 100’ü aşkın ülkeyi kapsayan uluslararası pazarlara taşıyor; dünya markalarıyla aynı sahada rekabet ediyoruz. Kurucu misyonumuz olan Türkiye’nin meyvelerinin potansiyelini değerlendirme yaklaşımını günümüze uyumluyoruz. Meyveleri fonksiyonel ve duygusal fayda sunan, katma değerli ürünlere dönüştürüyoruz. Bu dönüşüm içerikten ambalaja, tüketim biçiminden iletişim diline kadar bütüncül bir yapıda ele alınıyor. Türkiye’nin ilk meyve suyu Ar-Ge merkezine sahibiz. Kolektif inovasyon kültürümüz ve Ar-Ge gücümüzle, geliştirilmesi uzmanlık isteyen, yüksek katma değerli ve küresel ölçekte büyüyen kategorilere odaklanıyoruz. Son 6 yılda hayata geçirdiğimiz ürünler sürdürülebilir kârlılığımıza da güçlü katkı sağladı. Ortak değerlerimizi benimseyen, daha iyisi için kendiyle yarışan genç, deneyimli ve çok disiplinli bir ekiple DİMES’i çevik, dönüşüme açık ve tüketici beklentilerine karşı daima proaktif bir yapı olarak yönetiyoruz.
GÜVENE DAYALI BİR İLİŞKİ MODELİ
DİMES ekosisteminde yaklaşık 65 bin tarım üreticisi yer alıyor. Meyve alımımızın 2025’te 650 milyon TL düzeyinde gerçekleşmesini öngörüyoruz. Kazova’daki tarım işletmemizde yerli tohumlardan meyve fidanları üretiyor, üreticilere her yıl milyonlarca fidanı ücretsiz olarak dağıtıyoruz. Bu destek yalnızca fidanla sınırlı değil; üreticilere düzenli zirai bilgi sağlıyor, kooperatiflerle iş birliği yapıyor ve ürünlerini adil fiyatlarla alıyoruz. Bu yaklaşım, üreticiyle sürdürülebilir, hakkaniyetli ve karşılıklı güvene dayalı bir ilişki modeli kurmamıza imkan tanıyor. Bugün üreticiler arasında ‘DİMES’lik meyve’ kalite odaklı güvenin, ‘DİMES Güvencesi’ ise değer zincirimizde karşılıklı güvenin adı olmuş durumda.
TRUMP: ABD demokrasisinin içini boşaltmaya mı çalışıyor…
Üniversitelere saldırı, mahkemelerle çatışmalar: Trump yönetimi otokratik bir sisteme mi doğru gidiyor? ABD’li uzman Constanze Stelzenmüller, kuvvetler ayrılığına eşi benzeri görülmemiş bir saldırı olduğunu kabul ediyor – ama aynı zamanda direnişin de büyüyor.
Günün konuları: Siz kendiniz Harvard Üniversitesi’nde okudunuz. Donald Trump ile saygıdeğer elit üniversite arasındaki güç mücadelesinin arkasında ne var?
Constanze Stelzenmüller: Harvard’ın burada sadece diğer özel üniversitelerin bir temsilcisi olarak değil, Trump’ın iktidara getirdiği MAGA sağının bilimsel olarak ifade etmek için yozlaşmış elit üremekle suçladığı tüm Amerikan eğitim sisteminin bir temsilcisi olarak alındığı söylenmelidir.
Tabii ki, elit üreme yürütülüyor, ama aynı zamanda dünya çapında karşılaştırılabilir bir düzeyde çok önemli temel araştırmalar yapılıyor. Ve bu şimdi tehlikede.
Bu özel üniversitelerin en zenginlerinden biri olan Harvard’ın rektörünün bu kadar net bir pozisyon alması, daha az varlıklı ve daha küçük özel ve devlet üniversiteleri için de önemlidir, çünkü bu direnişin gölgesinde kendilerini güvende hissedebilirler.
“Bu, ABD anayasa tarihinde daha önce hiç yaşanmadı”
Günün konuları: Sonra biraz daha büyük bakıyoruz. Bu, Trump’ın yönlendirdiği çok radikal ve hızlı bir yeniden yapılanmadır. Ve çoğu her zaman kaotik görünse de, arkasında bir strateji var gibi görünüyor. Kim tarafından ve amacı nedir?
Stelzenmüller: Trump’ın arkasında ve etrafında, Amerikan devletini ve bu arada uluslararası güvenlik düzenini, dünya ekonomik düzenini ve son haftalarda gördüğümüz gibi dünya para düzenini yeniden yapılandırmaya çalışan iki grup olduğuna inanıyorum.
Ancak ülke içinde, diğer şeylerin yanı sıra, 1949’da Batı Alman Temel Yasası’nın vaftiz babası olan Amerikan temsili demokrasisinin içini boşaltmak ve sözde kontrol ve dengeleri, yani kuvvetler ayrılığı ve kuvvetler ayrılığını, yürütmenin gücünün sınırlandırılmasını, o zaman başında temelde sınırsız güce sahip Amerikan başkanı olacak olan sınırsız bir yürütme lehine ortadan kaldırmak meselesidir.
Bu çok çirkin. Amerikan anayasa tarihinde hiç böyle bir şey olmadı.
“Şimdi mücadele başladı”
Günün konuları: Uzun bir süredir, pek çok kişi, Trump’ın özellikle demokrasiyi zayıflatmasını engelleyen şeyin tam da bu güçler ayrılığı olduğunu umuyordu. Bu artık doğru değil mi?
Stelzenmüller: Az önce bir girişimden, bir stratejiden bahsettim. Bu stratejinin işe yarayıp yaramayacağı, Amerikan sivil toplumunun, üniversitelerin ait olduğu kurumların, aracı kuruluşların kendilerini başarılı bir şekilde savunup savunamayacaklarına inanıyorum.
Bu savaş daha yeni başladı ve seçimden bu yana geçen aylarda ve Trump’ın 20 Ocak’ta göreve başlamasından bu yana, haftalardır zaten çok acımasız önlemlere karşı çok az direniş gösterilmesi rahatsız ediciydi.
Ama şimdi yavaş yavaş kurumlarda, Senato’da ve Kongre’de de bir ilk kıpırdanma görebilirsiniz. Bunu daha önce isterdim ve birçok Amerikalı da isterdi, ama bence kavga şimdi başladı.
“Bu da kişinin kendi cüzdanını doğrudan etkiliyor”
Günün konuları: Örneğin Demokratlar muhalefet olarak görevlerini yerine getiriyorlar mı? Ülke genelinde neden hala bu kadar sessiz?
Stelzenmüller: Ülkede sessiz olduğunu sanmıyorum. Birkaç hafta önce, sözde belediye binaları gördük, temelde Cumhuriyetçi kongre üyelerinin ABD’deki kampanya ofislerinde heyecanlı toplantıları vardı ve bu milletvekilleri vatandaşlar tarafından azarlandı. Daha sonra parti liderliği tarafından diğer vatandaşlarla bu tür halka açık toplantılar yapmamaları talimatı verildi.
Ancak kızgınlık çok büyük ve en geç 2 Nisan’daki Kurtuluş Günü’nden sonra, cezalandırıcı tarifelerin açıklandığı her Amerikalı için fark edilir hale geldi, çünkü hemen hemen her Amerikalı’nın hisse senedine dayalı bir emekli maaşı var, sözde 401k planı ve genellikle bir borsa uygulamasında çok düzenli olarak kontrol eder.
Sonuncusu bile, bunun kişinin kendi evini ve cüzdanını doğrudan etkilediği anlaşıldı. Ve bu daha sonra çok hızlı bir şekilde parlamento üyelerine ve Washington’a bildirildi.
Röportaj Helge Fuhst, tagesthemen tarafından gerçekleştirildi.