Hocaların hocası Korkut Boratav fazla seçeneğimizin olmadığını yazdı. Türkiye bu yolun sonundadır: Ya, gerçek bir IMF programı içinde kemer sıkma; en az iki yıl daha küçülme… Ya da ödemeler dengesi krizi; ithalat tıkanması; artan yoksullaşma.
Eylül 2018’de ve Kasım 2020’de açığa çıkan iki döviz krizinin öyküsüdür. Özetleyeyim:
İlk kriz Albayrak’ı göreve getirdi. “Çözüm”, TCMB faizlerinin “sıçratılması” ve 2019-2021 yıllarını kapsayan “IMF’siz bir IMF programı”, YEP 1 oldu. Piyasalar 2019’a rahatlayarak girdi. Ancak, ekonominin komutası Erdoğan’da olduğu için, YEP 1 adım adım askıya alındı; fiilen uygulanmadı. 2020’de geçmiş tekrarlandı: yeni bir döviz krizi patlak verdi. Albayrak’ın yerine gelen ekip, faizleri 5 puan artırdı; bir “istikrar söylemi” başlattı.
Cumhurbaşkanı ise, ekonominin komutasını devretmek niyetinde olmadığını peşinen belirtti. Yazı da bir öngörü ile son buluyordu: “Son ekonomik kararların kaderi de, YEP 1’in benzeri olacaktır. Üstelik sonuçları hızlanarak, ağırlaşarak…”
Bu öngörünün dayanaklarına bugün göz atacağım.
Dış ekonomik sorunlar dolarla ölçülür; dolarla ödenir
Türkiye’de dış ekonomik sorunlar, dövizle (dolarla) ölçülen, “ödenen” değişkenlerde yoğunlaşır. Bu sorunların değerlendirilmesinde dolarla hesaplanan millî gelir (GSYH) önem taşır. Aşağıda inceleyeceğim dış kırılganlık göstergeleri de, dolarlı GSYH içindeki paylar (yüzdeler) olarak ölçülüyor.
Ulusal para (TL) veya dolar ile hesaplanan GSYH hareketleri farklılık gösterir. Dolar fiyatının yıllık artışı ekonominin genel (TL’li) enflasyonunu aşmışsa dolarlı GSYH aşağı çekilir. TL reel olarak değer yitirdiği için… Örneğin ulusal paraya göre büyüyen bir ekonomi, dolar hesabına göre küçülebilir.
Aşağıdaki tabloda kullanılan 2018 millî geliri 779,6 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. 2020 için IMF’nin 649,4 milyar dolarlık öngörüsünü aldım. İki yılda öngörülen yüzde 16,7’lik küçülme, dolar fiyatının bu dönemde ulusal enflasyonu (GSYH deflatörünü) fazlasıyla aşmasına bağlıdır. 2018 için ortalama dolar fiyatı 4,82 TL olarak hesaplanmıştır. IMF’nin 2020 ortalama dolar öngörüsü ise 6,91 TL’dir.
Bank of International Settlements (BIS), ilk on ayın dolar ortalamasını 6,86 TL olarak veriyor. Dolar, yıl sonuna kadar bugünkü fiyatını sürdürürse 2020 millî geliri IMF öngörüsünün de altına inebilecektir.
Tablo, dış kırılganlıklarımızı iki döviz krizi içinde karşılaştırıyor. Bu iki krizi Haziran 2018 ve Eylül 2020 ayları temsil ediyor.
Tablonun kalemlerini inceleyelim.
Toplam dış borçlar
Dış kırılganlıklar açısından Dış borç/GSYH oranında kritik eşik yüzde 50 olarak kabul edilir. Türkiye 2018’de döviz krizine bu eşiğin üzerinde girmişti. İki yıl sonra durum daha bozulmuş; aynı oran yüzde 65’e yaklaşmıştır (Tablo, satır 1).
Bu bozulma, dış borç stokunda (milyar dolar olarak) yüzde 8’i aşan (460,1 → 421,8) düşmeye rağmen gerçekleşmiştir. Türkiye net dış borç ödemiş; ama borç yükü göreli olarak artmıştır. Nedenine yukarıda değindim: Dolarlı millî gelir, döviz krizleri ortamında daha hızlı (%16,7 oranında) daraldığı için…
Kısa vadeli dış borçlar
Dış borçların bileşimi, bazen, toplamından daha önemlidir. Döviz bunalımı içinde dahi, uzun vadeli krediler, “kırpılarak döndürülür”. Kısa vadeli dış borçların (KVDB’nin) düzeyi ve millî gelirdeki oranı ise endişe kaynağıdır. 2018- 2020 arasında KVDB toplamı (milyar dolar olarak) yükselmiş (125,7 → 134,0); GSYH içindeki oranı da yüzde 20,6’ya çıkmıştır (satır 2).
Bu tür ortamlarda kritik bir güvence, merkez bankası döviz rezervlerinin kısa vadeli borçları karşılayacak düzeyde olmasıdır. Rezerv/KVDB oranının %100 eşiğini aşması önemlidir. TCMB’nin brüt rezervleri 2016’dan bu yana bu eşiğin altında seyretmektedir. İncelediğimiz ilk döviz krizinde yüzde 60,1 oranına inmişti; 2020’de ise dramatik bir düşme (%31,7) söz konusudur (satır 3).
Mart 2018’den bu yana TCMB brüt rezervleri erimektedir; Kasım’da 42 milyar doların altına inmiştir. Dahası, brüt rezervler TCMB’nin “emaneten” tuttuğu bankaların karşılık oranlarını, kısa vadeli borçlarını da içerir. Bunlar ve çeşitli “swap”lar ayıklanırsa TCMB’nin net döviz varlığı Kasım 2020’de eksi 48 milyar dolardır.
Şirketlerin net döviz dengesi
AKP iktidarı, 2009’da döviz kazancı olmayan şirketlerin döviz kredilerine izin verdi; “yaren” müteahhitleri bu doğrultuda teşvik etti. On yıl içinde şirketler, dört nala dövizle borçlandılar. Döviz varlıkları ile yükümlükleri (borçları) arasındaki makas, yani net döviz dengesi, 2018’de eksi 218,5 milyar dolara ulaşmıştı. Eylül 2020’ye gelindiğinde şirketler bu dengeyi eksi 165,2 milyar dolara indirdiler.
Bu sayede 2018-2020 arasında Türkiye’nin hafifleyen tek dış kırılganlık göstergesi şirketlerin döviz dengesi/GSYH oranı oldu (satır 4). Ancak bu “başarı”, özel şirketlerin döviz borçları, önemli boyutlarda kamu sektörüne aktarılarak gerçekleşti.
Başta üç kamu bankası, dış borçlardaki devletin payı, bu nedenle arttı. Şirketlerin mülkiyeti değil, ama döviz borçları “kamulaştırıldı”. Bu konuyu Sol Portal’da 18 Eylül 2020’de Dış Borçlar ve Kamu Sektörü başlıklı yazıda incelemiştim.
12 aylık dış finansman yükü sürdürülemez
Kısa vadeli dış borçlara 12 ay içinde vadesi gelecek tüm krediler eklenir; millî gelirdeki payı bir kırılganlık ölçütü olarak görülür. Tabloda satır 5 bu oranı veriyor; 2018- 2020 arasında 5 puanın üzerinde arttığını belirtiyor. Üstelik bu makas iki yıl arasında açılmıştır. Orta-uzun vadeli dış borçların 12 ay içinde yenilenme/döndürülme oranları, bugünkü ortamda büyük önem taşımaktadır.
Ancak bu ölçüt 12 ay içindeki dış finansman yükünün tümünü içermez. Aynı sürede gerçekleşmesi öngörülen cari işlem açığı da eklenmelidir. Tabloda bu ölçüt, 12 ay: Dış finansman/GSYH olarak adlandırıldı (satır 6). 2018-2020 arasında 10 puana yaklaşan artış dikkat çekicidir.
2018’de dış finansman yükü, vadesi gelen dış yükümlülüklerin (sütun 1 satır 5’in) altındadır. Ekonomi sonraki on iki ayda 1.5 milyar cari işlem fazlası verdiği; dış finansman yükü bu nedenle hafiflediği için…
Heyhat! 2020’ye (sütun 2, satır 6’ya) geldiğimizde, bu olumlu katkı yok oldu. Yapısal iktisadî hastalık geri geldi; ekonomi son on iki ayda 27,5 milyar dolar cari açık verdi. Bu dış açık düzeyinin sonraki aylarda artmadan süregeleceğini varsaydım. Bu zorunlu eklentiyle Türkiye ekonomisinin 12 ay sonraki dış finansman yükü, iki yıl içinde dolar olarak 178 milyardan 210 milyara, GSYH’nın üçte birine tırmanmaktadır.
Olağan-dışı döviz kaynağı gelmezse sürdürülemeyecek bir yük… Kamu varlıklarını Katar’a satarak çözemezsiniz… “Sıcak para akbabaları”, TL yatırımlarını ucuza dolara çevirip on ayda 13 milyar dolar çıkardılar. Son iki haftada dolarlarını bir lira fazlasına aynı kağıtlara yatırıp borsaya 1,5 milyar dolar getirdiler; dövizi bir nebze ucuzlattılar. Aynı hızla çıkarlar; çare olamaz…
Türkiye bu yolun sonundadır: Ya, gerçek bir IMF programı içinde kemer sıkma; en az iki yıl daha küçülme… Ya da ödemeler dengesi krizi; ithalat tıkanması; artan yoksullaşma…
Temmuz-Eylül döneminde hem “büyümede dünya rekoru” kırıldı; hem de bu yazıda incelenen kırılganlıklar sürdürülemez eşiğe tırmandı. Son üç yılda iktidarın yarattığı krizlerin maliyetini halkımız ödemektedir; ödeyecektir.
USDTRY kuru, salı gecesini çarşambaya bağlayan sessiz vakitlerde sert bir yükseliş kaydetti. Seçimden sonra kur üzerinde kamu otoritesinin var olan ‘görünmez elinin’ bir miktar da olsa gevşediğine şahit olup, kurun her gün %1 civarında kontrollü yükselişine hep birlikte tanıklık etmiştik. Akabinde, çarşamba sabahına USDTRY kurunun yaklaşık olarak %8 civarında yükselişle başlaması ve 23,30 seviyelerine yaklaşması ile piyasada bir miktar panik havası oluşurken, hareketi anlatma hatta açıklama isteğinin de arttığını görüyoruz.
Öncelikle, USDTRY kurunda yaşanan sert yükselişi “Japon ev hanımı” olarak adlandırılan Uridashi (yüksek faize yatırım yapan Japon yatırımcılar) tarafından zarar kes çalıştırarak tetiklediği konusunda irrasyonel yorumlara katılmadığımı belirtmek isteriz. Sayıların dili ile konuşursak, yurtdışı yerleşiklerin Türkiye varlıklarında pozisyonlanması çok cılız: Türk hisse senetlerinde son veriler ile 21,5 milyar ; tahvilde ise 22,6 milyar TL pozisyonları var. Yani her ikisini toplasan 2 milyar dolar bile etmiyor!
Bu minvalde, yaşanan sert harekete anlam katmaktansa, bunun bir ‘gereklilik’ olduğunu biz bültenlerimizde her gün usanmadan siz değeri okurlarımıza izah etmeye çalıştık. Bir kez daha ifade etmemiz gerekirse, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide, hem kur hem de faiz birlikte kontrol edilmez! Eğer Türkiye kararını faizden yana kullandıysa, kurun da artık ait olduğu yere hareketlenme zamanı çoktan gelmiştir. Neden şimdi diye sorarsanız, seçim kazanılmış, maksat hasıl olmuştur şeklinde kıssadan hisse olarak yorumlayabiliriz.
Özelinde ise, kamunun kuru baskılayacak gücünün artık kalmadığını her geçen hafta açıklanan analitik bilanço verileri ile siz değerli okurlarımız dikkatine getiriyoruz. Dönelim düne. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama yaşanan sert hareket Kabine’nin ilk toplantısından sonra gerçekleşti! Uzun bir süredir baskılanan kur ve faizin ekonomide yarattığı dengesizlikleri düzeltmek adında, ekonomide dengelenme sürecinin filizlerinin atıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ekonominin bir an önce soğuması gerekiyor ki, dış ticaret açığı kapansın, dövize olan talep de hızlı bir şekilde azalasın. Keza, TL’nin oldukça güçlü bir seyir izlemesi, beraberinde hem Türk sanayiciyi hem de turizmciyi çok zorlamaya başladı. Öyle ki içerde üretmek, ithal etmekten daha pahalı hâle geldiğini işitiyoruz. Bu şekilde, yılın ilk 5 ayında da dış ticaret açığının 56,1 milyar dolar ile rekor kırmasına da şaşırmamak gerekiyor!
Dengelenme sürecinde kurun çok da süratli bir rol üstleneceğini daha önce sizlerle paylaşmıştık. Mart 2024 yerel seçimlere gitmeden ekonomide var olan dengesizliklerin bir an önce giderilmesi gerekiyor. Elbette sürecin yumuşak bir iniş tarzında olmayacağını da peşinen not düşelim. En basit yorum ile anomali (kural dışı) dönemde hastaya verilen bir avuç ilacın bir çırpıda kesilmesi kolay bir süreç olmasa da, uzaması da iyileşme sürecini sekteye uğratacaktır.
USDTRY kuru için “Bu âşk fazla sana” başlıklı analizimizde de dile getirdiğimiz üzere, enflasyonun doğru ölçülemedi görüşünden hareketle, kurun tam olarak denge noktasına nerede ulaşacağını bilemediğimiz gibi, 24-25 aralığını makul bir seviye olarak öngörüyoruz. Bu seviyelere yaklaşıldığı zaman, TCMB’nin de 22 Haziran’da düzenleyeceği olağan PPK toplantısını ile devreye gireceğini, faiz silahını çekerek dengelenme sürecine dâhil olacağını düşünüyoruz. Politika faizinde bir artış ihtimalini tamamen devre dışı bırakmasam da, eksi tecrübelerimden hareketle, geç likidite penceresi (ceza faizi) veya faiz koridorunun üst bandı (borç verme) faiz oranlarını piyasada iş gören faiz oranlarının seviyesine çekileceğini düşünüyorum. Böylelikle, ekonomiye yol göstermekte geride kalan TCMB, kaybettiği kredibilitesini de yavaş da olsa geri kazanacaktır.
Kurun ve faizin beraber yükselmesi, dış ticaret açığında her ay manşetleri süsleyen rekor söylemlerini otomatikman ortadan kaldıracağı gibi, TCMB’nin faizleri yükseltmesi de tıkalı kredi kanallarının açılmasına (belki biraz daha yüksek bir faiz ile) olanak sağlayacaktır. Bu denkleme yurtiçi yerleşikler ne zaman döviz satarak dâhil olur ya da Londra piyasasının için ne zaman döviz sat TL varlıklara gir yönünde ‘gıdıklanır’ bunu biraz da izlenecek yol haritası ve tesis edilecek güven ortamı sağlayacaktır. Bu noktada Mehmet Şimşek ve ekonomi yönetimine büyük bir rol düştüğünü düşünüyoruz. Şimşek dün yaptığı açıklamada, “kurallara dayalı politika oluşturma sözümüzü teyit ediyoruz” diyerek kurun piyasa şartları altında belirleneceğinin altını çizerken, ekibini güçlendirilip güvenilir bir program yazılacağı vurgulandı.
Dün yaşanan sert kur hareketi ardından TCMB’nin duruş değişikliği analitik bilançosuna da hemen yansıdı. Aşağıdaki grafikte görülebileceği üzere, 2, 5 ve 6 Haziran tarihini kapsayan rakamlara göre, TCMB’nin swap hariç net pozisyonu toplamda 3,1 milyar dolar artış kaydetti. Bunu elbette TCMB döviz alıyor şeklinde okumamak gerekiyor: ihracattan gelen dövizler rezervleri yukarı itti.
Türk insanının barometresi mâlum döviz kuru. Döviz kurunun sağlıklı bir zeminde ilerleyerek olması gereken yere doğru gitmesine paralel, alternatif piyasalar da dün hareketli bir seyir izledi. Türkiye’nin 5 yıl vadeli CDS risk primi 477 baz puan seviyesine gelirken, Türkiye’nin dolar cinsi eurobondlarının getirileri dün günü dinlenerek geçirdi. Öte yandan, normalleşmeyi kutlayan hisse senedi piyasalarında ise ana endeks %3,2 ; bankacılık endeksi ise %2,4 yükseldi. Her ne kadar yükselecek olan faizler hisse senetleri için iyi bir haber olmasa da, kur artışı döviz bazında gelirleri olan ve ucuzlayan hisse senetlerine alım getirdiğini düşünüyoruz. Momentum şimdilik güçlü, biz de arıza çıkarmayarak takip edelim.
Yurtdışı cephede ise hava bir gün iyi bir gün tatsız. Önemli bir veri yokluğunda yaz sakinliğinin yaşanmasını beklerken, Rus-Ukrayna savaşında, Rusya güçlerinin Kherson yakınlarında bulunan ve Zaporijya nükleer santralini besleyen Kakhovka Hidroelektrik Santrali’ni vurduğunu ve barajın çöktüğü haberi gözlerin yeniden bölgeye çevrilmesine neden oldu. Tarımsal arazilerin su altında kalabileceği korkusu ile buğday fiyatının bu hafta oldukça dalgalı bir seyir izlediğini de not edelim.
ABD’nin sermaye piyasaları düzenleme kurumu SEC, Binance ve CEO’su Changpeng Zhao’ya “yalanlar ağı” işlettiği iddiasıyla dava açması ardından, bir diğer önemli kripto para borsası olan Coinbase’e de dava açtı. Uzun süredir düzenleme kapsamında olmayan kripto piyasasının çarpıcı şekilde değişebileceğini okuyoruz. Direnişin parası bitcoin uzun bir süre 28bin dolar teknik seviyesinde bulunan direnci aşamaması ardından son gelişmeler sonrasında 26bin dolar seviyesine kadar geriledi. 28bin dolar üzerinde güçlü bir aylık kapanış görmeden, bitcoini bir müddet unutacağız.
FED’in 13-14 Haziran tarihindeki olağan toplantısında, bir yılı aşkın bir süredir ilk kez faiz oranlarını artırmayacağı ihtimaline vadeli işlemler %71 olasılık tanırken, ekonominin dirençli kalmaya devam etmesine paralel sene bitmeden bir kez daha faiz artırımı görebileceğimiz yönünde beklenti de keyifleri kaçırıyor. Hatta, Kanada Merkez Bankası’nın dün sürpriz nitelikteki 25 baz puanlık faiz artırımı da küresel risk iştahını olumsuz etkiledi!
Bu minvalde, dolar endeksi (DXY) önemli bir değişim göstermeyerek 104 seviyelerinde yatay bir seyir izlese de, doların piyasa faizi olan 10 yıllık tahvillerde son günlerde yaşanan 25 baz puan yükseliş, faiz getirisi olmayan altın üzerinde baskı kurdu. Dün gün içerisinde altının önemli bir teknik seviye olan 1,965 doları test etmesi ardından adeta kırmızı kart görerek 1,940 dolar seviyesine kadar sert gerilediğine şahit olduk. Teknik mânâda haftalık kapanışı görmek istesek de, 1,965 dolar seviyesinin altında olası bir kapanış durumunda daha da aşağıda 1,900 dolar seviyesine varan bir geri çekilme bizleri şaşırmayacaktır (bakınız grafik). Gram altın ise USDTRY kurunun amansız yükselişi ile 1,460 TL seviyelerine yükselerek rekorunu bir adım daha kuzeye taşıdı. Gram altın ile ilgili olumlu yorumumuzu bir müddet daha korumaya devam edeceğiz.
ABD borsaları teknoloji hisseleri önderliğinde geceyi düşüşle tamamlarken, yeni gün başlangıcında Asya borsalarında da hava tatsız görünüyor. Mali piyasaların gündeminde bugün her hafta Perşembe günü olduğu üzere TCMB ve BDDK verilerini irdeleyeceğiz. Dışarıda ise ABD’de açıklanacak haftalık işsizlik maaşı başvurularına bakacağız.
>TCMB Swap Hariç Net Rezervler
Sert kur hareketi ardından TCMB’nin duruş değişikliği analitik bilançosuna da hemen yansıdı. 2, 5 ve 6 Haziran tarihini kapsayan rakamlara göre, TCMB’nin swap hariç net pozisyonu toplamda 3,1 milyar dolar artış kaydetti. Bunu TCMB döviz alıyor şeklinde okumamak gerekiyor (ihracattan gelen dövizler rezervi yukarı itti).
>XAUUSD
Dün gün içinde 1,965 doları bir kez daha test etmesi ardından adeta kırmızı kart görerek soluğu 1,940 dolar seviyesinde aldı. Teknik mânâda haftalık kapanışı görmek istesek de, 1,965 dolar seviyesinin altında olası bir kapanış durumunda daha da aşağıda 1,900 dolar seviyesi gündeme gelecektir.
>Gram Altın
Slogan yıllardır hiç değişmedi: her çeyrek daha da yukarı…
ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu (SEC), kripto para borsası Coinbase’e kural ihlalleri gerekçesiyle dava açtı. SEC’ten yapılan açıklamada, platformunu kayıtsız bir menkul kıymetler borsası, broker ve takas ajansı olarak işletmesi sebebiyle Coinbase’e dava açıldığı belirtildi.
Yapılan şikayete göre, Coinbase’in en az 2009’dan bu yana kripto varlık menkul kıymetlerinin alım satımını yasa dışı bir şekilde kolaylaştırarak milyarlarca dolar kazandığına işaret edilen açıklamada, SEC’in, Coinbase’in yasaların gerektirdiği şekilde Komisyona bu işlevlerin hiçbirini kaydetmeden bir borsa, broker ve takas ajansının geleneksel hizmetlerini iç içe geçirdiğini iddia ettiği aktarıldı.
Açıklamada, SEC’in belirli kripto para birimlerini elinde tutarken ödül kazanmanın bir yolu olan “SaaS” programıyla bağlantılı olarak menkul kıymetlerin arzı ve satışını kaydetmediği için de Coinbase’i suçladığı kaydedildi.
BİNANCE’E DE DAVA AÇILMIŞTI
SEC, dün de diğer bir kripto para borsası Binance’in kuruluşları ile şirketin kurucusu Changpeng Zhao’ya 13 suçlamayla dava açtığını açıklamıştı.
Suçlamalar arasında kayıt dışı borsaların ve takas acentelerinin işletilmesi, Binance.US platformunda alım satım kontrolleri ve gözetiminin yanlış beyan edilmesi ile menkul kıymetlerin kayıt dışı arzı ve satışı gibi menkul kıymetler yasaları ihlallerinin yer aldığı kaydedilmişti.
85 milyon TL ve 1 milyon Euro’luk ‘Forex’ vurgununda ikinci dalga operasyonu: 11 gözaltı
Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nce ‘Forex’ yatırımı adı altında müşterilerini toplam 85 milyon TL ve 1 milyon Euro dolandıran şüphelilere yönelik ikinci dalga operasyonu gerçekleştirildi. 5 ilde eş zamanlı yürütülen operasyonda 11 şüpheli gözaltına alındı. Ocak ayındaki ilk dalga operasyonunda ise yakalanan 6 kişiden 5’i tutuklandı.
Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nce Ankara, Aydın, İzmir, Antalya ve Muğla illerinde ‘Forex‘ yatırımı adı altında Sermaye Piyasası Kurulu’ndan izinli faaliyet gösterdiklerini öne sürerek aylık yüzde 25-50 kar vaadiyle yatırımcılardan para topladıkları ve geri ödemedikleri belirlenen şüphelilere yönelik operasyon düzenledi. Bu şekilde yatırımcılardan toplam 85 milyon TL ve 1 milyon Euro’luk vurgun yaptığı belirlenen şüphelilere yönelik teknik ve fiziki takibin ardından ilk operasyon 25 Ocak’ta düzenlendi. Gözaltına alınan 6 şüpheliden 5’i tutuklandı.
İKİNCİ DALGA OPERASYONDA 11 GÖZALTI
Soruşturmada ikinci dalga operasyon ise bugün gerçekleştirildi. Adresleri belirlenen 11 şüpheli, eş zamanlı operasyonlarla yakalanarak gözaltına alındı. Şüphelilerin emniyetteki işlemleri sürdürülüyor. Şüphelilere ait konut ve işyerlerinde yapılan aramalarda 1 yarı otomatik makinalı tabanca, 1 ruhsatsız tabanca, 2 pompalı tüfek ele geçirildi.
Şüphelilere ait şirketler hakkında yapılan incelemede; Sermaye Piyasası Kurulu’ndan yatırım izinlerinin olmadığı, yatırımcılar tarafından şirket hesaplarına gönderilen paraların büyük kısmının şüphelilerin şahıs hesaplarına gönderildiği, elde ettikleri haksız kazanç ile Antalya’da deniz manzaralı lüks bina inşa ettirerek daireleri paylaştıkları, lüks araçlar edinerek haksız zenginleştikleri, sisteme katılan kişi sayısı doygunluğa ulaştıktan sonra kar payı vermeyi bırakarak açmış oldukları ofisleri kapattıkları, ikamet adreslerini ve telefon numaralı değiştirerek mağdurların kendilerine ulaşmasını önledikleri tespit edildi.
Notice: date_default_timezone_set(): Timezone ID 'UTC+3' is invalid in /home/maviatlas/public_html/wp-content/plugins/notice-bar-old/inc/frontend/front-notice-bar.php on line 27