Connect with us

EKONOMİ

FAİZLER YÜKSELİRKEN REEL PİYASA NE DURUMDA

Ekonomist Erol TAŞDELEN Reel Piyasadaki gözlem ve deneyimlerini paylaşmaya devam ediyor…

Yayınlanma:

|

Faiz oranları, Enflasyon aynı anda yükseliyor; ülke parası hızla değer kaybediyor ise Kriz Ekonomisinin tam ortasındayız demektir. Böyle dönemlerde; uygulanan Para Politikasının etkisi kısa sürede beklemek gerçekçi olmaz. Yapısal Reformlar ile desteklemeden; sadece Para Politikası araçları ile de bu girdaptan çıkılabilmesi mümkün değil. Piyasalarda GÜVEN duygusunun kaybedilmesi kısa sürer fakat bunun yerine oturtulması bazen yıllar alır. Kendi vatandaşın GÜVEN duygusunu yaşamayıp tasarruflarını %65-70’lere kadar döviz ve döviz varlıklara sığınırken; evlerdeki kasalar ve banka kiralık kasaları altın ve döviz doluyken; YABANCI yatırımcıyı kurtarıcı olarak beklemek ise gerçeklerden ne kadar uzaklaştığının göstergesi.

Reel Piyasada neler oluyor; alınan tedbirler etkisini nasıl gösteriyor; tünelin ucundaki ışık gün ışığı mı, gelen trenin ışığı mı bir bakalım…

Kriptoya giden paralar nereden geldi

Son beş yıldır Banka Kaynakları hiçbir dönemde, son yıllardaki kadar gerçeklikten uzak, amacı dışında kullanılmamıştı. İspatlanması zor ama gözlemlerden ve verilerden tahmin etmek zor olmuyor; Tüketici kredilerin önemli bir kısmı gerçek ihtiyaçlar için değil Kripto Para alımında kullanıldı; Borsa’da hisse senedi alımında döviz alımında kullanıldı. Kripto para piyasasında Avrupa’da 1. Dünya’da 4. olmakla övünürken kimse bu değirmenin suyunun nereden geldiğini sorgulamadı. Önemli bir kısmı banka kaynaklı kredi idi! Banka kredi gerekçelerine baksan ahalimiz evinin eşyasını değiştirdi; mobilyasını yeniledi; evini tadilat etti ama gerçekte öyle olmadığını en iyi bankacılar biliyor.

Borsa yatırımcısı kalıcı mı?

Borsa yatırımcı sayısı Halka arzlarla birlikte 8 milyonu aştı ama bunun kalıcı olması çok zor. Borsaya halka arzların en az yarısı kalıcı olmayacak; nerede ise her başvuru yapana BİST onay verdi. Onlarca firma sırada bekliyor. Önümüzdeki beş yıl içinde yarısı borsada olmaz. Zaten borsada dönen paranın önemli kısmı da küçük bir azınlığın elinde. Vatandaşın kazanma olasılığı çok düşük. Spekülatif işlemlerdeki ceza yetersiz ve geçici olmasını ekleyince, maddi kayıplar yaşayacak birçok vatandaşı üzecek gibi gözüküyor! Dövize talebin düşmesi için Kamu eli ile Borsaya yönlendirme son yıllarda bilinen bir durum. Emekli ve Kamu fonları aktif kullanıldığı ve ağırlığının arttığı bir dönem yaşandı.

Reel Piyasada şaşkınlık ve akıl tutulması yaşanıyor

Banka kaynakları son beş yıldaki seçim süreçlerinde halka dağıtıldı; dalga geçtiğimiz “şak diye 10 milyar dolar satacaksın” söylemi de fiiliyatta uygulanınca bir de baktık ki pokerde elimizdeki kağıtlar aynadan görülürken biz blöf yapar konuma düşmüşüz. Merkez Bankası rezervleri erimiş, eksiye düşmüş. İmalata, Sanayiye, Tarıma üretime gitmesi gereken kaynaklar hoyratça kullanınca “tüketerek bir yere gidilemeyeceği” anlaşıldı. Süreç içinde Kara Para Cennetine özendiği suçlaması ile Türkiye’nin FATF tarafından Gri Liste‘ye dahil edilmesi; Rating Raporu düzenleyen kurumların peş peşe not indirerek yatırım yapılabilir ülke notunun 5-6 kademe altına düşmemiz; Kredi Risk Primi notu olan CDS’in yükselmesi  de eklenince gelmesi planlanan dövizler gelmesini bırak, olanlar da Tahvil ve Borsa’daki satışlarla kaçışlar ile karşılaştık. Aksi de beklenemezdi zaten. “Kötü para iyi parayı kovar” yaşayarak öğrendik! Dövizi bastırırken tam da yabancılar çıkış sürecinde adamlara dolaylı bir de maddi katkı sağlamış olduk. Sıkışan süreç; malumunuz üzerine yerel seçimleri de beklemeden “Normalleşme; Rasyonelleşme” adında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK ve MB Başkanlığına getirilen Hafize Gaye ERKEN isimleri ile birleştirilerek; geç de olsa gerçekçi para politikasına dönüldü. Fatura ağır oldu/oluyor. Sonuç: Değer kaybeden TL, daha gerçekçi açıklanan Yüksek Enflasyon; Bankalar eli ile dizayn edilmeye çalışılan Para Politikası; Yüksek Kredi/Mevduat Faiz sürecinin yaşandığı bir girdabın içine girilmiş oldu. Tam bir “Türbülans Ekonomisi” süreci yaşanıyor! Başımıza önümüzdeki yıllarda neler geleceğini kesin bilen yok ama ekonomistler için tahmin etmek de zor değil! Önümüzü göreceğimiz tarih 2026 olarak ekonomi kurmaylarınca açıklandı.

Bankalar da şaşkın

Son yıllarda bankacılık sektörü içinde olan herkesin hemfikir olduğu bir cümle var: Böyle bir dönem yaşamadık! Bu cümlenin olumlu anlamda olmasını isterdim ama sahada tersi söz konusu. Örnek mi: Bir gün önce tüm mevduat müşterilerine “KKM yapılması” için nerede ise müşterilerine yalvaran bankacılar; ertesi gün müşterinin KKM yapmaması için nerede ise müşteriyi dövmediği kaldı. Banka uygulamalarında hiçbir dönemde bu kadar profesyonellikten uzak kararlar üst üste alınmamıştı. Piyasada GÜVEN kaybının ana nedenlerinden biri de budur aslında! Bankacılık tarihimizin hiçbir döneminde son yıllardaki gibi nasıl ve ne koşullarda mevduat toplanması gerektiği; ne gibi kredileri nasıl verilmesi gerektiği kadar; firmaların hangi koşullarda kredi alabileceklerine, döviz alıp almamasına, faturaya döviz kuru dahi yazılamayacağına kadar müdahale olmamıştı. Resmen yarı kapalı Kambiyo Rejimi uygulandı son yıllarda. Firmaların finansal kaynaklara ulaşması hiçbir dönemde bugünkü kadar daralmamıştı. Fazla yazılmadı ama bu durum bile başlı başına iç ve dış piyasada Türkiye Bankacılık sektörünün geleceği yönünde ciddi kaygılar oluşmasına neden oldu. Çok değil 5-6 yıl öncesine kadar saatler içinde Sendikasyon kredisi bulabilen Bankacılık sektörü 20-25 ülkenin 30-40 finans kuruluşundan Sendikasyon bulabilmek için aylarca uğraşır hale geldi.

Krediyi bulan sevinemiyor, nasıl ödenecek?

TCMB’nin uzun bir süre düşük faiz politikası terk edilip seçimden hemen sonra dayatılan inadından vazgeçip “Rasyonel Faiz Politikası” uygulaması ile hızlı bir şekilde yükselen gösterge faizi; mevduat ve kredi faizlerini de hızlı artırdı. Ticari Segment kredilerin önünün kesilmesi; düşük faizli Kredi kaynaklarının ağırlıklı Tüketici Kredilerine gitmesini sağlayan sistem Vatandaşı para içine boğarken; özellikle Ticari firmalar “nakit para” diye kıvranmaya başladı. Vatandaş emanet banka paraları ile üzerine gelen krizi hissetmezken; “tüketerek bir yere varılamayacağı” anlaşılıp Tüketici Kredi faiz oranlarının artması; Kredi Kart asgari ödeme tutarının yükseltilmesi; kuyumcu gibi bazı sektörlerde ve havayolu ve yurt dışı harcamalarında taksitli satışların yasaklanması; kredi kart faiz oranlarının TCMB Referans faizi ile paralel artması borç batağına saplanan vatandaşın da banka kredilerini çevirmesini zorladı. 2024 Banka batık kredi hacminin artacağını şimdiden tahmin etmek zor değil. Yıllardır 165-170 milyar TL aralığında tutulan banka batık krediler 2024’de katlanarak devam edecek gibi. Zira; Türkiye Bankalar Birliği-TBB verilerinden takipteki kredilere ek Nakit Kredilerin %15’lere kadar kısmının yapılandırıldığı;  ön izleme yakın izlemede sorunlu krediler statüsünde takip edildiği görülüyor.

Kredilerde Tahvil alma zorunluğu kalktı; Fatura talebine son verildi

Faiz oranlarının artması; Ticari kredilerine karşılık Bankaların Tahvil alma zorunluğunun gevşetilmesi; kredi kullanımında fatura isteme zorunluluğunun kalkması; kredilerin önünü açtı fakat bu seferde yüksek faizli krediyi alıp ödeyebilecek firma bulmakta bankaları zorluyor. Bankalar bu günlerde özellikle İSO 500 içinde yer alan firmaların kapısını aşındırmaya başladı. Daha önce KOBİ’lere verilen yüksek faiz ile döndürülmende yaşanacak zorlukları bankalar tahmin ederken Zombi firmalardaki hızlı artış firmaların stres katsayısını şimdiden kırılgan hale getirmiş durumda. Kredi kullanacak Ticari Firmaların “Net İhracatçı” olma şartı halen çoğu firmayı otomatik liste dışı bırakıyor.

Faizi Yükselen Kredinin Reel Piyasaya ne faydası var?

Banka kredi faizleri Kasım başında %50-60 arasına oturmuş durumda. Yükseliş trendi iyi tahminle 2024 yarısına kadar devam edecek gibi. Bu oranlar ile kredi alıp ödeyebilmesi için firmaların Faaliyet Devri Katsayısının yüksek olması; ya da yüksek kar marjı ile çalışması halinde belki kredi maliyetini çıkarır ama Türkiye şartlarında kaç sektörde bu koşullar var ki? Üstüne Reel Piyasadaki talep yönünde durgunluk yaşanırken üstelik.  Şu an firmaların katlanması gereken kredi faiz maliyeti bu oranlarda. İhracatını var ise biraz daha şanslısınız. Mali verileriniz de destekler, kredi limitiniz de onaylanır ise TCMB kaynaklı EXİMBANK Reeskont TL Kredi faizi  %26,93 /yıllık. Bu kredilerde faiz peşin kesildiği için firmaya reel maliyeti %35’lere gelir; zira, bu krediler için firmalar %1-2 komisyon ödeyerek EXİMBANK’a Teminat Mektubu veriyor. EXİMBANK’ın kendi kaynağından TL Kredilerde faiz oranı ise %41. Döviz Kredileri ise %8,50’lerde. Özel ve Kamu bankalarda TCMB Döviz kredilerinde 24 ay vade; EURO %6,99 faiz; USD %7,99 faiz piyasada var. Ama bunların hepsi tabi ki kredi vadesi boyunca ithalat işlemleri hariç döviz alınmaması; İhracat Taahhütlü ve Net İhracatçı ( İhracatın ithalattan %10 fazla olması ) gibi koşullara bağlı. Bu ekstre koşullar çoğu firmayı hali ile zorluyor. Aslında zamanında dövizler saçıldığı için yerine koymak için ihracatçılara kredi kanalları açık. Bunun dışında seçenek de yok aslında. Kısaca İhracatınız olacak; dövize ihtiyacınız olmayacak gibi koşullar sağlarsanız kısmen daha uygun maliyet ile kredi bulabiliyorsunuz! İhracatçılara EXİBANK Kredileri can suyu niteliğinde bu günlerde! EXİMBANK’ta bu kaynağı TCMB’de aldığı için bu kredilerin reeskont ( faizin kredi verilirken tahsil edilmesi ) firmaların eline kullanabileceği daha az nakit geçmesi anlamına geliyor. Firmalar en azından “yoktan iyidir” modunda bu krediler! ( Bu krediler dahi bir ara %31’lere çıktı; reel maliyet %38-40’lara gelince talep düşmesi, tepki gelmesi nedeni ile %24’e çekilip faiz iadesi yapıldı; TCMB gösterge faizi %35 yapınca bu kredi faizleri de %24 olan kredi faizleri de %26,93’e yükselmiş durumda).

Taahhüt altına giren İhracatçı da son aylarda rahat değil; bu alanda Avrupa ve ABD kaynaklı talep daralması yaşanıyor.

Yükselen faizler Maliyetleri artırırken; Maliyet Enflasyonunu da tetiklemiş durumda. TCMB kurmayları boşuna 2024’de de enflasyon yükselmeye devam edecek demiyor.

Son 3-4 yıldır orta uzun vadeli krediler “Değişken faizli kredi” olarak verildi. Üstelik yatırım kredileri dahi bu şekilde kullandırıldı. Dolayısı ile geçmiş yıllarda kullanılan krediler için de faiz oranların artması ek faiz maliyeti yansımaya başladı. Kısaca, borçlu Firmaların finansal maliyetlerinde ciddi artış olacağını tahmin etmek zor değil.

Bankalar Ücret ve Komisyon soygunu yaptı

Faiz oranları baskılanınca, Bankalar kredi faizinden kazandıklarından çok ücret ve komisyondan kazanmaları sizi şaşırtmasın. Yasal olmasa da bankalar 2022-23’de firmalardan etik olmayan kredi koşullarını müşterilerine dayatmaları sonucu oldu bu gelirler. Nasılsa TCMB ve BDDK’nın bu tespitlerde ufak cezalar ile geçiştirdiklerini biliyorlar. Ortada adı konmamış bir ücret-komisyon soygunu var! Bankacılık sektöründe ve banka özelinde Gelir tablosuna bakın. Milyarlarca lira “Diğer” adında gelirler var. Çoğu aslında alınmaması gereken gelirler. TCMB ve BDDK’nın 20.02.2020 tarihindeki 31035 nolu Resmi Gazetede yayınlanan bankaların kredilerde alabilecekleri ücret ve komisyon ile 2022-23’de kredilerde dayatılan “kredinin %25-30’unu vadesizde bırakma; firma ortaklarına sigorta yapma zorunluluğu; masrafsızlık, dış ticaret paketleri gibi toplu komisyon kesme” gibi ek  kredi koşullar hangi izinler ile yapıldığını bankacıların kendileri dahi açıklayamıyor. Sık sık yazdığım gibi; bu tür dayatma komisyonlarında cezalar banka Yönetim Kuruluna kesilmeden, bu kesintilerin faizi ile toplu müşterilere iade edilmeden sonu gelmez. Özel bankaların çoğu yabancı sermayeli banka olmasına rağmen yurt dışındaki bankalardaki alamadıkları ücret ve komisyonları Türkiye’ye gelince çatır çatır alıyorlar. “Efendim firmalar dava açıp bankalardan istesin” kolay savunmasına kalkınmasın zira, hiçbir firma kredili çalıştığı banka ile bu konularda mahkemelik olmak istemez. Bu iş TCMB ve BDDK’ya; Rekabet Kurumuna, Ticari Mahkemelerine düşer. 2022 3Ç’de 218,7 milyar TL Faiz Dışı Gelir elde eden bankalar 2023 aynı dönemde %125 artış ile 491,7 milyar TL gelir elde etmeleri tesadüf ya da firmaların gönüllü verdiğine kimse ikna edemez beni. BBDK Murakıpları bu alanı detaylı incelesinler bence.

Tüccar parası ile Ticaret mi yapsın, mevduata mı yapsın açmazında

Faizler yükselince Piyasada da kendi reflekslerini oluşturdu. Likit para kral! Bir defa krediye ulaşamayan firma ve bazı sektörler nerede ise tamamen peşin satışa, günlük ürün fiyatlamaya döndü. Satışta 2-3 aylık vade yapan firmalar bile ürününe aylık %5-6 vade farkı koymaya başladı. Nakit parası ile ticaret yapan Tüccar “bu ortamda ticaret yapılmaz” diye garanti olan mevduata yönelmiş durumda. Öyle ya piyasa da her geçen gün daralırken; %  10-15 karlılık ile ticaret yapacağına parasının en az yarısını %40-45’lerden mevduat olarak bankaya koymak daha mantıklı. İş stresi de yok üstelik. Piyasadan adı konulmamış ciddi para çıkışı oldu bu yöntem ile. %50-60 kredi faizi ile enflasyon nedeni ile sattığı fiyattan malı yerine koyamayan esnaf artan kira, elektrik, doğalgaz, işçilik maliyetleri ile boğuşurken son yıllarda hazırdan yemeye başladı.

Reel Piyasa durdu, dönen nasıl dönüyor?

Bazı sektörlerde piyasa ciddi oranda durmuş durumda. İthal mamul ve yarı mamulün önünün alınamaması örneğin iplik sektöründe ciddi sıkışıklığa neden oldu. Konfeksiyoncu yurtdışından (Çin’den) kumaş getirince; iç piyasada kumaş satışı düştü dolayısı ile ipe olan talebi de azatmış durumda. Üzerine durgunluk ve rekabet de girince bu alandaki kurumsal firmalar dahi şu anda ne yapacağını bilemez halde. Bu gibi sektörlerde toplu işçi çıkarmalar başladı biline! Bazı sektörlerde nakit dışında ticaret durmuş durumda. Ödemelerini yapamayan firmaların kapılarını kaçıp gitmeleri gibi haberlere hazırlıklı olun; başladı bile. Büyük yatırımcılar Mısır gibi ülkelere gitmeye başladı bile.

Ödemleri Döviz olarak yapma yasağı ayrı fiyasko. “Liralaşma Stratejisi” uyguluyoruz derken çoğu mahkemede sonuçlanacak yeni sorunlar çıktı. Çoğu sektörde fiyatlama döviz ile yapılıyor. Nasıl yapılmasın ki İthalatın %80’ni hammadde, maliyet hesapları döviz durumuna göre yapılıyor. Döviz ödemelerinin TL olarak yapılması yüzünden satan da alan da kur zararı yapıyor; Bankalar arada tatlı kar elde ediyor. Firmaların kur farklarından dolayı muhasebe hesapları karşılıklı kapatamıyor. Milyonlarca dolar işlem yapan firmaları düşünsenize ciddi farklar var. Döviz çeklerin YP ödemesi niçin yasaklanır anlaşılır gibi değil. Bu paralar yurt dışına çıkmıyor ki, firmadan firmaya geçiyor. Kur zararından dolayı devlet de vergi kaybına uğruyor iyi mi. TCMB bu alanda da sadeleşme yapar ise ciddi sorunlardan biri aşılmış olacak. Sorunlar yumağında sadeleşme de kolay olmuyor!

Bundan sonra ne olur? 2024 nasıl geçer?

Kabul etmek gerekir; bizim gibi yatırımlarını henüz tamamlamamış ülkelerde özkaynakları ile faaliyetini sürdürebilen firma sayısı çok az. Banka kredilerini özkaynak gibi gören ve sürekli kredi ile dönen firmaların faaliyetini sürdürmelerini daha da zorlaştı. Şu an “stoklarını zararına satan firma” sayısı arttı. Piyasada bazı sektörlerde ürün/fiyat dengesi bozulmuş durumda. Bazı firmalar için maç bitti uzatmaları oynuyor? Bir umut, “yerel seçim sürecinde düşük faizli uzun vadeli krediler tekrar çıkar mı” diye bekleyen firma sayısı tahmin edilenden fazla. Böyle olsa bile 2024 sonunu göremeyecek firma sayısı tahmin edilenden fazla olacak. Bankaların 2024 bütçelerinde kredi yapılandırma maliyeti yaptığını; kredi takip hacminin artışı için bütçede karşılık ayrılan rakamlar milyarları bulacak. Özellikle Bireysel ve KOBİ Kredilerinde bankalar belli oranda takip tutarını şimdiden kabul etmiş durumda. “Rakip bankalara bu kredileri nasıl kovarım” diye arayış içindeler. Firmaların Kredi limitlerinin yenilenmemesi; limitlerin risklere çekilmesi; krediler için ek teminat istenmesi gibi şikayetler önümüzdeki aylarda artacak. Ödenen çek hacmi belki enflasyon nedeni ile artmış gibi gözükecek ama enflasyondan arındığında reel olarak düştüğünü; karşılıksız çek hacim ve adetinin arttığına şahit olacağız.

Kısaca; Firmalar biriken kısa vadeli kredi borçlarını, artan faiz maliyeti ile nasıl çevireceklerini kara kara düşünmeye başladı. İlerisi için parlak finansal seneryolar yok maalesef. Reel Piyasada konkordatolar, iflaslar, kredi yapılandırmalar havada uçuşurken; artan işsizlik oranı, sokağa yansıyan adi olaylardaki artışlar, düşen alım gücü; fakirlik nüfus oranının artacağı; servetimizin eridiğini göreceğimiz bir dönemi yaşayacağız. 2024’de enflasyona göre değil “beklenen enflasyona” göre maaş artışı şimdiden ilan edilmiş durumda. Olan yine sabit gelirlere olacak. Enflasyon zaten başlı başına dolaylı vergi haline geldi. Ekonomi Kurmaylar bile “2026’dan önce beklenti içine girmeyin” demesi yolun ne kadar uzun ve engebeli olduğunun göstergesi aslında. Döviz stoklarını hızla eriten yetkin olmayan ekonomi kurmaylar hala etkin yerlerde iken sorun sadece Hazine ve Maliye Bakanı ile TCMB Başkanını değiştirme ile halledilecek kadar kolay olsaydı keşke!

Yaşayıp göreceğiz!

Erol TAŞDELEN – Ekonomist       www.bankavitrini.com

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.