Batı Avrupa ülkelerinin bazılarında köklü bir biçimde yerleşmiş, geleneği olan parlementer sisteme -İngiltere, Fransa gibi karşılık Alman parlamentarizmi geçmişi pek uzun olmayan bir rejim görünümünü taşımaktadır[1]. Parlamenter demokratik bir rejimin kurulabilmesi ise ancak Wilhelm Almanya’sının savaşta yenik düşmesiyle mümkün olmuş; bu rejim altında önderlik ürünü oynamak da reformist Sosyal-Demokratlara düşmüştür. Bugünkü Batı-Almanya demokrasinin başlangıç tarihi III.Reieh’in düşüşünü izleyen Müttefik İşgali’nin sona erme tarihi olarak kabul edilebilir[2].
II.Dünya Savaşı sonunda yenik çıkan Almanya’nın toprakları İngiltere, Fransa-A.B.D., Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. Sovyet işgal bölgesi içinde kalan eski başkent Berlin de aynı şekilde dört güç tarafından paylaşılmıştı. Yani 1945 yılında dört ayrı Almanya ortaya çıkmıştı. İki ayrı Alman devletinin kurulması 1949’da oldu. Batılı üç devlet kendi işgalleri altındaki toprakları birleştirmesiyle Federal Alman Cumhuriyeti, Sovyet bölgesinde de Demokratik Alman Cumhuriyeti kuruldu. Her ne kadar Postdam’da (Temmuz-Ağustos 1945) Üç Büyükler Almanya’nın tek bir ekonomik birim olarak tutulması ve değişik işgal bölgeleri için ortak bir siyaset uygulanmasını kararlaştırdılarsa da, Batılı ülkelerle Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla başlayan soğuk savas birbirinden ayrı iki Almanya’nın ortaya çıkmasına neden oldu[3].
Almanyanın özerkliğini kısıtlayan sınırlamalar kademe kademe kaldırıldı ve 1955’de, Londra ve Paris Anlaşmaları ( l955’de) gereği B. Almanya tamamen bağımsızlığını kazandı.
Sovyetler Birliği, kendi işgal bölgesinde, Alman militarizminin tarihsel temeli olan Prusya “Junkerleri”nin topraklarını parçalamağa ve endüstriyi hızla devletleştirmeğe başladı. A.B.D. ise, Almanya’da liberal bir ekonomi anlayışına dayanan federasyon kurmak istiyordu[4]. D.Almanya’daki ekonomik uygulamalar ayrı bir araştırma konusu oluşturduğundan burada üzerinde durulmayacaktır. Araştırma konusuna esas olan “sosyal piyasa ekonomisi” B.Almanya’da uygulandığından, burada B.Almanya üzerinde durulacaktır.
Sosyal piyasa ekonomisi yaklaşımı F.Almanya’da bütün kitle partilerince benimsenerek toplumun ortak ekonomik sistem yaklaşımı olarak kabul edilmiştir. Yaklaşım önce Hristiyan Demokrat Partisinin 1949’daki Düsseldorf Toplantısında benimsenmiştir. Alman Sosyal Demokrat Partisi ise 1959’daki Godesberg Programından sonra sosyal piyasa ekonomisine yönelmiştir[5]. Alman Sosyal Demokrat Partisi, Godesberg Programında, ünlü ” mümküm olduğu kadar piyasa ekonomisi, gerekli olduğu kadar planlama” formülünü benimsemiş ve bu anlayışa iktidarında sadık kalmıştır[6]. Schiller ve Schmitt’in uygulamalarıyla sosyal demokrat ekonomik sistem yaklaşımı olarak gündeme gelmiştir. Bu yaklaşımda Keynesci politikalar sosyal piyasa ekonomisiyle bütünleştirilmiştir. Öte yandan Alman Liberal Partisi de sosyal piyasa ekonomisini benimsemiştir. Böylece iktidar değişmelerine karşın, Almanya’nın ekonomik sistem modeli olmaya devam etmektedir[7].
Sosyal demokrat partilerin piyasa sistemini tercih etmesi, Marxizmden kopmuş, bağımsız sosyal demokrat çizginin doğuşunu belirlemiştir. Piyasa ekonomisinin, sosyal piyasa ekonomisi olarak düzenlenmesi ve Almanya’da ilk uygulamasının ortanın sağındaki partilerde gerçekleştirilmesi, başlangıçta Alman Sosyal Demokrat Partisinin bu yaklaşıma ısınmasını geciktirmiştir. Ancak zaman içinde, bu çekingenlik kaybolmuş ve Sosyal Demokrat Parti de sosyal piyasa ekonomisine sahip çıkmıştır. 1980’li yıllardaki uygulamalarda sosyal demokrat partiler sosyal piyasa ekonomisine daha çok sahip çıkma durumdadır[8].
Sosyal piyasa ekonomisinin Almanya’daki uygulaması üç ana döneme ayrılarak incelenmektedir.
Sosyal Piyasa Ekonomisinin İlk Dönemi: Bu dönem 1948’deki para reformu ile başlayıp 1960’lara kadar süren savaş sonrası ekonominin yeniden kurulması dönemidir. Ekonominin yeniden kurulmasına yönelik ilk dönemde, ekonemik düzen politikası öncelik ve ağırlık kazanmıştır. Piyasa ve rekabet sistemine işlerlik kazandıracak uygulamaların, sosyal kontrolle birlikte uygulamasına yönelik önlemleri ağırlık verilmiştir. Ekonominin yeniden kuruluş dönemi olduğu için, yatırım malları endüstrisine ağırlık verilmiş, fakat çok geçmeden tüketim malları endüstrisinin de planlı biçimde feşviki yoluna gidilmiştir[9].
Bu dönemde, Kore savaşının yarattığı ekonomik canlanma, ekonomi üzerine olumlu etki yapmıştır. Para reformu sonrasından beri hazırlıkları devam eden, Rekabet Sınırlamalarına Karşı Kanun 1957’de çıkarılabilmiştir. Bu kanun sosyal piyasa ekonomisinin temel yasası olarak kabul edilmektedir. Zira, piyasaların rekabet yoluyla düzenlenmesi, rekabetin korunup geliştirilmesi bu kanunla sağlanmaktadır. Bu dönemde sosyal piyasa ekonomisi, ekonomik büyümenin en iyi sosyal politika olduğu şeklinde bir yaklaşıma sahiptir. Ancak bu teze geçerlilik kazandıran temel gerçek, Almanya’nın 19.yy’dan beri çok iyi bir sosyal güvenlik sistemini zaten kurmuş olmasında yatmaktadır. Çalışanların korunması, çalışma sürelerinin düzenlenmesi, iş sözleşmesinin hukuksal açıdan korunması, sosyal sigorta sistemi ve iş piyasasının düzenlenmesi sağlanmış bulunmaktaydı. Böylece, sosyal piyasa ekonomisinin sosyal-politik temelleri hazır bulunmaktaydı. 1949’da toplu iş sözleşmesinin bağımsız işçi ve işveren sendikalarınca karara bağlanmasını düzenleyen yasal düzenlemeler getirilmiştir[10].
Almanya’da işçinin yönetime katılmasına ilişkin uygulamalar, endüstrileşmenin yarattğı toplumsal ve ekonomik sorunlara bir tepki olarak doğmuştur. İşçi katılımının siyasal ve ekonomik bunalım dönemlerinde güçlendiği görülmüştür. Katılma düşüncesi ilk kez 1840’larda endüstrileşmenin yol açtığı geniş işsizlik, kötü çalışma koşulları ve işçiler arasındaki yaygın rahatsızlığı gidermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Almanya’da işçinin yönetime katılması düşüncesi 1880’lerde iyice güncellik kazanmıştır. İşçiler çalıştıkları işletmelerde karar verme sürecine katılma isteklerini gittikçe artırmışlardır. 1905 yılında kabul edilen bir yasa ile, 100 ve daha çok işçi çalıştıran bütün maden işletmelerinde işçi komitelerinin kurulması zorumluluğu getirilmiştir. 19l6 yılında çıkarılan Yardımcı Hizmet Yasası ile 50 ve daha çok işçi çalıştıran işletmelerde ücretli ve maaşlılardan oluşan işçi komitelerinin kurulması zorunlu kılındı. Bu komiteler fabrikada çalışan işgörenleri temsil eden bir organ olacak; çalışanların fabrikanın örgütlenme biçimine, ücretlere ve öteki çalışma koşullarına ilişkin istek ve yakınmalarını işverene iletmekle görevli olacaklardı. Komitelerin, işverenle uyuşmazlığa düşmeleri halinde, yeni kurulan özel mahkemelere başvurma hakları olacaktı. 15 Kasım 1918’de işçi sendikaları ile işverenler arasında imzalanan Ulusal Sözleşme, iki taraftan eşit sayıda temsilcinin katılacağı Ortak Endüstri Birlikleri’nin oluşturulmasını öngörüyordu. Bu yönde başlatılan uygulama, gerçekte, işçilerin belirli konularda işvereninkine eşit haklarla yönetime katılması ve birlikte yönetim anlamını taşıyordu. 20 Ocak 1934’de kabul edilen yeni yasaya göre, işçi-işveren ilişkileri “iş toplumu” (ya da çalışma toplumu) ilkesi gereğince yönetilecekti. Bu ilke, işverenin önder (führer), onun ücretli ve maaşlı işgörenlerinin de izleyenler olarak hareket etmelerini ve bunların ulusun ve devletin ortak gönencini geliştirmek üzere birlikte çalışmalarını öngörmekteydi. Gerçek yönetim ve denetim yetkilerini işverende toplayan bu uygulamaya Aralık 1946’da BirIeşik Denetim Komisyonu tarafından son verilmiştir. Kabul edilen yeni bir yasa ile birlikte yönetim yeniden canlandırılmıştır. Birlikte yönetim, işçi kuruluşlarının büyümesi ve bilinçlenmesi ile beraber giderek güçlenmiş; 9 Nisan 1949’da çıkarılan. Toplu Sözleşme Yasası ile kendini tamamen kabul ettirmiştir. Birlikte yönetimin tüm endüstri işletmelerine uygulanmasını öngören tasarı ise, 20 Temmuz 1952’de kabul edildi[11].
Batı Alman birlikte yönetim sistemi, batı ülkelerinde bugüne dek gerçekleştirilmiş bulunan endüstriyel demokrasi yöntemlerinden en etkin ve en gelişmiş olanıdır.
Sosyal piyasa ekonomisinin ilk döneminde (1948-60), emeklilik maaşlarının değişen koşullara uydurulması, çalışanların sosyal sigorta sistemine alınmasıyla, sosyal güvenlik sisteminin daha da gelişmesi sağlanmıştır. Bunlar yanında toplumun geniş kesimlerinin mülk sahibi yapılması sosyal güvenlik anlayışının merkezi konusu olmuştur. Banka tasarrufları ve konut edinme özellikle teşvik edilmiştir. Ancak “önce büyüme, sonra gelir dağılımı” görüşü[12] ekonominin yeniden kurulması döneminin kapanması ile değişmiş, sosyal adalet ön plana çıkmaya başlamıştır[13].
Sosyal Piyasa Ekonomisinin İkinci Dönemi: Ekonominin yeniden kurulma düzeninin kapanması ve hızlı ekonomik gelişme, sosyal piyasa ekonomisinin gerçekleştirmek istediği toplumsal ve sosyal politika önlemlerinin daha çok ön plana çıkmasına yol açmıştır.
1958’de parasının konvertibilite kazanması ile dünya ekonomisine açılarak bütünleşmeye girmiştir.1961’deki dış ticaret yasası çıkarılmıştır. Bu yeni düzenleme ile sosyal piyasa ekonomisinin kuralları dış ticaret alanına da uygulanmaya başlamıştır. Bu arada enflasyon ve ithal edilmiş enflasyonla karşılaşılmıştır. Fakat şimdiye kadar istikrar politikası olarak daha çok para politikasına bağlı kalınmıştı. Oysa yeni durumda enflasyon sorunu konjonktür politikasına yeni araçlar gerektirmiştir. İşgücü kalitesinin arttırılması için eğitim ekonomisi ön plana çıkmıştır. Ayrıca büyümenin maliyetleri ve çevre sağlığı dikkati çektiği gibi, uzun dönemli büyümenin ön koşulu olarak kamusal altyapı hizmetlerinin gerekliliği kendini daha çok hissettirmiştir[14].
Müller-Armack’a göre sosyal piyasa ekonomisi, önceden belirlediği amaçlara daha etkin ve tutarlı biçimde devam etmelidir. Bunun için toplumsal çerçevenin genişletilerek toplumsal amaçlara ağırlık verilmesi önerilmiştir. Böylece yeni bir toplumsal politika; rasyonel bir toplum politikası oluşturulmak istenmiştir. Para politikasının yanında, konjonktürel bir maliye politikası, uzun dönemli bir bütçe politikası, çevre sağlığı ve altyapı politikası gerekli olmuştur. Yeni çözümlere gidilemeden 1966-67 ekonomik krizi kendini göstermiştir. Bunun sonucunda daha çok muhafazakar eğilimli Hristiyan Demokrat Parti iktidardan ayrılmıştır. Sosyal Demokrat Parti ile getçekleştirilen kısa bir büyük koalisyondan sonra, Sosyal Demokrat Parti bu kez küçük Liberal Parti ile koalisyon oluşturarak iktidara gelmiştir. Sosyal Liberal koalisyonun Sosyal Demokrat Ekonomi Bakanı Schiller literatülde ağırlık kazanmaya başlayan “bilimsel veya rasyonel ekonomi politikası” yaklaşımına dayanmıştır. Böylece ikinci dönemdeki amaçlar gerçekleştirilmeden sosyal piyasa ekonomisinin üçüncü dönemi başlamıştır[15].
Sosyal Piyasa Ekonomisinin Üçüncü Dönemi: Bu dönemde rasyonel ekonomi politikası yaklaşımı önem kazanmıştır. Rasyonel ekonomi politikasının yönlendirici ve şekillendirici görevi, mevcut ekonomik durumla toplumda arzulanan ekonomik durum arasındaki farka bağlı olarak belirlenmektedir. Burada ekonomik kaynakların sınırlılığı nedeniyle ekonomi politikasında öncelikleri belirlemek gerekmektedir. Rasyonel düşünceye bağlı yaklaşım, o andaki bilgi düzeyinin ışığında çeşitli seçenekler arasından beklentilere ve amaçlara en uygun olanının seçilmesini gerektirmektedir. Ekonomi politikasında, rasyonel ekonomi politikasının araçları ile ekonomik düzen politikasının temel ilkelerine uygunluk arasındaki çelişkinin çözümü, belirlenen konseptlerin içsel tutarlık içinde ele alınmasıyla sağlanabilir. Seçilen araçlar, belirlenen konsepte uygunluğu açısından değerlendirilmektedir. Seçilen araçların fiili ve şekli uygunluklarının değerlenririlmesi gerekmektedir. Bunun için seçilen araçların dozajlama ve kullanılma sürelerinin dikkate alınması gereklidir[16].
F.Almanya, öncelikli ilkesi piyasa düzeni (yani özgür tüketim ve işyeri seçimi, özel mülkiyet, serbest rekabet, serbest girişimcilik, mal ve faktör fiyatlarının ademi merkeziyetçi biçimde oluştuğu) olan, ama aynı zamanda ekonomi ve toplumun genel gelişiminde yatırım, tüketim, istihdam, sosyal transferler ve kamusal girişimcilik olarak devletin etkin rol aldığı bir ekonomidir. F.Alman Anayasasının “sosyal hukuk devleti” anlayışına uygun olarak sosyal demokrasinin sosyal devlet modeli benimsendi. Toplumsal ve ekonomik sürecin doğrudan ve dolaylı devlet müdahaleleriyle yönlendirme ve planlaması yapıldı. Uygulanan politika, artan demokratikleşme ve ayrıcalıkların kaldırılmasıyla toplum içindeki politik ve ekonomik güçle iktidarın yeniden dağılımını sağladı. Özel mülkiyetin kötüye kullanımı önlenmiş ve eskiden kalmış bazı hukuk kurallarının liberalleşmesi sağlanmış oldu. İstikrar içinde büyüme amacı izlenerek, fiyat istikrarı, yüksek istihdam düzeyi, ödemeler dengesi ve sürekli büyüme gerçekleştirildi. Merkezi ve yerel yönetimlerin bölgesel yapı politikaları koordine edildi. İstihdam yapısını iyileştirici, çalışmayı teşvik yasası getirildi. Mesleki eğitimi ve eğitime teşvik yasasıyla bu alanlar düzenlendi. Özel ayrıcalıklar kaldırılarak toplumsal alanın demokratikleşmesi ve liberalİeşmesi sağlandı. Çalışma ve sosyal boyut birlikte öngörüldü[17].
Liberallesme ve demokratiklesme politikası öncelikle şu alanlarda gerçekleştirildi:
1.İşletme düzeni,
2.Rekabet yasasının yeniden düzenlenmesi,
3.Yönetime katılma.
Almanya’daki rasyonel (bilimsel) ekonomi politikasının gelişmesine paralel olarak, aynı zamanda Fransa’daki planlama yaklaşımı da AET ( bugün AT ) içinde taraftar bulmaya başlamıştır. İşte bu ortamda Almanya’da Sosyal Demokratların iktidara gelmesi ile ekonomi bakanı Schiller rasyonel, Sosyal piyasa ekonomisi yaklaşımını savunmuştur. Burada daha çok, ekonomi politikası ile makro süreci yönlendirirken, mikro yönlendirme piyasalara bırakılmaktadır. 1967’de kabul edilen “ekonomik istikrar ve büyüme yasası” ile ekonomi politikasının yönlendirme görevi piyasa ekonomik düzeni çerçevesinde dört amaç etrafında somutlaştırılmıştır:
- Fiyat istikrarı,
- Yüksek istihdam düzeyi,
- Dış ticaret dengesi,
- Sürekli ve dengeli büyüme[18].
Makro süreç olarak ekonominin genel yönlendirmesinin araçları, maliye politikası araçlarıyla genişletilmiştir. Bu amaçlar birlikte ekonominin genel dengesini belirlemektedir. Bu dengenin bozulması durumunda devletin ekonomi politikası ençok aksayan amaç konusunda yoğunlaşmaktadır. Ekonominin genel gelişmesi, bağımsız bilimsel bir komisyonca, yıllık olarak değerlendirilerek rapor haline getirilmektedir. Alınan önlemlerin sisteme uygunluğuna genel olarak bağlı kalınmaktadır. Yine bu düzenlemeler, klasik ve statik tam rekabet düşüncesi yerine, ekonomik özğürlükle, ekonomik gücün belli bir senteze ulaştığı optimal rekabet yoğunluğu yaklaşımına dayalı olan dinamik süreç oluşturan fonksiyonel ve etkin rekabet, piyasa düzeninin yönlendirilmesi için ekonomik düzen, ekonomik süreç (konjonktür-büyüme) ve ekonomik yapı politikaları yeni bir sentez ve etkinliğe ulaşmıştır[19].
Pratiğe açık bir yaklaşım olarak makro ekonomik yönlendirmenin uzun dönemli gelişmesi üzerine yapılan çalışmalar, büyüme yaklaşımının “kaliteli yaşam” ; “çalışma ortamının insancıllaştırılması”; demokratikleşme, yeni bir “tam istindam” anlayışı; gelir dağılımında adalet; yeni bir büyüme ve yapısal politika ve özellikle sektörel yapı politikası önerilmektedir. Yeni sektörel yapı politikasının sosyal piyasa ekonomisindeki yaratacağı yeni değişikliği dördüncü dönem olarak değerlendirmeler yapılmaktadır. Sosyal piyasa ekonomisinin gelecekteki gelişmesi için stagnasyon ve enflasyonun olmadığı ve otomasyonun gerçekleştiği bir ortamda daha çok sosyal güvenlik ve daha çok sosyal adalet yaratıcı integrasyon formülüne ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedir[20].
Erol TAŞDELEN – Ekonomist www.bankavitrini.com
BİRİNCİ BÖLÜM:
KRİZE ÇARE: ‘SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ’ Mİ? – BankaVitrini

[1] E.Çam,”Devlet Sistemleri”,Der yay.İst.1987,s.243.
[2] G.Therborn,”Sermaye Egemenliği ve Demokrasinin Doğuşu”, Çeviren:Ş.Tekeli,l.Baskı,Versö yay.Ank.1989,s.23.
[3] E.Çam,a.g.e. ,s.252.
[4] O.Sander,”Siyasi Tarih -Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980 i e Kadaı’-“, Imge ki t. yay. ,Ank.1989, s. 201.
[5] H.Erkan-C.Erkan,a.g.e.,s.ı06.
[6] İ.Cem,a.g.e.,s.l56.
[7] H.Erkan-C.Erkan,a.g.e.,s.106.
[8] H.Erkan-C.Erkan,a.g.e.,s.l27.
[9] H.Erkan,a.g~e.,s.ll4-115.
[10] H.Erkan,a.g.e.,s.115.
[11] İ.A. Dicle “Endüstriyel Demokrasi ve Yönetime KatıIma”, Ank.,ODTÜ,1980,s.139-146…. Birlikte Yönetim konusunda daha geniş bilgi için bknz.a.g.e. ,s.139-161.
[12] A Century of Pay, (London,1968,s.312) adlı eserinde E.H. Phelps-Brown,1895-1960 yılları arasındaki dönemin büyük bir bölümünde, ücretli başına yıllık ortalama ücretin, sanayide yaratılan yıllık ortalama katma-değere (yıllık ortalama gelire) oranının, A.B.D., İngiltere,Almanya ve İsveç’te düştüğünü, buna karşılık aynı ülkelerde bu dönemde, reel ücretlerin,üretkenlik artışına paralel olarak yükseldiğini gösteriyor. Phelps-Brown’un ücret/gelir oranı dediği şey Marksist iktisatta kabaca v/s+v şeklinde ifade edilen orana takabül ediyor. Oysa ücret/gelir 0ranındaki bir düşme, sömürü haddinin yani s/v’nin artması demektir.(G.Therborn,a.g.e.,s.53).
[13] H.Erkan,a.g.e.,s.115. (3) H.Erkan,a.g.e.,s.115.
[14] H.Erkan,a.g.e.,s.115. (3) H.Erkan,a.g.e.,s.116.
[15] H.Erkan,a.g.e.,s.115-116.
[16] H.Erkan,a.g.e.,s.117-118.
[17] H.Erkan-C .Erkan, a.g. e. , s .152-153.
[18] H.Erkan,a.g.e~,s.118
[19] H.Erkan,a.g.e.,s.118-119.
[20] H.Erkan,a.g.e.,s.119.