Bankacılıkta ‘ 30 Nisan Çek Vakası‘, o gün neler yaşandı?
EROL TAŞDELEN 30 Nisan 2021 günü Yurt İçi Bankalarda yaşanan kaos ortamını, nedenleri ve bulunan geçici çözümü ile ele aldı. 30 Nisan’da Banka Çek Takas sistemi kapandı. Piyasalar hesapları müsait olan çekleri dahi tahsil edemedi. Ortada yönetilmesi gereken bir kriz ve kaos vardı. İşte o günün hikayesi :
30 Nisan 2021 günü bankacılık tarihine geçti. Olumlu anlamda değil tabi. Darbe dönemleri ve teknik nedenler hariç Türkiye’de ilk defa Ticaret Bakanlığının beceriksizliği yüzünden Çek Takas Sistemi kapatıldı. Neyse ki bizim gibi piyasayı yakında takip eden yazarların konuyu kısa sürede dile getirmesi ile konunun vahameti anlaşıldı da aynı gün 16:00’da sistem hukuksuz bir şekilde de olsa kitabına uydurularak, tekrar açıldı. Bu girişten sonra 30 Nisan’da bankalarda o gün neler yaşandığını açıklayalım.
Sorun nasıl ortaya çıktı?
29’u 30 Nisana başlayan gece 31470 sayısı Resmi Gazetede Mecliste Torba Yasada onaylanan 7318 Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yayınlandı. Ticaret Bakanlığı üzerinde uzun uzun çalışmış, yazılı kanun maddesi haline getirilmiş, meclisin onayından geçirilip Cumhurbaşkanlığının imzası ile oluru alınmış ve 31470 sayılı Resmi Gazetede yayınlanması ile yürürlüğe giren çekler ile ilgili bir düzenleme yapılmıştı. Süreç olması gerektiği gibi.
Gece Resmi Gazetede yayındı sabah Piyasalarda kaos başladı
Gece Resmi Gazetede yayınlanan Kanun Maddelerine her kurum uymak zorunda. Üstelik bu sefer direkt Bankacılık Finans sektörünü ilgilendiren bir konu hakkında değişiklik yapılmıştı. Bu kısa düzenleme Maddelerinde karışıklık yaratan cümle hangisi bakalım. Kanunun 15. maddesi çekler ile ilgili düzenlemeyi içeriyordu. Düzenleme ile 25.03.2020 tarihinde yani 1 ay önce ( niye o zaman yapılmadı konusu ayrı ) eklenen GEÇİCİ 3. maddenin a. bendi “İbraz süresinin son günü 30/04/2021 (bu tarih dahil) tarihleri arasında isabet edecek çekler, bu tarihler arasında ibraz edilemez. 01/6/2021 tarihinden sonra, kalan ibraz süresi ibraz edilebilir.” işte bu 2 satırlık cümleden oluşan kanun değişikliği piyasalarda tam anlamı ile kaos yarattı. Belli ki düzenleme metnini hazırlayan, okuyan, onaylayan hiç kimse bankacılıktan hiç anlamayan kişiler. Onaylayanlar da ya okumadan onay vermiş ya da hiç anlamadan okuyup onaylamış. Bu yanlış metin başta yanlış cümleler ile yazılınca kaos da kaçınılmaz olur öyle de oldu. Asıl sorun : İBRAZ EDİLEMEZ ifadesi. İbraz etmek ortaya çıkarmak, çıkarıp göstermek anlamına gelir. Düzenlemedeki anlamı “çeki bankaya öde diye soramaz” anlamına geliyor. Yani çeki ibraz edemez demek, bankaya çeki sunup ödenmesi talep edilemez anlamına gelir. Kanuni düzenlemede niyetin bu olmadığı / olamayacağı veya sonuçlarının ne olacağını bankaya yeni başlamış bir bankacıya dahi sorsalar cevap alırdı. Ticaret Bakanlığı kusura bakmasın tam anlamı ile duvara toslamış. Kendi yanlışını kimseye yüklemesin.
Kimse yanlış anlamadı, kurumlar Kanunun gereğini yaptı
Bankaların çoğu yeni pandemi düzenlemeleri ile mesailerini 10:00’da açılıyor. O gece bu kanuni düzenlemeyi okuyunca “eyvah!” dedim, olacakları tahmin ettim ama “uygulamada belki düzelir” diye bankaların açılmasını bekledim Bazı bankalar banka içi takas sistemi sabah 8:30’da başlamış sorun yoktu çünkü. 10:00’da bankalardan birer birer “Takas kapalı” haberleri gelmeye başlayınca olayın vahametini anlayıp 10:30’da bankavitrini.com‘dahttps://bankavitrini.com/2021/04/30/piyasalarda-cek-kaosu-piyasa-kitlendi/ haberini yayınladım. Bir taraftan da susmayan telefonumdan olayı henüz anlamamış bankacılar, sanayiciler, esnaflara konuyu anlatmaya çalışıyorum. Ben yazınca T24 konuyu benim yazıyı referans göstererek sayfalarına taşıdı. Haber hızla yayıldı. Bir defa Ticaret Bakanlığı “yanlış anlama var” diye kimseyi suçlamasın ortada yanlış anlama değil yanlış metin ile çıkarılan bir yasa var ve sorumlusu Ticaret Bakanlığı. “Yanlış anlaşıldık” dediğine göre düzenlemeyi de onlar yapmış. Yasa o şekilde olunca kurumlar, bankalar kanunun gereğini yaptı ve bankalara sorulan çeklere hesaplar müsait dahi olsa işlem yapmadı. Banka içinde tartışmalar başladı. Takas Sistemi ki kontrolü TCMB’ye aittir işlemlere hiç başlamadı. Öyle ya Kanun maddesi “açık ve netti” düzenlemede “ibraz edilemez!” yazıyordu. “Piyasalar kitlendi : çek şoku” diye yazdığımız tam da bu durumdu.
Müşteriler Şok geçirdi
Çek tahsili için bankaya giden müşteriler ilk şoku yaşadı. Öyle ya banka memuru “çek müsait ama ödeyemiyoruz, kanun ile çek sorgulanması durduruldu” diyordu. Gel de anla, bankacıların işi de zor, gel de bu durumu müşteriye anlat. Çekini tahsil edip ödemelerini yapmayı planlayan herkes şaşkınlık içinde kaldı. Ortada bir mantıksızlık olduğu belli idi. Hesap müsait para var ama alamıyordu. Takas durduğu için hesaplarında o gün olması gerektiğini düşündüğü paralar da geçmiyordu. Hatta bazı müşteriler aynı gün kullanmak için aynı bankanın çekini çekin bankasına vermişti. 30 Nisan bu düzenleme için seçilecek en kötü günlerden biriydi üstelik. Maaş ödemeleri, SGK ödemeleri… Kredi ödemeleri hem ay sonu hem de ödemelerin yoğunlaştığı Cuma idi. Olayın piyasaya yayılmasından sonra başta Ticaret Odası Başkanları olmak üzere kendilerine çok şikayet geldiğini dillendirmeye başladı.
Ticaret Bakanlığı özür dileyeceğine “yanlış anlaşıldık” dedi
Yapılması gereken Ticaret Bakanlığı biz bir halt ettik kanun metninde yanlış ifadeler kullandık “özür dileriz” diyeceğine “Bu itibarla, düzenlemenin amacı ve gerekçesi de dikkate alınarak, ibraz süresinin son günü 30/4/2021 ila 31/5/2021 tarihleri arasına isabet eden çeklerin belirtilen tarihler arasında bankaya ibrazı halinde çek hesabı sahibinin hesabında çekin karşılığının bulunması kaydıyla çekin ödenmesi, aksi takdirde 1/6/2021 tarihinden önce karşılıksızdır işlemi yapılmaması gerekmektedir.Bu hususta oluşan tereddütleri gidermek ve uygulama birliğini sağlamak üzere ilgili kurumlara bildirim yapılmıştır.“ şeklinde bir açıklama yaparak olayın sorumluluğundan kurtulmayı seçti. Kısaca “hesabı müsait olan çekler ödenecek ama karşılıksız çeklere işlem yapılıp arkası yazılmayacak” demek istedi. İyi de bu şekilde Kanuna niye yazmadın o zaman. Baya baya yasa metnini “İBRAZ EDİLEMEZ” diye niye hazırladın o zaman. Kusura bakma Ticaret Bakanlığı sorumsuz sorumluları suç tamamen size ait Meclis üyelerini, Cumhurbaşkanını yanıltarak Kanun onaylattın! Piyasayı kitlediniz, Kaosa neden oldunuz! Sorumluluk da tamamen size ait. Piyasaya, yanlış anlamakla suçladığınız kurumlara bir özür borcunuz var! Çünkü, hadi vatandaş yanlış anladı, hadi bankalar yanlış anladı, Kanunu Takas Sistemini kapatan Merkez Bankası da mı yanlış anladı. Kimsenin yanlış anladığı yok ortada sizin beceriksizliğiniz var. Belli ki bakanlıkta bankacılıktan anlayan liyakat sahibi kimse kalmamış ya da yetkisiz hale getirilmiş. Avrupa ülkelerinde buna benzer olay yaşansa neler olurdu bir düşünün.
Olay pratikte geç de olsa çözüldü ama sorun bitmedi
Sorun anlaşılınca yukarıda bahsettiğim gibi Ticaret Bakanlığı bir genelge yayınlayarak hesabı müsait olan çeklerin ödenmesi gerektiğini belirtti. Çek Takas Sitemi 16:00’da açıldı, gece 20:00’ye kadar açık kalacağı söylendi, çekler ödendi. Tabi bununla da bitmiyor sorun. Çekini tahsil edecek esnaf, sanayici ayın 30’u olduğu için SGK, Maaş, Kredi gibi ödemelerini yapacaktı tümü kaldı. Çünkü bankalar 16:00’da fiili olarak müşterilere şubeleri kapadı. Başka bankalara EFT yapacak olan müşteriler şubelerde muhatap bulamadı bir taraftan da sokağa çıkma yasağı başlayacak. Kısaca, 30 Nisanda Bankacılık tarihine geçecek tam bir kaos yaşandı.
30 Nisana özel Kara Listeler askıya alınmalı
Olay daha vahim de kısaca yukarıda özetlediğim gibi bir durumda çeki yazılan, Kredisi, SGK’sı ödenemeyen müşteriler için TCMB 30 Nisan tarihine özel kara listesini hazırlamasın veya 3 Mayıs olarak güncelesin. Öyle ya burada en masum olan ve mağdur durumda olan müşteriler kesinlikle. Örneğin; Müşteri bankadan “çek iskonto kredisi” kullandı ise ve çeki müsait fakat çek geç tahsil olduğundan banka krediyi kapamadı ise o zaman müşterinin en suçu var da kredisi ödenmeyen kara listede göstereceksiniz. Dün buna benzer durumlarda bankalar da zor durumda kaldı. Bu krediler gecikmeye düştüğünde haftaya banka bir de müşteriden “gecikme faizi” isteyecek olacak iş değil.
Düzeltme Hukuksuz bir şekilde yapıldı halen de hukuksuzluk devam ediyor
Ortada Meclisin Torba Yasa ile onayladığı, Cumhurbaşkanlığı imzasından geçmiş, Resmi Gazetede yayınlanmış bir kanun/yasa var. Hukukun Temel Kavramlarından yasal düzenlemelerde bir hiyerarşi var. Üste Anayasa, altta Yasa/Kanun; onu altında KHK, Tüzük gelir; Tebliğ/Yönetmelik en sonlarda gider. Yasalar nasıl Anayasaya aykırı olamaz iseTebliğ ve Yönetmelikler de çıkan Yasaya / Kanuna aykırı olamaz. 30 Nisanda Ticaret Bakanlığının bulduğu çözüm, Torba Yasaya aykırı bir şekilde ortada durmaktadır. Pratikte geç de olsa sorunu çözüp piyasadaki kilidi çözmüştür ama hukuksuzluğu ortadan kaldırmaz. Kanun maddesinin amaçlanan şekilde yeniden Meclisten geçip Resmi Gazetede yayınlanması gerekir. Başta gömleğin düğmesini yanlış delikten geçirince tüm düğmelerin yanlış olması gibi bir durum yaşandı 30 Nisan’da. Meclisten ilk yapılacak yasal düzenleme oylamasına yeni düzenleme yetiştirilip Bankalardaki geçici çözüm fiili hukuksuz durum ortadan kaldırılmalıdır. Bakanlıklarda ve Devlet Kurumlarında Liyakatın ne kadar önemli olduğunun göstergesi aslında 30 Nisan’da yaşanan kaos. Umarım bu ders olur da bundan sonra bu tip ciddi hatalar yapılmaz. Maazallah bir gün böyle vahim bir hata yaparsınız derdinizi anlatacak vakit bulamadan iş banka krizine kadar gider. Böyle hassas dönemlerde yasalara, ne yazdığınız, neye imza attığınız, neyi oylamak için el kardırdığınız çok ama çok önemli. Neyse el birliği ile bir belayı şimdilik ufak hasarlar ile atlattığımız gibi Bankacılık tarihinde “30 Nisan Vakası” olarak geçmiş durumda.
Milletvekilleri teklifi okumadan mı imza attı
30 Nisan Bankacılık sektörüne, piyasalara darbe günü ( belki de denemesi ) idi. İş Bankacılık krizine dönüşmeden şimdilik atlatıldı. Sorumlular tespit edilip hesap sorulmalı. İş o kadar ciddi biline. teklifte imzası olan 50 milletvekiline bir göz attım. İçlerinde eski futbolcu İzmir Milletvekili Alpay Ö.; Hava Pilot Tümgeneral İstanbul milletvekili Şirin Ü.; İlahiyatçı Çorum Milletvekili Erol K.U; İnşaat Mühendisi Elazığ Milletvekili Zülfü D.; Çifti Aydın Milletvekili Bekir Kuvvet E. gibi isimleri ve çoğu Avukat kökenli milletvekilleri geçtim de Banka kökenli Kocaeli Milletvekili Sami Ç. bu teklifi hiç mi okumadı acaba. Teklifte imzası olan 50 milletvekili belli ki ya bankacılıktan hiç anlamıyor ya da okuduklarını anlamadan imza atmışlar. Tüm karar vericilerin, Bankacılık uzmanı danışmanlarınızı gözden geçirmenizi tavsiye ederim, belli ki ciddi liyakat sorununuz var!
Erol TAŞDELEN – Bağımsız Ekonomist / Emekli Bankacı www.banakvitrini.com yazarı
Garanti BBVA belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını yeni hedefinin ise 2029 yılının sonuna kadar 3,5 milyar dolar olarak açıkladı.
Garanti BBVA, 2018–2025 dönemi için belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını açıkladı. Bu başarının ardından banka, 2018–2029 yıllarını kapsayan yeni hedefini 3,5 trilyon TL olarak paylaştı.
Garanti BBVA bu taahhütle; iklim değişikliğiyle mücadele, doğal sermayenin korunması, döngüsel ekonomi, sosyal kalkınma ve finansal kapsayıcılık alanlarında güçlü etki yaratmayı amaçlıyor.
Bu rakam, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar arasında en yüksek sürdürülebilir finans taahhüdü oldu.
Garanti BBVA, 2029 yıl sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğini taahhüt ediyor
Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten, bu performansta, sürdürülebilirliği stratejik öncelik haline getirmelerinin önemli bir rol oynadığını vurguladı. Akten, yeşil/sosyal kredilerden çevreci taşıt kredilerine, sürdürülebilir tahvillerden, çevresel ve sosyal yatırımlarda aktif danışmanlık hizmetlerine ve su verimliliğiyle ilgili projelere yönelik “mavi finans” gibi sürdürülebilir finansman ürünü sunduklarını söyledi.
Mahmut Akten, yeni hedefi ise şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi, bu başarıyı daha ileri taşıyarak 2029 yılı sonuna kadar 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman sağlamayı taahhüt ediyoruz. Bu yeni hedef, yalnızca hacim açısından değil, sürdürülebilir finansman hızımız açısından da çarpıcı bir sıçrama anlamına geliyor. 2025’in ikinci yarısından 2029 sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğiz. Bu taahhüdün büyüklüğü, Türkiye’nin düşük karbonlu ve kapsayıcı bir geleceğe geçişinde Garanti BBVA’nın giderek daha da etkin bir rol üstleneceğini gösteriyor.”
BBVA Grubu’nun küresel taahhüdü 1 trilyon euro
Garanti BBVA’nın ana hissedarı BBVA Grubu, 2018-2025 yılları için ilk etapta 100 milyar euro sürdürülebilir finansman hedefi koymuştu. Hedef önce 300 milyar euroya çıkarıldı ve 2024 yılı sonunda tamamlandı. Grup şimdi, 2025–2029 dönemi için 700 milyar euroluk yeni taahhütle toplam hedefini 1 trilyon euroya yükseltti.
BBVA’da Türkiye’nin Payı yüzde 9’a yükseldi
2025’in ilk dört ayında BBVA Grubu’nun sağladığı toplam sürdürülebilir finansmanın yaklaşık 140 milyar TL’si Garanti BBVA tarafından sağlandı. Bu rakamla Türkiye’nin BBVA Grubu içindeki payı sürdürülebilir finansman rakamların raporlanmaya başlandığı 2018 yıllarındaki yüzde 3 seviyesinden bugün yüzde 9’a yükselmiş durumda.
Türkiye’de reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamak için en çok başvurduğu yöntem banka kredileridir. Oysa gelişmiş finansal sistemlerde şirketler, uzun vadeli ve daha uygun maliyetli fon sağlamak için sermaye piyasalarında borçlanma araçlarına, özellikle tahvil ihraçlarına yönelmektedir. Peki Türkiye’de reel sektör neden bu imkândan yeterince yararlanamıyor?
Tahvil İhracının Önündeki Ekonomik Engeller
Tahvil piyasasının gelişmesi; makroekonomik istikrar, faiz oranlarının öngörülebilirliği, düşük enflasyon, istikrarlı döviz kuru, düşük kamu borçlanma ihtiyacı ve yüksek kredi notu gibi birçok değişkene bağlıdır. Ancak:
Türkiye’nin ülke kredi notu düşüktür ve bu doğrudan özel sektörün notunu da sınırlamaktadır.
Yüksek enflasyon ve faiz oranları, borçlanma maliyetlerini tahvil piyasasında da yükseltmektedir.
Kamu kesiminin sürekli yüksek borçlanma ihtiyacı, özel sektörün tahvil ihraçlarını piyasadan dışlama etkisi (crowding out) ile sınırlamaktadır.
Hukuki ve Kurumsal Güven Eksikliği
Sadece ekonomik değil, hukuki ve politik güvensizlik de yabancı ve yerli yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgi göstermemesine yol açıyor. Güçlü bir ikinci el tahvil piyasası oluşmadığı için yatırımcılar uzun vadeli bağlayıcı enstrümanlara mesafeli durmaktadır.
Banka Kredilerine Bağımlılığın Sonuçları
Bu nedenlerle reel sektör, finansmana erişimde tek kanal olarak bankaları kullanmak zorunda kalıyor:
Yüksek maliyetli ve kısa vadeli kaynaklara mahkûm olunuyor.
Kredi sınırlamaları, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işletmeleri zorluyor.
Kredi vadelerinin kısalığı ve esneklik eksikliği, uzun vadeli yatırım planlarını zorlaştırıyor.
Finansman Araçlarında Çeşitlilik Şart
Türkiye’de reel sektörün daha güçlü, sağlıklı ve uzun vadeli kaynaklara erişebilmesi için:
Makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi,
Sermaye piyasalarının derinleştirilmesi,
Hukuki güven ortamının sağlanması,
Tahvil piyasası için ikincil piyasa likiditesinin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.
Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.
Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.
Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.
Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.
Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.
Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.
Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.
Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.
Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.
Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.
Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.
Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.
Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.
Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?
Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.
Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.
Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.