Connect with us

Erol Taşdelen

BANKACILIK SEKTÖRÜ KATILIM BANKASI FORMATINA DÖNÜŞTÜ, PİYASALAR KİLİT

Erol TAŞDEEN, henüz medyanın dillendirmediği Bankacılık Sektörünün Katılım Bankası formatına nasıl sokulduğu; Bankacılık sektöründeki liyakatsız yapının reel piyasayı nasıl kitlediğini; yanlış konulan teşhisin nasıl piyasayı işin içinden çıkılamaz hale getirdiğini somut örneklerle ele aldı.

Yayınlanma:

|

2023’e sorunları kartopu gibi büyüterek girdik

2023’e girerken bankalar üzerinden “Liralaşma Stratejisi” ile dolarizasyonun önüne geçilmesi için Ticari Firmalar üzerinden “sıkı para/kredi politikası” uygulanıyor. Başta teşhisi yanlış koyunca tedavi de farklı hastalıklara neden oluyor. Şu andaki durum birilerinin kalkıp; “firmalar kredi kullanıp döviz alıyor, o nedenle dövize talebi kontrol edemiyoruz” teşhisi ile başladı. Çözüm olarak da Ticari firmalara kredi vermeyelim gidip döviz almasın şeklinde olunca piyasa tam anlamı ile kilitlendi. Piyasa şu an bu mantık(sız) tespitin sıkıntısını  yaşıyor.

Dolarizasyon seviyesi henüz TCMB’nin hedeflediği %40’lar altı düzeyinden çok uzak. Banka mevduatları en don 2014 yılını %37,3 oran ile yapancı para payı ile kapamıştı. Son iki yıl %70’lere kadar çıktı. Zira, KKM her ne kadar Dolarizasyona fren görevi gördü ise de dövize endeksli bir yapısı düşünüldüğünde fiili olarak değişen bir şey yok aslında. TL’ye güvenin sağlanması zorlayıcı tedbirler ile olmayacağını yaşayarak öğreniyoruz. Bankalar üzerinden yapılan “Liralaşma Politikası” sıkı şekilde uygulamaya devam etmesi reel piyasaları tehdit eder hale gelmiş durumda. Ticari yasakları daha önce yazmıştım.  Özellikle, 250 milyon TL ciro ve 250 çalışandan fazla istihdam sağlayan Ticari Segment firmalara verilen Ticari krediler için getirilen karşılıklar kararnamesi bankaların en büyük sıkıntılarından biri oldu, elini kolunu bağlamış durumda yüzmeye çalışıyorlar.

Sektör Katılım Bankaları gibi çalışacak hale getirildi

Bankacılık Sektöründeki ana kurumları yöneten, karar alıp düzenleyen kurumların Üst Yöneticileri Katılım Bankaları kökenli olunca buldukları çözümler de bu mantık(sızlıkla) oldu. Her yönetici kendi deneyimi ile karar alır teorisini yaşayarak deneyimliyoruz. Oysa bu kararlar şu anda piyasayı kitlemiş durumda da bu dönemin adı henüz konmadı. Tam anlamı ile liyakatsızlığın piyasaları ne hale getirdiğini yaşayarak öğreniyoruz.

Sektörde Katılım Bankaları hakim hale getirilemeyince; Sektör Katılım Bankaları gibi çalışacak hale getirildi. En somut hali; Fatura ibraz etmeden Ticari kredi kullanılamaz hale geldi. Bu durum firmaların kredi, leasing, maaş ödemeleri gibi ödemelerde kredi bulamadığı gibi, nakit sıkıntısı yarattı. Piyasada firmalar arasında nakit akışı da bozmuş durumda. Üzerine ödemelerin döviz yapılmasının yasaklanması hatta TL faturaları üzerine döviz kuru dahi yazılamaması döviz üzerinden fiyatlama yapan tekstil, metal, kimya gibi sektörlerde firmalar arasından kur farkı kaynaklı ödeme borç/alacak ilişkisini sorunlar çıkmaya başladı. Üstelik döviz çek ödeme yasağını üzerinden aylarca geçmesine rağmen;  TL ödenen döviz çeklerinde uygulanacak kur bile belli değil. Çeki tahsil eden firma bankadan tahsil ettiği kur üzerinden muhasebe kaydı tutarken; çeki veren firma MB kuru üzerinden muhasebe tutabiliyor.  Aynı gün 5 ayrı firmaya 10.000 USD çek yaz 5’inin kuru da farklı muhasebeleşiyor. Buyurun çıkın işin içinden.

Türk bankacılığında ilk defa “Rating Notu yüksek” diye firmalar kredi kullanamaz hale geldi. Firmaların başarılı finansal yönetimi cezalandırılır hale geldi. Açıklanan KGF Paketinde de “yüksek rating notu” olan firmalara kredi verilmeyeceği ilk defa açık açık yazıldı. Üzerine Ticari kredilerdeki sıkılaştırma Ticari firmaları çaresiz hale getirirken faaliyetine devam etmesi için şartları da zorlaştırmış durumda. Başta dedim ya teşhis yanlış konunca tedavi de yanlış oluyor. Sanayi sektörü 2022’de 5 kat artan Enerji maliyetlerini taşıyamaz hale gelmiş durumda. Sanayide Enerji tüketimin düşmesi ilk olumsuz sinyalleri verdi aslında. Çoğu firma küçülme planları yaparken işin faturası yine emekçilere çıkacak gibi. Ticari firmalar kredi bulmakta zorlanınca üretimi yavaşlatmaya başladı. Gaziantep, Denizli, Bursa, Uşak, Çerkezköy gibi Sanayi merkezlerde işçi çıkarmalar başlanmış durumda. Ekonomi Kurmaylarda Rating yüksek firmanın mali durumu iyi, likit ödemeleri kendisi yapsın gibi garip bir mantık(sızlık) var. Bu pazarcının “önce çürük elmaları satayım” mantığı ile aynı; satılmaması halinde iyi elmaların da zamanla çürüyeceğini öngöremiyor. Bu mantık(sızlıkta) iki hata var. Birincisi, Ratingi yüksek gözüken firmaların notu en erken 2-3 çeyrek öncesi halini gösteriyor. Bu ortamda bu süre çok uzun ve geçen sürede firmanın durumu bozulmuş olabilir. İkincisi, firmanın anlık mali pozisyonu; bulunduğu sektör, mevsimsellik gereği likit olabilir. Bunları öngörmeden genelleme yapıp “Rating notu yüksek firmaya kredi vermeyin” demek Piyasalardan ne kadar da kopulduğunu; firmaların, sektörlerin nakit akış bilgisinden ne kadar uzaklaşıldığının da belgesi aslında. Bu günlerde garip garip kredi politikaları gelişti. Sadece Rating notu yüksek olan firma kredi bulmakta zorlanmıyor ki; hangi birini yazacağımızı şaşırıyoruz. KKM yapan firmaya (ki vergi avantajı ile teşvik eden de kendileri) kredi vermeme; firma veya firma ortaklarında mevduat olan firmaya kredi vermeme; İhracat Taahhüt kapamada gecikme olan firmaya kredi vermeme (hadi buna “normal” diyelim ama nedeni de önemli; varsayalım firma Ukrayna ile çalışıyordu, mücbir sebep var, firmanın suçu ne); proforma fatura kabul edilmeyip illa “fatura” olmadan kredi kullandırmama (adamlar düzenleme yapıyor, piyasada ödeme yapılmadan fatura kesilemeyeceğini bilmeyecek kadar piyasada uzaklar); kredi ödemesi, leasing ödemesi, ücret ödemesi gibi ödemeler için kredi kullandırılmaması ilk defa bu dönemde yaşanıyor. Her şey bir yana Katılım Bankaları ortak karar alıp “Doğalgaz ödemesi” için kredi kullandırmamaya başladı. Neymiş doğalgaz önce tüketilip sonra ödeme yapılıyormuş. Katılım bankalarında önce mal alınıp firmaya verilmesi gerekirmiş. Abi iyi misiniz bu zamana kadar verilen kredilerde hülle mi yaptınız; aklınız/imanınız, iş ahlakınız bu sıkışık dönede mi aklınıza geldi. Kısaca, sektör koptu gidiyor! Ortalık toz duman! Sessiz bir bekle gör moduna girdi piyasalar neyi bekliyorsak! Fırtına öncesi sessizlik mi; ölü toprağını sessizliği mi bilen yok!

Medya mı? İstanbul’un işgalinde “meleklerin cinsiyetini” tartışan Bab-ı Ali medyasından farkı yok! Kusura bakmasınlar Piyasalarda yangın var elde cımbız kaş düzeltiyorlar. Bu kadar vahim durum. %300 devalüasyon olan bir ekonomide kimse başarı hikayesi anlatmasın. İnandırıcılığınız vatandaşın pazara, markete girene kadar sürer.

Konumuza dönelim; Ekonomiden sorumlu kurmaylar KOBİ’leri desteklediklerini her fırsatta dillendiriyor ama KOBİ’lerin hemen hemen hepsinin ana damalarının Orta/Büyük Ticari Firmalara bağlı olduklarını atlıyorlar. Bu denklemde; her Ticari firmanın yüzlerce KOBİ firmaya iş verdiği atlanıyor. Her Ticari firmanın yavaşlaması yüzlerce KOBİ’nin ticari hayatını bitireceği unutulmamalı. Ticari Segment dediğimiz; KOBİ dışı büyük ölçekli firmalar ( 250 çalışandan fazla istihdam edenler ve ciroları 250 milyon TL’yi geçenler ) toplam firmalar içinde sayıları 2021’de %1 bile değil. Buna karşılık istihdamın %29’unu sağlıyor. Personel maliyetinin %51,7’sine katlanıyor. Firma cirolarının %56’sını bu grup yapıyor. Üretim değerinin %62,7’si bunlarda. Faktör maliyetiyle katma değerin %64,5’ini bu firmalar sağlıyor. Ülke ihracatını Ticari firmalar sırtlıyor. Sayıları az ama ağırlıkları binlerce KOBİ’den fazla kısaca.

Lafı uzatmayacağım; son aylarda bankalar üzerinden uygulanan özellikle Ticari Firmalar için ağır kredi şartlarında, piyasa gerçeklerine uygun, reel sektörün nakit döngüsünü rahatlatacak gevşeme olmaz ise Mart ayı sonuna gelmeden, çoğu Ticari firmalarda küçülme kaçınılmaz olacak! Merkez Bankasının uyarısına rağmen bazı bankalar hala kredilerde %30’lara varan vadesiz bloke istiyor. Bu koşulları kabul eden firma ya batmıştır ya da krediyi ödemeyecektir, biline!  Reel piyasada da Zombi Firmalar ortalıkta dolaşır hale gelmiş durumda! İş bu kadar ciddi ve tehlikeli boyuta gelmiş durumda; uygulanan banka kredi strateji ile bu filmin sonu iyi bitmez.

Erol TAŞDELEN – Bankacılık Uzmanı, Ekonomist     www.bankavitrini.com

BANKA HABERLERİ

Türkiye Borçlarını IMF’siz Atlatabilir mi?

Yayınlanma:

|

Küresel ekonomide borç stoku rekor seviyelere ulaşmışken, gelişmekte olan ülkeler için “borç yönetimi” artık yalnızca mali bir konu değil, doğrudan egemenlik meselesine dönüşmüştür. Türkiye de bu çerçevede, bir yandan borç baskısı altında kalırken, diğer yandan IMF’siz çözüm yolları aramaktadır.

Türkiye’nin Borç Yönetimi Stratejileri

➤ İç/Dış Borç Dengesi:

Türkiye’nin kamu borcunun yaklaşık %40’ı dış borçlardan oluşuyor. Bu durum kur riskini sürekli gündemde tutarken, iç borçlanmada faiz baskısı ciddi bütçe yükü yaratıyor.

➤ TCMB ve Maliye Politikaları:

  • Ortalama Vade Uzatma: Yeniden borçlanma riskini azaltmak için süre uzatımı hedefleniyor.

  • Kur Riski Azaltımı: Dış borç oranı düşürülmeye çalışılıyor.

  • KKM ve Liralaşma Stratejisi: TL’ye dönüş teşvik edilerek dolarizasyon azaltılmak isteniyor.

➤ Temel Riskler:

  • Yüksek faiz yükü → Borç servis maliyetleri artıyor.

  • Kısa vadeli dış borç oranı yüksek → Kur şoklarında kırılganlık artıyor.

  • Reform eksikliği → Yapısal dönüşüm yavaş kalıyor.

IMF’siz Borç Krizi Çıkışı Mümkün mü?

Alternatif Stratejiler:

Strateji Açıklama
Borç Yeniden Yapılandırması Vade uzatma, faiz indirimi veya swap anlaşmalarıyla borç servisi hafifletilebilir.
Gelir Artırıcı Reformlar Kayıt dışının azaltılması, etkin vergi toplama ve sadeleştirilmiş kamu harcamaları ile bütçe dengelenebilir.
Yatırıma Dayalı Kredi Politikası Tüketim yerine sanayi ve ihracat odaklı kredi genişlemesi sağlanmalı.
Döviz Harcamasını Azaltma Lüks ithalatın kısıtlanması, yerli üretimle ikame politikaları öne çıkarılmalı.
Güven ve Saydamlık Reformları Bağımsız kurumlar, öngörülebilir politika ve yolsuzlukla mücadeleye dayalı yapı kurulmalı.

IMF’ye muhtaç olmadan borç krizinden çıkmak mümkündür. Ancak bu, ciddi bir politika kararlılığı, şeffaflık, yapısal reform ve toplumsal güven gerektirir. Türkiye’nin potansiyeli bu yönde vardır; önemli olan “doğru yoldan sapmadan” stratejik ilerlemeyi sürdürebilmektir.

Türkiye Özelinde Borç Krizi Riski (2024 İtibarıyla)

Türkiye’nin Borç Görünümü:

Borç Türü 2023 Sonu Değeri GSYH’ye Oranı Not
Kamu Borcu ~5,5 trilyon TL %40 civarı AB kriterlerine göre düşük ama artış hızı yüksek
Özel Sektör Dış Borcu ~160 milyar USD Yüksek kur riski taşıyor Bankalar ve reel sektör etkileniyor
Hanehalkı Borcu GSYH’ye göre düşük Ama faiz artışlarıyla kırılganlaştı
Toplam Dış Borç ~475 milyar USD GSYH’nin %45-50’si Kırılganlık göstergesi

Türkiye özelinde ve tarihsel örneklerle Borç Krizleri

Risk Faktörleri:

  • Kur Riski: Dolar/TL arttıkça dış borç çevrim maliyeti ağırlaşıyor.

  • Faiz Riski: TCMB faiz artışları → kredi faizlerini yukarı çekti → hanehalkı ve reel sektör borç baskısı arttı.

  • Enflasyon: Gerçek borç yükünü artırıyor, şirketlerin nakit akışlarını bozuyor.

Türkiye’nin Kırılganlık Alanları:

  • Kısa vadeli dış borç oranı yüksek (çoğunlukla 1 yıl içinde çevrilmesi gereken borç).

  • Dış ticaret açığı kronikleşmiş durumda.

  • İhracatçı şirketler yüksek maliyet + düşük kur getirisi ile sıkışmış durumda.

  • Kamu maliyesi baskı altında: Artan faiz yükü ve bütçe açıkları (2024 bütçesi -2,6 trilyon TL açık).

Türkiye Özelinde Borç Krizi Riski (2024 İtibarıyla)

Türkiye’nin Borç Görünümü:

Borç Türü 2023 Sonu Değeri GSYH’ye Oranı Not
Kamu Borcu ~5,5 trilyon TL %40 civarı AB kriterlerine göre düşük ama artış hızı yüksek
Özel Sektör Dış Borcu ~160 milyar USD Yüksek kur riski taşıyor Bankalar ve reel sektör etkileniyor
Hanehalkı Borcu GSYH’ye göre düşük Ama faiz artışlarıyla kırılganlaştı
Toplam Dış Borç ~475 milyar USD GSYH’nin %45-50’si Kırılganlık göstergesi

📜 1980’ler Latin Amerika Borç Krizi:

  • ABD’nin faiz artırımları sonrası Meksika, Brezilya gibi ülkeler dış borçlarını çeviremedi.

  • IMF reçeteleri (kemer sıkma, özelleştirme) toplumsal krizlere yol açtı.

📜 1997 Asya Krizi:

  • Tayland, Güney Kore, Endonezya gibi ülkelerde özel sektör dövizle borçlanmıştı.

  • Kur şokları → borçlar ödenemedi → büyük iflaslar → IMF müdahalesi.

📜 2010 Yunanistan Krizi:

  • Kamu borcu/GSYH %180’e çıktı.

  • Euro Bölgesi’nin içindeydi ama kendi para politikası yoktu.

  • AB + IMF kurtarma paketi → ama sosyal harcamalar kısıldı → derin resesyon.

Küresel borç krizi; sadece ekonomik değil jeopolitik ve sosyal sonuçlar da doğurabilecek bir tehdit haline geldi. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından yüksek dış borç + kur şoku + faiz baskısı birleşimi büyük bir risk. Eğer bu baskılar büyüme sağlayacak üretken yatırımlarla dengelenmezse, kriz kaçınılmaz hale gelebilir.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist      www.bankavitrini.com

 

Okumaya devam et

EKONOMİ

Enflasyonun Gizli Aktörleri: Kimler Tüketiyor?

Talep nereden geliyor, Enflasyon kimi besliyor? Tüketim dar gelirlinin değil, getiri sahiplerinin oyunu! Enflasyonu Fakir mi, Zengin mi Yaratıyor?

Yayınlanma:

|

Türkiye’de talep yoluyla enflasyonu artıran kesimleri anlamak için hanehalkı harcamaları, yatırım eğilimleri, devletin mali politikaları ve finansal sistemdeki sermaye hareketlerine bakmak gerekir. Enflasyonu artıran “talep” esasen satın alma gücüyle harekete geçen toplam harcama düzeyidir. Aşağıda Türkiye’de talep yönlü enflasyona katkı sunan başlıca kesimler açıklanmıştır:

1. Yüksek gelir grubu ve varlık sahipleri

  • Sebep: Mevduat faizlerinden yüksek getiri elde edenler, kur artışından kazanç sağlayanlar, konut, arsa, lüks tüketim mallarına talep gösteriyor.

  • Etkisi: Arzın sınırlı olduğu alanlarda (örneğin konut, otomobil) bu kesimin talebi fiyatları yukarı çekiyor.

2. Kur Korumalı Mevduat (KKM) sahipleri

  • Sebep: Devletten hem faiz hem kur farkı alarak gelir elde eden bu grup, oluşan ekstra kazançla tüketim talebini artırabiliyor.

  • Etkisi: Tüketim veya yatırım harcamalarında artışa neden olarak talep enflasyonunu körüklüyor.

3. Devletin kendisi (maliye politikası aracılığıyla)

  • Sebep: Kamu harcamalarının yüksek düzeyde seyretmesi, özellikle seçim dönemlerinde artan sosyal transferler ve altyapı yatırımları.

  • Etkisi: Devletin talep yaratması piyasadaki genel harcamaları artırır, bu da fiyat artışlarına neden olur.

4. Kredi ile tüketim yapan hanehalkları

  • Sebep: Uygun faizli tüketici kredileri, kredi kartı harcamalarının yükselmesi.

  • Etkisi: Krediyle finanse edilen tüketim artışı, özellikle gıda, giyim, dayanıklı tüketim ürünlerinde fiyatları artırabilir.

5. Yüksek kâr marjı hedefleyen firmalar (fiyatlama davranışı)

  • Sebep: Bazı sektörlerde artan talebi fırsata çevirerek maliyet artışının çok üzerinde fiyat artışına giden firmalar.

  • Etkisi: Enflasyonist ortamda fiyatlama davranışı talep yönlü baskıyı daha da artırabilir.

6. İthal ürün talebine bağımlı tüketici grubu

  • Sebep: Elektronik, otomobil, ithal gıda gibi kalemlerde yüksek talep döviz talebini artırır.

  • Etkisi: Kur artışıyla ithalat maliyeti yükselir, bu da iç fiyatlara yansır.

7. Finansal yatırımcılar / spekülatif hareket eden yatırımcılar

  • Sebep: TL’den kaçıp altın, döviz, borsa gibi varlıklara yönelen yatırımcılar hem döviz talebi yaratıyor hem de “servet etkisi” ile daha fazla harcama eğiliminde bulunabiliyor.

  • Etkisi: Bu durum hem kur üzerinden hem de iç talep üzerinden enflasyonu besler.

Talep Enflasyonu olarak sadece Hanehalkını suçlama büyük insafsızlık ya da bilinçli çarpıtma:

Enflasyonu artıran talep dar gelirli kesimden değil, yüksek faiz ve varlık geliri elde edenlerden, kamu harcamalarıyla genişleyen maliye politikasından, KKM sahiplerinden, finansal piyasadaki spekülatif hareketlerden ve krediyle genişleyen tüketimden geliyor. Talep Enflasyonunu sadece Hanehalkı gibi göstermek, hanehalkının alım gücünü düşürerek enflasyona çözüm aramak ve hanehalkını günah keçisi yapmak büyük insafsızlık, büyük hata, halka büyük fatura çıkarılmasıdır. Enflasyon ile mücadele edilecek ise Talep enflasyonu yaratan tüm kesimlerden fedakarlık istenmeli yoksa küfeyi sadece halkın üzerine yüklemek sürdürülebilir bir çözüm değil!

Erol TAŞDELEN-Ekonomist       www.bankavitrini.com

**********

Faizle Enflasyon Düşmez: Çözüm Üretimde!

Okumaya devam et

EKONOMİ

Sistemi Anlayanın Şirketi Büyür: Termodinamik Gibi Yönetin

Termodinamik yasaları birebir değil, ama metaforik ve sistemsel bir bakış açısıyla iş dünyasına uyarlanabilir. Şirketlerin canlı bir organizma gibi enerji alışverişi içinde olması, entropiyi azaltma çabası ve kaynakları etkili kullanma hedefi, termodinamiğin temel ilkeleriyle örtüşür.

Yayınlanma:

|

Termodinamik yasaları genelde fiziksel sistemleri anlamak için kullanılır, fakat bu yasaların temel prensipleri iş hayatına metaforik ve stratejik katkılar da sağlayabilir. Aşağıda her bir yasanın iş dünyasına olası katkılarını açıklayalım:

1. Birinci Yasa (Enerjinin Korunumu): Enerji yoktan var edilemez, vardan da yok edilemez; sadece dönüşür.

🔹 İş hayatındaki karşılığı:
Hiçbir kaynak (insan gücü, zaman, sermaye) boşa gitmez; her yatırım, çaba ya dönüşür ya da başka bir çıktıya evrilir.
🔹 Uygulama örneği:
Yapılan bir Ar-Ge yatırımı doğrudan başarı getirmese bile, bilgi birikimi veya başka bir projeye zemin hazırlayabilir.

2. İkinci Yasa (Entropi Yasası): Kapalı sistemlerde düzensizlik (entropi) zamanla artar.

🔹 İş hayatındaki karşılığı:
Düzenli yönetilmezse her iş sistemi zamanla karmaşıklaşır ve verimsiz hale gelir.
🔹 Uygulama örneği:
Bir şirkette süreçler sürekli iyileştirilmezse bürokrasi artar, verim düşer. Süreç yönetimi, otomasyon ve düzenli denetim, entropiyi düşürmeye yardımcı olur.

3. Üçüncü Yasa (Mutlak Sıfırda Entropi Yoktur): Mutlak sıfır sıcaklığa yaklaşıldıkça entropi minimuma iner.

🔹 İş hayatındaki karşılığı (soyut):
Tam düzen, ancak mutlak durağanlıkla mümkündür – ki bu da iş dünyasında ölümdür.
🔹 Uygulama örneği:
Hiç hata olmayan bir sistem muhtemelen hareketsizdir. Yani durağanlık, inovasyonun yokluğunu gösterir.

4. Sıfırıncı Yasa (Termal Denge): İki sistem üçüncü bir sistemle dengedeyse, birbirleriyle de dengededir.

🔹 İş hayatındaki karşılığı:
Ortak çalışma, iş birlikleri ve eşgüdüm gereklidir.
🔹 Uygulama örneği:
Departmanlar veya şirketler arası denge ve iletişim sağlanmadan organizasyonel sinerji sağlanamaz.

Genel İş Hayatı Katkıları:

  • Kaynakların daha verimli kullanılması (Enerji – Zaman – Sermaye)

  • Süreçlerde sürekli iyileştirme ihtiyacı (entropi artışına karşı)

  • Sürdürülebilirlik ve inovasyon farkındalığı

  • Veri, iletişim ve iş akışı dengesinin önemi

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.