Connect with us

Erol Taşdelen

BİR REKABETÇİ KUR HİKAYESİ

Yayınlanma:

|

“Rekabetçi Kur”dan bahsediyorsanız peşin peşin ülke para biriminin de olması gerekenden fazla diğer para birimleri karşısında değer kaybettiğini de kabul etmiş olursunuz.

Gazete, TV ve Sosyal Medya’da “Faiz lobisini ezeceğiz” başlıkları atarken sonucun ihracat, yatırım, istihdam, üretim artışı ile taçlanacağı dillendiriliyor. Lobiler savaşı var ise o zaman bu süreçte Döviz içinde yüzen “Döviz Lobicilerinden” niçin bahsedilmiyor! Anladığımız kadarı ile işin içine Dini motifler de eklenerek “faize savaş açılmış” durumda. Burada artık ekonomi konularında da fetvalar veren Diyanetten, “Faiz haram da kur farkı geliri helal mi?” sorusuna net cevap beklemek hakkımız doğuyor. Kendi parasına güvenmeyen Vatandaşın bankalardaki döviz mevduat oranı %60’ları geçen Dolarizasyon seviyesine ulaştı. Dikkatinizi çekerim, yastık altı hariç sadece banka mevduat oranı, bu durumu önceki yazımızda açıklamıştık.

“Faiz Lobisini ezelim” diyenlerin iddiası ne?

Faizlerin düşmesini savunanların en çok tekrarladığı senaryo “TL değersizleşince ihracatın artacağı” şeklinde, oysa geçmiş yıl deneyimlerimiz; değersiz TL dönemlerinde ilk 3-4 ay hariç bunun beklenen avantajı ana sektörlerde sağlamadığını gösteriyor. Turizm sektörü sizi yanıltmasın. Sanayiye, “Mal, hizmet ihracına bakın” derim. Reel anlamda İhracat mı artıyor sanıyorsunuz. Tam tersine başta sanayi olmak üzere çoğu hammadde girdisi döviz üzerinden fiyatlandığı için bir süre sonra maliyetler artmaya başlıyor. Türkiye’deki İthalatın dağılımına bakın %90’nı hammadde ve yarı mamul girdisi. Sonuçta artan döviz kurları ile birlikte dövize endeksli kömür, doğalgaz, elektrik, navlun giderleri, ana maliyetlerden olan hammadde maliyetleri de artıyor ve bahsedilen ihracat avantajı da zamanla ortadan kalkıyor. Bu günlerde piyasada fiyatı uçmasına rağmen kömür yok, çoğu sanayici çaresizlikten doğalgaza döndü veya dönmeye hazırlanıyor bilginizi var mı? Bu günler canlı örnek yaşayarak deneyimliyoruz. Şu an yüksek kur dönemde kimse maliyet hesabı yapamaz hale geldi. Vadeli satışlar durdu diye yazmıştım. Kasım sonunda USD/TL kuru 12-13 TL olduğunda peşin bile olsa TL satışlar da durdu biline! Olan satışlar da dövize bağlanmış durumda. Dövize talebi azaltalım derken “Yeni Normal” ek döviz talebi yarattı iyi mi! Bazen komuta merkezinde aldığınız kararlar cephe ile örtüşmez. Şu an da bu durum yaşanmakta. Faiz düşürelim niyetinin maliyeti yüksek çıkacağı gibi 2022’de daha da yüksek faiz ile karşı karşıya kalacağımızı şimdiden söylemek kahinlik olmayacaktır.

Faiz Enflasyon yaratır mı? 

Faiz karşıtlarının ana temalarından biri, “enflasyonun faiz nedeni ile oluştuğu“. Faizin enflasyona katkısı tabi ki var ama enflasyon ile direkt bileşik kaplar gibi birbirine bağlı olduğunu iddia edenler büyük yanlış içinde. Bir defa Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde TÜFE- ÜFE ( Tüketici Fiyat Endeksi / Üretici Fiyat Endeksi ) makası bu kadar açılmamıştı, bunu faize bağlamak ülke gerçeklerini bilmemek ile eş anlamlıdır. ÜFE %50’lere gelmiş durumda. Bu zamanla TÜFE üzerinde baskı yaratmaz mı; kesinlikle yaratır ve zamanla yansır. Sanayici ÜFE maliyeti ile yüksek fiyattan yeni malı piyasaya verdiğinizde TÜFE’ye olumsuz katkısı anında olur. Üstelik aynı ürünün piyasadaki satılmayan eski ürün fiyatlarını da otomatikman artırır. Yani ürün zaten yeni maliyetler eklenerek piyasaya verildiği için TÜFE etkisi kaçınılmaz olur. Bunun için ekonomist olmanıza gerek yok yaşayarak öğreniyoruz zaten.

Maliyetleri faiz mi, döviz kur farkı mı fazla etkiler?

Tespitler yaparak devam edelim. ÜFE’deki artışında önemli etkenlerden biri üreticiler için “hammadde” girdisidir. Faiz maliyetinin yer aldığı “Finansal Giderler toplam maliyetin içinde döviz kur artışı kadar tahribat yapmaz. Bunu görmemiz için sanayi firmaların gelir tablosuna bakmamız yeterli. Satışların Maliyeti ( SMM ) içinde Finansal Giderlerin maliyeti mi fazla yoksa söylendiği gibi değersiz kur nedeni ile döviz için katlanılan maliyet mi fazla. Sanayici olduğunuzu düşünün; piyasaları takip eden iyi bir Finans Kadrosuna sahipse; Kredilerinizin çoğu zaten taksitli ve spot olarak faiz oranlarını sabitlemiş ve yıllara yaymışsınız. Yatırımlarınızın çoğu Leasing olarak sabit faizli 60 ay vadelidir. Kısaca, Finansal kadrosu iyi olan firmalar için Faiz maliyeti yönetilemeyecek bir alan değildir. Ama hammaddeye kur farkından ödeyeceğiniz ek maliyet aynı gün size “maliyet artışı” olarak yansır. Hesaplar da burada şaşar zaten! Yoksa Türkiye’de 2021’de ÜFE %50’lere nasıl geldi sanıyorsunuz?  Dövize endeksli girdi ile imalat yapan ( ki sanayimizde bu oran %70’lerde ) bir firmaya sıfır faizli kredi verseniz ne olur; maliyeti çok düşer mi sanıyorsunuz? ISO 500 firmalarını inceleyin hepsinin maliyetleri artmış EBITTA düşmüş durumda. Açıklanan yüksek karları reel olarak hesaplayın örneğin döviz karşılığını hesaplayın bakalım ne çıkacak. Reel karlar yerle bir, nedeni hiç sorgulandı mı? Faiz maliyetinden kazandığının kat ve kat fazlasını hammaddeye kur artışı nedeni ile ödemede kaybediliyor da ondan. Bazı çok bilmişler hemen “Faiz giderleri her firmada Bilançoda Maliyetlerin içinde gösterilmiyor” diyecektir. O zaman da satışların maliyetlerine göre Faiz giderlerini oranlayın bakayım ne fark eder derim. Sonuçta Brüt Kardan maliyet olarak Finansal Giderler düşüyor. En iyisi sıcağı sıcağına bu günlerde sanayiciler ile görüşün “faiz artışında mı, yoksa kur artışında mı maliyetleri daha fazla artıyormuş” dinleyin. En iyi gözlemi cephede yaşayan Sanayici bilir. İdeali ikisinin de dengeli olmasıdır. Ana normal zamanlar değil ki yaşadıklarımız. Yoksa piyasada faizi başlı başına tüm günahlardan sorumlu “günah keçisi” haline getirerek sorunu çözeceğini düşünenlerin sahadan, sanayicinin sorunlarından hiç haberi yok belli ki. İmalatçı firmaların bilançolarını detaylı inceleyin; Satılan Maliyetin içinde yüksek kur nedeni ile maliyet mi fazladır, faiz giderleri mi? Sanayiden imalattan bu kadar uzaksanız imalatçının / sanayicinin tek maliyet ana giderinin faiz giderleri olduğunu var sayarsınız! Oysa iyi bir finansal yönetime sahip sanayici kullandığı kredi maliyetini yıllara yaymış ve sabitlemiştir zaten orayı yönetir. Kur maliyetini sanayici de finans ekipleri de yönetmekte zorlanıyor biline! İthalatçıların durumuna hiç girmeyeyim bu kurlar ile Forward yapıp Kur pozisyonu almamışsa yakında iflas bayrağını çekeceklere hazırlıklı olun.

TL değer kaybederken Sanayicinin kazançlı çıkma şansı yok

İmalatçı döviz kuru yükseldiğinde ne zaman avantaj sağlar söyleyeyim. Döviz kuru yükseldiğinde eldeki stokları kadar avantaj sağar. İşte “ihracattan çok kar edecekler” denilen kısım da bu kadardır. Stoklar bittiğinde kur avantajı da ortadan kalkar ki zaten belirsizlik ve kriz nedeni ile çoğu sanayici 1-3 ay stok ile imalat yapıyor. Pratikteki bu durum dışındaki söylemler gerçeklikten uzak, sanayi nakit akışını ve finansal yapısını bilmemektir. O nedenle TV’lerdeki çoğu yorumcunun söyledikleri ile saha birbirini tutmuyor. Tutmadığını da yaşayarak öğreniyoruz/öğreneceğiz zaten! Yoksa son haftalarda Ticaret Odaları, Sanayi Odaları niye peş peşe uyarı açıklamaları yapsın ki. Başına gelecekleri biliyor, geçmiş yıllarda benzer dayaklar yediler çünkü. Şimdi USD’yi 13 TL’den maliyet hesaplayarak ihracat yaptılar var sayalım bu para ne zaman gelecek altı ay sonra o zaman gelen parada kurunuz 11 TL olur ise tüm kar gittiği gibi zarar da eder. Piyasada “İstikrar” niçin lazım anladınız mı! Sanayici bu günlerde piyasayı takip etmekten işine odaklanamıyor! USD 13 TL olduğunda bankalar orta – uzun vadeli kredileri durdurdu bilmem farkında mısınız? Bir yıllık spot kredi nerede ise hiçbir banka vermiyor veririm diyeneler de faizleri %23 üzerine çıkardı. Merkez Bankası gösterge faizi düşürdü firmaların faiz giderleri de düşecek derken artmış durumda. Her kararda SWOT analizi şart. Bir şeyi düzeltirken nelere zarar verileceği de hesap edilmeli. Kısaca zamansız faiz indiriminden sanayici zararlı çıkıyor şu an için. “Faiz insin müteahhit konut satsın” derken arada sanayici dayak yiyor.

Çözüm : İhracatı artıralım ama İthal malları da biz üretelim artık!

Dış Ticaret açığını mı kapatacaksınız o zaman inandırıcı adımlar atalım. İthal girdi kullanan sektörleri elden geçirin; mesela Tekstil hammaddesini kendimiz üretelim derim. Tarım için gerekli gübreyi, ilacı biz üretelim. Tarımda yerli tohum yasağını kaldırın artık derim. Madencilik sektörüne daha ağırlık verelim derim. Hatta ilk Futboldan başlayın derim! Yurt dışına gönderdiğimiz futbolculardan ne kazanıyoruz; futbolcu almak için ödediğiniz döviz ne kadar? Oransal olarak en fazla açık verdiğimiz alan Futboldur. İthal ettiğimiz ürünleri yurt içinde üretemediğimiz sürece “Kur Avantajı” hikayeleri kulağa hoş gelebilir ama sahada karşılığı yok.

Değersiz Türk Lirası Sosyal Barışı da bozar

Kısa sürede geldiğimiz noktada; yastık altı hariç, Bankalarda 162 milyar USD karşılığı döviz bulunduran bir avuç zengini daha da zengin ederken; çalışanların nerede ise yarısını oluşturan asgari ücretliye verilecek maaş artışının daha eline geçmeden reel gelirin düşmesini sağlarsınız; sosyal huzursuzluk yaratırsınız sadece. Bir de üzerine niçin Avrupa’da çalışmak zorunda olduğunu açıklayamayan gurbetçiler gelir “Türkiye çok güzel nankörlük yapmayın” diyerek vatandaşın sinirleri zıplatır! Kısaca; gelinen noktada mevcut durum sorunları kar topu gibi büyütür; sürdürülebilir değil. Tünelin ucunda daha fazla enflasyon, yüksek faiz, daha fazla değersizleşen Türk lirası, yüzdürülen zombi firmalar, sıkışan bankacılık sektörü ile baş başa kalmakta var, konu o kadar öncelikli!

Erol TAŞDELEN – Ekonomist   www.banakvitrini.com  

Erol Taşdelen

İsrail-İran Savaşı: Tezler, Stratejiler, Dersler ve Uluslararası Kurumların Sınavı

Yayınlanma:

|

Orta Doğu’da uzun süredir devam eden gerilimin adı haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışma, son dönemlerde doğrudan askeri karşılaşmalara evrilecek kadar tehlikeli bir boyut kazandı. Şam’daki İran diplomatik temsilciliğine düzenlenen İsrail saldırısı ve ardından İran’ın doğrudan misillemesiyle taraflar ilk kez bu kadar açık şekilde birbirini hedef aldı. Bu makalede, tarafların öne sürdüğü tezler, uyguladıkları stratejiler, bu çatışmalardan çıkarılması gereken dersler ve uluslararası kurumların bu süreçteki performansı değerlendirilmektedir.

1. Tarafların Tezleri

İsrail’in Tezleri

  • Meşru Müdafaa Hakkı: İsrail, İran’ın vekil unsurlar (Hizbullah, Hamas, Husiler) aracılığıyla İsrail’e saldırdığını savunmakta ve buna karşı doğrudan İran hedeflerine müdahaleyi meşru görüyor.

  • Nükleer Tehdit: İran’ın nükleer silah elde etme çabası, İsrail açısından kırmızı çizgi olarak görülüyor.

  • Bölgesel Kuşatma Algısı: İran’ın Suriye, Lübnan ve Gazze üzerinden İsrail’i kuşatma stratejisine karşı refleks geliştirildiği belirtiliyor.

İran’ın Tezleri

  • Filistin’e Destek: İsrail’in Filistin topraklarındaki uygulamalarını “işgal” olarak niteleyen İran, direniş hareketlerini desteklemenin meşru bir hak olduğunu savunuyor.

  • Bölgesel Savunma: İsrail ve ABD’nin kendisine karşı ittifaklar kurduğunu, bu durumun İran’ı savunmaya ittiğini öne sürüyor.

  • Diplomatik Saldırıya Misilleme: Şam’daki konsolosluğun vurulmasını doğrudan İran’a savaş ilanı olarak kabul ederek, misilleme hakkını kullandığını iddia etti.

2. Uygulanan Stratejiler

İsrail’in Stratejisi

  • Hedef Odaklı Operasyonlar: Vekil aktörler yerine İran’ın askeri ve nükleer altyapısına nokta operasyonlar yapıldı.

  • İstihbarat Gücü: Mossad ve askeri istihbaratla hedef tespiti konusunda üstünlük sağlandı.

  • ABD ile Koordinasyon: ABD’nin koşulsuz desteği ile uluslararası arenada yalnız kalmama stratejisi benimsendi.

İran’ın Stratejisi

  • Kontrollü Misilleme: 300’e yakın füze ve İHA ile doğrudan saldırı yapılmasına rağmen, geniş çaplı savaştan kaçınıldı.

  • Vekil Güçler Üzerinden Baskı: Hizbullah, Hamas ve Husiler vasıtasıyla İsrail’in farklı cephelerde meşgul edilmesi sağlandı.

  • Uluslararası Mesaj Verme: Sınırlı saldırıyla, caydırıcılık oluşturulmaya çalışıldı; ancak kriz büyümesin diye ölçülü kalındı.

3. Alınacak Dersler

Askeri ve Teknolojik Perspektiften

  • Hibrit Savaş Gerçekliği: Modern savaşlar, doğrudan değil, vekil aktörler ve teknolojik araçlar üzerinden yürütülüyor.

  • İHA ve Füze Savaşları: İran’ın İHA kullanımı, İsrail hava savunmasının sınırlarını gösterdi.

  • Caydırıcılığın Yeni Ölçütleri: Artık caydırıcılık sadece askeri üstünlükle değil, teknolojik ve diplomatik uyumla sağlanıyor.

Bölgesel ve Küresel Perspektiften

  • İttifaklar Yeni Döneme Giriyor: Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler açık pozisyon almaktan kaçındı, bu da bölgesel kartların yeniden karıldığını gösteriyor.

  • Enerji Güvenliği Riski: Hürmüz Boğazı gibi stratejik geçişlerin riski, küresel enerji piyasasını etkiledi.

  • Nükleer Tehdit Gündemde: İran’ın nükleer programı, yeniden diplomatik ve askeri çözüm arayışlarını tetikledi.

4. Uluslararası Kurumların Rolü

Birleşmiş Milletler (BM)

  • Yetersiz Kaldı. Güvenlik Konseyi tarafları sadece itidale çağırabildi; bağlayıcı adımlar atılamadı. ABD’nin vetosu İsrail lehine oldu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)

  • Sessizliğe Büründü. Konsolosluk saldırısı ve sivil kayıplar gibi ciddi meselelerde somut bir inceleme başlatılmadı.

Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları

  • Raporlar Yayınlandı ama Etkisizdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Af Örgütü gibi kurumlar çağrılar yaptı ancak diplomatik etki oluşturamadı.

İsrail ile İran arasındaki bu çatışma, klasik savaş paradigmasının dışına çıkan, hibrit ve vekil unsurlarla örülmüş yeni nesil çatışmalara örnek teşkil etmektedir. Teknolojinin, istihbaratın ve diplomatik koordinasyonun öne çıktığı bu yeni dönemde, uluslararası kurumlar mevcut refleksleriyle yetersiz kalmaktadır. Bu kriz, sadece İsrail ve İran için değil, tüm bölge ve dünya barışı açısından çok yönlü derslerle doludur.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

Türkiye’de Ekmek Üretimi: Katkı Maddeleri, Genetik Müdahaleler ve Kimyasal İşlemler

Yayınlanma:

|

Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.

1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?

Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.

  • Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.

  • Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.

  • Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.

  • Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.

Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.

2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?

Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.

Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.

3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler

Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:

  • Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.

  • Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.

  • Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.

  • Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.

4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler

  • Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.

  • Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.

  • Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.

5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler

  • Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.

  • Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.

  • Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.

  • Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.

Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

Eşler Arasında Finansal İhanet: Aileyi Sessizce Yıkan Tehlike

Yayınlanma:

|

Aile içinde güven sadece duygusal sadakate değil, maddi şeffaflığa da dayanır. Ancak bazı çiftler arasında, dışarıdan görünmeyen ama ilişkinin temelini sarsan bir ihanet türü yaşanır: Finansal ihanet.

Bu yazıda finansal ihanetin ne olduğu, hangi biçimlerde ortaya çıktığı, aile üzerinde nasıl etkiler yarattığı ve nasıl önlenebileceği üzerinde duracağız.

Finansal İhanet Nedir?

Finansal ihanet, eşlerden birinin diğerinden gelir, borç, harcama ya da yatırım bilgilerini saklaması, mali kararlarda tek taraflı ve gizli hareket etmesi anlamına gelir. Bu davranış biçimi, evlilikteki güven bağını derinden sarsar ve duygusal sadakatsizlik kadar yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

Finansal İhanetin Biçimleri

Finansal ihanet farklı şekillerde kendini gösterebilir:

  • Gizli kredi kartları: Eşten habersiz alınan ve yüksek harcamalara neden olan kartlar.

  • Gizli gelirler: Ek gelirlerin ya da primlerin gizlenmesi.

  • Gizli borçlar: Krediler, kefaletler ya da riskli borçların saklanması.

  • Kontrol dışı harcamalar: Pahalı alışverişlerin, kumar veya bağımlılık harcamalarının gizlenmesi.

  • Varlık saklama: Altın, döviz, borsa yatırımları gibi varlıkların eşten gizlenmesi.

Neden Yapılır?

Finansal ihanetin arkasında genellikle şu motivasyonlar yatar:

  • Güvensizlik: Eşin para yönetme becerisine güvenmeme.

  • Kontrol arzusu: Ekonomik gücü elinde tutma isteği.

  • Bireysel özgürlük arayışı: Bağımsız maddi hareket alanı oluşturma çabası.

  • Kötü alışkanlıklar: Kumar, alışveriş bağımlılığı gibi bağımlılıklar.

  • İletişim eksikliği: Maddi konularda yeterince konuşmama ve ortak dil kuramama.

Aile Üzerindeki Etkileri

Finansal ihanet sadece iki eş arasında değil, tüm aile üzerinde olumsuz etkilere neden olur:

1. Güven Krizi

Eşlerin birbirine olan güveni zedelenir. Duygusal uzaklaşma başlar.

2. Sürekli Tartışmalar

Harcamalar ve borçlar üzerine bitmeyen tartışmalar ortaya çıkar. İletişim bozulur.

3. Ekonomik Sarsıntı

Gizli borçlar ya da savurgan harcamalar aile bütçesini çökertir. Kredi notları düşebilir, icra süreçleri başlayabilir.

4. Çocukların Psikolojisi

Evdeki stresli ortam çocuklara da yansır. Güvensizlik ve kaygı gelişebilir.

5. Boşanma Riski

Finansal ihanet birçok boşanma davasında gerekçe olarak gösterilir. Özellikle tekrar eden vakalar ilişkiyi kurtarılamaz hale getirebilir.

Nasıl Önlenir?

✅ Şeffaf Finansal İletişim Kurun

Harcamalar, gelirler ve borçlar hakkında açık konuşulmalı. Aile bütçesi birlikte yapılmalı.

✅ Ortak Hesap ve Bilgilendirme

Erişimi her iki tarafın da sağladığı ortak hesaplar kullanılmalı. Gizli işlem yapılmamalı.

✅ Finansal Danışmanlık

Profesyonel destekle aile bütçesi yeniden düzenlenebilir.

✅ Evlilik Terapisi

Güven kaybı büyükse, ilişkisel destek alınmalı.

✅ Finansal Eğitim

İki taraf da bütçe yapmayı, tasarrufu ve yatırım bilincini geliştirmeli.

Finansal ihanet, evliliklerde görünmeyen ama en yıkıcı krizlerden biridir. Güveni ve ekonomik düzeni sarsarak aile birliğini tehdit eder. Bu nedenle çiftler, maddi konularda dürüstlük ve açıklık ilkesini temel prensip haline getirmelidir.

Unutulmamalı ki, bir evliliği sadece aşk değil; ekonomik sadakat de ayakta tutar.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.