Connect with us

GÜNDEM

Üniversiteyi aile çiftliği yapmışlar : 27 kişi akraba çıktı!

Yayınlanma:

|

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’ne ilişkin 2019 yılındaki Sayıştay raporunda “27 kişinin birbiri arasında akrabalık bağı bulunduğu görülmüştür” ifadeleri kullanıldı.

Sayıştay Başkanlığı ‘İzmir Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) 2019 Yılında hazırladığı Denetim Raporu’nda; “Objektif ve denetlenebilirlik ilkelerine riayet edilmemiş, ilanların büyük çoğunluğunda spesifik ve belli bir kişiyi çağrıştıran şartlar istenmiştir. Bunun sonucunda da, alım yapılacak toplam 195 kadronun tamamı için sadece birer kişi başvuru yapabilmiş ve aynı kişiler kadrolara alınmıştır” ifadelerine yer verildi.

Sayıştay ayrıca şube müdürlüğü kadrolarına, şube müdüründen daha üst görev niteliğinde bulunan kadrolardan sınavsız atama yapılmasıyla ilgili, eşitlik, liyakat ve kariyer ilkeleri çerçevesinde atama yapılması şartları dikkate alınmaksızın atamalar gerçekleştirildiği bulgusuna yer verdi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) Üyesi Mahir Polat’ın Meclis gündemine taşıdığı önergesine gelen cevabı değerlendirdi. CHP’li Polat, “Üniversitelerin düşünce ve bilim üreten eğitim kurumları olmaktan çıktığını, AKP iktidarıyla üniversite kadrolarının siyasallaşarak partizanlık, eş, dost ve akraba ilişkileri gözetilerek adrese teslim kadrolarla doldurulduğunu daha önce de defalarca kez gündeme getirdik. Gençlerin hayallerini çalıyorlar” dedi.

ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜNDEN DAHA ÜST GÖREV NİTELİĞİNDE KADROLARA SINAVSIZ 16 KİŞİ ATANDI

Odatv’de yer alan habere göre, CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat’ın soru önergesine ilgilisi olduğu İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Saffet Köse tarafından verilen cevapta; şube müdürlüğünden daha üst görev niteliğinde bulunan kadrolardan 16’sının şube müdürlüğü kadrolarına sınavsız olarak atamasının yapıldığı belirtildi. Polat, “Bu durum kabul edilemez. Binlerce vatandaşımız sınavlarda alın teri dökerken bu kadrolara birileri için sınavsız atama yapılıyor. Her fırsatta kul hakkından bahseden yöneticiler söz konusu kendi eş dost atamalarına geldiğinde kul hakkı yemekten çekinmiyorlar” dedi.

TESPİT EDİLEBİLEN 27 KİŞİ ARASINDA AKRABALIK BAĞI BULUNUYOR

Polat “Bize verilen cevapta rektör, rektör yardımcısı, dekan ve öğretim görevlileri arasından tespit edilebilen 27 kişinin birbiri arasında akrabalık bağı bulunduğu görülmüştür. Üniversiteler bilim yuvalarıdır. Bilimsel çalışmalar yapması beklenen kurumlara yapılan liyakatsiz atamalar ile ne gibi bilimsel çalışmalar üretilebilir ki? AKP iktidarında kurumlardaki kadroların siyasallaşmasının önü açılmış, partizanca ve liyakatsiz atamalar artmış, boş kadrolara yapılan eş dost atamaları iyice ayyuka çıkmıştır. Bilim ve eğitim yuvası olmasını beklediğimiz üniversiteler iktidarın arka bahçesi haline gelmiş durumda. Hemen her gün farklı bir üniversitede benzer olayların yaşandığı, akrabalara kadro yaratıldığı veya boş kadroların liyakatsiz akraba atamalarıyla doldurulduğunu duyuyoruz. Atamalar bu kadar aleni bir şekilde yapılmasına rağmen ancak kamuoyu tepki gösterdiği zaman soruşturma başlatılıyor. Eşitlik ve liyakat ilkelerinin gözetilmemesi açıkça Anayasaya ve Kanunlara aykırıdır” dedi.

İKÇÜ’DE NE OLMUŞTU

-Üniversitenin Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Dişçilik Hizmetleri bölümünde iki öğretim görevlisi kadrosu bulunurken, bunlara rektör yardımcılarının kızları atanmıştı. Yine Katip Çelebi Üniversitesi’nde ders veren bir akademisyen eşinin, sınavda 90 puan alarak birinci olan adaydan 35 puan az almasına rağmen kadroya alınmıştı.

-Sayıştay Başkanlığı’nın Katip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) 2019 Yılı Denetim Raporu’nda ilan kadroları ile ilgili “örneklerde de görüleceği üzere, alımı yapılacak öğretim üyeliği kadroları için ek kriterler getirilirken, 2547 sayılı Kanun’un 23 ve 26’ncı maddelerinde ifade edilen objektif ve denetlenebilirlik ilkelerine riayet edilmemiş, ilanların büyük çoğunluğunda spesifik ve belli bir kişiyi çağrıştıran şartlar istenmiştir. Bunun sonucunda da, alım yapılacak toplam 195 kadronun tamamı için sadece birer kişi başvuru yapabilmiş ve aynı kişiler kadrolara alınmıştır” ifadeleri yer aldı. Bulguları örneklerle açıkladı;

-Turizm Fakültesi Rekreasyon Yönetimi Bölümü Rekreasyon Anabilim Dalı doçentlik kadrosu için, Doktorasını Klasik Arkeolojide yapmış olmak, doçentliğini Müzik Bilim alanında almış olmak, Antik Müzik, Rekreasyon, Müzikle Tedavi ve Ritim konularında bilimsel çalışmaları olmak.

– Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Dili Anabilim Dalı Profesör kadrosu için, doçentlik unvanını Türk Dili alanında almış olmak. Eski Uygurca ve Çağatay Türkçesi üzerine çalışmalar yapmış olmak.

– İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü İktisat Tarihi Anabilim Dalı Profesör kadrosu için, doçentliğini Makro İktisat alanından almış olmak, Tasarruf Açığı ve Ar-Ge Harcamaları, Denge Döviz Kurundan Sapma ve Türkiye’de Para Talebi İstikrarının Yapısal Kırılmalar Altında İncelenmesi konularında çalışmalar yapmış olmak.

– İslami İlimler Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Tasavvuf Anabilim Dalı Doktor Öğretim Üyesi kadrosu için, ilgili ana bilim dalında doktora yapmış ve Mesnevî’de Allah Kâinat ve İnsan konusunda çalışmış olmak.

Okumaya devam et

GÜNCEL

SINAV STRESİ İLE BAŞA ÇIKABİLMENİN YOLLARI

LifeClub Uzman Klinik Psikoloğu Cansu Karaman, lise ve üniversite giriş sınavları yaklaşırken sınav kaygısı yaşayan öğrencilere ve ailelerine önerilerde bulundu.

Yayınlanma:

|

Yazan:

YKS ve LGS sınavları, öğrencilik çağındakilerin hayatındaki dönüm noktalarını oluşturuyor. Öğrenciler gelecek planlarını bu sınavlar doğrultusunda yaparken, hem kendileri hem de aileleri bu dönemi oldukça stresli geçiriyor.

LifeClub Uzman Klinik Psikoloğu Cansu Karaman, sınav kaygısının oluşturduğu stresi şöyle tanımlıyor: “Birçok öğrenci, önemli sınavlar öncesinde kendini stresli hissedebilir. Minimum düzeyde oluşan kaygı, kişinin başarılı olmasına yarar sağlayabilirken, kaygının yüksek seviyede olması kişinin performansını düşürebilir. Bu sebeple öğrenciler, önceden öğrendikleri bilgileri sınav anında doğru şekilde kullanamaz. Bunun sonucunda da sınav kaygısı dediğimiz stresli durum kaçınılmaz hale gelir.”

Belirtileri Nelerdir?

Sınav kaygısının belirtilerinin fizyolojik, bilişsel, duygusal, davranışsal olarak sınıflandırılabileceğine değinen Cansu Karaman, “Bilişsel belirtileri hafızaya yönelik sorunlar, konsantre olmada güçlük, olumsuz düşünceler (Bu sınavda başarılı olamayacağım, herkes benden daha zeki, kendimi eksik ve yetersiz görüyorum vb.), dikkat dağınıklığı; fizyolojik belirtileri kalp atım hızının yükselmesi, terleme, bulantı, ağız kuruluğu, ellerde titreme, bağırsak hareketlerinde artış ve sık tuvalete çıkma, üşüme, uyku sorunları; duygusal belirtileri huzursuzluk, sinirlilik, karamsar ruh hali, aşırı panik hali; davranışsal belirtileri endişeli yüz ifadesi, gergin bir duruş” olarak sıraladı.                               

Başa Çıkmak İçin Neler Yapılmalı?

Karaman, öğrencilerin sınav kaygısı ile baş edebilmek için dikkat etmesi gerekenleri ise şöyle anlattı: “Düzenli uyumak, strese yol açabilecek kafeinden, şekerden uzak durmak, sağlıklı beslenmeye özen göstermek kişilerin bunalma hissinin azalmasına yarar sağlar. Etkili zaman planlaması yapmak, kişinin kendisi ile olumlu bir diyalog halinde olması, gevşeme egzersizleri yapmak, destekleyici kişilerle vakit geçirmek kişinin rahatlamasına yardımcı olabilir.”

Ailelere Öneriler

Sınav kaygısı yaşayan öğrencilerin ailelerine bu süreçte büyük yükümlülükler düştüğünün altını çizen Psikolog Cansu Karaman, “Sınava hazırlanan kişilerde bazı ciddi değişimler görülebilmektedir. Ebeveynlerin bunları fark ederek profesyonel yardım alması, kişinin sınav sürecini daha rahat geçirmesine yardımcı olacaktır.

Ebeveynler, sınav hakkında konuşurken dikkatli ve özenli olmalıdırlar. Çocuklarını bir başkasıyla kıyaslamaktan kaçınmalı ve onun kapasitesini farkında olmalıdırlar. Öğrenciye çalışmak için uygun alan oluşturmalı ve öğrencinin sınırları ihlal edilmemelidir. Ebeveynler, kendi kaygılarını yönetmeyi ve bunu çocuklarına yansıtmamayı öğrenmelilerdir. Sınav kaygısı ile baş edemedikleri durumda ise psikolojik destek almayı ihmal etmemelidirler” dedi.

Terapi Yöntemleri Nelerdir?

Karaman son olarak, sınav kaygısı için çok çeşitli psikoterapi yöntemleri olduğunu ve en yaygın olanları şu şekilde açıkladı:

Bilişsel Davranışçı Terapi: Öğrencilerin sınav ile ilgili olumsuz düşüncelerini ve inançlarını, sınava yönelik olumlu düşüncelere dönüştürür ve onlara sınav kaygısıyla başa çıkma becerisi geliştirmeyi öğretir.

Nefes Egzersizleri: Öğrencilerin sınav esnasında gevşeme sağlaması ve sınava daha iyi odaklanabilmesine yardımcı olmak amacıyla öğretilir. Bu sayede sınav esnasında ve sınav sonrasında streslerini kontrol altına alabilirler.

Fiziksel Egzersiz: Öğrencilerin düzenli olarak fiziksel aktivitede bulunması sınav kaygısını azaltabilir.

Emdr Terapi (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme): Bu yöntemde olumsuz duygu, düşünce, davranışların ardında işlenmemiş anılar yer almaktadır. Kişilerin, bu duyguları anlamlandırması sağlanarak daha az rahatsızlık vermesi ve güçlüklere karşı baş etme potansiyelinin farkına varması amaçlanıyor. Kişiye göre değişebiliyor ancak 2-4 seans arası yeterli olabiliyor.

Okumaya devam et

GÜNCEL

Avrupa ülkelerinden Türk vatandaşlarına vize ambargosu: Randevular 2024 veriliyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türk vatandaşlarının ABD ve Avrupa ülkelerinden vize alması her geçen gün zorlaşıyor. Ünlü sanatçı Volkan Konak, vize alamadığı için Almanya’daki konserini iptal ettiğini duyurdu.

Gazeteci Saygı Öztürk, Sözcü gazetesinde yer alan yazısında, “Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Yunanistan, İspanya, Kanada, Belçika, Polonya, ABD’den bırakın vize almayı randevu almak bile olanaksız. Örnek vereyim: Fransa randevuları Türk vatandaşlarına tamamen kapalı. Yunanistan ancak Ağustos ayının sonuna, ABD 2024 yılının Temmuz ayına, Almanya 3 ay sonraya randevu veriyor. Vize şirketi sahibi Avukat Emrah Özdemir’e sordum, “13 yıldır sektörde görmediğimiz bir uygulama ile karşı karşıyayız. Belgeleri elçiliklere vermek bile olanaksız hale geldi. Elçiliklerle yaptığımız görüşmelerimizde kotaların kendi ülkeleri tarafından belirlendiğini söylüyorlar. Kotanın artırılması için yaptığımız başvurulara ise Covid, personel yetersizliği gibi gerekçelerle hep olumsuz cevap veriliyor” dedi.

Olup bitenlere, çıkarılan zorluklara bakılırsa Türk vatandaşları ABD’de ve Avrupa ülkelerinde istenmiyor. Bunun en büyük sebebi, kur krizi. Şu anda vize başvurusu yapacak kişinin öncelikle banka hesabında en az 50 bin TL, yaklaşık 2.000 Euro olması gerekiyor.”

‘BEYAZ YAKALILAR TURİSTİK VİZE YURT DIŞINA GÖÇ EDİYOR’

Öztürk, Türk vatandaşlarının Avrupa ve Amerika’dan oturum veya çalışma izni almasının çok zor olduğuna işaret ederek, “İnsanlar da bunu bildikleri için turistik vize alıp Avrupa’ya, ABD’ye göç ediyor. Göç eden kişiler eskiden beden gücüyle çalışan vatandaşlarımızken, şu anda durum beyaz yakalılara geçmiş.

Yıllarca okulumuzda okuyan, lisans eğitimini tamamlayan, sağlık hizmetlerimizden yararlanan, 30 yaşlarına kadar Türk vatandaşının ne ihtiyacı varsa giderdiğimiz beyaz yakalılar turistik vize alarak yurtdışına kaçıyor. Çünkü, ülkelerindeki gelişmelerden umut kesmiş durumda. Bu yolla yurtdışına turist vizesi alıp gitmek isteyenlerin o ülkelerde kalıcı olduklarının elçilikler de farkında. Gitmek isteyenlerin sayısı da az değil.”

Ülkenin içinde bulunduğu belirsizliğini vize verilmesinin önündeki en büyük engel olduğu vurgulayan Öztürk, yazısında şu ifadelere yer verdi:

“Avrupa ve ABD ülkeleri için vize alabilenlerin sayısı yüzde 50’den fazla azaldı. Daha önce Schengen vizesi olan vatandaşlarımıza vize uzatımında zorluk çıkarılmıyordu. Bugün, onların da vize almaları hayli zorlaştı. Daha önce Schengen vizesi almamış olan vatandaşlarımızın hemen hiçbirisine vize verilmiyor. Bunların nedeni de çalışma vizesi alamayan vatandaşlarımızın turist vizesiyle gitmeleri ve bir daha dönmemeleri etkili oluyor. Bu şekilde gidip orada kalanların sayısı için “Bir önceki yıla göre 4 kat artış var” deniliyor.

Bir dönem günde 250-300 vize başvurusu alan büyükelçilikler, bugün ancak 30-40 başvuruyu kabul ediyor. Bazı ülkelerin işi gücü vatandaşlarımıza zorluk çıkarmak. Örneğin Polonya’ya günlük başvuru 100’ü bile bulmaz. Ancak 50-60 başvuru yapılıyordu. Ama, Polonya Büyükelçiliği günde en fazla 10 vize başvurusunu kabul ediyor. Anlaşılıyor ki Avrupa ülkeleri bu konuda aldıkları bir kararı toplu olarak vatandaşlarımıza uyguluyor.

İş insanlarımız çok zorluk çekiyor. Bir an önce vize alabilmek için devreye bürokratları, siyasileri sokmak durumunda kalıyorlar. Büyükelçilik ve konsoloslukların bu tutumu kuşkusuz Dışişleri Bakanlığımızı da rahatsız ediyor. Zaman zaman ülkelerin yetkilileriyle görüşmeler yapılıyor. Bir hafta-10 gün işler normale dönüyor. Sonra, kotalarının dolduğunu, personel yetersizliğini de gerekçe gösteriyor, yine başvurular kabul edilmiyor, aylar sonrasına randevu veriyorlar.

Pasaportumuzun kıymeti kalmamış. İnsanımıza bu kadar eziyet etmeye bu ülkelerin de ilgili bürokratların da seyirci kalmaya hakları yok”

ORTADOĞULU, AFRİKA VE ASYALI YENİ VATANDAŞLAR SIKINTISI

Eski emniyet müdürü Emin Arslan’a göre Türk vatandaşlarının vize almada yaşadığı sıkıntının temelinde son yıllarda çok sayıda Ortadoğu, Afrika ve Asyalı kişiye vatandaşlık vermesinden kaynaklanıyor. Arslan, “Görev yıllarımdan tanıdığım Avrupalı dostlar,vize sıkıntısının nedenini söyledi. Ortadoğu, Afrika ve Asyalı yeni TC vatandaşlarımız çoğaldı. Bunlar ve ülkemizdeki şartlar nedeniyle normal vatandaşlar da iltica için vize alıyormuş. Onun için işimiz zor, sorunun çözülmesi de zor.” dedi.

 

Okumaya devam et

EKONOMİ

Planlı ve plansız yıllarda Türkiye ekonomisinin büyüme başarımı

Yayınlanma:

|

Yazan:

İkinci Dünya Savaşı ile başlayan ancak esas olarak 1950 sonrasında gündeme gelecek olan planlı kalkınma sayesinde birçok azgelişmiş ülke kalkınmada önemli gelişmeler sağladı. Azgelişmiş ülkelerde uluslararası Keynesciliğin bir sonucu olarak uygulanan planlamaya ve ithal ikamesine dayalı kalkınma stratejisinden çok önce, Türkiye 1930’lu yıllarda kalkınmacı devletin uyguladığı planlı sanayileşme yoluyla sanayide önemli gelişmeler gerçekleştirdi. 1929 büyük bunalımının etkisiyle gündeme gelen ve dünyada ilk planlama deneyimlerinden biri olması açısından “özgün” bir yönü bulunan 1930-39 dönemindeki sanayileşme deneyimi, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte sona erdi.

1930-1939 döneminden sonra, Cumhuriyet tarihinin en temel ikinci sanayileşme deneyimi 1963-79 döneminde planlamaya ve ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisi sayesinde gerçekleştirildi. Planlı dönemde sanayide sağlanan gelişmeler, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ile daha da derinleştirilmek istendi. Ancak, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı da tıpkı 1946 İvedili Sanayi Planı gibi tasfiye edilerek uygulanamadı.

Türkiye, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın tasfiye edilmesi sonucunda uygulamaya konan 24 Ocak İstikrar Programı ile birlikte, sanayileşme hedefinden vazgeçerek uluslararası işbölümünün öngördüğü düşük teknoloji yoğunluklu, harc-ı alem sektörler (tekstil, gıda vs.) temelinde küresel katma değer zincirine eklemlendi.

Erken sanayisizleşme sorunu, ekonominin ithalata bağımlılığını artırdı

Türkiye ve diğer birçok azgelişmiş ülke; 1980’li yıllardan itibaren uygulamaya konan plansız, programsız, piyasa fundamentalizmine dayalı neoliberal düzenleme rejimi altında üretim yapısını dönüştüremedi, neyi ucuza üretiyorsa o sektörlere uzmanlaşmayı sürdürdü ve ortaya düşük profilli bir üretim ve ihracat yapısı çıktı. Finansal birikim dayalı politikalar sonucunda başta imalat sanayi olmak üzere üretken sektörlerin ulusal katma değer payları düştü ya da durgunluğa sürüklenerek dinamizmlerini kaybetti. Sanayide derinleşme sağlanamadan, özellikle imalat sanayiinde yaşanan sorunlar ve hizmetler sektörünün zaten şişkin olan ulusal gelir payının daha da yükselmesi sonucunda erken sanayisizleşme sorunu gündeme geldi. Sanayiinin öncü sektör olma niteliğinin aşınması ve hizmetlerin öne çıkması, kalıcı ve tempolu büyümeyi engellerken, istihdam ve verimlilik artışlarında da sorunlara neden oldu. Planlamanın iktisat politikalarından tümüyle dışlanması sonucunda kaynaklar esas olarak kısa erimli ve yüksek kâr getiren üretken olmayan sektörlerde yoğunlaştı. Türkiye sanayileşmede ve yüksek teknoloji üretiminde tökezledi. İmalat sanayiinde yüksek teknoloji yoğunluklu sektörlerin üretim payı yüzde 3,1 ile sınırlı kalırken, düşük teknoloji yoğunluklu sektörlerin payı yüzde 35 oranında gerçekleşti. Üretimde ve ihracatta yurt içi katma değer oranları aşındı, ekonominin ithalata bağımlılığı arttı.

Planlı yıllarda sanayiinin ve GSYH’nın büyüme hızları daha yüksek

Türkiye ekonomisinde 1924 ile 2022 yılları arasındaki 98 yılın sadece 27 yılında planlı, programlı bir kalkınma stratejisi izlendi. Geriye kalan 71 yılda plansız, programsız, uluslararası işbölümünün öngördüğü sektörlere dayalı bir strateji izlendi. Başka bir deyişe, planlı kalkınma yıllarının 98 yıl içindeki payı yüzde 27,6 ile sınırlı kaldı.

Peki, planlı kalkınma yılları mı ya da plansız, programsız, “serbest piyasa” yılları mı daha başarılı? Şekil planlı kalkınma yıllarının özellikle sanayide son derece başarılı olduğunu göstermekte. Sanayide planlı yıllarda sağlanan yüzde 9,5 oranındaki yıllık ortalama büyüme hızının gerek Cumhuriyet dönemi ortalamasından (yüzde 6,5), gerek plansız yıllardan (yüzde 5,4) yüksek gerçekleştiğini göstermekte. Şekil aynı zamanda planlı yıllardaki GSYH’nın yıllık ortalama büyüme hızının da (yüzde 5,5 ile) Cumhuriyet ortalamasından (yüzde 5,1) ve plansız yıllardan (yüzde 4,9) daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor.

Planlı yıllarda sanayi 4 yıl küçülürken, plansız yıllarda 15 yıl küçüldü

Sanayi sektörü planlı, programlı yıllarda dört yıl küçülürken (1935’de yüzde 0,1; 1936’da yüzde 3,4, 1970’de yüzde 0,5 ve 1979’da yüzde 5,0), dış şoklara duyarlı, dışa açık, plansız yıllarda 15 kez küçüldü. Bu 15 yılın altı yılı neoliberal düzenleme rejimi (1980-2022) altında gerçekleşti. GSYH ise planlı yıllarda 3 yıl küçülürken, plansız, serbest piyasa yıllarında tam 13 kez küçüldü. Plansız yılların neoliberal düzenleme aşamasında, GSYH ve sanayide yaşanan küçülmede 1989’da gündeme gelen ve her türlü sermaye hareketlerini serbestleştiren 32 Sayılı Karar sonrasında yaşanan krizlerin etkisini özellikle belirtmek gerekir.

Planlı yıllarda sanayide ve GSYH ’da yaşanan aşınmanın yıllık ortalama büyüme hızları plansız yıllara göre düşük kaldı. Buna göre planlı yıllarda sanayide yaşanan daralmanın yıllık ortalama büyüme hızı eksi yüzde 2,3 ile sınırlı kalırken, plansız yıllarda eksi yüzde 5,8 gibi görece yüksek bir oranda gerçekleşti.  Benzer bir bulgu ekonominin bütününü temsil eden GSYH için de geçerlidir. Planlı yıllarda GSYH’daki aşınma yıllık ortalama yüzde 4,8 oranında tespit edilirken, plansız yıllarda yüzde 6,8 oranında gerçekleşmiştir. Planlı yıllarda GSYH’daki en yüksek aşınmayı temsil eden 1932 yılındaki yüzde10,6 oranındaki aşınma sanayiden değil tarımda yaşanan yüzde 28,8 gibi yüksek orandaki daralmadan kaynaklanmıştır. 1932’de sanayiinin büyüme hızı yüzde 17,8 gibi son derece yüksek bir oranda gerçekleşmiştir.

Kısaca her türlü sermaye hareketinin liberalizasyonu ile birlikte krizler daha sık gündeme gelmektedir. 1989 yılını izleyen 1994, 1999, 2001 ve 2009 krizleri bu türden krizlerdir. Sermaye girişlerinin yoğunlaştığı yıllarda ulusal para değerlenmekte (döviz ucuzlamakta), bunun sonucunda yaşanan bir dizi gelişme sonucunda (dış ticaret açıklarının neden olduğu cari açık başta olmak üzere) ekonomide kırılganlıklar artmaktadır. Ekonomide artan kırılganlıkların tetiklediği ani sermaye çıkışları giderek artan krizlerle sonuçlanmaktadır.

Türkiye’nin 1924-2022 arasındaki yıllık ortalama yüzde 5,1 oranındaki büyüme oranı dünya ekonomisinde aynı dönemde gerçekleşen ortalama büyüme oranı dikkate alındığında “orta” düzeyde bir başarım anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, Türkiye ekonomisinde 1924-2022 döneminde gerçekleşen ortalama büyüme hızı Türkiye’nin gelişmiş ülkeler ile kalkınma açığını kapatacak (onlara yakınsayacak) bir büyüme oranını temsil etmemektedir. Yakınsamayı engelleyen en temel ögelerin başında planlı bir sanayileşme stratejisinin uygulanmaması gelmektedir.

Sonuç olarak, 20. yüzyılda kalkınma sürecinde başarılı olmuş ülke deneyimleri incelendiğinde, kısa zamanda sanayileşerek az gelişmişlik sorununu aşmak isteyen, sanayileşmeye geç katılan bir ülkenin salt piyasa sinyallerine dayalı kaynak tahsis süreci ile bu hedefi gerçekleştirmesi gerçekçi değildir. Piyasa esas olarak kısa erimli ve yüksek kâr getiren, üretken olmayan sektörler lehine yatırım tercihlerini yaptığı ölçüde yapısal değişmede ve sanayileşmede başarısız olur. Ülke deneyimleri incelendiğinde kaynak tahsis sürecinde piyasa ve planlamanın senkronize olduğu bir model daha başarılı olmaktadır. Büyük ölçekli işletmelerin planlama yaptığı bir dünyada, Türkiye’nin planlamayı iktisat politikalarından tümüyle çıkarmış olması büyük bir çelişkidir.

Bayram Ali Eşiyol – Ekonomim

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

ABONELIK

Popüler

www paravitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 - Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.


Notice: date_default_timezone_set(): Timezone ID 'UTC+3' is invalid in /home/maviatlas/public_html/wp-content/plugins/notice-bar-old/inc/frontend/front-notice-bar.php on line 27