Erol TAŞDELEN, vatandaşın kanayan yarasına dikkat çekti. 2019 yıl sonunda Vatandaşın bankalara olan 580 milyar TL’lık kredi borcu 2020’nin 11 ayında % 41 artarak 817 milyar TL’ye çıktı. Devlet, önce “Tüketim Toplumu” yaratılmasına göz yumup, sonra da “borçların ile ne halin var ise gör” diyemez. Sosyal Devlet olmanın gereği Vatandaşın sorunlarına çözüm üretmektir. TÜİK 14 milyon vatandaşın sosyal yardımdan yararlandığını açıkladı. Devlete ve Halka düşen bu sayıyı azaltıp, İnsanlara İnsanca yaşayabileceği ortam hazırlamaktır. Sosyal Devlette vahşi piyasa koşulları ortamı olmaz.
2020 Aralık ayı iyi geçmiyor. İki olay acılarımı büyüttü. Birincisi; Samsun – Canik ilçesinde Metin I. ellerine “İŞ – AŞ” yazarak intihar etmesi İkinci olay; Aydın – Nazilli İlçesinde Ahmet M.’ye Devletin verdiği 1.000.-TL’ye bankanın kredi kart borcunu gerekçe göstererek icra yolu ile el koyması. her iki olayın da aslında ortak özelliği var. Yoksulluk ve borçluluk.2019 sonunda da toplu intiharlar ile Türkiye sarsılmış acımız büyümüştü.
Bu olaylar aklıma geldikçe uykularım kaçıyor. Bireysel ve ailece toplu intiharlar “psikolojik sorun, kim bilir ne derdi vardı” gibi kişisel teselli ile geçiştirdiğimiz bir durum olmamalı. Seri intiharların nedeni üzerinde ciddi ciddi Psikologlar kafa yormalı ve acil çözüm üretmeli. Aile Bakanlığı uzmanları bugüne kadar bu konuyu fark etmemeleri ve çözüm üretmemeleri daha iç acısı doğrusu.
Sorunun nedenini bulmadan çözüm üretemeyiz
Bir sorun ile karşılaştığımızda, “nedeni” tespit etmeden” çözüm” üretilemiyor maalesef. 2019’da İstanbul Fatih’te başlayan peş peşe 3 aile 12 toplu intihar. Bunun kararı nasıl verilir, aileler çözüm üretemiyor da bu yolu seçiyor kısmını bir kenara bıraktığımda 3 ailede de gördüğüm ortak nokta “yüksek borçluluk, kredi takipler, borç batağı” kendini gösteriyor. Bu durumda önce tespit yapalım. Piyasaya, tefecilere, kuyumculara, akrabalara, bakkal defterine, pazarcıya ne kadar vatandaşın borcu var bilemeyiz ama Bankalara borcunu biliyoruz. Dövizin yükselme maliyetinin, üretim maliyetlerini artırıp, önce maliyet enflasyonuna neden olması, sonra Tüketici Enflasyonunu tetiklemesi sonucu Vatandaşın gelir kaybı ile gelir dağılımındaki adaletsizliğinin artması da ayrı araştırılması gereken bir konu.
Vatandaş Bankalara ne kadar borçlu, 526 milyar TL nereye gitti belli değil
Vatandaşın 2019 sonunda Bankalara Toplam Borcu 580 milyar TL idi. 2020 Aralık başında 11 ayda 237,5 milyar TL yani % 40,9 artarak 817,5 milyar TL düzeyine çıktı. Üstelik bu artış 11 ay boyunca ödenen kredi borçları düşüldükten sonraki net artış. Pandemi süreci iş iyice içinden çıkılamaz bir hale getirmek üzere.2020 yılı 11 ayda artan borcun 81 milyar TL’lık kısmı Konut; 4,3 milyar TL’lık kısmı da Taşıt Kredileri. Toplam 237,5 milyar TL’den mahsup ettiğimizde geriye kalan 152,2 milyar TL’lık artış, Tüketici Kredileri, KMH ve Kredi Kartı. Konut ve Taşıtın bir karşılığı var ama 152,2 milyar TL’lık borç zaruri ihtiyaçlar için gitmiş yani. Bu sadece 2020 için Genel Toplama baktığımızda 279,7 milyar TL Konut ve 11,3 milyar TL Taşıt kredisi ikisinin toplamı 291 milyar TL; Toplam Borç 817,5 milyar TL olduğuna göre ( 817,5 – 291 ) 526,5 milyar TL‘lık kredinin nereye harcandığı veya geri nasıl döneceği belli değil.
Sorun karşılığı olmayan kredilerde
Sorunlu olup, Kredi takiplerde Konut ve Taşıt Kredilerinde görüldüğü gibi sorun yok sayılır. Bir ara 1 milyar TL üzerine çıkan Konut Kredi Takip tutarları 959 milyon TL’ye düştü. Vatandaş ne yapıp edip Konut ve Taşıt kredisini ödüyor yani.
Buzdağının üst kısmı iyi gözükmesi altının da öyle olduğu anlamına gelmiyor maalesef. Toplam 817,5 milyar TL’Lık 526,5 milyar TL’lık Tüketici Kredisi, Kredi Kartı ve bankaların elma, armut, çilek gibi meyve isimleri ile sunduğu hesaplara tanımlı Kredili Mevduat Hesabı ( KMH ) kredileri var. Kibarlıklarından henüz Ayva ismini veren yok. İşte ana sorun bu kredilerde. Bu kredileri kağıt üzerinde elma, armut, çilek olarak tükettik ama sonunda vatandaşın elinde Armutun çöpü kaldı kala kala. Nereye harcadığını bile anlamadı. Kimi artı para dedi, kişi ek hesap, kimi avans hesap, kimi esnek sonunda olan vatandaşa oldu. İhtiyaç Kredileri 383 milyar TL’yi aştı; vatandaşın Kredi Kart borcu 143 milyar TL oldu. Evin eşyası, çocuklara bilgisayar, 2-3 maaş karşılığı cep telefonları, 12 taksitli tatiller iyi de ödeme zamanı geldi dayandı ortada ödeyebilecek gelir yok. Maaşlar asgari ödemeleri, kredi taksitleri karşılamayacak hale gelmiş tabi artan işsizlik üzerine tuz biber oldu. Bu arda geçen hafta eski TÜİK başkanı bile açıklanan TÜİK rakamlarının şüpheli olduğunu açıkladı.
Takipler aldı başını gidiyor
Bankaların Toplam Takip tutarı 2020 son ayına girerken 151 milyar TL’yi buldu. Bunun 18,7 milyar TL’lık kısmı Vatandaşın takip dosyalarından oluşuyor. Tüketici Kredi takip tutarı 13,6 milyar TL’yi buldu. Kredi Kart takipleri 6 milyar TL düzeyinde. Takip rakamları yukarıda yazdığımız banka borçlarının içinde değil. Üstelik sadece 2019 yılı içinde Bankalar Varlık şirketlerine 8 milyar TL’lık batık kredi dosyası sattı ki bunların çoğu Tüketici kredisi ve ortalama % 5’lik değerine satıldı bu batık krediler. Batık kredilerin satıldığı Varlık Şirketleri ile Bankalar arasındaki ilişkileri BDDK bir incelemeye alsa fena olmaz pis kokular geliyor zira yıllardır. Mesela Varlık Şirketi yöneticilerinin iş geçmişini inceleyerek başlasınlar önce ve varlık artış durumlarını.
Daha önce çözüm önermiştim, suçlu sadece vatandaş değil
Toplu, bireysel intiharlarda tabi herkes gibi benim de içim yandı ama şaşırtmadı. Halkın içinde gelen ve hala halkın içinde biri olarak bunları öngörmüş ve önerimi de yıllar önceki yazılarında yapmıştım. Batık kredileri bankalar ortalama % 5’lik değerine Varlık şirketlerine satıyor. Batık tüketici kredileri devlet % 5’e alsın 18,7 milyar TL batık kredi 935 milyon TL yapar, hadi yuvarlak 1 milyar TL’ diyelim. “Devletin zor durumda olan vatandaşına ayıracak 1 milyar TL’si yok mu?” diye sormuştuk. Milyonlarca insanın hayatı rahatlayacak bu durumda. Üstelik mahkemelerdeki on binlerde dosya kapanmış olacak. Hala da aynı fikirdeyim.
Bu ülkede sadece firmalar yok, müteahhitler yaşamıyor sadece; can yelekleri, can simitleri sadece firmalara atılmasın sonuçta Devlete verilen Vergilerin %50’den fazlasını vatandaş veriyor, üstüne bir de aldığı her üründeki KDV’yi ekleyince nerede ise Vergi gelirlerinin dörtte üçünü vatandaş ödüyor. Anayasamızın ana maddelerinden olan “Sosyal Devlet” olma gereği sadece 14 milyon vatandaşın yararlandığı “sosyal yardımlar” değil zamanında reklam kampanyaları ile yaratılan “Tüketim Toplumuna” göz yumulması sonucu eğitimsiz vatandaşın “Tüketim salgınına” yakalanmasında sadece vatandaş suçlu değildir. Tüketim toplumu yaratıp, Borç denizinde boğulmasını seyredemeyiz.
Sosyal Devletin görevi cenaze kaldırmak değil, vatandaşını sağlıklı bireyler olarak gelişimine katkı sağlamaktır. Vatandaş da aklını başına alsın lüks tüketimi bir kenara bıraksın artık. Üretmeyen toplum tüketir ama bir noktaya gelir ki kendini tüketmeye başlar, tam da o kırılma zamanındayız. Ya tekrar üretim ekonomisine döneceğiz ya da kendi kendimizi ve geleceğimizi de tüketeceğiz.
Erol TAŞDELEN – Ekonomist, www.bankavitrini.com editör ve yazarı
Kredimi Mevduat Hesaplarda (KMH), yani halk arasında daha çok bilinen adıyla “ek hesap” ya da “artı para”, vatandaş için acil nakit ihtiyaçlarında kolay bir çözüm gibi görünse de içinde dikkat edilmesi gereken pek çok tuzak barındırır. İşte bu tuzaklar ve riskler:
1. Yüksek Faiz Oranları
KMH’lerde uygulanan faiz oranları genellikle ihtiyaç kredilerinden daha yüksektir.
Aylık faiz oranı %4 ila %5 arasında değişebilir.
Ayrıca gecikme durumunda gecikme faizi + vergiler de devreye girer.
Örnek: 10.000 TL’lik bir KMH bakiyesi 3 ay kapatılmazsa 1.500 TL’ye kadar faiz yükü oluşabilir.
2. Günlük İşleyen Faiz
KMH faizi, kullanılan gün kadar işler.
Parayı 1 gün bile çekseniz faiz hesaplanır.
Hesaba para girdiğinde otomatik tahsilat yapılır, bu da maaşlara direkt el koyma etkisi yaratır.
3. Psikolojik Rahatlık ve Sürekli Kullanım Riski
“Nasıl olsa açık hesap var” rahatlığı, kişiyi sürekli borçla yaşamaya iter.
Borç döngüsüne girilmesine neden olur.
KMH, finansal disiplini bozar.
4. Kredi Notuna Olumsuz Etki
KMH limitinin sürekli kullanılması ya da limit aşımı, kredi notunu düşürür.
Bu da ileride daha uygun faizli kredilere ulaşma şansını azaltır.
5. Vergi ve Masraflar
KMH faizinin yanında BSMV (Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi) ve KKDF (Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu) gibi ek yükler de alınır.
Bu oranlar toplamda faiz yükünü %30’a kadar çıkarabilir.
6. Mevduat Hesabı Sanılıyor
Vatandaş bazen KMH’yi “kendi parası” sanabiliyor.
Oysa bu banka tarafından verilen kısa vadeli kredidir ve iadesi zorunludur.
7. Bankalar İçin Karlı, Vatandaş İçin Tuzaklı
Bankalar için KMH, düşük maliyetli ve yüksek getirili bir ürün.
Vatandaş için ise kontrolsüz kullanıldığında “borç tuzağı” halini alabilir.
Vatandaş Ne Yapmalı?
✅ KMH limiti açtırmadan önce ihtiyacın gerçekten acil olup olmadığını düşün. ✅ KMH’yi sürekli değil sadece acil durumlar için kullan. ✅ Maaş yatınca hemen kapat. ✅ Mümkünse düşük faizli bireysel kredi alternatiflerini değerlendir. ✅ KMH limitlerini sınırla ya da tamamen kapattır.
KMH, doğru ve dikkatli kullanılırsa işe yarar bir araç olabilir. Ancak bilinçsiz kullanıldığında, vatandaş için sessiz bir borç kapanı haline gelir.
KGF Desteği Görünümlü Risk Devrinin Yeniden Sahne Almaması Umuduyla
Yakında açıklanması beklenen yeni KGF kefaletli kredi paketi, reel sektör için umut olsa da, geçmiş deneyimler ciddi bir temkin gerektiriyor. Çünkü daha önceki KGF uygulamaları, amacından sapmış, gerçek bir destek yerine bankalar için bir “risk tahliye operasyonuna” dönüşmüştü.
O dönemde birçok banka, daha önce teminatsız ya da düşük teminatla verdiği mevcut kredileri, yeni açılan KGF paketleriyle kapatmıştı. Yani şirketlerin kasasına yeni bir para girmemiş, sadece mevcut krediler kapatılarak yerlerine KGF destekli krediler kullandırılmıştı. Bu yolla bankalar kendi risklerini kamuya devretmiş, reel sektöre ise sadece kâğıt üzerinde bir “kredi desteği” sunulmuştu.
Sonuç olarak kamu eliyle verilen destek, ekonomiye yeni bir kaynak olarak değil, bankaların bilançosundaki sorunlu kredilerin güvenceye alınması için kullanılmıştı.
Şimdi yeni bir KGF dönemi başlarken, aynı oyunun yeniden sahneye konmaması için dikkatli olunmalı. Gerçek destek, yeni kaynağın reel sektöre ulaşmasıdır. Kredi destekleri, bankaların teminat oyunlarına değil, üretim ve istihdama can suyu olacak projelere yönelmelidir.
Bankalar kurnaz olabilir, ama kamunun görevi uyanık olmaktır.
Yokse geçmiş deneyimlerdeki gibi Zombi firmaların Zombi kredilerini finans edilerek yükü KGF üstüne yüklemek için kullanılmaması dileğiyle…
“Bir iş, tamamlanması için ayrılan süre kadar genişler.” — Cyril Northcote Parkinson
Günümüzde iş hayatında verimlilik ve zaman yönetimi her zamankinden daha kritik bir hâle geldi. Toplantıların uzaması, projelerin sürüncemede kalması ve gün içinde ertelediğimiz basit görevler… Tüm bunların temelinde Parkinson Yasası yatıyor olabilir.
Parkinson Yasası Nedir?
İngiliz tarihçi ve yazar Cyril Northcote Parkinson, 1955 yılında The Economist dergisinde yayımladığı bir makalede bu kavramı ortaya attı. Parkinson Yasası’na göre:
“Bir görev, ona ayrılan süre kadar genişler.”
Yani bir işe ne kadar süre verirseniz, o iş kendini o kadar yayar. İşin doğası gereği belki 1 saat yeterliyken, siz 1 gün verirseniz, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde o iş bir günü doldurur.
İş Hayatında Parkinson Yasasının Önemi
1. Verimsizlikle Mücadele Aracı
Çoğu çalışan ve yönetici, bir işe gereğinden fazla zaman tanıdığında detaylara takılır, mükemmeliyetçilik tuzağına düşer ya da işi sürekli erteler. Bu durum, verimliliğin düşmesine yol açar. Parkinson Yasası, gereksiz zaman tüketimini azaltarak verimliliği artırma fırsatı sunar.
2. Zaman Yönetiminde Kullanımı
Parkinson Yasası’nın sunduğu bakış açısıyla kısa ama gerçekçi teslim süreleri belirlemek, işlerin daha odaklı ve hızlı yapılmasını sağlar. “Zaman kısıtı”, dikkat dağınıklığını azaltır ve işin özüne odaklanmayı teşvik eder.
3. Toplantı ve Proje Planlamasında Etkisi
Belirsiz süreli toplantılar genellikle konu dışına sapar ve verimsiz hâle gelir. Aynı şekilde, proje teslim sürelerinin gereğinden uzun olması, motivasyonu düşürür. Bu nedenle Parkinson Yasası ışığında, net ve kısa zaman aralıklarıyla planlama yapmak, kurumsal disiplini artırır.
4. Yapay Yoğunlukların Fark Edilmesini Sağlar
Kurumsal yapılarda sıkça karşılaşılan “meşgul görünme” çabası, aslında Parkinson Yasası’nın bir yansımasıdır. Çalışanlar kendilerine ayrılan süreyi doldurmak için bazen gereksiz iş üretir. Bu durum, organizasyonel verimliliği düşürür.
Uygulamada Ne Yapılmalı?
Öneri
Açıklama
Kısa teslim süreleri koyun
Aynı iş daha kısa sürede bitirilebilir.
Zaman blokları oluşturun
Her iş için ayrı süre blokları belirleyin.
Toplantılara zaman sınırı koyun
15-30 dakikalık odaklı toplantılar etkili olur.
Gereksiz detaylardan kaçının
“Yeterince iyi” olanı üretin, mükemmeliyetçilik zaman kaybıdır.
Parkinson Yasası, sadece bir zaman yönetimi ilkesi değil; aynı zamanda iş hayatında farkındalık kazandıran bir aynadır.
Zamanı yönetmek, iş süreçlerini sadeleştirmek ve gereksiz yükleri ortadan kaldırmak isteyen herkes için Parkinson Yasası güçlü bir rehberdir.