Connect with us

EKONOMİ

Jeremy Rifkin: “Türkiye Akdeniz Havzasındaki Diğer Ülkeleri Harekete Geçirebilir”

Yayınlanma:

|

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı Jeremy Rifkin, CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması’nda”; “Türkiye’de genç bir kuşak var. Bu büyük dönüşümü, üçüncü sanayi devrimine dönüşümü başlayıp gerçekleştirebilirler. Akdeniz ekosisteminden bahsediyoruz. Türkiye, Akdeniz havzasındaki 22 ülkeyle bir araya gelip, ortak bir yönetişim kurmak durumunda. Çünkü burada olan her şey herkesi etkiliyor. Akdeniz’de olan her şey buradaki her toplumu etkiliyor. Bu da Akdeniz havzasında iş birliği yapacak yeni kuşaklar gerektiriyor. Türkiye, Asya ve Avrupa arasında bir köprü. Türkiye, üç kıtanın ortasında bir merkez. Türkiye aslında lider bir harekete geçirici. Akdeniz havzasındaki diğer ülkeleri harekete geçirebilir. İklim değişikliğini ele alarak bunu yapabilir. Ancak Türkiye dünyada en çok risk altında olan topraklardan birine sahip. Türkiye bu konuda liderlik edebilir. Türkiye bir G20 ülkesi ve üniversitelerinizde müthiş yetenekler var. İş dünyanız da aynı şekilde. Dolayısıyla, Türkiye’yi örnek hâle getirecek yeteneğe, beceriye sahipsiniz. Bunu yaparken Akdeniz havzasındaki diğer ülkelere de ulaşabilirsiniz” diye konuştu.

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması’nda”, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı.

ABD’li yazar, ekonomi ve toplum kuramcısı; CHP Genel Başkan Başdanışmanı Jeremy Rifkin, şunları söyledi:

“BİRLİKTE ÇALIŞIRSAK BAŞARILI OLABİLİRİZ”

“Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ekibiyle çalışıyor olmak benim için çok heyecan verici olacak. Bunu heyecan ile bekliyorum. Bilimsel, teknik ve ekonomik girdi sağlayacağımdan ve Türkiye’nin kapsamlı bir yol haritası oluşturmasına yardımcı olacağım. Sayın Kılıçdaroğlu ülkesini dönüşümden geçirecek. Bu, bir sanayi dönüşümü ve sıfır karbon emisyonu içeriyor. Benim ekibim Avrupa Birliği’nde temel mimari görevlerde yol aldı ve aynı şekilde Çin’de. İklim değişikliği gibi konularda da görev aldık. Size katılmak çok güzel. Chicago Üniversitesi’nden ve M.I.T.’ten, değerli ekonomist sayın Acemoğlu ile birlikte çalışıyor olmak mutluluk verecek bana.

Ciddi bir sorunumuz var. Son dönemdeki çalışmalarım bize şunu gösteriyor: Akdeniz’in 22 ülkesi, yani 480 milyon kişi; dünyanın geri kalanından yüzde 20 daha hızla ısınıyor. İklim değişikliği bu bölge için bu anlama geliyor. Dünyanın genelinde en hızlı yağmur azalımı da bu bölgede görülüyor. Türkiye de bu bölgenin bir üyesi. Epeyce önemli bir kısmı yerleşilemez hâle gelecek; eğer bu, bu şekilde devam ederse. Dolayısıyla, burada dramatik bir değişimle karşı karşıyayız. Her Akdeniz ülkesi ve bu ülkeyi yönetenlerin bu konuyu ele almaları gerekiyor. Birlikte çalışırsak, daha geniş bir ölçekte çalışırsak ancak başarılı olabiliriz.

“DAYANIKLILIK ÇAĞI…”

Bu dayanıklılık çağı diyebileceğim bir çağ ve bütün Türk halk halkının dayanışma içinde olması gerekiyor bu yolculukta. Bu, çevreyle alakalı bir şey ama sadece bununla alakalı değil. Bunu akılda tutarak, düşüncemi paylaşmak istiyorum. Böyle bir dönemde yaşıyoruz. Bu bir teori de değil, artık bilimsel bir gerçek. Türkiye’de ve Akdeniz havzasında yaşayanlara olan biteni anlatmak zorunda bile değiliz. Çünkü herkes bunun farkında.

Dolayısıyla, çok ciddi soğuk karlar alıyoruz gezegenimizin birçok yerinde. Aynı zamanda, çok ciddi seller de yaşanıyor. Yaz aylarına geldiğimizde ise susuzluk, sıcaklık ve kıtlıklar yaşanıyor. Sonbaharda ise fırtınalar ve tayfunlar bizi vuruyor. Bunların hepsi bir araya gelerek ekosistemimizi alt üst ediyor. Bu bizim için ciddi bir sorun. Bu yalnızca insan hayatını değil, gezegendeki diğer hayatları da tehdit eden bir gerçek.

“UYANMAMIZ GEREKİYOR”

Başta Z kuşağı olmak üzere, şunu söylemek istiyorum: Biz altıncı dönemin başındayız, aslında. Ve insanlık için önemli bir zaman diliminden geçiyoruz. Daha evvel beş defa; benzer yok oluşlar yaşadık. Altıncısının başındayız… Şimdi karşımızdaki gerçeği olduğu gibi görmemiz ve bir anlamda uyanmamız gerekiyor. Bu neden oluyor? İklim değişiyor. Çünkü, küresel ısınmaya yol açan gazlar salınıyor. Bu gazlar güneşten gelen ışının dünyadan yansımasını engelliyor. Her bir derecelik artış için atmosfer yüzde 7 daha fazla ısı emiyor. Dolayısıyla, daha fazla konsantre bir yağıştan bahsediyoruz.

“TARİHTEKİ BÜYÜK EKONOMİK DEĞİŞİKLİKLER NASIL GERÇEKLEŞTİ?”

Ekosistemimiz aslında, gerçek zamanlı olarak çöküyor. AB’nin liderliğinde yeniden çalışmaya başladığımda, şu soruyu sorduk: Tarihteki büyük ekonomik değişiklikler nasıl gerçekleşti. Bunu baz alarak, iklim değişikliğine yanıtlar verecektik çünkü. Tarihte geriye gittiğimizde, 7-8 majör paradigma değişimi yaşanmış ekonomi tarihinde. Hepsinin ortak bir paydası var. Her birinde önündeki süreci yeniden tanımlayan teknolojiler ortaya çıkmış ve toplumun iletişim tarzını, güç ilişkilerini yeniden tanımlamış. Ekonomik hayatı, sosyal hayatı ve hükümet ilişkilerini değiştirmiş.

Bunlar hangi teknolojiler? Birincisi iletişim devrimi, ikincisi yeni enerji rejimleri, üçüncüsü yeni mobilite ve lojistik. İşte bu üçü yan yana geldiğinde çok sayıda insanın bir araya gelmesine ve iletişim sağlamasına ve güç birliği yapmasına olanak sağlıyor; ekonomide, toplumda ve devlet yaşamında. Bu devrimler bizim yaşam tarzımızı değiştiriyor, hükümetlerimizi değiştiriyor, ekonomimizi nasıl organize ettiğimizi değiştiriyor ve doğa ile ilişkilerimizi değiştiriyor.

“HER ŞEY ŞU ANDA FOSİL YAKITLARA BAĞLI”

İlk Sanayi devrimi… Sonrasında buhar motoru. Sonra iletişim devrimi. Yeni enerji devrimi ortaya çıktı: Kömür. Kömür ile birlikte buhar motoru… İkinci sanayi devrimi, Birleşik Devletler’de ortaya çıktı. Sonra telefonu gördük. Enerji devrimi ise ulaşım devrimi tarafından takip edildi. Yeni fosil yakıtlı motorlar. Dünya Bankası ve IMF ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası yönetişim kurumları karşımıza çıktı. Burada, brent petrolün 147 doların olduğu dönemleri de gördük…. Her şey şu anda fosil yakıtlara bağlı. Kozmetikten gıdaya, gıdadan inşaat malzemelerine, oradan ısınma ve aydınlanmaya kadar her şey fosil yakıtlarla sağlanıyor. Tam da böyle bir durumda, Rusya Ukrayna’yı işgal etti. Bu aslında enflasyonu da yükseltti, aynı şekilde fosil yakıtlarla ilgili de sorun yaşamaya başladık. Buradan nereye gideceğiz?

Müsaadenizle sizinle bir hikâye paylaşayım: Angela Merkel, Şansölye olduğunda ‘İlk birkaç hafta zarfında Alman ekonomisini nasıl büyütürüz?’ bağlamında benden yardım istedi. Ben de Şansölyeye şunu sordum: ‘İşletmeleriniz, ikinci sanayi devrimine bağımlı yaşarken nasıl yapacaksınız?’ 10 yıl öncesinden bahsediyorum aslında. Burada işgücü devrimi, finans devrimi, piyasa devrimi gibi şeyler karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar olurken Almanya’nın sahip olduğu altyapı, eski bir altyapıydı. Daha sonra Şansölye ile yaptığımız konuşmalarda AB ve Çin’de yükselen yeni bir sanayi devriminden, iletişim devriminden bahsettik.

“SON 2 YILDA, DÜNYANIN HER TARAFINDA OLAN BİTEN HERKESİ KORKUTTU”

Önümüzdeki 20 yılda güneş ve rüzgâr enerjisini, aynı şekilde okyanusları kullanmaya başlayacağız, küresel enerji üretiminde. Dolayısıyla, milyonlarca insan halihazırda kendi enerjisini üretiyor ve ürettikleri fazlayı da şebekelere satıyorlar. Dünyanın başka bir yerinde geceyken, oraya elektrik satıyorlar. Bu da aslında daha demokratik ve duyarlı bir dünyada yaşamak anlamına geliyor. Bu büyük bir adım. Burada iletişim ve internet ve enerji değişimi eş zamanda yaşanıyor. Bunların üzerine mobilite devrimi de yaşanıyor. Enerji hücresinden kaynaklanan bir değişim de var.

Aynı büyük veriyi, analitik veriyi ve algoritmaları kullanıyoruz. Hem iletişimde hem enerjide hem de sürücüsüz ulaşımda. Tarihin önemli bir dönemindeyiz. İşimizi yapış şeklimiz anlamında büyük değişiklikler getiriyor. Farklı bir dünyada yaşıyor olacağız. Son 2 yılda, dünyanın her tarafında olan biten herkesi korkuttu biliyorsunuz. Ölümden korktuk ama kimse bundan bahsetmiyor.

Çünkü, şunu görmeye başladık: İklim değişikliği bir gerçek ve eski günlere dönme şansımız yok. İnsanlar ne yapacağımız konusunda, bu süreci nasıl yöneteceğimiz konusunda endişelere sahip, korkuya sahip.

“GENÇ KUŞAĞIN PROTESTOLARI TARİHTEKİ DİĞER PROTESTOLARA BENZEMİYOR”

Bu gezegenin zannettiğimizden çok daha güçlü olduğunu görmeye başladık. İnsan türü olarak çok daha küçüğüz ve çok daha az anlamlıyız. Uzun zamandır doğayı kendimize adapte etmeye çalıştık ve bu bizi aslında yıkıma götürdü. Şimdi, şunu öğrenmenin zamanı: Biz kendi türümüzü doğaya adapte etmek ve yeni yollar bulmak zorundayız. Genç kuşaklar ve Z kuşağı; onlar okullardan mezun oluyorlar. Protestolar gerçekleştiriyorlar. Acil durum döneminden geçiyoruz. Hayatımızı organize etme biçimimizin değişmesi gerekiyor. Bu protestolar, tarihteki diğer protestolara benzemiyor. Bunlar farklı. İlk defa, bütün bir kuşak sokağa çıkıp protesto ediyor. Kendilerini tehdit altında yaşayan bir tür olarak görüyorlar ve protestonun zemininde de bu var. Tüm bunlar; ideolojik, dini farklılıklar, ekonomiyi yönetme biçimimiz şöyle bir kenarda duruyor. Bu gençler, bir tür protestosu yapıyorlar.

Türkiye’de ve Akdeniz havzasında yapabileceklerimizle alakalı olumlu şeyler paylaşmak istiyorum. Burada genç kuşak var. Burada, finans kapitalden ekolojik kapitale geçişten bahsediyoruz. Bir çeşit fotosentez gibi. Birincil üretimden bahsediyorum. Burada gayri safi milli hasıla esenliğe harcanıyor ve artık yaşam kalitesi bir gösterge olarak ele alınıyor. Hiper tüketimden çevre dostu bir yaşam kalitesine geçiş söz konusu… İletişim teknolojilerini içeren kobiler var artık. Bu kobiler kullanıcı ağlarını paylaşıyorlar…

“DOĞADAN AYRILMIŞ BİR VARLIK DEĞİLİZ VE DOĞA BİZİM DÜŞMANIMIZ DEĞİL”

Her zaman değişiyoruz. Bilim insanlarımız ‘artık, vücudumuzda yalnız değiliz’ gibi şeyler söylüyorlar… 20 bin gen var. Biz bir ekosistemiz aslında. Bu, genç kuşaklar için son derece rahatlatıcı bir şey. Yalnız olmadıklarını görüyorlar. Doğadan ayrılmış bir varlık değiliz ve doğa bizim düşmanımız değil. Dünyanın her tarafındaki ekonomik sisteme kendilerini dahil ediyorlar. Bu, aslında genç kuşaklar için son derece rahatlatıcı bir şey. Yalnız olmadıklarını görüyorlar. ‘Doğadan ayrılmış bir varlık değiliz ve doğa bizim düşmanımız değil. Biz bu ekosistemin, bu gezegenin bir parçasıyız. Gezegeni, kendi ihtiyaçlarımıza uydurmaya çalışmak yerine kendi türümüzü gezegene uydurmaya başlamanın da zamanı.’

“TÜRKİYE’DEKİ GENÇ KUŞAK BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜ, ÜÇÜNCÜ SANAYİ DEVRİMİNE DÖNÜŞÜMÜ GERÇEKLEŞTİREBİLİR”

Türkiye’deki genç dostlarımızın anlaması gereken şu: Tarih boyunca doğaya adapte olduk, diğer türler gibi sağ kaldık, çoğaldık. Son birkaç yüzyıldır ise doğayı kendimize adapte etmeye çalışıyoruz. Gezegene verdiğimiz zarar ortada. Eski anlayışa dönme zamanı ama bunu sofistike ve derinlikli bir şekilde yapmamız gerekiyor.

Türkiye’de genç bir kuşak var. Bu büyük dönüşümü, üçüncü sanayi devrimine dönüşümüne başlayıp gerçekleştirebilirler. Akdeniz ekosisteminden bahsediyoruz. Türkiye, Akdeniz havzasındaki 22 ülkeyle bir araya gelip, ortak bir yönetişim kurmak durumunda. Çünkü burada olan her şey herkesi etkiliyor. Akdeniz’de olan her şey buradaki her toplumu etkiliyor. Bu da Akdeniz havzasında iş birliği yapacak yeni kuşaklar gerektiriyor.

Türkiye biliyorsunuz, Asya ve Avrupa arasında bir köprü. Türkiye, üç kıtanın ortasında bir merkez. Türkiye aslında lider bir harekete geçirici. Akdeniz havzasındaki diğer ülkeleri harekete geçirebilir. İklim değişikliğini ele alarak bunu yapabilir. Ancak Türkiye dünyada en çok risk altında olan topraklardan birine sahip. Türkiye bu konuda liderlik edebilir. Türkiye bir G20 ülkesi ve üniversitelerinizde müthiş yetenekler var. İş dünyanız da aynı şekilde. Dolayısıyla, Türkiye’yi örnek hâle getirecek yeteneğe, beceriye sahipsiniz. Bunu yaparken Akdeniz havzasındaki diğer ülkelere de ulaşabilirsiniz.

Bu, şöyle bir mesaj da olacak: Biz hepimiz Akdeniz havzasında birlikte yaşıyoruz. Türkiye bu liderliği yaparsa bir pivot rolü oynayabilir. Hem üçüncü sanayi devrimine geçer hem AB’ye yakınlaşır. Türkiye’yi merkez ülke hâline getirmemiz gerekiyor. Avrupa ve Asya’yı birleştiren ve tek kıta hâline getiren bir ülkeden bahsediyoruz. Yeni çağ için işe başlamanın zamanı. Diğer canlılarla uyum içinde yapacağız ve doğayla olan ilişkimizi takdir ederek, minnettarlık duyarak yapacağız. Bu, sadece büyüme değil, esenlik de getirecek bize. Bu şekilde yaşam kalitesini arttıracağız. Bunun için ikinci bir şansımız olmayacak. Bu şimdi yapılmak durumunda. Zamanımız azalıyor ve bu şu anda mümkün.”

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Finansal Çöküşe Giden Yol: Bu 5 Riski Tanıyor musunuz?

Riskleri yok etmek mümkün değildir ama yönetilebilir.
Her kurumun bir risk yönetimi politikası olmalıdır.
Riskler arasında etkileşim olabilir: Örn. likidite krizi sistemik krize dönüşebilir.
Finansal tablolarla ve rasyolarla bu riskler düzenli izlenmelidir.

Yayınlanma:

|

Finans dünyası büyük kazançlar kadar büyük tehlikeleri de içinde barındırır. Bu tehlikeler çoğu zaman görünmezdir ve çoğu yatırımcı, girişimci ya da yönetici fark ettiğinde çok geç olabilir. Oysa bu riskleri önceden tanımak, finansal krizlerden korunmak için en büyük silahtır.

İşte bilmeniz gereken 5 temel finansal risk türü:

1. Kredi Riski: Güvendiğiniz Dağlara Kar Yağabilir

Bir kişi, kurum ya da devlet, size olan borcunu geri ödemezse ne olur? İşte bu durum kredi riskidir.
Bankaların kredi verirken uyguladığı uzun analizler, tahvil alan yatırımcıların yaptığı araştırmalar hep bu riski azaltmak içindir.

📌 Örnek: Bir şirketin vadeli satış yaptığı müşteri iflas ederse, o satış doğrudan zarara dönüşür.

2. Piyasa Riski: Dalgalı Denizde Sabit Duramazsınız

Döviz kurları, faiz oranları, hisse senedi fiyatları ve emtia değerleri sürekli değişir. Bu değişimler, yatırımcılar için kazanç fırsatı olduğu kadar büyük kayıplar da yaratabilir.
İşte bu dalgalanmalardan kaynaklanan zarar riski, piyasa riski olarak adlandırılır.

📌 Örnek: Dolar borcu olan bir şirket, kurun hızla artmasıyla maliyetlerini karşılayamaz hale gelir.

3. Likidite Riski: Elinizde Varlık Var Ama Nakit Yok

Bazı varlıklar vardır ki elinizde olsa bile, anında satılamaz. Satılsa da ciddi değer kaybı yaşanabilir.
Bu durumda karşımıza çıkan risk “likidite riski”dir.
Likidite, bir varlığın ya da şirketin nakde kolay çevrilebilmesiyle ilgilidir.

📌 Örnek: Elinizde milyonluk bir gayrimenkul vardır ama kısa vadede borç ödemeniz gerekiyordur. Satmaya kalktığınızda alıcı bulamazsanız, likidite sorunu yaşarsınız.

4. Sistemik Risk: Zincirleme Çöküş Riski

Finansal sistem iç içe geçmiş bir yapıya sahiptir. Bir kurumun batması, diğerlerini de sürükleyebilir. Bu yayılma etkisi sistemik risk olarak adlandırılır.

📌 Örnek: 2008’de ABD’deki Lehman Brothers’ın iflası, tüm dünyadaki bankacılık sistemini etkiledi ve küresel krizi tetikledi.

5. Temerrüt Riski: Gecikme, Belki de Hiç Ödeme Yok

Kredi riskiyle yakın olan bu kavram, özellikle sabit vadeli ödemelerde ortaya çıkar. Bir borcun vadesinde ödenmemesi ya da hiç ödenmeyeceği endişesi temerrüt riskidir.

📌 Örnek: Bir devlet, ekonomik kriz nedeniyle dış borç faizini ödeyemeyeceğini ilan ederse, yatırımcılar için bu ciddi bir temerrüt riskidir.

Risk Kaçınılmaz Ama Yönetilebilir

Risk olmadan kazanç olmaz. Ancak riskleri tanımadan yapılan her yatırım bir kumardır.
Kurumsal finans, bireysel yatırım ve şirket yönetimi gibi tüm alanlarda, bu 5 riski yönetebilmek hayati önem taşır.

Unutmayın:
🔹 Her risk ölçülebilir.
🔹 Her risk kontrol altına alınabilir.
🔹 Riskin farkında olan, kayıplarını azaltır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.