Connect with us

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz

AVRUPA BİRLİĞİ, MALİ KURALLARI ASKIYA ALIYOR

Prof Dr. Binhan Elif YILMAZ, “AB ülkeleri Pandemi sürecini nasıl bir mali disiplin ile yönetiyor” sürecini kaleme aldı. Covid-19 Pandemi sürecinde ekonomide de klasik uygulamalardan tavizler verilir oldu. Kamu gelirleri azalırken, kamu giderlerinden sosyal yardımlar hiç bir dönemde olmadığı kadar arttı.

Yayınlanma:

|

Covid-19 pandemi krizinin tüm dünyada ülkelerin kamu maliyesine olan yansıması, iki farklı kanaldan gerçekleşmeye devam ediyor. Bu yansımalardan ilki ve doğrudan yansıma, kamu harcamalarındaki artıştır. Harcamaların bir yönü, virüsün yayılmasını önleyici kısıtlamaların zayıflattığı ekonomik ve sosyal yaşamı destekleyen kamu harcamalarıdır, diğer yönü de hastalığın tedavisine yönelik artan kamu sağlık harcamalarıdır. Covid-19 pandemisinin kamu maliyesine olan ikinci yansıması, kamu gelirlerindeki, özellikle vergi gelirlerinde meydana gelen azalıştır. Azalan ekonomik aktivite ve küçülen ekonomilerin vergi tabanını zayıflatması nedeniyle, bütçeler yeterli vergi geliriyle beslenemez. Gerek artan harcama gerekse azalan gelir mali disiplini bozucu etki yaratır.

Avrupa Birliği’nde mali disiplinin sağlanıp-sağlanamadığına ilişkin göstergeler, 1 Kasım 1993 tarihli Maastricht Antlaşması, diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşmasıyla belirlenmiştir. Bu antlaşmada, AB’ye üye ülkelerin Euro Alanı’na dahil olmak için yerine getirmek zorunda oldukları çeşitli mali kurallar/uyum kriterleri yer alır. Bu kriterler, bütçe açığının milli gelire oranının %3’ü ve kamu borç sokunun milli gelire oranının %60’sı aşmaması gerektiği üzerine kurgulanmıştır.

Özellikle bütçe açığı ve kamu borç stokuna ilişkin Maastricht Antlaşması ile rasyo olarak belirlenmiş referans değerler, sadece bir giriş koşulu değildir. Bu değerler aynı zamanda üye ülkelerin ekonomi politikalarının uyumlaştırılmasında ve mali disiplinin sağlanmasında işlev görmektedir. Maastricht kriterleri nedeniyle bir ülke Euro Alanı’na dahil olduktan sonra para ve maliye politikalarını Avrupa Birliği gözetiminden bağımsız uygulayamayacaktır.

1997 yılında yürürlüğe giren İstikrar ve Büyüme Paktı, sadece Euro Alanı değil, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin tümünde Maastricht kriterlerine uyumun izlenmesi, ulusal ekonomi politikalarının koordine edilmesi ve bütçe disiplininin sağlanması amaçlarına yönelik olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla İstikrar ve Büyüme Paktı ile üye ülkelerde referans değerlere uyum, Birlik düzeyinde izlenerek ve uyumsuzluk durumunda yaptırım uygulanarak üye ülkelerde mali disiplinin sağlanmasında etkili olması hedeflenmiştir.

Paktın caydırıcı yönü kapsamında, aşırı bütçe açığı prosedürü uygulanır. Bu prosedürün içeriğinde kriterlere uymayan ülkeler için çeşitli yaptırımlar uygulanacağı planlanmıştır. Mali disiplini bozulan ülkeye bütçe açığını gidermesi için tavsiyelerde bulunma, tavsiyelere uymamakta direnmesi durumunda ihtarda bulunma, gerektiğinde Avrupa Yatırım Bankası’ndan kredi alınmasını önleme, hatta para cezası verme gibi yaptırımlar mevcuttur.

İstikrar ve Büyüme Paktı’nın aşırı açık prosedürü uyguladığı ülke sayısı 2009 yılında 22’ye çıkmıştı. 2013 yılı itibariyle de Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin 13’ü aşırı bütçe açığı prosedürüne tabi olmuştu.

Ama İstikrar ve Büyüme Paktı’nın caydırıcı yönü hiçbir zaman yeterli ölçüde etkili olmamıştır. Özellikle 2003 yılında Fransa ve Almanya’nın bütçe açığı kriterini ihlali sonrasında yaşananlar, üye ülkeler üzerinde bütçe disiplinini uygulamayı olanaksız kılmıştır.

Aşırı bütçe açığını düzeltmekte başarısız olan üye ülkeler için öngörülen para cezasının da asla uygulanmamış olduğu dikkate alınırsa, sorunun merkezini yaptırımların neler olduğundan çok, ne ölçüde etkin uygulanabildiği konusu oluşturmaktadır.

Avrupa Birliği ülkelerinin çok önemli bir kısmının, Covid-19 pandemisi öncesinde de zaten mali disiplinleri bozulmuştu (bkz. https://www.binhanelifyilmaz.com/avrupayi-pandemi-krizinde-kuresel-krizin-zehirli-borc-mirasi-vurdu/ ). 2020 sonu itibariyle Birliğin 27 ülkesinin tamamı bütçe açığına ilişkin, 15’i de kamu borç stokuna ilişkin mali kuralı ihlal ettiler.

Ayrıca AB’de Covid-19 pandemisi kontrol altına alınsa dahi uzun bir süre sonra ekonomik iyileşme ivme kazanılabilecek gibi duruyor. Çünkü AB, Covid-19 ile mücadelenin ekonomiyi daraltmasını önlemek için verilen mali desteğin vaktinden önce geri çekilmesinden kaçınılması gerektiği konusunda çok net. Hatta Mart ayının bu ilk günlerinde üye ülkelerde maliye politikasının nasıl kalibre edileceğinin ekonominin durumuna bağlı olacağı, bunu da pandeminin gidişatının belirleyeceği konuşuluyor.

Avrupa Ekonomik Komiseri P. Gentiloni verdiği demeçte, mevcut koşullar altında mali desteklerin azaltılmasının taşıdığı risklerin, çoğaltılmasının ortaya çıkaracağı risklerden daha ağır bastığını ifade etti.

O nedenle Avrupa Birliği şimdi ve tekrar 2022’de kamu borç stokuna ilişkin borçlanma sınırlarından feragat etmeyi planlıyor. Avrupa Komisyonu, bu yılın sonlarında AB maliye bakanları tarafından tartışılmak üzere AB’nin mali kurallarını değiştirmeye yönelik öneriler hazırlıyor. Üye ülkelerin kamu borçlarının milli gelire olan üst sınırının 2022’de ve büyük olasılıkla sonrasında da askıda kalması gerektiğini söylüyor.

Birliğe üye ülke hükümetleri, Covid-19 pandemisi nedeniyle yara alan ekonomik aktivite düzeyini yeniden canlandırma amaçlı ekonomik destek paketleri ile Maastricht kriterlerinin birbiriyle hiç uyuşmadığı üzerinde anlaşılmış durumda. AB’nin borçlanma limitlerini yeniden belirleme konusundaki nihai kararı, Mayıs ayında verilecek.

Bu çerçevede İstikrar ve Büyüme Paktı da gözden geçirilecek. 1997’den günümüze üç kez revize edilen ve her defasında daha karmaşık hale gelen kriterlerin basitleştirilmesi ve doğrudan hükümetlerin kontrolü altındaki göstergelere odaklanması için bir inceleme başlatılmış durumda.

Gentiloni’ye göre, mali kurallar daha orta vadeli olacak şekilde ele alınmalı ve ekonomik büyüme potansiyelini arttıran kamu harcamalarının ise bütçe açığı ya da kamu borç stoku büyüklüğü içindeki yeri değiştirilebilmelidir. Bu haliyle yeni mali kuralların ana hedefi, ancak orta vadeye odaklanarak elde edilebilecek sürdürülemez kamu maliyesi yörüngelerini önlemek olacak gibi.

AB, kamu borçlarına ilişkin kriterin oldukça katı ve döngüsel bir şekilde kendi kendini yenilgiye uğratan bir düzenlemeye yol açtığını kabul etmişe benziyor.

Görünen o ki, AB askıya almayı planladığı ekonomik ve mali gücü simgeleyen mali kuralları nedeniyle, sanki teslim bayrağı çekmek üzere.

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz 04.03.2021

BANKA HABERLERİ

Prof. Dr. Elif Binhan YILMAZ: Borç paranın maliyeti

Yayınlanma:

|

Hazine ve Maliye Bakanlığı Ağustos ayına ait aylık bütçe gerçekleşmelerini yayımladı.

Merkezi Yönetim bütçesi Ağustos ayında 129,6 milyar TL açık verirken kümülatif bütçe açığı 973,6 milyar TL’ye ulaştı. Açık, 2023’ün aynı dönemine göre yüzde 154 oranında artmış.

Bütçe giderleri geçen yılın Ocak-Ağustos dönemine göre yüzde 84 artarken vergi gelirlerindeki artış yaklaşık yüzde 70 düzeyinde kaldı. Bütçe giderlerinin dağılımında sıralama değişmedi; en önemli kalemler cari transferler, personel giderleri ve faiz giderleri olmaya devam etti.

Bütçe açığındaki artışın yanında faiz dışı açık ağustos ayında 32,5 milyar TL oldu. Faiz dışı açık kümülatif olarak 209,5 milyar TL ile oldukça yüksek bir seviyeye yükseldi. Bu yüksek seviye net bir şekilde ortaya çıkarıyor ki, bütçeden yapılan borç faiz giderleri bütçe açığının temel belirleyicisi olmaya devam ediyor.

Faiz dışı denge (açık/fazla) aynı zamanda bütçe gelirlerinin, faiz hariç bütçe giderlerini karşılama kapasitesidir. Yani bütçe gelirleri söz konusu faiz hariç giderleri de karşılayamıyorsa, sorun büyük demektir. O nedenle bütçe açığı mali disiplin göstergesi olarak ön planda olsa da, açığın boyutunu ve sürdürülebilirliğini faiz dışı denge belirgin bir şekilde ortaya koyar.

Peki nedir bu borç faiz giderleri? Her borç ilişkisinde olduğu gibi kamu borçlanmasında da alacaklı ve borçlu (Hazine) olmak üzere iki taraf var. Alacaklı, bir vade sonunda anapara yanında o günkü tüketimden vazgeçmenin bir karşılığı olan faiz vb getirileri bekler. Hazine de borçlanmaya gittiğinde, anapara, faiz ve diğer ödentileri vadesinde geri ödemek üzere ödünç almış demektir. Alacaklıların finansman fazlalarını kendine transfer ettiğine göre, vadesinde bu ödentileri yerine getirmekle yükümlüdür.

Borç paranın en önemli maliyeti olan bu borç faiz giderleri, iç ve dış borçlanma sonucunda ortaya çıkıyor. Türkiye’de borç faiz giderlerinin en önemli kısmı iç borç faiz giderlerine aittir. Örneğin 2001 krizinde sadece iç borç faiz ödemeleri bütçe giderlerinin yüzde 40’ına yaklaşıyordu. Bu pay 2016, 2017 yıllarında yüzde 10’un altına kadar gerilemişti. Ancak 2018 yılından bu yana artış eğiliminde.

Dış borç faiz giderleri ise 2001 krizinde de çok yüksek değildi, burası daha stabil, bütçe giderleri içindeki payı yüzde 2-3 aralığında devam ediyor. Hazine zaten CDS yükselişteyse ya da rezerv paralara talep yüksekse dış borçlanmayı tercih etmiyor, çünkü böyle bir ortamda alacaklıya neredeyse tefeci faizi teklif etmesi gerekecek.

Borç paranın maliyeti önümüzde dönemde ne olacak?

Politika faizi Mart ayından bu yana yüzde 50’de sabit. TÜFE, baz etkisiyle gerilerken Hazine pozitif reel faiz vermeye başladı. Alacaklı memnun da bütçeden ödenecek faiz giderleri artıyor.

Geçtiğimiz hafta TLREF faizi yüzde 53 ile bant aralığının üst sınırına ulaşmıştı. Hazine’nin 9 Eylül tarihli DİBS ihalesinde 4 yıl vadeli TLREF’e Endeksli Devlet Tahvili için ortalama yıllık bileşik faiz yüzde 61,27 oldu. Üstelik Hazine sadece bu ihaleyle 41,5 milyar TL borçlandı.

Bu arada Ağustos sonunda Hazine’nin üç aylık borçlanma stratejisi yayımlandı. Eylül-Ekim-Kasım aylarındaki borç servislerinin yüzde 90’ı faiz ödemesinden oluşuyor. Bu da bütçenin önümüzdeki aylarda faiz gideri kaleminde sıçramalar olacağı anlamına gelir.

Bir de HMB’nın Kamu Borç Yönetimi Raporlarındaki projeksiyonlara bakalım. Aşağıdaki iki grafik önümüzdeki bir yıllık dönemde iç ve dış borç servisinin nasıl şekilleneceğini gösteriyor.

Grafiklerde görüldüğü gibi iç borç servisinin neredeyse tamamı faiz ödemelerinden oluşuyor. Hazine önümüzdeki dönem borcun faizini de yeniden borçlanarak ödeyecek gibi duruyor.

Çünkü bütçe açıklarının finansmanı için alınan borçların faiz ödemeleri, bütçe giderleri arasında yer alıyor. Borç düzeyi arttıkça, alacaklıya verilen faiz arttıkça (ihalede belirlenen ortalama yıllık bileşik faiz) bütçe giderleri içindeki faiz ödemelerinin hacmi genişliyor ve faiz ödemeleri bütçe açıklarının belirleyicisi oluyor. Şimdi de bütçe açıklarının finansmanı için yeniden borçlanma zorunluluğu doğuyor. Bu duruma literatürde açık-borç-faiz kısır döngüsü deniyor.

Başka bir sorun daha var: Borç faiz giderleri artış trendi içindeyken kamuda tasarruf nasıl olacak?

Bütçenin mümkün olan en detay veri setinden kamuda tasarrufu üç ayda bir izliyorum ve bu köşede yazıyorum. Üçüncü çeyrek verilerini gelecek ay yazacağım, ama bugün bütçe giderleri dağılımına çok kısa göz attım, tasarruf genelgesinde yer alan kalemlere göre kamuda tasarrufun iyi gitmediğini söyleyebilirim. Hâlâ taşıt giderleri, temsil-ağırlama giderleri, enerji giderleri ya da sosyal tesis giderlerinde beklenen düşüş gerçekleşmediği gibi artış devam ediyor. Borç faiz giderlerinin bütçede görünen ve gelecek aylardaki boyutunu yukarıda bahsettim, sadece bu sebeple bile acil tasarrufa ihtiyaç var.

Goldman Sachs, Bank of America gibi uluslararası finans kuruluşları, TCMB’nin sıkı para politikasını devam ettirmesini önerirlerken, artık maliye politikası da kamuda tasarruf ile sıkılaşmak zorunda.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ

Okumaya devam et

GÜNCEL

Demografik dönüşümün nedeni ekonomik faktörler mi?

Türkiye çocuk ölümlerini, uzun yıllar süren sağlık alanındaki yatırımlar ve takiplerle önemli ölçüde azalttı. Ancak artık sağlıklı bir nesil yetiştirmekten fazlası gerekli

Yayınlanma:

|

Demografik dönüşüm, yıllar itibariyle artan doğum oranları ile düşen ölüm oranlarından, düşen doğum oranları ile artan yaşam süresine doğru ya da tam tersi yönde değişim olarak tanımlanır. Bu dönüşümlerden biri 1960’lı yıllara kadar baby boom dönemiydi. Sonra da doğurganlık oranı Batı Avrupa’da 1970’li, Doğu Avrupa’da ise 1980’li yıllardan sonra gerileme sürecine girdi.

Son dönem demografik dönüşümün iki temel yansıması var: Her şeyden önce doğurganlık oranı giderek azalıyor. Bunun yanında tıp alanındaki ilerlemeler ve sosyo-ekonomik olanaklarla ölüm oranları gerileyerek, daha uzun yaşam beklentisi artıyor.

Türkiye demografik dönüşümün neresinde?

Nüfus dinamik bir yapı ve nüfus piramitlerini dönemler itibariyle karşılaştırarak bunu görebiliyoruz. Türkiye’nin 2000 yılına ait nüfus piramiti ile 2025 ve 2050 yıllarına ait nüfus piramiti projeksiyonları aşağıdaki görsellerde mevcut. İlk göze çarpan doğurganlık hızının düşmesi ve ortalama yaşam süresinin uzaması. Yaşlı nüfus artarken, ortanca yaş da yükseliyor.

Kaynak: World Life Expectancy.

Türkiye’de doğurganlık hızı 2001’de 2,38’di. 2012’de 2,11’e gerilemişti. Asıl gerileme 2022’de 1,63 ile oldu ve bir yıl sonra da 2023’te 1,51’e sert inişle ortaya çıktı.

Peki bu ne anlama geliyor? Nüfusun yenilenme düzeyi 2,10. Bu son rakamlar 2,10’un oldukça altında olduğu için de Türkiye’nin sıklıkla övündüğü “demografik fırsat penceresi”nin kapanması demek.

Oysaki 2014 yılında TÜİK’in yaptığı projeksiyonlara göre doğurganlık hızı 2025’te 1,97, 2050’de 1,8 olacaktı. Ama beklenen olmadı.

Türkiye’de 2023 yılı çocuk nüfus oranı yüzde 26 ile dünya çocuk nüfus ortalaması olan 29,8’in altında, AB ortalaması olan yüzde 17,8’in üstünde.

Ama bu bile genç nüfusta kaybın kaçınılmaz olduğunu gizlemez. Zaten doğurganlık hızı ne kadar hızlı düşerse genç nüfus o kadar hızlı azalacaktır.

Ayrıca tıp alanındaki ilerlemeler, bu alandaki tüm buluşlar yaşam beklentisindeki artışı sağlayacak ve yaşlı nüfusu da artıracaktır. Türkiye’de 2000 yılında 67,6 yıl olan doğuşta beklenen yaşam süresi, 2020-2022 döneminde 77,5’e yükseldi.

Yaşam beklentisindeki artış nüfusun yaşlanmasına hemen yol açmıyor. Yaşam beklentisindeki erken gelişmeler, çoğunlukla çocuk ölümlerindeki düşüşler ile bebeklerin ve çocukların sayısında ortaya çıkacak artışa dayalı. Böylelikle daha sağlıklı ve bakımlı nüfusun yaşam beklentisi artmış olur.

Türkiye çocuk ölümlerini, uzun yıllar süren sağlık alanındaki yatırımlar ve takiplerle önemli ölçüde azalttı. Ancak artık sağlıklı bir nesil yetiştirmekten fazlası gerekli.

Ebeveynlerin çocuklarının geleceğini planlamalarında hayalleri sınırsız.

Daha iyi bakım, daha iyi eğitim, daha iyi sosyal olanaklar ve daha fazlasını vermek ister. Ama sınırı belirleyen ailenin maddi olanakları ve o olanakları yaratan ekonomik koşullar. Temelde de o ekonomik koşulların ortaya çıkmasına yol açan ekonomik ve siyasi kararlar. Son beş yıldır bir türlü düşmeyen enflasyon, istihdam olanaklarındaki ve geleceğe yönelik olumsuz bekleyişler nüfus artış hızının düşmesinde büyük rol oynuyor.

Çocuğun topluma en iyi şekilde kazandırılmasında eğitim, sağlık fiyatları giderek artıyor. Haziran 2024 enflasyon oranı yüzde 71,6 ama eğitim TÜFE yüzde 107 ve sağlık TÜFE de yüzde 78,5. Aile bütçeleri bu oranlar karşısında çok zorlanıyor.

Ailelerin eğitim seviyesi de artık daha yüksek, normal olarak bu konularda talepkârlar, hizmetin niceliğine değil niteliğine daha çok önem veriliyor. Talepler konusunda ailelerin sosyal etkileşimi de yüksek.

Kadın da istihdamda yer alıyor ama bir kısmı hayat pahalılığı nedeniyle çocuk sahibi olmak yerine çalışma hayatına devam etmek durumunda. Ayrıca yüksek enflasyon ücretlilerin gelirlerini sürekli eritti. Kadın ve erkeğin ücretleri geçimleri zor karşılayacak hale geldikçe, çocuk sahibi olmak ikinci plana atılmaya başlandı.

Çocuk bakımı Türkiye’de oldukça maliyetli. Özellikle kadın bu konuda yalnız kalıyor. Çalışma hayatından uzaklaşıp çocuk bakmaya başladığında ise aile bütçesi sarsılıyor. Sadece temel çocuk bakımı değil, daha iyi eğitim, sosyal olanak talebi aile bütçesi içinde büyük yer tutmaya başladı.

Türkiye’de nüfusun üçte ikisi yoğun kent olarak tanımlanan yerlerde yaşıyor. Yaşam maliyetlerindeki artış kentlerde daha fazla hissediliyor. Öncelikle kiralarda fahiş artış var. İki yıl devam kira artışında yüzde 25’lik tavan uygulaması da kentlerdeki kiraların yükselişini engellemedi. Ayrıca yüksek enflasyon ortamında ulaşım, lojistik maliyetleri pek çok zorunlu ürünün fiyatını manşet enflasyonun üzerine taşıyor.

Ülkemizde refah devleti ekseninde yapılan harcamalardan olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi sosyal refah harcamalarının bütçedeki payı, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşük. Bu durum ülkemizde insanların temel gereksinimlerinin karşılanmasında ve riskleri bertaraf etmede devletin önemli bir aktör olmadığını ve sosyal refah karakterinin zayıf olduğunu gösteriyor.

Oysaki kamuda eğitim, sağlık ücretsizdir, çünkü eğitimin finansmanı bütçeden karşılanır, bütçeyi de yüzde 85-90 oranında vergiler finanse eder. Eğitim, sağlık, sosyal refaha yönelik olarak hem vergi ödeyip hem de özel sektörün fahiş fiyatlarıyla karşılaşmak karşısında çocuk sahibi olmak konusundaki kararın başka ne olması beklenirdi ki.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ- T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Mali alan yaratılmalı, ama nasıl?

Bugün “mali alan”dan bahsediyor ve alanın büyümesi için sınırları tartışıyorsak, ekonomik istikrar, büyüme, bölüşümde adalet açısından zorlayıcı bir noktadayız demektir

Yayınlanma:

|

Mali alan, kamu harcamalarının rasyonalizasyonu, vergi gelirlerinin artırılması, etkin kamu borç yönetimi ve dış finansman olanaklarıyla finansman sorunu yaşanmadan maliye politikasının hedeflerine ulaşılmasında bir fırsattır.

Bu alan doğru değerlendirildiğinde gelir, harcama ve borç yönetiminde gerçekleştirilecek reformlar sayesinde daha sağlam bir mali yapı ile enflasyonla mücadele ve ekonomik büyüme amaçlarına ek bir kaynak yaratılabilir.

Ayrıca mali alan bir anda ortaya çıkabilecek pandemi, deprem ve de ekonomi politikalarında kararsızlıklar, hatalı kararlar sonucunda yaşadığımız krizlere de hazırlıklı olunmasını sağlar.

Gündemden düşmeyen CDS, ülkelerin risklerinin en önemli belirleyicisi ama bu risk priminin diğer ekonomik belirleyicilerin yanında mali alana da dayandırıldığını belirtmekte fayda var. Aizenman v.d. (2013, 2010)’nin CDS’nin temel olarak geçmiş ve şimdiki mali alana göre değil, gelecekteki mali alana göre belirlendiği şeklindeki yorumları oldukça dikkat çekicidir.

Mali alanı görselleştirelim:

Bir ülkenin istikrar, büyüme gibi hedeflerine ulaşırken gerekli mali araç ve kaynakları gösteren, dört köşeli bir elmasa benzeyen “Mali alan elması” görseli aşağıda mevcut. Bu elmasın alanı, o ülkenin sahip olduğu mali alanı belirtiyor.

Kaynaklar toplamda dört tane: (a) Dış kaynak girişi, yardımlar ve dış borçlar (b) vergi idaresinin iyileştirilmesi veya vergi politikası reformları yoluyla gelirlerde artış (c) iç ve dış borçlanma yoluyla açık finansmanı (d) harcamaların yeniden önceliklendirilmesi ve verimliliğinin artırılması (Roy v.d. 2007: 33-34).

Mali alan elması

Kaynak: Roy v.d.: 2007.

Mali alan elmasındaki bu araçlardan/kaynaklardan hangisi daha yoğun olarak elde ediliyorsa, mali alan elmasının dört köşesi eşit olmaz ve o araç/kaynak yönüne doğru genişlediği görülür.

Şimdi Türkiye için bu alanın ne yöne doğru genişleyeceğine bakalım:

Mali alan görüldüğü gibi hem bütçe kaynaklarının nasıl kullanıldığını hem de gelecekteki mali durumunu etkileyebilecek faktörleri içeriyor. Acaba maliye politikasının öncelikli harcamaları finanse etmek ve enflasyonla mücadele etmek için ihtiyacı olan vergi, dış finansman, etkin borç yönetimi gibi kaynakları sağlama yeteneği var mı?

Öncelikle geçen haftadan bu yana kamuda tasarruf tedbirlerini konuşuyoruz. Kamu harcamalarının etkin ve verimli kullanımıyla bir yandan mali disiplinin sağlanması diğer yandan kamu talebinin düşmesiyle enflasyonla mücadele edilmesi hedefleniyor. Buna göre mali alan elmasının sol tarafa doğru büyümesi beklenebilir. Karar alıcıların da bu alanı kullanma hedefi olduğu belli. Ancak son tasarruf genelgesi 2001 yılındaki genelgeden çok farklı değil. Denetim, izleme, yaptırım açılarından farklılaşıyor, yoksa tasarruf edilecek kalemler hâlâ çok sınırlı. (Şu yazımda açıkladım.) Zaten bakanlıkça yapılan açıklamaya göre sadece 100 milyar TL’lik bir tasarruf hedefleniyor ki, 11 trilyon TL’yi aşan bütçenin yüzde 1’i bile değil.

Vergi cephesinde de atılan ve atılacak adımlar var ama mali alan elmasının sağ tarafına doğru gidilecek yer kalmadı. Çünkü geçtiğimiz yılın ilk dört ayında 1 trilyon TL’lik vergi gelirine karşılık, bu yıl aynı dönemde 2,2 trilyon TL’lik vergi geliri elde edildi. Vergi yükü her açıdan ağırlaştı. Dolaylı vergilerin vergi sistemindeki hakimiyeti, vergi adaletsizliğini artırıyor. Şimdi de vergi oranları artırılmadan, istisna ve muafiyetlerin daraltılmasıyla vergi yükünün artışını bekliyoruz. Oran artışının 2023 yaz döneminde nasıl bir maliyet enflasyonu yarattığını da unutmadık. Bu araçla elde edilecek pek bir mali alan kalmıyor gibi, kayıt dışılığın üzerine gidilmezse.

Potansiyel mali alan, doğru ve etkin borç yönetimi üzerinden olabilir mi, ona bakalım: Yani elmasın alt tarafına. 2024’te bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 5’in altına düşürülmesi hedefleniyor. Harcama kısıcı ve gelir artırıcı taraftan bahsettik ama bütçenin bir de borç faizlerine ayırdığı ve giderek artan bir kısmı var ki, işte bu yapı bütçe esnekliğinin kaybedildiğini gösteriyor.

İç ve dış borç faiz ödemelerinin GSYH içindeki payı yüzde 4’ü geçti. Özellikle iç borç faiz ödemelerindeki artış, sıkı para politikası sonucu DİBS’lerin ortalama yıllık bileşik faizinde yükseliş ile devam ediyor. Bu durum Hazine’nin faiz yükünü de etkiledi. DİBS’lerde değişken faizlilerin payı yükselirken, sabit faizlilerinki azalıyor. Döviz cinsi DİBS ve kira sertifikası ihracı devam ediyor.

2024 ilk çeyrekte iç borç stoku 4,5 trilyon TL’yi aştı. Bu stok hem faiz hem de döviz kuru riskini içinde barındırıyor.

Son olarak elmasın üst tarafında dış finansman imkanları var. Onun için de sıcak para ön planda tutuluyor. Mali alanın, hem krizlere karşı yaratacağı önlem hem de CDS’yi düşürerek uluslararası piyasalardan elde edeceği finansal kaynakların çeşitlenmesi olasılığı birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için ne kadar önemli olduğu görülebilir.

Ülkeye sıcak paranın girişi için ortam uzun zamandır hazırlanıyor, TL değerlenirken kur stabil. Uluslararası finans kuruluşlarının raporlarına göre de carry trade için Türkiye işaret ediliyor. Bu durumda mali alan elmasının üst tarafına doğru gidilecek yer var ama söz konusu dış finansman özellikle sıcak para çıkışının kriz yaratıcı sonuçlarını 1994 ve 2001 krizlerinde yaşadığımızı unutmayalım. O nedenle bu konuda çekinceler var ki, bu ayrı bir yazının konusu.

Anlaşılıyor ki mali alan içinde maliye politikası araçlarının keskin uçları varBugün “mali alan”dan bahsediyor ve alanın büyümesi için sınırları tartışıyorsak, ekonomik istikrar, büyüme, bölüşümde adalet açısından zorlayıcı bir noktadayız demektir. O nedenle politika adımlarında belirlilik, politik ve kurumsal açıdan tutarlılık hiç olmadığı kadar önemli.

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24


Yararlanılan kaynaklar:

Aizenman, J., Jinjarak, Y. (2010). “De facto fiscal space and fiscal stimulus: definition and assessment. National Bureau of Economic Research. No. w16539.

Aizenman, J., Hutchison, M., Jinjarak, J. (2013). What is the risk of european sovereign debt defaults? fiscal space, cds spreads and market pricing of risk. Journal of International

Money and Finance. 34 (2013): 37-59.

Roy, R., A. Heuty, Letouzé, E. (2007). Fiscal space for what? analytical issues from a human development perspective. Presentation at the G-20 Workshop on Fiscal Policy, Istanbul, 30 June to 2 July.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.