Connect with us

EKONOMİ

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ : Şirketlerin ‘8 Mart dosyası’

Yayınlanma:

|

UĞUR GÜRSES; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeni ile bir yazı kaleme aldı.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor. O gün çok şey duyacağız yine; gazetelerde, TV’lerde, sosyal medyada. Ticari markalar, şirketler kadınlar gününü kutlayacak.

Ertesi gün ‘eski hamama’ geri döneceğiz.

Tam bir “Herkes dünyayı değiştirmek ister, kimse kendinden başlamak istemez” hali.

Sorarsanız toplumsal cinsiyet eşitliğini herkes arzuluyor, hatırı sayılır bir kesim ise kendi etki alanınında bunu sağlayacak tercihleri yapmıyor.

Her defasında şu akla geliyor; müşteri ayrımı yapmayan şirketler paydaşı olan kadınlara toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde tutum sergiliyor mu?

Çalışanlarına, iş ortaklarına, müşterilerine; tüm paydaşlarına…

En başta, işe girişte ayrım yapılıyor mu? Bu şirketlerin yönetim kadrosunda kadınlar yer alıyor mu? Oranı eşit mi? Eşitliğe yakın mı? Ücret farklılığı var mı? Kadınlar doğum yaptığında kariyer çizgilerinde ayrımcılıkla karşılaşıyor mu? Eşleri doğum yapan erkeklere uzun süreli ücretli izin veriliyor mu? En önemlisi de şirket bu konudaki eksikliğini değiştirme konusunda çaba gösteriyor mu? Bir hedef koymuş mu?

Siluetleri, Hiyerarşi, Insan, Adam, Kadın, Kuruluş

 Kimse sormazsa “erkekler korosu” devam

Bu konuda iyi bir örnek var.

2019 Mayıs ayında Migros A.Ş’nin genel kurulu yapılıyor. Hissedarlar yönetim kurulu adaylarını belirliyor. Seçime geçildiğinde bir kadın hissedar (*), kadın yönetim kurulu üyesi belirlenmesi için teklifte bulunuyor. Çoğunluk hissedarları tınmıyor bile; tamamı erkeklerden oluşan yönetim kurulu listesi geçiyor.

2020’de genel kurul Nisan ayında yapılıyor. Hissedarlar yönetim kurulunu belirliyor. 13 kişilik yönetim kurulunda bu defa sadece 1 kadın üye var. Genel Kurul elektronik ortamda yapılırken, bir kadın hissedar şu soruyu soruyor; “SPK Kurumsal Yönetim İlkeleri gereğince yönetim kurulunda en az yüzde 25 oranında olmak üzere, kadın üye olması önerilmektedir. Bu ilkeye uymak için bir hedef ve uyum politikası belirlediniz mi? SPK kuralları gereği kadın yönetim kurulu üyesi atanmaması gerekçelerini açıklamanız gerekmektedir. Kadın yönetim kurulu atanmaması gerekçenizi açıklar mısınız?” diyor.

Yönetim Kurulu üyesi ve Genel Müdür Özgür Tort da cevaben, o yıl oluşturulan yönetim kurulunda kadın üye bulunduğunu söylüyor. Ancak neden yüzde 25’e çıkılmadığı konusunda hissedarlara fazla net bir açıklama yapmıyor.

Migros köklü ve büyük bir şirket; çoğunluk hissedarları da Anadolu Grubu hissedarları. Müşteri sadakat kartı Money Kart sahipliğinden iz sürülürse şirketin 13 milyon kayıtlı müşterisi var; hiç şüphe yok ki en az yarısı da kadın.

Yatırımcısı olunan şirketlerin halka açık olmalarının yararı, hissedarlarına ve kamu otoritelerine hesap verme zorunda olmaları. Bu şirketler halka açık olsalar da olmasalar da tüketicilere de sosyal sorumlulukları var. O da bazı değerlere uyup uymadıkları ile ilintili.

Günümüzde şirketler hem kurumsal olarak kendileri, hem de tedarikçiler gibi diğer paydaşların sorumluluğunu taşıyor; din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapan, sözel ya da fiziksel, cinsel şiddet uygulayan, zorla işçi çalıştıran, çocuk işçi çalıştıran, çalışanlarının örgütlenme özgürlüğü ve toplu sözleşme hakkına saygı duymayan, yolsuzluk ve rüşvet olaylarına karışan, çalışanlarına sağlık ve güvenlik önlemleri, ödenen ücretler gibi konularda güvenli ve adil bir çalışma ortamı sağlamayan şirketler ve onların tedarikçileri nihai müşterilerine-tüketicilere karşı kurumsal toplumsal sorumluluk taşıyorlar.

Çevreye saygılı, sürdürülebilirliği toplumsal cinsiyet eşitliğini kendi bünyelerinde hayata geçirmeyen şirketler, bu değerleri benimseyen ve önemseyen müşterilerine ne söyleyecekler?

Yatırımcılarına hesap verme sorumlulukları sadece sermaye piyasası mevzuatı ile de çerçeveli değil.

Şirketlerin genel kurulları, bir çeşit yatırımcı şeceresi okumak için de fırsat. Genel kurullarda listelenen hissedar isimleri çok şey söylüyor.

Bugünün dünyasında tüketiciler artık sürdürülebilirlikle yakından ilgili. Şirketlerin çevreye, paydaşlara, tedarik süreçlerine, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi değerlere gereken özeni gösterip göstermediklerine giderek daha fazla bakıyorlar, bazıları ise yasal sorumluluk haline geliyor. Örneğin, çevreye duyarlı olmayan projelere, artık sorumlu davranan bankalar, finans kuruluşları kredi vermiyorlar.

Yakın geleceğe taahhüt

İşte genel kurulunda, ‘kadın yönetim kurulu üyesi neden yok?’ diye sorulan Migros, Türkiye’nin en büyük perakende zincir mağazalarından biri. 2301 mağazası olan 33 bin 399 kişi çalışanı olan bir şirket.

2017’deki Sürdürülebilirlik Raporu’nda “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği karşısında almamız gereken sorumluluğun bilincindeyiz. Bu doğrultuda özellikle mağazalarımızda kadın istihdamının artırılmasına önem veriyoruz” derken, hisse satın alarak bilimsel bir araştırma için genel kurullarda bu konuda soru soran birilerinin çıkması üzerine (hikayesi aşağıdaki satırlarda), önce yönetim kuruluna bir kadın üye alıyor, sonra da taahhütlere başlıyor; “Cinsiyet ve fırsat eşitliğini esas alan politikalarımız ile kadınların çalışma hayatına etkin katılımını destekliyor ve kariyer planlamalarını cinsiyet ayrımı yapmadan gerçekleştiriyoruz. 2019 yılı itibarıyla yüzde 28 olan kadın yönetici oranımızı 2024 yılında yüzde 30’a çıkarmayı hedefliyoruz” taahhüdünde bulunuyor.

Migros, 2019 yılında, “çeşitlilik ve kapsayıcılık” konusundaki şirket performansını belirlemek için araştırma çalışması başlatmış. Bununla, şirketin ‘Cinsiyet Çeşitliliği Karnesi’ni (Gender Diversity Scorecard) oluşturmayı hedefliyor.

Böylelikle bu plan dahilinde, direktör ve üzeri kadın üst yönetici oranını 2023’e kadar yüzde 18’den yüzde 23’e çıkarmayı taahhüt edeceğini açıklıyor.

Soru soran hissedarın öyküsü

Şuna şüphe yok ki şirket içinde de bunların tartışılmış, önerilmiş olması kuvvetle muhtemel. Ancak Migros örneğinde olduğu gibi bir adet hisse satın alıp halka açık şirketlerin yıllık genel kurullara giderek soru soran hissedar, aslında deneysel bir bilimsel araştırma için bu sürecin içinde.

Yukarıdaki o “kadın hissedarın” öyküsü ise şöyle:

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu (CFGT) ekibi, 2012 yılında halka açık şirketlerin yönetim kurullarında yüzde 25’ten az olmamak üzere kadın üye oranı hedefi ve bu orana ulaşmak için hedef tarih saptanması yönündeki SPK kurumsal yönetim düzenlemeleri kapsamında yönetim kurullarında kadın üye olmayan şirketlerin hisselerini satın alarak elektronik genel kurullarına yatırımcı olarak katılmaya başladı.

Tüm genel kurullarda yönetim kurullarına aynı soru yöneltiliyor: “Sermaye Piyasası Kurulu, Kurumsal Yönetim İlkeleri gereğince Yönetim Kurulunda (YK), en az yüzde 25 oranında olmak üzere kadın üye olması önerilmektedir. Bu ilkeye uymak için bir hedef ve uyum politikası belirlediniz mi? SPK raporlama kuralları gereği kadın YK üyesi atanmamasının gerekçelerini açıklamanız gerekmektedir. Kadın YK atanmaması gerekçenizi açıklar mısınız?”.

Programın amacı şöyle tanımlanıyor; “bir yandan bu şirketlerde düzenlemeler konusunda farkındalık yaratmak ve genel kurullara katılan diğer yatırımcıları harekete geçirmek, diğer yandan hissedar baskısının şirket davranışlarını değiştirmekte oynadığı rolü incelemeyi amaçlayan bilimsel araştırma için veri toplamaktır”.

Bu faaliyetin 7 yıllık özeti şöyle:

2012-2019 yılları arasında 141 şirketin düzenlediği 245 genel kurula katılıp, genel kurulda bu soruların seslendirilmesini izleyen yıllara denk gelen genel kurullarda 23 şirket kadın yönetim kurulu üyesi ataması yapmış.

Genel kuruluna katıldıkları şirketlerin sorulara verdikleri yanıtlar analiz edildiğinde;

  • Yüzde 16’sı yatırımcının ilgili sorusunu okumamış.
  • Yüzde 23’ünün ise ilgili madde hakkında bilgi sahibi olmadıkları görülmüş.
  • Yüzde 25’i, yönetim kurullarına atama yapılırken cinsiyete bakılmadığını ve tecrübe ve niteliğe bakılarak seçim yapıldığını belirtmişler.
  • Yüzde 21’i SPK Kurumsal Yönetim İlkelerinde kadın üye bulundurma konusundaki maddenin zorunlu maddeler arasında bulunmadığını ve gönüllü bir madde olduğu için uymak zorunda olmadıklarını belirtmişler.
  • Yüzde 31’i ileriki dönemlerde kadın direktör atanacağına dair olumlu yanıt verirken, bir hedef tarih veya hedef oran veren şirket olmamış.

“Halka açılarak” öz kaynak toplayan şirketlerin üçte ikisinin sergilediği bu tablo, ürettikleri mal ve hizmetin tedarikçisi ya da tüketicisi paydaşlarının en az yarısı kadın olan geniş bir kesime karşı sorumsuz ve hatta arsız bir tablo.

Ancak bu tablo umutsuz değil; 2012’den bu yana Borsa İstanbul’da payları işlem gören şirketlerin yönetim kurullarındaki tablo değişiyor. 2012’de tamamı erkek olan şirket oranı yüzde 47.1’den kademeli biçimde 2020’de yüzde 33.8’e gerilemiş.

Yine aynı forumun (CGFT), Egon Zehnder International Türkiye ofisinin stratejik desteği ile yürüttüğü “Bağımsız Kadın Direktörler Projesi” ile “yönetim kuruluna kadın yönetim kurulu üyesi bulamıyoruz” bahanesine de meydan bırakılmıyor.  Bu proje ile Türkiye’de yönetim kurulunda kadın direktör bulunmayan şirket kalmaması ve yönetim kurullarının kadın üyelerle güçlendirilmesi hedefleniyor.

Son 5 yılda bu konuda giderek artan bir sivil inisiyatif var; Yönetim Kurulunda Kadın DerneğiYüzde 30 KulübüKAGIDER gibi dernekler.  

‘Eril uykudan uyandıran’ yatırımlar

Finansal cephede de neyse ki 21 yüzyılın dünyasında sözde değil özde yerine getirmeye çalışan kurumlar var. Bu kurumların çabası da özendirici yönde.

Toplumsal cinsiyet eşitliği hassasiyeti yatırım ve fon yöneticilerine de yansıyor. Tasarrufçulara tercih yapma, tercihlerini kişisel tasarruflarına da yansıtma seçeneği sunuyorlar.

Bu yazıyı yazarken gelen haber tam da bu çerçeveye oturan bir haber oldu.

İş Portföy, istihdamda kadınlara daha çok ve eşitlikçi bir şekilde yer açan, kadınların yönetimde söz sahibi olmasını önemseyen şirketlerin yurt içi ortaklık paylarına yatırım yapacağı bir yatırım fonu kurmuş. “İş’te Kadın Hisse Senedi Fonu”, Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM) iş birliği ile hazırlanmış.

Bu fona dahil edilecek şirket hisselerine dair kriterlerin başında ise yönetim kurullarında en az bir kadın üye bulundurma, yönetiminde karar verici pozisyonda kadın yönetici bulundurma ve KOÇ-KAM’ın danışmanlığı kapsamında oluşturulan zorunlu temel hususlara uyum sağlama gibi kriterler dikkate alınıyor.

Bu kriterler arasında; kadın çalışan oranının Türkiye ortalamasının üzerinde olması, aile iş yaşamı dengesinin gözetilmesi, cinsiyet eşitliği ve eşit ücret politikalarının benimsenmesi, işe alım süreçlerinde eşitlikçi yaklaşımın benimsenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği projelerine destek sağlanması yer alıyor.

İş Portföy’ün sunum belgesindeki bilgiler şunlar:

KOÇ-KAM tarafından hazırlanan çalışma çerçevesinde Fon portföyüne dahil edilebilecek şirketler için 2 ana kriter ve 8 temel/zorunlu kriter belirlenmiş.

2 ana kriter, yönetim kurulunda en az bir kadın üye bulundurma (A) ve yönetiminde karar verici pozisyonda kadın yönetici bulundurma (B) olarak özetlenmiş.

Bu iki ana kriteri birden sağlayan şirketler yatırım havuzuna dahil edilmektedir.

Ayrıca 8 temel/zorunlu kriter ise kendi içinde ağırlıklandırılmış.

Bu 8 temel kriterden 70 puan alan şirketlerin KOÇ-KAM kriterini sağladığı kabul ediliyor.

A ve B ana kriterinden birini sağlayan ve temel kriterlerden 70 puan almayı başaran şirketler de yatırım havuzuna dahil ediliyor.

Koyulan temel-zorunlu kriterler şunlar:

  1. Kadın çalışan/toplam çalışan oranının en az Türkiye’de kadınların istihdamdaki payına eşit olması [Güncel TÜİK verisi (İşgücü İstatistikleri, 2019: Yüzde 31.8)] (10 Puan)
  2. Genel bir şirket politikası olarak toplumsal cinsiyet eşitliği (20 Puan)
  3. Aile-İş yaşamı dengesi – bakım sorumlulukları (10 Puan)

      3a. Ebeveyn (annelik ve babalık) izni

      3b. Emzirme odası

      3c. Kreş sağlanması/desteği

  •  Eşit işe eşit ücret (15 Puan)
  •   Toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin kurumsal proje, etkinlik ve kampanyalar (10 Puan)
  • Son 1 yılda kadınlara yönelik en az bir sivil toplum projesine ya da etkinliğine destek verilmiş olması
  • Son 1 yılda toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin en az bir proje/kampanya gerçekleştirilmiş, konuya ilişkin bir anlaşmaya taraf olunmuş veya ödül alınmış (ödüllendirilmiş insan kaynakları uygulamaları vb.) olması
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan ulusal ve uluslararası kuruluşlara üyelik veya katkı sunma (temsil, raporlama vb. çalışmalar ya da Global Compact gibi çalışmalar)
  •  İşe alım süreçlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı yaklaşımların benimsenmiş olması (15 Puan)
  •  Şirket plan ve hedeflerinde toplumsal cinsiyet eşitliği öğelerine yer verilmesi (15 Puan)
  • 8. Reklam, promosyon ve tanıtımlarda toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı yaklaşımlar (5 Puan)

Peki ölçünce ne mi olmuş?

 Halka Açık Şirket Sayısı
Toplam Hisse Sayısı (Ana + Yıldız Pazar)300
2 puan alarak havuza girmeye hak kazanan131
Yönetim Kurulu ve Yönetimde söz sahibi personel kriterini geçen101
KOÇ-KAM kriterini geçen30
Kaynak: İş Portföy

300 hissenin içinde 101’i iki ana kriteri (A ve B) tutturuyor, sadece 1 kriteri tutturan 30’u da KOÇ-KAM kriterlerinde 70 puanı geçmiş. Böylece 131 şirket kurulan yatırım fonu için yatırım yapılabilir varlık niteliği kazanmış. 169 şirketin ise bu konuda ‘sıfır çektiği’ açık.

Doğrusu KOÇ-KAM kriterleri ağırlıklı bir puanlamanın daha değerli olacağı düşüncesindeyim. Yönetim kurulunda bir kadın üye, genel müdür yardımcısı bir kadın yöneticisi olan bir şirket elekten geçerken, toplumsal cinsiyet eşitliği için hiçbir faaliyeti de olmayabilir.  KOÇ-Kam kriterleri ise hakkaniyetli bir eleme içeriyor. Ancak zaman içinde bu yöne gidileceğini sanıyorum.

İŞ Portföy’ün bu fonuna giren şirketlerin isimlerini ise aylık fon raporu yayımlandığında öğreneceğiz.

Bu kriterler, tam da “az laf, çok iş” kriterleri. Payları borsada işlem gören halka açık şirketler 8 Mart gününü ‘çiçek böcek’ mesajları yerine, böyle bir kriter setini karşılayıp karşılamadıklarını düşünerek geçirmeli.

“İŞ’te kadın Hisse Fonu”nu çıkaran İŞ Portföy’e sordum; “Sizde durum ne?”

Aldığım yanıt şöyle:

İŞ Portföy’de çalışanlarda cinsiyet oran yüzde 50-50. Kurumda 6 kadın müdüre karşılık 5 erkek müdür var. 13 kadın müdür yardımcısına karşılık 8 erkek müdür yardımcısı var. Yönetim kurulunda ise 9 üyenin 2’si kadın, üst yönetimde de 4 kişinin 1’i genel müdür yardımcısı kadın.

Bir dipnot da sermaye piyasasına düzen veren, kuralları koyan Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) için; halka açık şirketlere en az yüzde 25 oranında kadın yönetim kurulu üyesi atamaları tavsiyesinde bulunan SPK’nın ne 7 kişilik kurul üyeleri ne de 12 daire başkanları içinde bırakın yüzde 25’i tek bir kadın yönetici yer almıyor. Şirketlere tavsiye veren ‘erkekler korosu’, kendi alanında bunu hayata geçirmiyor.

Otoritelerin bu kayıtsız hali bir tarafa, tüketiciler, yatırımcılar giderek bunu dayatıyor. Genelde sürdürülebilirlik olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliği değerlerine duyarsız olan ve harekete geçme eğilimi göstermeyen şirketlere karşı tüketiciler ve tasarrufçuların elinde büyük bir ‘silah’ var. O da tercih kullanma silahı.

Bir öneri de benden…

Türkiye’de halka açık olsun ya da olmasın, toplumsal cinsiyet eşitliğini (TCE) sözde değil özde hayata geçirmeye çalışan şirketleri kapsayacak bir “şirketler kesimi TCE endeksi” oluşturulması. Kapsamlı bir kriterler setine dayalı olarak, bağımsız bir denetçi tarafından bu kriterlerin ölçülmesine dair rıza göstererek şirketlerin de gönüllü katılımına dayanan bir endeks oluşturulabilir.

TCE kriterlerine dayalı örnek bir şirket sıralama çıkması mümkün. Bu da özendirici olur. Böylelikle şirketler de “8 Mart Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun” yüzeyselliğinden de kurtulurlar. Kendilerini bununla ‘ispat ederler’. Yöneticileri de “sosyal sorumluluk etiketi” ile çeşitli yerlerde bayrak göstermek yerine, hayata geçirilmiş olanla ya da hayata geçirme taahhüdü ile kanıtlarlar bu çabalarını.

Uğur Gürses

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.