Connect with us

EKONOMİ

TÜİK, ‘enflasyonu düşük açıkladığı’ gerekçesiyle açılan davada hakim karşısına çıkacak

Yayınlanma:

|

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) hakkında “enflasyonu düşük açıklayarak milyonlarca işçi, memur ve emekliyi mağdur ettiği” gerekçesiyle açılan dava yarın başlıyor. TÜİK, ilk kez hakim karşısına çıkacak.

Yargıtay Onursal Üyesi Seyfettin Çilesiz’in açtığı davanın duruşması bugün 09.30’da Mustafa Kemal Mahallesi’ndeki Ankara 6. İdare Mahkemesi’nde yapılacak.

ESKİ TÜİK BAŞKANI TANIK OLARAK DİNLENECEK

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in aktardığına göre, davada eski TÜİK Başkanı Birol Aydemir’in de tanık olarak dinlenecek.

Çilesiz’in avukatı Ali Erdem Gündoğan, dava için çeşitli illerden çok sayıda emeklinin Ankara’ya geleceğini, duruşma salonu ve mahkeme önünde kalabalıklar oluşacağını söyledi.

Gündoğan, şu açıklamayı yaptı:

“Açıklanan enflasyon rakamları nedeniyle haksızlığa uğrayan dar ve sabit gelirli vatandaşlar TÜİK’in yargılandığını görmek, savunmasını dinlemek için tarihi olaya tanıklık etmek istiyor. Umarız ki dava emeklilerin lehine sonuçlansın, zam kayıpları geriye dönük giderilsin.”

SENDİKA VE DERNEKLER ALANDA OLACAK

Daha önce davaya müdahil olmak isteyen ancak bu talepleri geri çevrilen 8 emekli derneği ve işçi sendikasının yöneticileri de salonda hazır bulunacak. Ayrıca çeşitli siyasi partilerin genel başkan yardımcıları, üst düzey yöneticileri ve milletvekilleri de duruşmayı izleyecek.

Resim

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

Ömer Gencal: Risk ateş gibidir…

Yayınlanma:

|

Yazan:

Kapıdan içeri adım attığımızda bizi, şirketin finansmanın­dan sorumlu üst düzey yöneticisi karşılıyor. Kı­sa bir sohbetin ardından konu, ekonomide yaşa­nan gelişmelere geliyor.

2017 yılında, ekonomide büyük dengesizlikler he­nüz tam anlamıyla görü­nür hale gelmemişken, detaylarda gizlenen risklerin sinyalleri orta­ya çıkmaya başlamıştı. O dönem­de her müşteri ziyaretimde sor­duğum klasik soruyu yönelttim:

“Yabancı para pozisyonunuz var mı? Varsa nasıl yönetiyorsunuz?”

Aldığım cevaplar çoğu zaman beni endişeye sürüklüyordu. Çün­kü her ziyaretten önce, şirketin bankayla olan finansal verilerini detaylıca inceliyor ve yöneticiler­le o bilgiler doğrultusunda konu­şuyordum. Ancak ne kur ne de faiz riskinin önemi konusunda farkın­dalığı olan bir yönetim anlayışıy­la karşılaşıyordum. Bu şirkette de durum farklı değildi.

Şirket, uzun vadeli döviz cinsi borçlanmış ancak gelirleri Türk lirasıydı. “Neden dövizle borçlanı­yorsunuz?” diye sorduğumda, her zaman duyduğum yanıtı aldım:

“Ucuz.”

“En son ne zaman, hangi vadede borçlandınız?” diye devam ettim.

“İki yıl önce, yedi yıllık bir kre­di aldık.”

“Hangi para birimi?”

“Dolar.”

“Avro daha ucuz, neden Avro değil?”

“Doları daha iyi biliyoruz, taki­bi daha kolay.”

Bu noktada dayanamayıp tek­rar sordum: “Tam olarak neyi ta­kip ediyorsunuz?”

“Doların günlük hareketlerini izliyoruz, nereye çıkıyor, nereye iniyor, ona bakıyoruz.”

“Peki, bu sizin için ne işe yarı­yor?”

“Ani bir hareket olursa biraz dö­viz alıyoruz, böylece riski kontrol etmeye çalışıyoruz.”

“Ne kadar döviz almanız gerek­tiğini biliyor musunuz?” diye so­runca yönetici, sorularımın daha da derinleşeceğini anlamıştı. Da­ha spesifik bir soruyla devam et­tim:

“Yedi yıllık kredinizin beş yılı kaldı. TL’nin son iki yılda yaşadığı değer kaybı göz önüne alındığın­da, bu borçlanma maliyetiniz art­mıştır. TL borçlanma ile karşılaş­tırdınız mı?”

“Evet, biraz maliyet arttı, TL borçlansaydık daha düşük olurdu.”

Bunun üzerine, “Bu borcunuzu ve bilançonuzdaki döviz cinsi yü­kümlülüklerinizi vadelerine göre kur riskinden koruyabileceğinizi ve nakit akımlarınızı sigortalaya­bileceğinizi biliyor musunuz?” di­ye sordum.

“Nasıl?”

“Örneğin, beş yıl vadeli bir swap işlemiyle bu krediyi TL borçlan­maya çevirebilirsiniz.”

Aldığım yanıt ise oldukça traji­komikti:

“Biz böyle spekülatif işlemlere girmiyoruz.”

Bunun üzerine daha fazla ısrar etmeden teşekkür edip toplantıyı bitirdim.

Risk Yönetiminin Önemi

Aradan bir yıl geçti. Ekonomi­de dengeler daha da bozuldu. Ra­hip Krizi olarak bilinen süreçte TL önemli ölçüde değer kaybetti. Bu olayların üzerinden bir ay bile geçmemişken, o gün görüştüğüm finans yöneticisinden bir telefon aldım:

“Döviz cinsi borçlar için yapıla­bilecek bir şey var mı?”

Belli ki doları iyi takip edeme­mişlerdi. “Şu an yapılabilecek çok şey var ama artık mevcut fiyatlar­la.” dedim. Karar verip bana geri döneceğini söyledi. Ancak bir da­ha haber alamadım. Sonrasında öğrendiğime göre şirket, ciddi bir sermaye artırımı yapmak zorun­da kalmış ve ortaklar bu durum­dan hiç memnun olmamıştı. Hak­lıydılar da.

Risk yönetimi, özellikle de hazi­ne ürünleri söz konusu olduğunda uzmanlık gerektiren bir konudur. Basit gibi görünen konular, de­taylara inildikçe oldukça karma­şık hale gelir. Şirketlerin finans yönetimini çok boyutlu ele alma­sı, senaryo analizleri yapması ve bu analizlere dayanarak bilanço­larını stres testlerine tabi tutma­sı gerekir.

Bu süreçlerde, şirketin finansal riskleri etkin bir şekil­de yönetebilmesi için kurumsal yapıların devreye girmesi hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, Fi­nansal Riskleri İzleme Komitesi gibi yapılar oluşturulmalı ve şir­ket içinde üst düzey yöneticiler ve yönetim kurulu üyeleri gibi kişi­ler kadar, finans piyasalarına ha­kim bağımsız uzmanlar da sürece dahil edilmelidir.

Son yıllarda, büyük ölçekli bir­çok şirketin bile bu konuda ciddi önlemler almadığını ve kriz dö­nemlerinde büyük zararlarla kar­şı karşıya kaldığını gözlemledim. Ancak geçmiş hatalarından ders çıkarıp bu konuda önlemler alma­ya başlayan az sayıda şirket gör­mek de sevindirici.

Merkez Bankası: Koruyucu baba rolünde mi?

Para politikasının gecikmeli de olsa rasyonelleşmesi ve TL kredi faizlerinin yükselmesi, şirketlerin hızla döviz cinsi borçlanmaya yö­nelmesine yol açtı. 2023 sonun­da 128 milyar dolar olan bankala­rın toplam döviz kredileri, 2025 Şubat itibarıyla 50 milyar dolar artarak 174.5 milyar dolara ulaş­tı (Grafik-1). Reel sektörün döviz yükümlülükleri ile varlıkları ara­sındaki fark ise 73 milyar dolardan 142 milyar dolara çıktı.   (Grafik-2)

Bu süreçte, döviz kredilerinin büyüme hızı önce aylık %2 ile sı­nırlandırıldı, ardından %1’e ve son olarak %0.5’e düşürüldü. İhracat yapmayan şirketlerin döviz kredi­si kullanması ise halen yasak.

Merkez Bankası’nın aldığı bu kararlar, enflasyona yönelik olası negatif etkileri azaltmayı amaçlı­yor. Ancak, aynı zamanda şirketle­re ‘Yeterince risk aldınız, biraz fre­ne basın’ mesajı veriyor da olabilir.

Buna rağmen, bazı Kamu ve Ka­tılım Bankaları, belirli istisnalar dolayısıyla hala döviz cinsi kredi sağlamaya devam ediyor.

Risk: Kontrol

edilmezse yıkıcı, yönetilirse güçlü bir araç

Finansal risklerin iyi yönetilme­si, şirketlerin büyümesi, sermaye birikimi yapması ve küresel reka­bet gücünü artırması açısından kritik önemdedir.

Şirketlerin finansal stratejileri belirlenirken:

-Makroekonomik ve jeopoli­tik gelişmeler dikkate alınmalı,

-Risk bütçelemesi yapılmalı,

-Finansal kararlar kurumsal bir yapı içinde alınmalı ve prose­dürlere bağlanmalıdır.

Türkiye, büyümesini büyük öl­çüde dış borçla finanse eden bir ülke. Dolayısıyla, şirketlerin ihra­cat yapıyor olması bile kur riskini yönetmede tek başına yeterli bir faktör değildir. Zira dalgalı kur re­jimlerinde TL’nin değer kaybı gibi değer kazancı da söz konusu olabi­lir. Kredilerin döviz mi TL cinsin­den mi olması gerektiğini belirli düzenlemelerle kısıtlamak yeri­ne, şirketlerin risk yönetimi yapıp yapmadıkları analiz edilerek bu konuda aksiyon alınması daha et­kili olacaktır.

Sonuç olarak, risk ateş gibidir. Doğru kullanıldığında faydalı, yanlış yönetildiğinde ise yıkıcı olabilir. Yasaklamak ve kısıt­lamak yerine, şirketlerin riskleri­ni nasıl yöneteceğini öğrenmesine olanak tanımak ve kurumsal çerçe­veler oluşturmasını teşvik etmek, uzun vadede daha sürdürülebilir bir finansal sistem yaratacaktır.

Dünya

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

Trump tarifeleri ve resesyon endişesi: Wall Street sarsıldı!

Yayınlanma:

|

Yazan:

ABD Başkanı Trump’ın uyguladığı gümrük tarifelerinin yarattığı belirsizlik ve Washington’daki siyasi kaosun resesyon korkularını körüklemesi ile hisse senetleri dün geceyi sert satışların gölgesinde tamamladı. Nasdaq %4 kayıpla Eylül 2022’den bu yana en büyük günlük düşüşünü yaşarken, S&P500  Şubat ortası kaydettiği zirvesinden %9 geriledi. En büyük 500 şirketin işlem gördüğü S&P500 endeksi son zirvesinden bu yana 4 trilyon dolarlık değer kaybederken, dün geceyi de %2,7 düşüşle yılın en büyük günlük kaybını yaşayarak tamamladı. Tesla hisseleri, milyarder CEO Musk’ın agresif işten çıkarmaları ve Avrupa’daki aşırı sağcı siyasi partilere verdiği destek nedeniyle ortaya çıkan protestoların ardından dün gece %15’ten fazla gerileyerek son üç ayda neredeyse hisse fiyatı yarı yarıya geriledi. X’e siber saldırı dün manşetleri süslerken, Coinbase ve Microstrategy ise Bitcoin’deki zayıflık nedeniyle sırasıyla %18 ve %17 değer kaybetti. Pek çok enstrümanın fiyatı Trump kazanımlarını geri verirken, Bitcoin 80bin doların altına gerileyerek Kasım 2024’te bu yana en düşük seviyesini test etti.

Nasdaq geçen hafta Aralık’taki zirvesinden %10 düşüşle teknik olarak düzeltmeye geçtiğini teyit ederken, 2023 ve 2024 yıllarında teknoloji devlerinin öncülüğünde güçlü yükselişler kaydeden endeksler, 2025’te megacap hisselerdeki sert düşüşler nedeniyle baskı altında kaldı. Trump yönetiminin belirsiz gümrük tarifesi politikaları ve ekonomik yavaşlama korkuları yatırımcıları riskten kaçmaya iterken, piyasa oynaklık endeksi (VIX) son yedi ayın en yüksek seviyesine ulaştı. Hisse senetlerinde sert satışların gölgesinde piyasalar ABD’de yarın açıklanacak TÜFE enflasyonunu ve hükûmetin olası kapanması gibi kritik gelişmeleri dikkatle izliyor. Trump yönetiminin piyasanın düşüşünü ve hatta olası bir durgunluğu, daha geniş çaplı hedeflerini gerçekleştirmek adına kabullenmiş göründüğünü okurken, yaşananları geçiş dönemi olarak belirtmesi, düşüşlere karşı toleranslı olacağı izlenimini de pekiştiriyor. Bu durumu Wall Street için ‘büyük bir uyarı’ niteliğinde okuyoruz.

Bu gelişmeler karşısında, risk off modunda olsak da, ABD Dolarının değer kaybettiğini görüyoruz. Trump’ın politikalarının Almanya’yı yeniden büyük yap sloganına dönüşmesi ile tahminlerimizin ötesinde seyreden EURUSD paritesi, teknik mânâda ön plana çıkardığımız 1,0810 seviyesinin üzerinde yerleşerek ikinci hedef seviye olan 1,0990’a doğru ilerleme isteği gösteriyor. Bu seviyeler, 1,1215 zirvesi ile 1,0145 dibinin Fibonacci düzeltme seviyeleri olarak okunmalıdır.

Hazır Almanya’dan söz etmişken, dün Almanya’da Yeşiller Başbakan Merz’in borç paketine destek sunmadığını gördük! Piyasanın tepkisinin ise sert olmaması, herhâlde borç paketinin bir türlü de olsa geçeceğini düşündürüyor. EURUSD paritesi 1,0860 seviyesine gelirken, doların piyasa kuru olan DXY ise risk off modunda bile satışlara sahne olarak Kasım 2024’ten bu yana en düşük seviyesini test etti: 2025 performansı şimdilik %4 düşüş oldu. Bir diğer güvenli liman olarak görülen altının ons fiyatı gelişmelere pek de tepki vermeyerek hatta dün bir ara 2,880 dolar seviyesine kadar gerilemesi ardından bu sabah yeniden 2,900 dolar seviyesine toparlandığını gördük. Altın, 2025 yılında şu ana kadar %10 değer kazanırken, geçen yıl %27 yükseldiğini hatırlamamız gerekiyor. Büyük resimde, altın ve bitcoin gibi arz sınırlı enstrümanların portföylerde yer almaya devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Türk mali piyasalarında ise genel hatları ile iyimser hava devam ederken, geride bıraktığımız hafta güçlü bir performans sergileyen Borsa İstanbul 100 endeksi dün günü %0,8 düşüşle tamamladı. TCMB’nin net döviz pozisyonu Şubat ayının üçüncü haftası dedikodu mekanizması kaynaklı alevlenen döviz talebi ile 10 milyar dolar gerilemesi ardından son dört iş gününde 5,8 milyar iyileşme kaydetti. Swap hâriç net rezervlerde yaşanan iyileşme sonrası kırılganlığın azalmasını olumlu bir gelişme olarak okuyoruz. Dışarıda yaşanan yangının aksine, TL varlıklara yönelik olumlu hikâyenin de yardımı ile USDTRY kuru bebek adımları ile 35,50’li seviyelerine yükselirken, CDS risk primi ise son dönemde yataylaştığı 255-260 puan civarında salınmaya devam etti. Almanya tahvil faizlerinde yaşanan sert yükselişin tetiklediği tahvil faizlerinde yükselişin gölgesinde, iki yıl vadeli gösterge tahvilin de bileşik faizinin 20 baz puan yükseldiğini gördük.

Yeni gün başlangıcında havanın pasifiğin diğer ucunda da pek de iyimser olmadığını görüyoruz. Asya borsaları, küresel ticaret savaşı korkularının artmasıyla birlikte keskin düşüşler yaşadı. Tarifelerin resesyona yol açabileceği yönündeki endişeler yatırımcı güvenini sarsarken, hâliyle risk iştahı da  azaldı. Gösterge endeks Tokyo ve Tayvan borsaları, ilk işlem saatlerinde %3’e varan satışların bir kısmını telafi ederken, Hong Kong ve Çin borsaları da değer kaybetti. Yatırımcılar güvenli limanlara yönelirken, Japon yeni ve İsviçre frangının değer kazandığını görüyoruz. Petrol fiyatları küresel ekonomik yavaşlama endişeleriyle düşüşünü sürdürürken, brent cinsi ham petrolün varil fiyatı yeniden 70 dolar seviyesinin altına sarktı.

ABD tahvil getirileri gerilerken, piyasalar FED’den yıl içerisinde 85 baz puan faiz indirimi beklemeye başladı. Bu minvalde, ABD’de yarın açıklanacak TÜFE verisinin kritik öneme sahip olacağının altını tekrar çizmek isteriz. Enflasyon verisi, FED’in 18-19 Mart toplantısı öncesinde açıklanacak son kritik göstergelerden biri olacak. FED’in faizleri sabit tutması ön görülse de, ilk faiz indirimi beklentisinin Haziran ayına çekildiğini hatırlatalım. Öte yandan, enflasyonun yüksek gelmesi hâlinde stagflasyon korkuları (yüksek enflasyon, düşük büyüme) faiz indirim beklentilerini zayıflatarak piyasalarda ‘ilave’ dalgalanmalara yol açabileceğini de göz ardı etmiyoruz.

Emre Değirmencioğlu

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Trump Batı İttifakı’nı dağıtırken…

Yayınlanma:

|

Yazan:

Donald Trump, ikinci defa Başkan seçildikten sonra ABD’yi faşizme dönüştürme doğrultusunda adımlar atıyor. Milyarder bir faşist (Elon Musk) de bu süreçte özel bir rol üstleniyor. Bu gelişmeleri bu köşede aktardım; değerlendirdim (“ABD’de Trump-Musk Faşizmi”, 21 Şubat 2025).

Trump’ın şaşırtıcı marifetleri faşist dönüşüm ile sınırlı değil. Emperyalist sistemi uzunca bir süre biçimlendirmiş olan Batı İttifakı’nı dağıttı. Bu ani şok sonunda emperyalizm, I’nci Cihan Savaşı arifesindeki parçalanmış, tehlikeli niteliğine mi dönüşecektir?

Bu son dönüşümün aşamalarına, bağlantı ve uzantılarına dikkat çekelim.

Ayrışmayı tetikleyen sorun: Ukrayna savaşı

Ukrayna Savaşı, Batı İttifakı’nın 2014’te Kiev’de düzenlediği “meydan darbesi” ile tetiklendi. Giderek Rusya’yı hedefleyen bir vekâlet savaşına dönüştü. Batı’nın vekâletini Ukrayna üstlendi. Savaşın, “son Ukraynalı’ya kadar” Rusya’ya karşı sürdürülmesi kararlaştırıldı. Bu tasarımın Gorbaçov dönemine uzanan kökenini, aşamalarını bu köşede tartışmıştım.1

Ukrayna’daki 2014 darbesi Obama Yönetimi tarafından düzenlenmiş; 2020 başkanlık seçiminde Trump’ı yenilgiye uğratan başkan yardımcısı Joe Biden bu darbede aktif rol almıştı. Biden ile gerilimli siyasal rekabeti Trump’ın dış politikasına yansıdı. İlk başkanlık döneminde Putin’le sıcak ilişkiler oluşturdu ve son seçim kampanyasında Ukrayna’ya hızla barış getireceğini vaat etti.

Ukrayna savaşını “sonuna kadar sürdürme” eğilimine yeni Trump yönetiminden ilk aykırı görüşü Savunma Bakanı Pete Hegseth 13 Şubat’ta Brüksel’de açıkladı: “Ukrayna’da savaş son bulmalıdır. Ukrayna NATO’ya girmeyecektir. [Savaş öncesindeki] 2014 sınırlarına dönüş unutulsun. Rusya’ya karşı savaşa Amerika hiçbir surette bulaşmayacaktır” (Global Research, 17 Şubat 2025).

Benzer doğrultuda önemli bir adım Trump’ın 12 Şubat’ta Putin’e açtığı telefon görüşmesi ile atıldı. İki lider Ukrayna savaşına son verecek görüşmeleri başlatmak hususunda anlaştılar.

İlk toplantı 18 Şubat’ta Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da ABD ve Rusya Dışişleri Bakanlığı heyetleri arasında yapıldı. Batı İttifakı’nın diğer üyeleri ve Ukrayna görüşmelere çağrılmadı. ABD ve Rusya Dışişleri bakanları (Marko Rubio ve Sergey Lavrov) heyetlere başkanlık etti. Trump ve Putin’in aynı konuda ikili bir görüşme yapması hususunda anlaşıldı.

Ukrayna başkanı Zelensky, ülkesinin katılmadığı toplantılarda alınan kararları kabul etmeyeceğini açıkladı. Batı İttifakı’nın Almanya, Fransa ve Britanya gibi “ağır topları” ise devre-dışı bırakılmanın hayal kırıklığını sadece suskunlukla yansıttılar.

Başkan Yardımcısı’ndan Batı’ya saldırı…

Riyad görüşmeleri ile aynı günlerde Münih Güvenlik Konferansı yapılmaktaydı. Konferans’ta ABD’yi Başkan Yardımcısı J.D. Vance temsil etti. “Okur-yazar bir siyasetçi” olarak Trump’ın halefi olarak da görülen Vance zehir-zemberek bir konuşma yaptı. Batı İttifakı’nın yerleşik siyasal çizgisini anti-demokratik olduğu için eleştirdi. Almanya, İngiltere ve İsveç’ten baskıcı uygulamaları sıraladı. Romanya’daki cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun AB baskısı sonunda iptalini önek gösterdi:

“Ülkelerinizdeki tutucu partilere karşı uyguladığınız baskı, Avrupa demokrasisini Rusya’dan, Çin’den daha fazla tehdit etmektedir. Kendi halkınızın görüşlerinden, vicdanından korkuyorsunuz… Avrupa’nın sorunları çoktur; ama bugün karşılaştığınız kriz kendi eserinizdir.” 

Almanya Dışişleri Bakanı Pistorius oturumu izlerken Vance’i yüksek sesle protesto etti. Şansölye Steinmeier’in tepkisi de sert oldu: “Açıkça gözlüyoruz ki ABD yönetiminin dünya görüşü bizimkinden çok farklıdır. Yıllar boyunca inşa ettiğimiz ortaklıklara, yerleşik kurallara değer vermemektedir” (WSJ, 14 Şubat; CounterPunch, 18 Şubat 2025).

Trump Yönetimi’nin aykırılıklarının son örneğini hep birlikte TV’lerde izledik: Donald Trump ve yardımcısı Vance, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’yi Beyaz Saray’ın Başkanlık Makamı’nda açıkça hırpaladılar.

Financial Times suçluyor: ABD artık düşmanımızdır…

ABD’nin kopması sonrasında Batı liderliğinin doğal adayı Birleşik Krallık’tır. İngiltere’nin emperyalizm deneyimlerinin zenginliği, ülkeyi bu mevkiye layık kılar. Ukrayna savaşına aktif katılımda da İşçi Partisi iktidarı Biden’ı yakından izledi: ABD yapımı uzun menzilli füzeler Rusya içindeki hedefleri Ukrayna’dan ateşlenerek vurmaya başladıktan iki gün sonra İngiltere yapımı Storm Shadow füzeleri de Ukrayna’dan Rusya’ya saldırdı (Sputnik, 21 Kasım 2024).

“Trump’ın kopması” sonrasında da en sert tepkilerin İngiltere’den gelmesi şaşırtıcı değildir. Bir örnek uluslararası finans kapitalin sözcülüğünü temsil eden itibarlı Financial Times (FT) başyazarı Martin Wolf’un makalesidir (25 Şubat 2025).

Wolf’un yazısının başlığı herhalde Batı İttifakı’nın bu konudaki ortak görüşünü de yansıtmaktadır: “ABD, artık Batı’nın düşmanıdır.” Yazı da aynı minvalde devam ediyor: “Son iki haftada öğrendik ki sadece otokrasilerin özgüveni artmakla kalmıyor; ABD de onların safına katılıyor… Özgürlükler 1942’deki kadar tehdit altında değildir; ama tehlike ciddidir.” 

“Avrupa ya gerekeni yapacak; ya da dağılacaktır. Avrupalılar liberal ve demokratik normlara dayanan daha sağlıklı bir işbirliği gerçekleştirmek zorundadır. İlk adımları Ukrayna’yı Rusya’nın kötülüğünden kurtarmak olmalıdır. Beceremezlerse dünyanın büyük güçlerinin eğlencesi olacaklar.” 

Martin Wolf 1990-sonrasının kolektif emperyalizmi dağıldığı için hayıflanmaktadır. 2025 dünyasını Britanya’nın Nazi Almanya’sına yenilgi eşiğine geldiği 1942’ye benzetmesi ise yanlıştır. Avrupalılara “Ukrayna savaşına devam…” ile sınırlı kalan tavsiye de şimdilik boşlukta kalmaktadır.

Büyük güçler emperyalizmi mi? Kolektif emperyalizm mi?

İşçi Partisi eğilimli Observer gazetesinde ABD’nin son dış siyaset yönelişini eleştiren başyazı da dikkat çekicidir (22 Şubat 2025). Yazı anlamlı bir tarihsel tespit ile başlıyor:

“Dünya bir dönüm noktasına geliyor: Birleşmiş Milletler’in yönettiği, kurallara dayalı, çok-taraflı sistem çöküyor; onun yerine otoriterliğin ve aşırı-milliyetçiliğin beslediği büyük güçler emperyalizmi doğuyor.”

Observer Trump’ın, önceki kolektif emperyalizmden 20’nci yüzyılda iki dünya savaşını tetiklemiş olan büyük güçler emperyalizmine geçiş başlattığını gözlüyor. Bu ayrım geçerlidir. Kapitalizm son seksen yıl boyunca, kolektif emperyalizmin birbirini izleyen iki farklı dönemine tanık olmaktadır: İlki, II’nci Dünya Savaşı’nı izleyen, sosyalist sistemin de katkı yaptığı tarihsel uzlaşma sonucudur: BM sistemi dünya barışını hedefleyerek inşa edildi. Sömürgeciliğe son verildi. Politika hedefleri Batı’da Refah Devleti; Güney’de ekonomik kalkınma oldu.

Neoliberal karşı-devrim ve reel sosyalizmin çöküşü bu döneme son verdi; 1990 sonrasında farklı bir kolektif emperyalizm yaşanmaktadır. Bu dönemin ortak özelikleri Observer’in tespitinin karşıtıdır: Batı İttifakı “çok taraflı” değildir; ABD hegemonyasına dayanmaktadır. “Kurallara dayalı” olduğu iddia edilir; ama bu “kurallar” asla açıklanmaz.

Otuz küsur yıl boyunca BM’nin belirlediği uluslararası hukuk kesintisiz çiğnendi. Yugoslavya’yı parçalayan silahlı yıkımı, Ukrayna darbesi izledi. NATO Rusya aleyhine genişletildi. Libya’dan Afganistan’a uzanan geniş coğrafyada “rejim değiştirme operasyonları” başlatıldı; hâlâ sürdürülmektedir. Milyonlara ulaşan ölümün, Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e sayısız göç dalgalarının sorumlusudur.

Observer, ABD’nin Batı’dan kopması sonunda neo-faşist (“otoriter”) ve “aşırı-milliyetçi” (dolayısıyla çatışmacı) sonuçlar öngörüyor. Gerçekçidir. Yeni iktidar döneminin ilk haftalarında Trump, Grönland’ı, Panama’yı ve Filistinlilerin topluca tehciri sonrasında Gazze’yi ilhak talepleri ile bu öngörüyü destekliyor.

Observer’in bugün için olası gördüğü büyük güçler emperyalizmi ise emperyalizmin sömürgecilik ve ilk iki dünya savaşına yol açan dönemlerine aittir. Trump, bugünkü tahripkâr kolektif emperyalizme Ukrayna’dan başlayarak son mu verecek? Yoksa tam aksine NATO üyesi Kanada’ya kadar uzanan çılgın yayılma talepleri, girişimleri ile yeni tehlikeleri mi tetikleyecek?

Biden, Ukrayna savaşını bir nükleer felaketin eşiğine getirmişti. Önümüzdeki günlerde Trump-Putin görüşmeleri, Avrupa’nın, Çin’in tutumları bu bakımdan da hayatî önem taşıyor…

Porf. Dr. Korkut BORATAV – sol.org.tr

  • 1 soL Haber: “Putin Doktrini”, 18 Mart 2022; “NATO’nun Genişlemesi: Gorbaçov’a söylenenler”, 25 Mart 2022.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.