Connect with us

GÜNDEM

“Görgüsüzler” sınıfı ile tanışın : 200 TL’yi tutuşturup sigaralarını yaktılar

Yayınlanma:

|

Türkiye’de de artık görgüsüzler diye bir sınıf oluştu. Kolay para kazanan, paranın kaynağı belli olmayan, kültür yapıları oldukça geri düzeyde olan ama gösteriş meraklısı bir sınıf oluştu.

Sosyal medya hesapları üzerinden yemek yerken canlı yayın yapan 2 genç kadınla yanlarındaki kişinin, ateşe verdikleri 200 TL’lik banknotla sigaralarını yaktıkları anlar, büyük tepki topladı. Çok sayıda kullanıcı, bu kişilerin yakalanıp, cezalandırılmasını istedi.

Demirören Haber Ajansı’nın (DHA) aktardığına göre sosyal medyada paylaşılan bir görüntü, büyük tepki çekti. Sosyal medyada canlı yayın yapan 2 genç kadın, takipçileriyle tartışmaya başladı.

Bu sırada kendilerine yazılanlara cevaplar veren kadınlardan biri, cüzdanındaki parayı gösterip, “Senin harcadığın parayla biz sigaramızı yakıyoruz” dedi.

Ardından 200 liralık banknotu yanındaki arkadaşına verdi. Arkadaşı da parayı ateşe verdi. Yanan parayı elden ele dolaştıran 3 kişi, sigaralarını yaktı.

Görüntüler tepki topladı

Sosyal medya kullanıcıları, Türk lirasının aşağıladıkları iddiasıyla bu kişilere yoğun tepki gösterdi.

Bir kullanıcı, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabını da etiketleyerek, “Hem paramıza hem devletimize yapılmış apaçık bir saygısızlık” dedi. Kullanıcılar, bu kişilerin yakalanıp, cezalandırılmasını istedi.

Okumaya devam et

EKONOMİ

SOSYAL PİYASA EKONOMİSİNİN ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARI VE ALMANYA UYGULAMASI

Erol TAŞDELEN Sosyal Piyasa Ekonomisi’nin doğduğu ve Almanya özelinde direkt uygulandığı, Almnaya’nın İkinci Dünya Savaşı enkazından çıkışının ve tekrar ayağa kalkmada önemli bir model olan Sosya Piyasa Ekonomisini pratiğini inceledi…

Yayınlanma:

|

Batı Avrupa ülkelerinin bazılarında köklü bir biçimde yer­leşmiş, geleneği olan parlementer sisteme -İngiltere, Fransa gibi­ karşılık Alman parlamentarizmi geçmişi pek uzun olmayan bir re­jim görünümünü taşımaktadır[1]. Parlamenter demokratik bir reji­min kurulabilmesi ise ancak Wilhelm Almanya’sının savaşta yenik düşmesiyle mümkün olmuş; bu rejim altında önderlik ürünü oyna­mak da reformist Sosyal-Demokratlara düşmüştür. Bugünkü Batı-Al­manya demokrasinin başlangıç tarihi III.Reieh’in düşüşünü iz­leyen Müttefik İşgali’nin sona erme tarihi olarak kabul edile­bilir[2].

II.Dünya Savaşı sonunda yenik çıkan Almanya’nın toprakları İngiltere, Fransa-A.B.D., Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmişti. Sovyet işgal bölgesi içinde kalan eski başkent Berlin de aynı şekilde dört güç tarafından paylaşılmıştı. Yani 1945 yılın­da dört ayrı Almanya ortaya çıkmıştı. İki ayrı Alman devletinin kurulması 1949’da oldu. Batılı üç devlet kendi işgalleri altın­daki toprakları birleştirmesiyle Federal Alman Cumhuriyeti, Sov­yet bölgesinde de Demokratik Alman Cumhuriyeti kuruldu. Her ne kadar Postdam’da (Temmuz-Ağustos 1945) Üç Büyükler Almanya’nın tek bir ekonomik birim olarak tutulması ve değişik işgal bölge­leri için ortak bir siyaset uygulanmasını kararlaştırdılarsa da, Batılı ülkelerle Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin bozul­masıyla başlayan soğuk savas birbirinden ayrı iki Almanya’nın ortaya çıkmasına neden oldu[3].

Almanyanın özerkliğini kısıtlayan sınırlamalar kademe kademe kaldırıldı ve 1955’de, Londra ve Paris Anlaşmaları ( l955’de) gere­ği B. Almanya tamamen bağımsızlığını kazandı.

Sovyetler Birliği, kendi işgal bölgesinde, Alman militarizmi­nin tarihsel temeli olan Prusya “Junkerleri”nin topraklarını parçalamağa ve endüstriyi hızla devletleştirmeğe başladı. A.B.D. ise, Almanya’da liberal bir ekonomi anlayışına dayanan federasyon kurmak istiyordu[4]. D.Almanya’daki ekonomik uygulamalar ayrı bir araştırma konusu oluşturduğundan burada üzerinde durulmaya­caktır. Araştırma konusuna esas olan “sosyal piyasa ekonomisi” B.Almanya’da uygulandığından, burada B.Almanya üzerinde durula­caktır.

Sosyal piyasa ekonomisi yaklaşımı F.Almanya’da bütün kitle partilerince benimsenerek toplumun ortak ekonomik sistem yak­laşımı olarak kabul edilmiştir. Yaklaşım önce Hristiyan Demok­rat Partisinin 1949’daki Düsseldorf Toplantısında benimsenmiş­tir.  Alman Sosyal Demokrat Partisi ise 1959’daki Godesberg Prog­ramından sonra sosyal piyasa ekonomisine yönelmiştir[5]. Alman Sosyal Demokrat Partisi, Godesberg Programında, ünlü ”  mümküm olduğu kadar piyasa ekonomisi, gerekli olduğu kadar planlama” formülünü benimsemiş ve bu anlayışa iktidarında sadık kalmış­tır[6]. Schiller ve Schmitt’in uygulamalarıyla sosyal demokrat ekonomik sistem yaklaşımı olarak gündeme gelmiştir. Bu yaklaşım­da Keynesci politikalar sosyal piyasa ekonomisiyle bütünleşti­rilmiştir. Öte yandan Alman Liberal Partisi de sosyal piyasa e­konomisini benimsemiştir. Böylece iktidar değişmelerine karşın, Almanya’nın ekonomik sistem modeli olmaya devam etmektedir[7].

Sosyal demokrat partilerin piyasa sistemini tercih etmesi, Marxizmden kopmuş, bağımsız sosyal demokrat çizginin doğuşunu belirlemiştir. Piyasa ekonomisinin, sosyal piyasa ekonomisi ola­rak düzenlenmesi ve Almanya’da ilk uygulamasının ortanın sa­ğındaki partilerde gerçekleştirilmesi, başlangıçta Alman Sosyal Demokrat Partisinin bu yaklaşıma ısınmasını geciktirmiştir. An­cak zaman içinde, bu çekingenlik kaybolmuş ve Sosyal Demokrat Parti de sosyal piyasa ekonomisine sahip çıkmıştır. 1980’li yıl­lardaki uygulamalarda sosyal demokrat partiler sosyal piyasa e­konomisine daha çok sahip çıkma durumdadır[8].

Sosyal piyasa ekonomisinin Almanya’daki uygulaması üç ana döneme ayrılarak incelenmektedir.

Sosyal Piyasa Ekonomisinin İlk Dönemi: Bu dönem 1948’deki pa­ra reformu ile başlayıp 1960’lara kadar süren savaş sonrası e­konominin yeniden kurulması dönemidir. Ekonominin yeniden kurul­masına yönelik ilk dönemde, ekonemik düzen politikası öncelik ve ağırlık kazanmıştır. Piyasa ve rekabet sistemine işlerlik ka­zandıracak uygulamaların, sosyal kontrolle birlikte uygulaması­na yönelik önlemleri ağırlık verilmiştir. Ekonominin yeniden ku­ruluş dönemi olduğu için, yatırım malları endüstrisine ağırlık verilmiş, fakat çok geçmeden tüketim malları endüstrisinin de planlı biçimde feşviki yoluna gidilmiştir[9].

Bu dönemde, Kore savaşının yarattığı ekonomik canlanma, ekonomi üzerine olumlu etki yapmıştır. Para reformu sonrasından beri hazırlıkları devam eden, Rekabet Sınırlamalarına Karşı Kanun 1957’de çıkarılabilmiştir. Bu kanun sosyal piyasa ekonomisinin temel yasası olarak kabul edilmektedir. Zira, piyasaların rekabet yoluyla düzenlenmesi, rekabetin korunup geliştirilmesi bu ka­nunla sağlanmaktadır. Bu dönemde sosyal piyasa ekonomisi, ekono­mik büyümenin en iyi sosyal politika olduğu şeklinde bir yakla­şıma sahiptir. Ancak bu teze geçerlilik kazandıran temel gerçek, Almanya’nın 19.yy’dan beri çok iyi bir sosyal güvenlik sistemi­ni zaten kurmuş olmasında yatmaktadır. Çalışanların korunması, çalışma sürelerinin düzenlenmesi, iş sözleşmesinin hukuksal a­çıdan korunması, sosyal sigorta sistemi ve iş piyasasının düzen­lenmesi sağlanmış bulunmaktaydı. Böylece, sosyal piyasa ekonomi­sinin sosyal-politik temelleri hazır bulunmaktaydı. 1949’da top­lu iş sözleşmesinin bağımsız işçi ve işveren sendikalarınca ka­rara bağlanmasını düzenleyen yasal düzenlemeler getirilmiştir[10].

Almanya’da işçinin yönetime katılmasına ilişkin uygulamalar, endüstrileşmenin yarattğı toplumsal ve ekonomik sorunlara bir tepki olarak doğmuştur. İşçi katılımının siyasal ve ekonomik bu­nalım dönemlerinde güçlendiği görülmüştür. Katılma düşüncesi ilk kez 1840’larda endüstrileşmenin yol açtığı geniş işsizlik, kötü çalışma koşulları ve işçiler arasındaki yaygın rahatsızlığı gi­dermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Almanya’da işçinin yönetime katılması düşüncesi 1880’lerde iyice güncellik kazanmıştır. İş­çiler çalıştıkları işletmelerde karar verme sürecine katılma isteklerini gittikçe artırmışlardır. 1905 yılında kabul edilen bir yasa ile, 100 ve daha çok işçi çalıştıran bütün maden işlet­melerinde işçi komitelerinin kurulması zorumluluğu getirilmiş­tir. 19l6 yılında çıkarılan Yardımcı Hizmet Yasası ile 50 ve da­ha çok işçi çalıştıran işletmelerde ücretli ve maaşlılardan o­luşan işçi komitelerinin kurulması zorunlu kılındı. Bu komiteler fabrikada çalışan işgörenleri temsil eden bir organ olacak; çalı­şanların fabrikanın örgütlenme biçimine, ücretlere ve öteki çalışma koşullarına ilişkin istek ve yakınmalarını işverene i­letmekle görevli olacaklardı. Komitelerin, işverenle uyuşmazlığa düşmeleri halinde, yeni kurulan özel mahkemelere başvurma hak­ları olacaktı. 15 Kasım 1918’de işçi sendikaları ile işverenler arasında imzalanan Ulusal Sözleşme, iki taraftan eşit sayıda temsilcinin katılacağı Ortak Endüstri Birlikleri’nin oluşturulmasını öngörüyordu. Bu yönde başlatılan uygulama, gerçekte, işçi­lerin belirli konularda işvereninkine eşit haklarla yönetime katılması ve birlikte yönetim anlamını taşıyordu. 20 Ocak 1934’de kabul edilen yeni yasaya göre, işçi-işveren ilişkileri “iş top­lumu” (ya da çalışma toplumu) ilkesi gereğince yönetilecekti. Bu ilke, işverenin önder (führer), onun ücretli ve maaşlı işgö­renlerinin de izleyenler olarak hareket etmelerini ve bunların ulusun ve devletin ortak gönencini geliştirmek üzere birlikte çalışmalarını öngörmekteydi. Gerçek yönetim ve denetim yetkile­rini işverende toplayan bu uygulamaya Aralık 1946’da BirIeşik Denetim Komisyonu tarafından son verilmiştir. Kabul edilen yeni bir yasa ile birlikte yönetim yeniden canlandırılmıştır. Birlik­te yönetim, işçi kuruluşlarının büyümesi ve bilinçlenmesi ile beraber giderek güçlenmiş; 9 Nisan 1949’da çıkarılan. Toplu Sözleşme Yasası ile kendini tamamen kabul ettirmiştir. Birlikte yö­netimin tüm endüstri işletmelerine uygulanmasını öngören tasa­rı ise, 20 Temmuz 1952’de kabul edildi[11].

Batı Alman birlikte yönetim sistemi, batı ülkelerinde bugüne dek gerçekleştirilmiş bulunan endüstriyel demokrasi yöntemler­inden en etkin ve en gelişmiş olanıdır.

Sosyal piyasa ekonomisinin ilk döneminde (1948-60), emekli­lik maaşlarının değişen koşullara uydurulması, çalışanların sos­yal sigorta sistemine alınmasıyla, sosyal güvenlik sisteminin daha da gelişmesi sağlanmıştır. Bunlar yanında toplumun geniş kesimlerinin mülk sahibi yapılması sosyal güvenlik anlayışının merkezi konusu olmuştur. Banka tasarrufları ve konut edinme ö­zellikle teşvik edilmiştir. Ancak “önce büyüme, sonra gelir dağılımı” görüşü[12] ekonominin yeniden kurulması döneminin ka­panması ile değişmiş, sosyal adalet ön plana çıkmaya başlamış­tır[13].

Sosyal Piyasa Ekonomisinin İkinci Dönemi: Ekonominin yeni­den kurulma düzeninin kapanması ve hızlı ekonomik gelişme, sos­yal piyasa ekonomisinin gerçekleştirmek istediği toplumsal ve sosyal politika önlemlerinin daha çok ön plana çıkmasına yol açmıştır.

1958’de parasının konvertibilite kazanması ile dünya ekono­misine açılarak bütünleşmeye girmiştir.1961’deki dış ticaret yasası çıkarılmıştır. Bu yeni düzenleme ile sosyal piyasa ekonomisinin kuralları dış ticaret alanına da uygulanmaya başla­mıştır. Bu arada enflasyon ve ithal edilmiş enflasyonla karşı­laşılmıştır. Fakat şimdiye kadar istikrar politikası olarak da­ha çok para politikasına bağlı kalınmıştı. Oysa yeni durumda enflasyon sorunu konjonktür politikasına yeni araçlar gerektir­miştir. İşgücü kalitesinin arttırılması için eğitim ekonomisi ön plana çıkmıştır. Ayrıca büyümenin maliyetleri ve çevre sağ­lığı dikkati çektiği gibi, uzun dönemli büyümenin ön koşulu o­larak kamusal altyapı hizmetlerinin gerekliliği kendini daha çok hissettirmiştir[14].

Müller-Armack’a göre sosyal piyasa ekonomisi, önceden belir­lediği amaçlara daha etkin ve tutarlı biçimde devam etmelidir. Bunun için toplumsal çerçevenin genişletilerek toplumsal amaçlara ağırlık verilmesi önerilmiştir. Böylece yeni bir toplumsal politika; rasyonel bir toplum politikası oluşturulmak istenmiş­tir. Para politikasının yanında, konjonktürel bir maliye politikası, uzun dönemli bir bütçe politikası, çevre sağlığı ve alt­yapı politikası gerekli olmuştur. Yeni çözümlere gidilemeden 1966-67 ekonomik krizi kendini göstermiştir. Bunun sonucunda da­ha çok muhafazakar eğilimli Hristiyan Demokrat Parti iktidardan ayrılmıştır. Sosyal Demokrat Parti ile getçekleştirilen kısa bir büyük koalisyondan sonra, Sosyal Demokrat Parti bu kez küçük Li­beral Parti ile koalisyon oluşturarak iktidara gelmiştir. Sosyal­ Liberal koalisyonun Sosyal Demokrat Ekonomi Bakanı Schiller li­teratülde ağırlık kazanmaya başlayan “bilimsel veya rasyonel e­konomi politikası” yaklaşımına dayanmıştır. Böylece ikinci dönem­deki amaçlar gerçekleştirilmeden sosyal piyasa ekonomisinin ü­çüncü dönemi başlamıştır[15].

Sosyal Piyasa Ekonomisinin Üçüncü Dönemi: Bu dönemde rasyo­nel ekonomi politikası yaklaşımı önem kazanmıştır. Rasyonel eko­nomi politikasının yönlendirici ve şekillendirici görevi, mevcut ekonomik durumla toplumda arzulanan ekonomik durum arasındaki farka bağlı olarak belirlenmektedir. Burada ekonomik kaynakların sınırlılığı nedeniyle ekonomi politikasında öncelikleri belir­lemek gerekmektedir. Rasyonel düşünceye bağlı yaklaşım, o andaki bilgi düzeyinin ışığında çeşitli seçenekler arasından beklenti­lere ve amaçlara en uygun olanının seçilmesini gerektirmektedir. Ekonomi politikasında, rasyonel ekonomi politikasının araçları i­le ekonomik düzen politikasının temel ilkelerine uygunluk arasın­daki çelişkinin çözümü, belirlenen konseptlerin içsel tutarlık içinde ele alınmasıyla sağlanabilir. Seçilen araçlar, belirlenen konsepte uygunluğu açısından değerlendirilmektedir. Seçilen araç­ların fiili ve şekli uygunluklarının değerlenririlmesi gerekmek­tedir. Bunun için seçilen araçların dozajlama ve kullanılma süre­lerinin dikkate alınması gereklidir[16].

F.Almanya, öncelikli ilkesi piyasa düzeni (yani özgür tüketim ve işyeri seçimi, özel mülkiyet, serbest rekabet, serbest giri­şimcilik, mal ve faktör fiyatlarının ademi merkeziyetçi biçim­de oluştuğu) olan, ama aynı zamanda ekonomi ve toplumun genel gelişiminde yatırım, tüketim, istihdam, sosyal transferler ve ka­musal girişimcilik olarak devletin etkin rol aldığı bir ekonomidir. F.Alman Anayasasının “sosyal hukuk devleti” anlayışı­na uygun olarak sosyal demokrasinin sosyal devlet modeli benim­sendi. Toplumsal ve ekonomik sürecin doğrudan ve dolaylı devlet müdahaleleriyle yönlendirme ve planlaması yapıldı. Uygulanan politika, artan demokratikleşme ve ayrıcalıkların kaldırılmasıy­la toplum içindeki politik ve ekonomik güçle iktidarın yeniden dağılımını sağladı. Özel mülkiyetin kötüye kullanımı önlenmiş ve eskiden kalmış bazı hukuk kurallarının liberalleşmesi sağlanmış oldu. İstikrar içinde büyüme amacı izlenerek, fiyat istikrarı, yüksek istihdam düzeyi, ödemeler dengesi ve sürekli büyüme ger­çekleştirildi. Merkezi ve yerel yönetimlerin bölgesel yapı po­litikaları koordine edildi. İstihdam yapısını iyileştirici, ça­lışmayı teşvik yasası getirildi. Mesleki eğitimi ve eğitime teşvik yasasıyla bu alanlar düzenlendi. Özel ayrıcalıklar kaldırı­larak toplumsal alanın demokratikleşmesi ve liberalİeşmesi sağ­landı. Çalışma ve sosyal boyut birlikte öngörüldü[17].

Liberallesme ve demokratiklesme politikası öncelikle şu alan­larda gerçekleştirildi:

1.İşletme düzeni,

2.Rekabet yasasının yeniden düzenlenmesi,

3.Yönetime katılma.

Almanya’daki rasyonel (bilimsel) ekonomi politikasının geliş­mesine paralel olarak, aynı zamanda Fransa’daki planlama yakla­şımı da AET ( bugün AT ) içinde taraftar bulmaya başlamıştır. İşte bu ortam­da Almanya’da Sosyal Demokratların iktidara gelmesi ile ekonomi bakanı Schiller rasyonel, Sosyal piyasa ekonomisi yaklaşımını savunmuştur. Burada daha çok, ekonomi politikası ile makro süre­ci yönlendirirken, mikro yönlendirme piyasalara bırakılmaktadır. 1967’de kabul edilen “ekonomik istikrar ve büyüme yasası” ile ekonomi politikasının yönlendirme görevi piyasa ekonomik düzeni çerçevesinde dört amaç etrafında somutlaştırılmıştır:

  1. Fiyat istikrarı,
  2. Yüksek istihdam düzeyi,
  3. Dış ticaret dengesi,
  4. Sürekli ve dengeli büyüme[18].

Makro süreç olarak ekonominin genel yönlendirmesinin araçla­rı, maliye politikası araçlarıyla genişletilmiştir. Bu amaçlar birlikte ekonominin genel dengesini belirlemektedir. Bu dengenin bozulması durumunda devletin ekonomi politikası ençok aksayan amaç konusunda yoğunlaşmaktadır. Ekonominin genel gelişmesi, bağımsız bilimsel bir komisyonca, yıllık olarak değerlendirilerek rapor haline getirilmektedir. Alınan önlemlerin sisteme uygunlu­ğuna genel olarak bağlı kalınmaktadır. Yine bu düzenlemeler, klasik ve statik tam rekabet düşüncesi yerine, ekonomik özğür­lükle, ekonomik gücün belli bir senteze ulaştığı optimal reka­bet yoğunluğu yaklaşımına dayalı olan dinamik süreç oluşturan fonksiyonel ve etkin rekabet, piyasa düzeninin yönlendirilmesi için ekonomik düzen, ekonomik süreç (konjonktür-büyüme) ve eko­nomik yapı politikaları yeni bir sentez ve etkinliğe ulaşmış­tır[19].

Pratiğe açık bir yaklaşım olarak makro ekonomik yönlendirme­nin uzun dönemli gelişmesi üzerine yapılan çalışmalar, büyüme yaklaşımının “kaliteli yaşam” ; “çalışma ortamının insancıllaş­tırılması”; demokratikleşme, yeni bir “tam istindam” anlayışı; gelir dağılımında adalet; yeni bir büyüme ve yapısal politika ve özellikle sektörel yapı politikası önerilmektedir. Yeni sek­törel yapı politikasının sosyal piyasa ekonomisindeki yaratacağı yeni değişikliği dördüncü dönem olarak değerlendirmeler ya­pılmaktadır. Sosyal piyasa ekonomisinin gelecekteki gelişmesi için stagnasyon ve enflasyonun olmadığı ve otomasyonun gerçek­leştiği bir ortamda daha çok sosyal güvenlik ve daha çok sosyal adalet yaratıcı integrasyon formülüne ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedir[20].

Erol TAŞDELEN – Ekonomist      www.bankavitrini.com

BİRİNCİ BÖLÜM:

KRİZE ÇARE: ‘SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ’ Mİ? – BankaVitrini

[1] E.Çam,”Devlet Sistemleri”,Der yay.İst.1987,s.243.

[2] G.Therborn,”Sermaye Egemenliği ve Demokrasinin Doğuşu”, Çeviren:Ş.Tekeli,l.Baskı,Versö yay.Ank.1989,s.23.

[3] E.Çam,a.g.e. ,s.252.

[4] O.Sander,”Siyasi Tarih -Birinci Dünya Savaşının Sonun­dan 1980 i e Kadaı’-“, Imge ki t. yay. ,Ank.1989, s. 201.

[5] H.Erkan-C.Erkan,a.g.e.,s.ı06.

[6] İ.Cem,a.g.e.,s.l56.

[7] H.Erkan-C.Erkan,a.g.e.,s.106.

[8] H.Erkan-C.Erkan,a.g.e.,s.l27.

[9] H.Erkan,a.g~e.,s.ll4-115.

[10] H.Erkan,a.g.e.,s.115.

[11] İ.A. Dicle “Endüstriyel Demokrasi ve Yönetime KatıIma”, Ank.,ODTÜ,1980,s.139-146…. Birlikte Yönetim konusunda daha geniş bilgi için bknz.a.g.e. ,s.139-161.

[12] A Century of Pay, (London,1968,s.312) adlı eserinde E.H. Phelps-Brown,1895-1960 yılları arasındaki dönemin büyük bir bö­lümünde, ücretli başına yıllık ortalama ücretin, sanayide yaratı­lan yıllık ortalama katma-değere (yıllık ortalama gelire) ora­nının, A.B.D., İngiltere,Almanya ve İsveç’te düştüğünü, buna kar­şılık aynı ülkelerde bu dönemde, reel ücretlerin,üretkenlik ar­tışına paralel olarak yükseldiğini gösteriyor. Phelps-Brown’un ücret/gelir oranı dediği şey Marksist iktisatta kabaca v/s+v şeklinde ifade edilen orana takabül ediyor. Oysa ücret/gelir 0­ranındaki bir düşme, sömürü haddinin yani s/v’nin artması de­mektir.(G.Therborn,a.g.e.,s.53).

[13] H.Erkan,a.g.e.,s.115. (3) H.Erkan,a.g.e.,s.115.

[14] H.Erkan,a.g.e.,s.115. (3) H.Erkan,a.g.e.,s.116.

[15] H.Erkan,a.g.e.,s.115-116.

[16] H.Erkan,a.g.e.,s.117-118.

[17] H.Erkan-C .Erkan, a.g. e. , s .152-153.

[18] H.Erkan,a.g.e~,s.118

[19] H.Erkan,a.g.e.,s.118-119.

[20] H.Erkan,a.g.e.,s.119.

Okumaya devam et

GÜNDEM

Silivri Tapu Müdürlüğü’ne ‘rüşvet’ operasyonu: 79 gözaltı

Silivri Tapu Müdürlüğü’ne düzenlenen rüşvet operasyonunda 79 şüpheli gözaltına alındı. Memurların rüşvet alarak işlemleri öne aldığı ya da usulsüz işlem yaptıklarını belirledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Silivri Tapu Müdürlüğü’ne yönelik düzenlenen rüşvet operasyonunda 79 kişi gözaltına alındı.

Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan ‘rüşvet’ soruşturması kapsamında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri 22 Nisan 2022 ile 28 Ağustos 2022 tarihleri arasında Silivri Tapu Müdürlüğü’nde görevli memurların rüşvet alarak işlemleri öne aldığı ya da usulsüz işlem yaptıklarını belirledi.

Polis, aralarında tapu Müdürlüğünde görevli personeller ve emlakçıların da bulunduğu 93 şüpheli tespit etti.

Şüphelilerin yakalanması için bu sabah İstanbul, Konya ve Edirne’de çok sayıda adrese operasyon düzenlendi.

Operasyonda 93 şüpheliden 79’u yakalanarak gözaltına alındı. 14 şüphelinin yakalanması için çalışmalar devam ediyor.

 

 

 

 

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

ABD’li banka Wells Fargo’ya 97,8 milyon dolar usulsüzlük cezası

ABD Merkez Bankası (Fed) ile Yabancı Varlıkları Kontrol Ofisi (OFAC), Wells Fargo’ya yaptırım riskinin yetersiz gözetimi nedeniyle 97,8 milyon dolar para cezası verdi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Fed, yaptırım uyum risklerinin geçmişteki yetersiz gözetimine dair Wells Fargo‘ya verdiği cezaya ilişkin açıklama yaptı.

Açıklamada, Wells Fargo’ya güvenli veya sağlam olmayan uygulamaları nedeniyle 67,8 milyon dolar para cezası verildiği bildirildi.

Wells Fargo’nun yetersiz gözetiminin, bankanın 2010-2015 yıllarında yaklaşık 532 milyon dolarlık yasaklanmış işlemi gerçekleştirmek üzere yabancı bir bankaya platform sağlayarak ABD yaptırım düzenlemelerinin ihlal edilmesine imkan tanıdığı kaydedildi.

Açıklamada, söz konusu ihlaller için Wells Fargo’ya OFAC tarafından uygulananla toplam cezanın 97,8 milyon dolar olduğu ifade edildi.

Here's How Wells Fargo is Ponying Up for its Digital Transformation

Okumaya devam et

KATEGORİLER

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www paravitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 - Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.