İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO), Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu 2021 Araştırması açıklandı. İSO 500’de üretimden satışlar geçen yıl yüzde 73,8 artışla 2 trilyon TL’yi aştı. 2021 yılında ihracat yüzde 33,9 artışla 85,8 milyar dolara ulaştı. Şirketlerin faaliyet karı yüzde 139 artışla 342 milyar TL’ye yükseldi. İSO 500’de yer alan kuruluşların bağlı olduğu oda bilgilerine göre sıralanması sonucu sanayideki ağırlığın Anadolu lehine geliştiği görüldü.
Tüpraş liderliği bırakmıyor
2021 yılında Tüpraş, üretimden satışlarda 136,8 milyar lirayla en büyük sanayi kuruluşu unvanını korudu. Tüpraş’ı 67,3 milyar TL’lik satış geliri ile Ford, 55,2 milyar TL’lik satış geliri ile Star Rafineri izledi.
Bahçıvan: Büyüme, dış talepteki artıştan kaynaklandı
İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, Türkiye ekonomisinin geçen yıl dünya genelinin çok üzerinde gerçekleşen yüzde 11’lik büyüme ile son 10 yılın en güçlü performansını sergilediğini, İSO 500’ün ihracat rakamlarında da görüleceği üzere bunun özellikle dış talepteki artıştan kaynaklandığına dikkat çekti.
İhracatta yüksek artışı sağlayan ana unsurun Türk sanayisinin dünya genelindeki alıcılar için önemli bir alternatif üretici olarak öne çıkması sonucu ortaya çıkan ilave tedarik talebi olduğuna değinen Bahçıvan, ayrıca yurt içinde salgına karşı yürütülen başarılı aşı uygulamaları sonrasında iktisadi ve sosyal faaliyetlerde kısıtlamaların kademeli olarak kaldırılması ve buna bağlı olarak genişleyen iç talebin de ekonomik büyümeyi desteklediğini söyledi.
Bütün bu gelişmelerin etkisiyle sanayi sektörünün yüzde 16,6, imalat sanayinin ise yüzde 17,2 büyüyerek ekonominin genelinden pozitif ayrıştığını ve büyümeye de en yüksek katkıyı sağlayan sektör olduğunu dile getiren Bahçıvan “Sanayi sektörünün sürükleyici rolü, her ay açıkladığımız İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat PMI’ın geçen yılki verilerinde de zaten görülüyordu. Türkiye İmalat PMI verileri 2021 yılında tam kapanma ve bayram tatilinin denk geldiği mayıs ayı dışında tüm aylarda eşik değer 50’nin üzerinde seyretti. Endeksin yıl ortalaması da 52,1 olarak gerçekleşti. Dolayısıyla İmalat PMI, yaşanan güçlü büyümenin sinyalini bizlere önceden vermişti” dedi.
Üretimden satışlarda yüzde 748 artış
Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşunun üretimden satışları 2020’deki 1,2 trilyon lira olan seviyesinden, yüzde 73,8’lik artışla 2021 yılında 2 trilyon lirayı geçti. Artışın yüksek olmasında ihracattaki güçlü büyüme ile döviz kurları ve enflasyondaki hareketlenme etkili oldu. Geçmiş dönemlerle kıyaslandığında, İSO 500’ün üretimden satışlarında bundan daha yüksek oranlı artışların son olarak 1992-1997 dönemindeki yüksek enflasyon ortamında gerçekleştiği görüldü. Söz konusu dönemde İSO 500’ün üretimden satışlarının yıllık artış oranları o yıllarda da yüzde 78 ile yüzde 112 aralığında seyretmişti. İSO 500’ün ihracatı da yüzde 33,9’luk artışla 85,8 milyar dolara ulaştı. İSO 500’ün ihracat artışı, Türkiye genelinin 1,1 puan üzerinde gerçekleşti. Böylece hem Türkiye hem de İSO 500 ihracatı tarihsel rekor kırdı.
Faaliyet kârı 342 milyar liraya çıktı
Araştırmaya göre İSO 500’ün 2021’de faaliyet karı yüzde 139 oranında artarak 143 milyar liradan 342 milyar liraya çıktı. Böylece faaliyet karlılığı 4 puan artışla yüzde 14,8’e yükseldi. Benzer şekilde faiz, amortisman ve vergi öncesi kar da yüzde 120’ye yakın bir artışla 185 milyar liradan 405 milyar liraya sıçradı. Bunun sonucunda FAVÖK karlılığı 3,6 puan artışla yüzde 17,5’e çıktı. Vergi öncesi kar ve zarar toplamı ise yüzde 137 artarak 92,5 milyar liradan 219 milyar liraya yükseldi. Bu gelişme satış karlılığını 2,5 puan artışla yüzde 9,5’e taşıdı.
TL’deki kayıp ve enflasyon finansman giderlerini artırdı
İSO 500’ün finansman giderleri Türk lirasındaki değer kaybı, enflasyondaki artış ve faiz oranlarındaki yükselişin etkisiyle yüzde 135 oranında artarak 89 milyar liradan 209 milyar liraya yükseldi. Aynı yılda faaliyet karındaki artış yüzde 139 ile daha yüksek gerçekleşti. Böylece finansman giderlerinin faaliyet karına oranı hafif düşüşe rağmen son yıllarda olduğu gibi yüzde 60’ın üzerinde kaldı.
Toplam borçlar yüzde 71 büyüdü
İSO 500’ün ana bilanço göstergesine göre, 2021 yılında İSO 500’ün aktif toplamı yüzde 65,4 artarak 1,3 trilyon liradan 2,1 trilyon liraya yükseldi. Aktifler içerisinde ana kalemlerde dönen varlıklar yüzde 74 artışla 821 milyar liradan 1,4 trilyon liraya ulaşırken, duran varlıklar yüzde 51 artışla 467 milyar liradan 706 milyar liraya yükseldi. Özkaynaklar 407 milyar liradan 624 milyar liraya yükselerek yüzde 53 artarken, toplam borçlar 881 milyar liradan 1,5 trilyon liraya çıkarak yüzde 71 büyüdü.
KDV yükü yüzde 91 arttı
İSO 500’ün üzerindeki devreden KDV yükü yüzde 91 gibi büyük bir artışla 24 milyar liraya yaklaştı. Kar eden kuruluş sayısı 405 olurken, faiz, amortisman ve vergi öncesi kar elde eden firma sayısı ise 489 oldu. Yine İSO 500’de teknoloji yoğunluğuna göre yaratılan katma değer dağılımına göre, en yüksek payı yüzde 33,3 ile düşük teknoloji yoğunluklu sanayiler almaya devam etti. Bununla birlikte orta-düşük ve orta-yüksek teknolojilerin payının yüzde 53’lerden yüzde 60’lara yükselmesi de teknolojik dönüşüm açısından umut verici oldu. Diğer yandan yüksek teknoloji yoğunluklu sanayilerin payı yüzde 6,4’ten yüzde 6,1’e geriledi.
Ar-Ge yapan kuruluş sayısı 265
İSO 500’de AR-GE harcaması yapan kuruluş sayısı 2021’de 265 olurken, AR-GE harcamaları anket verileri ile yaklaşık 9 milyar TL düzeyinde gerçekleşti. Bu durum 2020’ye göre yaklaşık yüzde 44’lük artışa işaret etti.
İstihdam artışı yüzde 5,6
İSO 500’ün istihdamı da 2021 yılında yüzde 5,6 artarak 757 bin 24 kişiye yükseldi. Aynı yılda ödenen maaş ve ücretlerdeki artış ise yüzde 33 oldu. Yine İSO 500 içinde yabancı sermaye paylı kuruluşların sayısı 1 adet daha azalarak 109’a indi.
Anadolu ağırlığını artırıyor
Ayrıca İSO 500’de yer alan kuruluşların bağlı olduğu oda bilgilerine göre sıralanması sonucu sanayideki ağırlığın Anadolu lehine geliştiği görüldü. Son yıllarda sayısal olarak düşüş eğiliminde olmasına karşın en büyük pay 158 firma ile halen İstanbul Sanayi Odası’na ait olurken, İstanbul’u 41 kuruluş ile Kocaeli Sanayi Odası ve 40 kuruluş ile Ege Bölgesi Sanayi Odası izledi. Bu odaları da 33’er kuruluş ile Ankara Sanayi Odası ve Gaziantep Sanayi Odası, 18 kuruluş ile Kayseri Sanayi Odası ve 16 kuruluş ile de Bursa Ticaret ve Sanayi Odası takip etti.
Türkiye ekonomisi son yıllarda daha önce hiç görülmemiş zorlu bir dönüşüm süreci yaşıyor. Bu sürecin en ağır yükünü ise sanayici çekiyor.
Finansmana erişimin zorlaştığı, bankaların kredi verme iştahının düştüğü ve faiz oranlarının yükseldiği bu dönemde özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler ayakta kalmakta güçlük çekiyor.
Kredi, işletmelerin günlük faaliyetlerini sürdürebilmesi, hammadde tedariki yapabilmesi, maaş ödemesi ve yeni yatırım planlarını hayata geçirmesi için hayati öneme sahiptir.
Ancak son dönemde ticari kredi faiz oranları basit faizde %60 bandına kadar çıktı. Aynı zamanda bankalar risklerini azaltmak adına limit tahsisinde daha temkinli davranıyor. Bu durum özellikle teminat göstermekten aciz küçük esnafı ve likidite ihtiyacı duyan sanayiciyi kredi dışında bırakıyor.
Krediye ulaşamayan esnaf, artan kira, enerji ve personel maliyetleri karşısında çaresiz kalıyor. Her ay binlerce küçük işletmenin faaliyetini durdurduğu ya da faaliyet alanını daralttığı görülüyor. Bu tablo sadece bireysel esnafları değil bağlı tedarik zincirlerini ve hizmet sektörünü de etkiliyor. Aynı zamanda işsizlik oranının da artmasına neden oluyor.
Sanayi tarafında da tablo farklı değil. Girdi maliyetlerinin yüksekliği, kur baskısı ve daralan iç talep sanayicinin üretim planlarını ciddi şekilde etkiliyor. Özellikle yatırım kredilerine erişim zorlaştığı için yeni tesis kurulumları, makine yenileme ya da kapasite artırımı gibi yatırımlar erteleniyor.
Bu durum ihracat performansını ve üretim hacmini olumsuz etkiliyor. Türkiye’nin büyüme hedefleri de bu nedenle tehlikeye giriyor.
Tüm bu gelişmeler ekonomik gerilimin giderek sosyal gerilime dönüşmesine neden olabilir. Krediye erişimin sınırlı kalması, işletmelerin borç yükünü artırıyor, ödeme vadeleri uzuyor ve ticari ilişkilerde zincirleme bozulmalara yol açıyor. Bu kırılgan yapı, bir noktadan sonra ekonomik istikrarsızlık riskini büyütüyor.
KOBİ’lerin ve sanayicinin hayatta kalabilmesi için finansmana erişim mutlaka kolaylaştırılmalı. Kamu destekli kredi paketleri, Kredi Garanti Fonu gibi araçlarla genişletilmeli.
Faiz oranlarının makul seviyelere çekilmesi ve bankaların kredi tahsis süreçlerinin hızlandırılması gerekiyor. Aksi halde kredi bulamayan esnafın kepenk kapatması, yarın sanayicinin üretimi durdurması anlamına gelir.
Krediye ulaşamayan reel sektörün sorunları, sadece işletmelerin değil ülke ekonomisinin geleceğini tehdit ediyor.
Üretimin sürdürülebilirliği, istihdamın korunması ve toplumsal refahın artması için esnafın ve sanayicinin mutlaka desteklenmesi gerekiyor.
Krediye ulaşamayan bir esnafın kapattığı kepenk yalnızca bir dükkânın kapanışı değildir.
Aynı zamanda umutların emeklerin ve yılların birikiminin sessiz çığlığıdır.
Sanayicinin duran makinesi sadece üretimin değil ülkenin yarınlarının durduğunu gösterir.
Bugün finansmana erişemeyen işletmelerin çöküşü yarının işsizliğini, yoksulluğunu ve sosyal huzursuzluğunu beraberinde getirir.
Türkiye’nin mevcut ekonomik koşullarında, yeni Kredi Garanti Fonu (KGF) kredileri belirli alanlarda çözüm sunabilir; ancak bu kredilerin etkisi, uygulama şekline ve kapsamına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.
KGF Kredilerinin Potansiyel Faydaları
Teminat Sorununun Aşılması:KGF, teminat yetersizliği nedeniyle kredi alamayan KOBİ’lere ve KOBİ dışı işletmelere kefil olarak, bu işletmelerin finansmana erişimini kolaylaştırır.
Öncelikli Sektörlerin Desteklenmesi:KGF kredileri, ihracat, yeşil dönüşüm ve dijitalleşme gibi stratejik alanlarda faaliyet gösteren işletmelere yönelik özel destek paketleri sunarak, bu sektörlerin gelişimini teşvik edebilir.
Mevcut Kısıtlamalar ve Zorluklar
Sıkı Para Politikası:Son dönemde uygulanan sıkı para politikaları nedeniyle, yeni KGF destekli kredi paketlerinin devreye alınması ertelenmiş olabilir.Bu durum, işletmelerin finansmana erişimini zorlaştırabilir.
Yüksek Faiz Oranları:KGF destekli kredilerde faiz oranları, kredi türüne, işletmenin yapısına ve bankaların uyguladığı politikalara göre farklılık göstermektedir.Bu durum, bazı işletmeler için kredi maliyetlerini artırabilir.
Sınırlı Kapsam:KGF kredileri, genellikle belirli sektörler veya projeler için sunulmaktadır.Bu nedenle, tüm işletmelerin ihtiyaçlarını karşılamayabilir.
Geçmiş KGF’lede yapılan hatalar
Geçmiş KGF Kredilerde ciddi hatalar yapıldı. Özellikle ilk KGF Paketinde özensizlik söz konusuyd ve nerede ise yeterince değerlendirmeden her firmaya verildi. Diğer bir hata bazı bankacılar tarafından istismar edildi ve bu kredile rsuç olmasına rağmen komisyon alınarak dağıtıldı. Bankalar bu istismarcılara karşılık tespit ettikleri hakkında suç duyurusunda bulunmadı işten atmakla yetindi. Diğer bir hata da protokolde takip sonrası bu kreid dosyalar VARLIK YÖNETİM Şirketlerine satılmaması gerekiyordu. Protokole bu yönde bir madde konmadığı için bazı bankalarda %80’ni KGF’den alınıp %10’lık pay ile de Varlık Yönetim Şirketlerine satıldı. KGF ciddi zarar etti batan kredilerde. Üstelik KGF’nin ortakları Hazine, TOBB v eBankaalr olmasına rağmen yapıldı bu. Bazı bankaların bazı bölge ve şubelerinde KGF Kredilerde yoğunlaşma tesadüf oalmaz. İstismar edilen kredilerde KGF ödeme yapmamalıydı.
Sonuç
KGF kredileri, özellikle teminat sorunu yaşayan KOBİ’ler için önemli bir destek mekanizmasıdır.Ancak, bu kredilerin ekonomiye olan katkısı, uygulama kapsamı, faiz oranları ve erişim kolaylığı gibi faktörlere bağlıdır.Dolayısıyla, KGF kredileri tek başına ekonomik sorunların çözümü olmayabilir; ancak doğru politikalar ve uygulamalarla birlikte, ekonomiye olumlu katkılar sağlayabilir.
Mahfi Eğilmez: Türkiye’de maaşlı çalışanlar açlık sınırının altında yaşıyor
İktisatçı Mahfi Eğilmez, “Ücretlerin Tunç Kanunu ve Türkiye Uygulaması” başlıklı yazısında, Türkiye’de sabit gelirli yani maaşlı çalışanların açlık ve yoksulluk sınırı altında çalışmasını değerlendirdi.
Tunç Kanunu, gerçek ücretlerin uzun dönemde, işçinin yaşamını sürdürmesi için gereken asgari ücrete doğru eğilim gösterdiğini öne süren bir ekonomik görüştür. 19’uncu Yüzyılda Ferdinand Lassalle tarafından ortaya atılmıştır. Lassalle bu görüşü ortaya atarken iki yaklaşımdan yararlanmıştır: David Ricardo’nun rant yasası ve Thomas Robert Malthus’un nüfus üzerine yorumları. Malthus’a göre ücretler geçimlik düzeyin üzerine çıktığında nüfus artar, geçimlik düzeye yaklaştığında nüfus azalır.
Tunç Kanunu’na göre ücretler geçimlik ücret düzeyinin altına düşemez, çünkü insan o düzeyin altında yaşamını sürdüremez. Emek piyasasındaki rekabet, ücretlerin fazla yükselmesinin önünde engel oluşturur. Bu durumda gerçek ücretler sürekli düşüş ve geçimlik ücret düzeyine yaklaşma eğiliminde olur.
Tunç Kanunu’na karşı geliştirilen argümanlar içinde en güçlüsü Assar Lindbeck ve Dennis Snower tarafından ortaya atılan İçeridekiler Dışarıdakiler Teorisidir. Buna göre şirketler, işsizleri işe alıp onları yetiştirmenin maliyetine katlanmak yerine istihdam etmekte oldukları işçileri muhafaza etmeye çalışırlar. Ve bu nedenle de onların ayrılmaması için ücretlerini artırmayı tercih ederler. Son derecede mantıklı görünse de bu teori daha ziyade kalifiye elemanlar için geçerlidir. Kalifiye olmayan emek gerektiren işlerde çalıştırılacak elemanların pek bir yetiştirme maliyeti olmaz.
Buraya kadar ortaya koyduğumuz bu konular içinde bazı meseleleri açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Birinci mesele ücret ve gerçek ücret arasındaki farktır. Ücret, emekçiye üretime kattığı emeği karşılığında ödenen nominal bir bedeldir. Enflasyon ortamında bu nominal ücret emekçi açısından satın alma gücünü göstermez. Gerçek satın alma gücü nominal ücretin enflasyondan arındırılmasıyla ortaya çıkar. İkinci mesele geçimlik ücret düzeyinin ne olduğu meselesidir. Lassalle, Tunç Kanunu’nu ortaya attığında muhtemelen yeme içme, giyinme ve barınma maliyetleri geçinme düzeyi olarak algılanıyordu. Bugün bu maliyetlere ek olarak geçinme düzeyine ulaştırma, eğitimi, kültür, eğlence gibi giderler eklenmiş bulunuyor.
Şimdi Tunç Kanunu’nu Türkiye’deki asgari ücrete uygulamaya çalışalım.
Türkiye’de asgari ücret brüt olarak 26.005,50 lira, net olarak da 22.104,67 lira düzeyinde bulunuyor. Bizi bu değerlendirme açısından ilgilendiren miktar net asgari ücret. Çünkü günlük geçim düzeyiyle karşılaştırılabilecek olan ücret odur.
Yaşam maliyeti, belirli bir yer ve zaman diliminde barınma, gıda, vergi ve sağlık gibi temel masrafları karşılamak için gereken para miktarıdır. TÜRK-İŞ araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 24.035,59 lira olarak hesaplanmıştır. Açlık sınırı; dört kişilik bir ailenin, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi amacıyla bir ayda gıda için yapması gereken asgari harcama tutarını tanımlamaktadır. Bir başka deyişle açlık sınırı denildiğinde; yalnızca gıda harcamaları hesaplanmakta, kira, sağlık, eğitim vb. gibi harcamalar hesaba katılmamaktadır. Buna göre 22.104,67 liralık asgari ücret, yalnızca aile reisinin çalışması halinde 4 kişilik ailenin açlık sınırının 1.930,92 lira altında kalıyor. Aynı tarih itibarıyla bu 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı 78.291,84 lira olarak hesaplanmıştır. Yoksulluk sınırı; zorunlu ihtiyaçlar için yapılması gereken toplam harcama tutarını ifade ediyor. Bir başka deyişle yoksulluk sınırının içinde gıda harcaması yanında giyim, konut, ulaşım ve diğer ihtiyaçlar da asgari ölçülerle yer alıyor. Söz konusu 4 kişilik ailede baba ve anne asgari ücretle çalışıyor olsa haneye giren gelir 44.209,34 lira eder. Bu durumda bu aile açlık sınırının üzerine çıkar ama yoksulluk sınırının hala 34.082,50 lira altında kalır.
Mart 2025 itibarıyla Türkiye’de ücretle çalışanların sayısı 15,3 milyon kişidir. Buna karşılık asgari ücret alan ücretli çalışanların sayısı konusunda net bir veri bulunmuyor. Tahminlerimize göre ücretle çalışanların yarısına yakını (kabaca 7 milyonu) asgari ücretle çalışıyor. Bunlara, asgari ücretin üzerinde ama yoksulluk sınırının altında ücret alanları da eklersek muhtemelen on milyon kişinin üzerine çıkarız.
Bu durum bize Türkiye’de Tunç Kanunu’nun da ötesine geçildiğini gösteriyor. Öte yandan içeridekiler dışarıdakiler teorisi Türkiye’de değişik bir uygulama şekline bürünmüş görünüyor. Şirketler, yeni elemanlar almak yerine, emeklilik hakkını elde edip emekli olanların bazılarını eski ücretleriyle bazılarını daha düşük ücretlerle çalıştırmaya devam ediyorlar.