Murat Şenol
EKONOMİDE YAŞANAN GELİŞMELER VE GELİR DAĞILIMINA OLASI ETKİLERİ

Yayınlanma:
3 yıl önce|
Yazan:
Murat Şenol
Ülkemizde son günlerde uygulanacağı söylenen, adı “Ekonomik Model” mi “ekonomik tercih” mi ya da “ekonomik deney” mi olduğu konusunda farklı görüşler bulunan gelişmelerin bir çok farklı sonuçları olabilecektir. Düşük Faiz, Yüksek Kur, Yüksek Enflasyon, Ucuz Emek, Bozulan Gelir Dağılımı, Otoriteleşen Yönetim şeklinde belirginleşen bu süreçte özellikle 3 ÖNEMLİ konuda geniş kitlelerin daha fazla etkileneceği görülmektedir :
1- ENFLASYON; haklı olarak enflasyonun geniş kesimleri nasıl etkileyeceği çok tartışılmaktadır. Yazılan ve ifade edilenlerin çoğunun da gerçekleşmesi muhtemeldir.
2– DÖVİZ BORÇLARI, özellikle kamunun dövizli borçları nedeniyle sadece son 1,5 ayda dolar kurunun 8.50 den 13.50’e çıkması sonucu oluşacak ilave kur farkı ödemelerinin vatandaşa bütçe yolu ile yansıyacak yükü yaklaşık 3 trilyon TL’dir. 2021 yılı Türk devletinin toplam vergi gelirinin 1.1 trilyon TL olduğu göz önüne alındığında bu tutarın yaklaşık üç yıllık verginin karşılığı olduğu görülecektir. Hazine borcu 180 milyar $, TCMB borçu 27 milyar $, özel sektör borçu 240 milyar $, (Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı) ayrıca 157 milyar $ KOİ Projeleri nedeniyle devlet garantileri vardır! Toplam döviz borçu 604 milyar $, özel sektörün 204 milyar $ döviz borçunu bu tutarın dışında tuttuğumuzda bile kur farkının kamu üzerindeki yükü 1.8 trilyon TL düzeyindedir. Önümüzdeki aylar/yıllarda halkımız bunun olumsuz etkilerini bütçe üzerinde net olarak yaşayacaktır.
3- BOZULAN GELİR DAĞILIMI, bu konu yazımızın esasını teşkil etmektedir. Öncelikle SERVET ve GELİR kavramlarını açıklamak lazım GELİR; belli bir zaman diliminde genellikle yıl içinde elde edilen kazançlar ya da paradır. SERVET ise gelirin harcanmayan kısmından çeşitli biçimlerde ev, araba, banka hesabı, tahvil, altın vb birikimlere dönüşmüş zenginlik demektir.
Ekonomist T. Piketty’in kurduğu İnequality Lab. tarafından bu hafta içinde paylaşılan dünya eşitsizlik raporunun 2021 sonuçlarına göre;
Dünyada en tepedeki %10, küresel SERVETİN %76’sına sahipken, en alttaki %50 bu servetin %2’sine sahiptir. GELİR tarafında ise; en tepedeki %10 gelirin %52’sini elde ederken, en alttaki %50 kesim gelirin %8,5’unu elde etmektedir.
Türkiye’de ise en tepedeki %10 SERVETİN %67,5 sahipken, en alttaki %50 bu servetin %3.7 ‘sine sahiptir. GELİR tarafında ise; en tepedeki %10 gelirin %54.5 elde ederken, en alttaki %50 kesim gelirin %11.9’unu elde etmektedir.
Küresel Servet Raporu
Credit Suisse’in bir başka metota göre yaptırdığı Küresel Servet Raporu çalışmalarına göre de; Türkiye’de en zengin %10’un servetten aldığı pay 2002’de %67.7 iken, 2018’de bu pay %81.2’ye, geri kalan %90 ise servetten aldığı pay 2002 de %32.3’den, 2018’de %18.8’e gelmiştir. Muhtemelen bu oranlar 2020 için daha kötü çıkacaktır. Özellikle son 7-8 yılda bu bozulma daha da hızlanmıştır. Bu bozulmanın en temel iki nedeninin birinin inşaat sektöründeki büyümenin oluşturduğu arsa ve gayrimenkul rantı, diğeri ise son 7-8 yılda kurlarda meydana gelen artışlar olduğunu düşünmekteyim. Bankalardaki gerçek kişilerin 1 milyon TL üzeri mevduatları incelendiğinde toplam 369.000 kişinin bu mevduata sahip olduğu ve bunun da toplam mevduatın % 59’unu oluşturduğu görülecektir. Bu mevduatlarında %65’İ de dövizden oluşmaktadır, kur arttıkça bu kişilerin toplam servetinden aldıkları pay da artmaktadır.
GİNİ Katsayısına göre durum nasıl?
Gelir dağılımındaki adaleti ölçen en bilinen yöntem GİNİ katsayısıdır. Bu sayı 0 Yaklaştığında adaletin, 1’e yaklaştığında da adaletsizliğin oluştuğu bilinmektedir. Servet ile ilgili çok fazla çalışma olmamasına rağmen, dünya üzerindeki servet dağılımının gelir dağılımından çok daha kötü olduğu bilinmektedir; çünkü kişiler harcanabilir gelirleri ne kadar artar ve bunu ne kadar az kullanırsa yıllar içinde harcanmayan bu gelirleri artmakta ve servete dönüşmektedir. Öte yandan geliri düşük olanlar zaten gelirleriyle ancak geçimlerini sağladığından birikimleri daha az ya da hiç olmamaktadır.
Türkiyede son yıllardaki GİNİ katsayısı aşağıdaki gibidir.

Görüleceği üzere 2014’e kadar düzelme eğiliminde olan gelir dağılımı bu yıldan sonra, hızla bozulmaya başlamış (2019 hariç) 2020 de pandemi ile daha da bozulmuştur. Yeni ekonomik tercihler sonrası makro ekonomide yaşanan enflasyon ve kur artışlarının bu süreci daha da bozucu etki yapması muhtemeldir.
Dünyada seçilmiş bazı ülkelerle karşılaştırmalı GİNİ katsayısına bakıldığında da ise ülkemizin gelir eşitsizliği bakımından iyi bir yerde olmadığı görülecektir.

Her ne kadar TUİK tarafından açıklanan verilerin sağlığı konusunda ciddi tereddütler olmasına karşın, 2021 yılı ilk 9 ayında büyüme oranı % 8’e yakın oranda açıklanmıştır. Ancak bu büyümeden geniş halk kesimlerinin gerekli refah artışını hissetmediği, üstelik enflasyon ile durumlarının daha da kötüleştiği gözlemlenmektedir. Özellikle de büyüme kompozisyonunda inşaat ve tarımın daralması ve giderayak Hazine ve Maliye Bakanının da açıklamasında “ücretli kesimin milli gelirden aldığı payı artırmak için gerekli adımlar atılacaktır” diyerek, geniş kesimlerin bu büyümeden pay almadığını da teyit etmiştir.
Enflasyonun Gelir Dağılımı üzerine etkisi
Enflasyon gelir dağılımını bozucu etki yaratmaktadır. Üstelik resmi olarak açıklanan enflasyon ile hissedilen enflasyon arasında neredeyse iki katı fark olunca ve açıklanan enflasyona göre, sabit gelirli işçi, memur ve emekli maaş artışı olunca aradaki fark kadar bu kesim gelirden daha az pay alırken sermaye, rant geliri elde eden kesimler daha fazla pay alarak gelir dağılımını daha da bozmaktadır. Nitekim bazı kesimler enflasyonu gelirlerine aynı oranda hatta daha fazla yansıtabilirken sabit gelirlilerin bu şansı olamamaktadır.
Yeni Ekonomik model neyi hedefliyor?
Uygulanmak istenen “ekonomik tercihlerin” esası, TL’nin değerini düşürerek, ihracata dayalı, kitlelerin satın alma güçlerini azaltıcı, iç talebi kısan, dış talebi arttıran, cari açığı kapatarak fazla verilmesi üzerinedir. TL değerinin düşmesi, Türk varlıklarının ve emeğinin ucuzlaması sonucu doğrudan sermaye gelecek (eğer gelebilirse) ve sistem yeni bir denge oluşturacaktır. Bu ekonomik tercihin Gelir Dağılımını düzeltici değil tam tersi, bozucu etkisi olacaktır. Bu tercihlerin öngörüldüğü şekilde başarılı olması ancak ücretleri gerçek anlamda enflasyonun altında tutmakla mümkündür. Sermaye yoğun olmayan, emek yoğun bir ihracat yapısının olduğu ülkemizde ücretlerin erimesi sonucu oluşabilecek ihracat avantajı gelir dağılımını bozucu etki yapacaktır.
Öte yandan 23.11.2021 tarihli haberturk.com sitesinde yayınlanan bir yazıya göre Türkiyede 1 milyon TL üzeri DHT mevduatı olan 73.000 kişi vardır (bu rakam tahminidir keza açıklanan veriler bankalardaki hesap adetidir, aynı kişinin farklı bankalarda hesabı olabilir, en iyi ihtimalle bu sayı 100.000 civarındadır) Bu kişilerin ve son dönemde borsadaki hızlı artıştan faydalanan yüksek tutarda hisseleri olanların varlıkları hızla artarken, Bankalarda Kredili Mevduat Hesabı ( KMH ) ve Tüketici Kredi kullanan yaklaşık 18 milyon kişi ise önümüzdeki yüksek enflasyon döneminde daha fazla kredi kullanarak GİNİ katsayısının artmasına sebep olacaktır.
Pandeminin etkisi ne olur?
Pandemi salgını ile birlikte dünyada bir çok ülkede çalışanlara doğrudan destekler verilerek eşitsizliklerin kısmen düzeltilmeye çalışıldı oysa ülkemizde bu tür destekler yerine KGF destekli krediler verilerek kısa süreli çözüm bulunmaya çalışıldı. Pandeminin tüm dünyada olduğu gibi, zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan sonuçlarına ilave, önümüzdeki yıllarda ülkemizde kur artışlarının yaratacağı enflasyonist etkiler, gerçek enflasyon karşısında asgari ücrete ilişkin artışların ve ekonomik durgunluk beklentilerinin sebep olacağı işten çıkarmalar vb. konuların gelir dağılımını daha da bozacak yeni dengeler oluşturulması muhtemeldir.
Daha da bozulacak gelir dağılımının toplumda yaratacağı sosyal huzursuzluklar ise iktidarın otoriter uygulamaları ile yönetilmeye çalışılacaktır nitekim konunun MGK’da ele alınarak bir tür “ulusal güvenlik” çerçevesinde görülmesi konuyu daha anlaşılır hale getirmektedir. Bir tür ekonomik kurtuluş savaşı veriliyor izlenimi oluşturularak da toplumun bozulacak bu gelir dağılımı sonuçlarının kabul etmesi beklenmektedir.
Murat Şenol – Ekonomist
İlginizi Çekebilir
-
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ VE BANKA ÖZEL EMEKLİ SANDIK VERİLERİ
-
Erol TAŞDELEN yazdı: YILIN SON ÇEREĞİNE BANKACILIK SEKTÖRÜ VE 4 BÜYÜKLER NASIL GİRDİ?
-
TİCARİ YASAKLAR FİRMALARI ‘ŞAK’ DİYE DURDURABİLİR
-
BANKALARDA KOBİ DIŞI TİCARİ KREDİLER NİÇİN DURDU?
-
BANKALARIN NET KARLILIĞI 10 AYDA % 409 ARTTI
-
YANLIŞ KARARLAR YATIRIMCIYI VURDU
-
MERKEZ BANKASI BANKALARIN YÜKSEK ÜCRET VE KOMİSYONLARINA MÜDAHALE ETMELİ
GÜNCEL
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ VE BANKA ÖZEL EMEKLİ SANDIK VERİLERİ

Yayınlanma:
2 ay önce|
16/03/2025Yazan:
Murat Şenol
Dünyada, sağlık, yaşam koşulları, beslenme, teknoloji ve tıp bilimindeki gelişmeler ortalama yaşam süresini arttırdıkça sosyal güvenlik sistemi açıkları ve sorunları artmakta, devletlerin, bu konu üzerinde daha çok düşünmeye ve kamu bütçelerinden daha fazla kaynak ayırmaları zorunlu hale gelmektedir. Elbette sürecin başında doğru kurgular yapabilen devletler, her geçen gün yönetilmesi zorlaşan sosyal güvenlik sorunları karşısında daha rahat hareket edebilirken, bazı ülkelerdeki sosyal güvenlik açıkları çığ gibi büyümeye devam etmektedir.
Ülkemizde de ortalama ömür artarken, siyasi saiklerle kabul edilen “EYT” adı verilen uygulama hayata geçirilmiş ve Aktüeryal dengeler daha da bozulmuştur. Buna rağmen garip bir şekilde sosyal güvenlik açıkları büyümemiş ve emeklilik sisteminin bütçe üzerindeki yükü daha da hafiflemiştir. Emeklilerin sayısı hızla artmasına karşın bütçeden yeterli ve gerekli destek sağlanamadığından emeklilerin maaşları da reel olarak azalmış ve yaşam koşulları daha da kötüleşmiştir.
Görüldüğü üzere 2020’de %17.2’ye çıkan bütçeden emekliler için sosyal güvenlik sistemine yapılan transferler, 2024’de %9.9’a kadar düşmüştür. EYT uygulamasına rağmen 2020 ile karşılaştırıldığında emeklilere bütçeden yapılan destek oransal olarak neredeyse yarı yarıya azalmıştır.
Öte yandan sosyal güvenlik sistemimizde 506 sayılı SSK’nın geçici 20. maddesine göre kurulan ve dördüncü kol olarak adlandırılan banka özel sosyal güvenlik sandıklarının hak sahipleri de bu kötü durumdan etkilenmektedir. Son olarak devir tarihini belirleme yetkisi Cumhurbaşkanına bırakılan bu sandıkların mali yapıları ile ilgili belirsizlikler devam etmektedir. Cumhurbaşkanı bu yetkisini yıllardır kullanmadığı gibi kamu otoritelerince yapılan denetimlerin içeriği hakkında da hak sahipleri bilgilendirilmemektedir. Bu denetim sonuçlarının mutlak surette hak sahiplerince incelenmesi ve kamu oyuna açık hale gelebilmelidir.
İlgili bankalar her yıl sonunda KAP(Kamu Aydınlatma Platformu) yayınladıkları yıllık finansal faaliyet raporlarında özel aktüeryallardan hizmet almakta ve içeriği açıklanmadığı için bilinmeyen hesaplamalar yapmaktadırlar. Bu hesaplamalarda sandık yükümlülük hesaplarını baz teşkil eden Aktüeryal oranlar, temel varsayımlar, tahminler, devir tarihindeki belirsizlik ve peşin diğer hesabında kullanılan teknik faiz oranı (%9.8 ) devir hükümlerini düzenleyen kanun çerçevesinde belirlenmiş olup son yıllardaki enflasyon oranları göz önüne alındığında güncelliğini yitirmiştir. Gerçek yükümlülük ve peşin değerler tam olarak hesaplanamamakta, buna rağmen bankalar yine de her yıl KAP’a bildirilen faaliyet raporlarında bu konuda açıklayıcı bilgi ve hesaplamalar yayınlamaktadır. Keza emeklilik ve sağlık yükümlülükleri bankaların en önemli yükümlülük kalemi olduğundan uluslararası standart gereği yayınlamak durumundalar…
3 yıl önce de bu konuda hazırlamış olduğumuz yazı yayınladıktan sonra son durumu görmek açısından tekrar incelediğimizde her ne kadar hesaplamaya baz teşkil eden varsayımlar gerçekçi olmasa bile (ki gerçekçi hesaplama yapılsa durumun çok vahim olacağını düşünüyoruz) bu sandıklar mali yapıları her geçen gün daha da kötüleşmektedir.
SGK’da da son 10 yılda aktif sigortalı sayısı %23.36 artmış iken bağımlı sayısı %1.39 düşmüştür. Aktif/ pasif oranı da 1.92’den 1.61’e düşmüştür. Bu durum SGK’nın yakın geçmişteki EYT uygulaması sonucu olup 2022’de 2.01’e kadar çıkan oran EYT ile birlikte kötüleşerek SGK bütçesini daha da zorlamış, ancak emekli maaşlarındaki reel düşüşler nedeniyle yukarıda da değindiğimiz üzere devlet bütçesini olumsuz etkilememiştir.
Türkiye’de sigortalı nüfus oranı son on yılda %86’dan %90’a çıkmış olup kapsam içindeki nüfus sayısı artmasına, EYT ile bir anda ilave 2 milyon kişiye emekli maaş verilmesine rağmen emeklilere bütçeden ayrılan payın da artması gerekirken üstüne üstük bu pay daha da düşmüş ve emekliler sefalet içinde yaşamaya bırakılmışlardır.
Özel sandıklar bakımından incelediğimizde ise durum çok daha vahimdir. Keza genel sağlık sigortasında aktif/pasif oranı son durum itibariyle 1.61 iken özel sandıklarda bu oran 1.26’dır (2021 de bu oran 1.47 idi). Aktif sigortalı sayısı % 3.6 artarken aylık alanlar % 29.54, Bağımlılar ise %31.56 artmıştır. Çalışan sayısı artışının çok üzerinde emekli olan ve bağımlı sayısı artmaktadır.
Önümüzdeki yıllarda bankacılık teknolojisindeki gelişmeler, sigortalı sayısını arttırmayıp tam tersine düşüreceğinden, emekli olan, aylık alan ve bağımlı sayısı daha da hızla artacak ve aktif pasif oranı 1’e daha da yakınlaşacaktır. Bu durum sandık bilançolarını daha da kötü hale getirecek ve yönetilmelerini zorlaştıracaktır.. Yükümlülük ve peşin değer hesaplamaları da kanun gereği gerçekçi olmayan varsayımlara göre yapıldığından özel banka emekli sandıkları, daha da büyüyen kara delikler haline dönüşecektir.
Yedi büyük bankanın KAP’a bildirdiği faaliyet raporlarından derlediğimiz veriler ve varlık bilgileri aşağıdaki gibidir.
Öncelikle diğer bankalar sağlık ve sağlık dışı yükümlük ve prim bugünkü ve peşin değerler hesaplayıp yayınlarken, Ziraat Bankası bunu yayınlamamaktadır. Garanti Bankası ise varlık dökümlerini her ne sebeple ise diğer bankalar gibi yayınlamadığından, sağlık dışı prim bugünkü değeri de açıklamadığından bazı bilgilere tam olarak ulaşamıyoruz.
Tablo incelendiğinde İş Bankası, Akbank veya YKB karşılık ayırırken, diğer bankalar gerçekçi olmayan varsayımları dikkate alarak teknik fazla olduğunu düşünerek karşılık ayırmamaktadır gerçek bu mudur? Muhtemelen böyle değildir keza gerçekçi varsayımlar ve faiz oranlarıyla hesaplandığı taktirde çok farklı tabloları görmemiz mümkündür.
Garanti bankasının 3 yılda yüksek enflasyona rağmen toplam yükümlülük üzerinde kalan sandık varlığı ancak % 34 artmıştır. Son 1 yılda ise resmi enflasyon % 44.38 olmasına rağmen % 10 azalmıştır. Bunun mutlaka bir izahı vardır ama hak sahipleri bunu bilmiyorlar.. YKB son 1 yılda enflasyonun biraz altında artarken son 3 yılda bankalar içinde Garanti bankası hariç en düşük varlığı artan banka olmuştur. Diğer bankaların varlıkları 1 yıl ve 3 yılda enflasyon üzerinde artmış olup özellikle İş Bankası ve Ziraat Bankası’nın son 3 yıllık artışı, İş Bankası ve Halkbank’ın ise son 1 yıllık artışı dikkat çekicidir.
Genel olarak, mevcut kanuni varsayımlar dahilinde (ki bu varsayımlar gerçekçi değildir) kamu bankaları olan Ziraat ,Halkbank ve Vakıfbank’ın fili ve teknik fazla tutar artış olumlu iken YKB, Akbank ve İş Bankası ise sandık açığı vermekte ve bunun için de karşılık ayırmaktadır. (Bu karşılıkların ne kadar yeterli olduğu kullanılan gerçeği yansıtmayan varsayımların gerçeğe yakınlığına bağlı olarak değişir) Garanti Bankası verileri ise küçük çaplı bir fazlalık vermesine rağmen diğer bankalardan farklı metodoloji uyguladığından sağlıklı bir değerlendirme yapılamamış ve son yıllardaki olumsuz performansı dikkat çekicidir.
4.kol olarak adlandırılan banka özel emeklilik sandıklarının ileride daha büyük sorunlara yol açıp gerek ilgili banka sermayelerinde sorunlara yol açmaması gerekse kamu bütçesine yük olmaması bakımından öncelikle Cumhurbaşkanı yetkisinde olan devir konusunun bir an önce ne yönde kullanılacaksa netleşmesi, yapılan hesaplamaların doğru aktüeryal dengeyi sağlaması bakımından gerçekçi varsayımlarına dayandırılması, kamu otoritelerince yapıldığı düşünülen mali yapı denetim raporlarının hak sahiplerince incelenmesine imkan tanınması, özellikle de bankaların yıllık finansal faaliyet raporlarında yayınladığı verilere baz teşkil eden özel aktüerlerden alınan raporların da ilgili hak sahiplerince incelenmesine açık olması, gelecekte hak kayıplarına meydan verilmemesi ve oluşan açıkların kamu bütçesine yük olmaması bakımından önemlidir.
Murat ŞENOL-Ekonomist
*************
Murat ŞENOL’un konu ile ilgili diğer yazıları:
BANKA ÖZEL SANDIKLARIN SORUNLARI VE SANDIK AÇIKLARI BİRER KARA DELİK Mİ? – BankaVitrini
Dosya : Türkiye’de ‘Özel Sandık sorunu-1 – BankaVitrini
GÜNCEL
TÜM KOŞULLAR ENFLASYONUN ARATACAĞI YÖNÜNDE İKEN ENFLASYON DÜŞECEK Mİ?

Yayınlanma:
1 yıl önce|
29/12/2023Yazan:
Murat Şenol
İktisat literatüründe büyüme ve enflasyon-fiyat istikrarı konusunda öncelik, çoğu zaman enflasyonun düşürülmesi ve fiyat istikrarı yönündedir. Ülkemizde, bu konuda siyasetçiler, önceliği çoğu kez büyüme yönünde kullanmışlardır. Elbette büyüme iyi bir şeydir. Siyasiler de büyümeyi önceleyerek kendilerine rant devşirebilmektedir. Oysa enflasyonun yüksek olduğu bir ekonomide büyümek hem sürdürülebilir değildir, hem de gelir dağılımını bozarak büyük toplumsal sorunlara yol açmakta ve aynı zamanda kurumsal firmaların orta ve uzun vadeli planlamalar yapmasını da zorlaştırmaktadır
Fiyatları genel olarak arz ve talep dengesi belirlemektedir. Arz ve talebi belirleyen de birçok faktör bulunmaktadır. Arz ve talep dışında üretim maliyeti kalemlerindeki fiyat değişiklikleri de enflasyonu artırarak maliyet enflasyonuna yol açmaktadır.
Yakın geçmişte enflasyonun artış nedenlerinden olan bu kalemlerin, 2024 yılında da devam edeceği görülmektedir. Bu artışlar da kaçınılmaz olarak enflasyonu yükseltecek ve muhtemelen TCMB tarafından beklenen %36-40 bandının üzerinde asgari %50 olarak gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Enflasyon oranlarının gerçekte ne olduğu da maalesef ülkemizde ciddi bir tartışma konusudur. Enflasyon sepetinin içeriği TÜİK’in enflasyon metodolojisi ve açıklanan enflasyon oranlarıyla piyasa gerçekleri arasındaki neredeyse 2 katına yakın farklar da, oranların güvenilirliğini ciddi ölçüde zedelemektedir.
2024 yılında enflasyon artışına neden olacak en önemli maliyet kalemleri şu şekildedir.
A- Ücret artışları; Asgari ücret %49 artmış olup muhtemelen memur, emekli maaşlarının da bu civarda artması beklenmektedir. Bu durumda özel sektör de, çalışanların motivasyonunu düşünmek adına, asgari ücret üzeri olan maaşlarda %50’nin altına düşmesi mümkün olmayacaktır. Öte yandan özellikle emek yoğun sektörlerde başta hizmet sektörü, hazır giyim, lojistik ve mobilya sektöründe ücret artışlarının enflasyona geçişi yüksek olacaktır.
B- Finansman maliyetleri; 2022 ve 2023 yılında, faiz oranları yıl ortalaması, enflasyona göre son derece düşük iken 2024’te, artan kredi faizleri, şirketlerin finansal maliyetlerini çok artacağından bunları maliyetlere yedirmemesi mümkün değil. Özellikle özkaynağı zayıf kredi ağırlıklı çalışan firmaların artan kredi maliyetlerini enflasyon artışında önemli bir faktör olacaktır.
C- Ham madde ve enerji maliyetleri; global piyasalarda her ne kadar ham madde ve enerji maliyetleri 2022 yılına göre 2023 yılında düşmüş olsa da, dünyadaki merkez bankalarının faiz indirimine başlamalarıyla birlikte ekonomilerdeki canlanma, talep artış ve jeopolitik risklerin devamı ile birlikte birçok hammadde ve enerji maliyetlerinin artışı kaçınılmazdır.
D- Kur artışı; döviz her ne kadar 2 yıldır baskı altında tutulup TL’nin değerlenmesi sağlanmaya çalışılsa da, kurlarda asgari seviyedeki artışlar, kaçınılmaz olarak ithal hammadde, ara malı ve tüketim mallarında fiyatları arttırıcı etki yapmaya devam edecektir. Burada kurlar baskı altında tutularak enflasyon etkisi azaltılmaya çalışılsa da, sonuçta değerli TL ithalatın artmasına ve ihracatın azalmasına sebep olacak ekonomik dengeleri daha olumsuza çevirme riski taşımaktadır. İhracatı özendirici bir takım teşviklerle ithalata caydırıcı kararlar çok etkili olamamaktadır.
E- ÖTV, harçlar, vergiler ve ceza artışları; yeni yılla birlikte gerek ÖTV, harç ve cezalarda, gerekse diğer vergilerdeki artışlar, maliyetleri arttıracağından enflasyonu arttırıcı etkisi görülecektir.
F- Öne çekilmiş talepler; yüksek enflasyon beklentisiyle öne çekilmiş talepler ve yılın ilk aylarında maaş artışları sonucu artan gelir etkisinin tüketimi artırması sonucu özellikle yılın ilk aylarında yüksek enflasyon etkisi yaratacaktır. Bu nedenle son günlerde ‘mal ve hizmet fiyatları artacak’ diye sosyal medyada tüketim yapın çılgınlığı görülmektedir.
Marketlere baskı yaparak, kur artışını enflasyonun altında tutup TL değerli kılarak, TÜİK verilerinin güvenirliliği konusunda tereddütler oluşturarak, ücretleri arttırıp sonra kısa sürede daha fazlasını geri alarak, vergileri- harçları arttırarak, yüksek enflasyon yaratıp 1990’lı yıllarda olduğu gibi kısır bir döngüye girilen enflasyonu indirmek mümkün görülmemektedir.
Öncelikle fiyat istikrarının büyümenin önünde tutup, kalıcı fiyat istikrarı için enflasyonun düşürülmesi konusunda ‘toplumun tüm kesimlerinin adil bir şekilde faturayı ödemesi’ sağlanmalı. Enflasyonun düşürüleceğine toplumsal bir güven oluşturulması, her zaman söylendiği gibi yapısal reformların bir an önce yapılması, kamuda önemli tasarruf tedbirlerinin alınmasının sağlanması, orta ve uzun vadeli üretim ve yatırım planlaması için gerekli kurumları daha aktif hale getirerek, eşgüdüm içinde hareket etmelerinin sağlanmalıdır.
Oysaki ülkemizde son yıllarda enflasyonun artmasının en önemli nedenlerinden biri de sürekli kısa vadeli kararlar alınmasıdır. Belirlenen politika ve alınan kararlar kısa sürede değiştirilmekte, enflasyonla mücadele edecek kurumların başındaki sorumlular kısa sürede görevden alınmakta, değişen karar ve politikaların, (mesela faizlerin kesinlikle artmayacağı ısrarla söylenirken faizler artmaya başladığında) tamamen farklı yön değişikliğinin nedeninin ilgililerce topluma anlatılmamaktadır.
Hemen hemen tüm koşulların, enflasyonun artışı yönünde olduğu bir zeminde, enflasyonu gerçekten düşürebilmek çok büyük başarı olacaktır, zor ama umarız hep beraber yaşayıp görürüz.
Murat ŞENOL – Ekonomist
EKONOMİ
Yüksek Enflasyon-Yüksek Faiz Dönemine Geçişte Firmaların Kredi Kullanımları Zorlaşacak

Yayınlanma:
2 yıl önce|
01/11/2023Yazan:
Murat Şenol
Türkiye’de yüksek enflasyon, 1978 yılından itibaren kronik şekilde kendini göstermeye başlamış ve 2003 yılına kadar 25 yıl boyunca ülkenin en önemli gündem maddelerinden olmuştur. 2002 yılından itibaren IMF programının uygulanması, yapısal reformlar ve iktidarın Kemal Derviş ile başlatılan programa uygun hareket etmesi sonucu enflasyon 2021 yılına kadar, OECD ortalamasına göre yine yüksek olmasına rağmen ülkemiz standartlarına göre daha makul seviyelerde gerçekleşmişti.
2003 ÖNCESİ DURUM
2003 öncesi firmalara kullandırılan banka kredileri nispeten düşük oranlarda iken tüketici kredileri ise neredeyse yok denecek düşük seviyelerde idi, bankalar ağırlıklı biçimde Devlet Tahvili ve Bonolarını alarak devlete borç vermekteydi, YÜKSEK ENFLASYON-YÜKSEK FAİZ olan bu dönemde bankaların kredi riskleri kamu bankalarınca verilen siyasi nitelikteki krediler ve özel bankalarda hissedarların grup şirketlerine kullandırdığı kredileri saymazsak, yüksek faize rağmen, bilançolardaki payı düşük olduğundan göreceli olarak daha kolay yönetilmekteydi. Kredi verenin memnun, ama alanın az olduğu bir dönem olmuştur.
2003-21 DÖNEMİ
2003-2021 döneminde DÜŞÜK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ döneminde, ekonomideki büyüme paralelinde, düşük faiz oranlarının etkisi ile bankaların başta Konut Kredileri olmak üzere Tüketici Kredileri ve Kredi Kartları ile Ticari nitelikteki işletme kredileri ve KOBİ kredileri hızla artmış mevduat/kredi oranı dönem içinde % 150’leri bulmuş, döviz kredileri, yatırım kredileri her türlü kredi kullanımı artmış ve firma bilançolarında kredi/özkaynak oranları çok yükselmiş, artık ekonomideki büyüme krediye bağımlı hale gelmeye başlamış, hatta kredi hacimlerinin düştüğü dönemlerde ekonomide de aynı paralelde düşme eğilimi göstermiştir. Firmalar özkaynaklarını büyütmek yerine ucuz banka kredileri ile iş hacimlerini büyütmeyi tercih etmişlerdir. Bireyler ise her türlü ihtiyacını kerdi kartı ve tüketici kredileri ile karşılamaya yönelmiştir. Alanın memnun, satanın memnun olduğu bir dönem yaşanmıştır.
2021 SONRASI DÖNEM
2021 yılı ikinci yarısından itibaren YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ dönemine geçilmiş, uygulanan negatif reel faiz politikası, faizleri düşürmüş, firma borçlanma maliyetlerinin düşürülmesi sonucu büyüme oranları ve firma karlara artmış, KKM ürünü, sabit gelirlilere uygulanan ücret politikası, gerçek enflasyon ile açıklanan enflasyon arasındaki farklar nedeniyle gelir dağılımı bozulmuş, sabit gelirlinin (işçi, memur ve emeklinin) satın alma güçleri hızla düşmüştür.
Bu arada Türkiye modeli denilen bir ekonomik deney ile ülke ekonomisi bir laboratuvara dönüştürülmüş, döviz kuruna müdahaleler, finansal erişime güya kolaylık sağlanması adına yüzlerce düzenleme yapılarak finans sisteminin içinden çıkılmaz bir hale getirilmesi sağlanmıştır. Enflasyon ve döviz kurlar artmış, ithalat ihracattan daha büyük oranda artarak cari açık tarihi rekorlar kırmış, oysa ihracat rekorları kırılıyor denilerek kamuoyunda farklı algılar yaratılmaya çalışılmış, gayrimenkul ve kiralarda ki artışlar enflasyonun çok üzerinde gerçekleşmiş ve orta sınıf iyice yoksullaşarak, yoksullukta herkesin eşitlenmesi gündeme gelmiştir.
TCMB rezervleri erimiş ve ülkenin başına 1980’li yıllardaki DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) benzeri olan KKM(Kur Korumalı Mevduat) belası sarılmıştır. CDS (Kredi Risk Primi) primlerini artarak yurt dışı borçlanma maliyetleri artmış aynı zamanda yurt dışı borçlanma imkanları da kısıtlanmıştır. Bu dönemde tüketim ağırlıklı, başta finans sektörü olmak üzere hizmetler sektörü ağırlıklı ve ithalat kaynaklı büyüme oranı %4 civarında gerçekleşmiştir.
YÜKSEK ENFLASYON- DÜŞÜK FAİZ DÖNEMİ
2021’den itibaren tekrar yükselen enflasyona karşı faizlerin baskı altında tutulması YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ dönemini başlatmış olup doğal olarak ucuz krediye talep artmış, bankalar işin doğasına aykırı YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ’de kredi vermek istememesine rağmen kamu otoritesinin baskıları sonucu mümkün olduğunca kısa vadeli krediler vererek süreci yönetmeye çalışmıştır. Firma bilançolarında yüksek orandaki kredi bakiyeleri firmaların artık krediye bağımlı hale gelmelerine sebep olmuş ve krediye yeterince ulaşamayınca bu kez finansmana erişim zorluğundan bahseder hale gelmişti. Bu dönemde kredi kullanabilen tüm kesimler, bireyler, şirketler ve kamu kesimi herkes karlı çıkmıştır. Esas itibariyle kredi verenin memnun olmadığı, alanın çok memnun olduğu bir dönem olmuştur.
YÜKSEK ENFLASYON- YÜKSEK FAİZ DÖNEMİ
Ancak bu saadetin sürmesi imkansızdı, nitekim seçim sonrası enflasyon düşmeyince olması gereken YÜKSEK ENFLASYON- YÜKSEK FAİZ dönemi tekrar başlamıştır. Yüksek enflasyon karşısında firmalar, artan işletme sermayesi ihtiyacını büyük ölçüde kısa vadeli düşük faizli banka kredileriyle finanse ederek bilanço içinde banka kredi oranlarını daha da arttırmıştır. 2021-2022 yıllarındaki düşük finansman maliyeti, yüksek enflasyonda firmalara yüksek karlar ettirmiş, ancak 2023 seçim sonrası faizler kaçınılmaz olarak yükselmiş nitekim son günlerde %50-60 bandında seyreden kredi faizleri muhtemelen artmaya devam ederek %60-70 bandına gitmektedir. Son 20 yılda %10- 20 bandında kredi kullanmaya alışmış firmaların bu faiz yükünden memnun olmaları ve devam ettirmeleri mümkün değildir.
ZOR GÜNLER BİZİ BEKLİYOR
Önümüzdeki dönemde göreceli olarak iyileşen finansmana erişime rağmen, artan faiz oranları, hem faiz yükünü artıracak hemde iç talebi de düşüreceğinden firmaların reel anlamda cirolarını da düşürecek ve firmaların faiz ödeme güçleri, bireylerin de satın alma güçleri zayıflayacaktır. Kamunun artan bütçe açıklarının finansmanı büyük ölçüde borçlanma yoluyla karşılandığından kamu kesimi de artan faizler nedeniyle faiz baskısını daha fazla hissetmeye başlayacaktır. Artan faizler, düşen iş hacmi sonucu firma riskleri artacak ve batan kredi oranlarında ciddi artışlar görülecektir. İşte bu durumda bankaların kredi veren birimlerinin işi daha da zorlaşacaktır. Eskiden olduğu gibi rahat kredi vermeyecekler ve daha dikkatli olup belki ilave teminatlar istemek durumunda kalacaklardır. Keza 2021-2022 YÜKSEK ENFLASYON-DÜŞÜK FAİZ ortamında verilen her kredinin geri dönme ihtimali son derece yüksek iken, ucuz kredi ile büyük karlar elde edilmekte ekonomide talep de artarken firmalar rahatlıkla kredi ve faizleri ödeyebilmekteydi. Bu durum elbette durup dururken gerçekleşmedi, aşırı yükselen enflasyon böyle bir ortama neden oldu. Peki enflasyona ne sebep oldu, o ise ayrı bir yazı konusudur.
FİRMALAR ÖZ SERMAYELERİNİ GÜÇLENDİRMELİ
Firmaların yeni dönemde faiz ödeme gücü son derece önemli hale gelecek olup yeterli işletme sermayesi olmayan firmalar, finansmana önceki döneme göre daha kolay erişirken, yüksek faiz maliyetleri karşısında zorlanacaktır. Buna karşılık firmaların öz sermayelerini güçlendirmek adına ya halka açılarak ( nitekim son 1 yılda halka arzlarda çok büyük artışlar olmuştur) ya da dışarıdan kaynak bulma adına ortak arayışına gireceklerdir. Bu yöntemlere ilave olarak ya ortaklarının firma dışındaki paralarını firmaya koyacaklar ya da firma/ortak gayrimenkullerini satarak firmaya sermaye olarak kaynak koymak durumunda kalacaklardır.
En azından önümüzdeki birkaç yıl YÜKSEK ENFLASYON-YÜKSEK FAİZ döneminde firma bilançolarında artan kısa vadeli banka kredilerinin, artan finansman maliyetleri nedeniyle firmalar öz sermayelerini artırıcı yeni kaynak bulmak zorundadır. Bankalarda küçülen ekonomide, firmaların büyüyen finansal maliyetleri sonrası verecekleri kredilerde, firma kredi değerliliği tespitinde firmanın faiz ödeme gücü olup olmadığı konusunda çok daha dikkatli olmak durumunda kalacaklardır. Artan tüketici kredi faizleri ve tüketici kredi ve özellikle de kredi kart miktarları bireylere zor günler yaşatacaktır. Sıkıntıya girecek firmalar ve bireyler dolayısıyla banka sorunlu kredi risklerinin artışı kaçınılmazdır.
Murat ŞENOL – Ekonomist
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (823)
- BANKA ANALİZLERİ (139)
- BANKA HABERLERİ (3.081)
- BASINDA BİZ (58)
- BORSA (442)
- CEO PERFORMANSLARI (36)
- EKONOMİ (2.827)
- GÜNCEL (3.037)
- GÜNDEM (3.117)
- RÖPORTAJLAR (47)
- SİGORTA (131)
- ŞİRKETLER (2.163)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (458)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (982)
- Ali Coşkun (17)
- Arif Öztan (7)
- Ayşe Muzaffer Sunguroğlu (7)
- ChatGPT (26)
- Dr. Abbas Karakaya (63)
- Erden Armağan Er (45)
- Erol Taşdelen (522)
- Gizem Taşdelen (7)
- Gülbeyaz Gergün (63)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (26)
- Mustafa Akpınar (37)
- Onur ÇELİK (28)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (78)
- Serhat Can (6)
- Süleyman Çembertaş (16)
- Tungay Dere (18)
- Uğur Durak (33)
YAZARLAR

Yatırımcılar ve şirketlerin gözünden HALKA ARZLARIN zamanlaması doğru mu ?

DenizBank, Dünya Çiftçiler Günü’nü Tarıma Özel Kampanyalarla Kutluyor

İDEAL ÇALIŞMA NEDİR?

José Mujica: ‘En yoksul devlet başkanı’ olarak bilinen Uruguaylı siyasetçi hayatını kaybetti

BİR FABRİKA GÖRDÜM, İÇİNDE İNSAN UNUTULMUŞTU

Vakıf Katılım yılın ilk çeyreğinde 1,9 milyar lira net kar elde etti

Trump Suriye’ye yaptırımları kaldırdı

TCMB GÖSTERGE FAİZİ %46 YAPTI

GAREMDER ilk Yönetim Kurulu Başkanı’ndan Kamuoyuna Açıklama

Evden Sokağa, Tarladan Fabrikaya: İklim Kanunu Etkileri

NADİR ELEMENTLER NEDİR? HANGİ SEKTRÖLERDE KULLANILIR?

Garanti BBVA’da Mobil Sistem çöktü, gece 00:00’ye kadar ve Cumartesi Şubeler açık olacak

Verimliliğin Anahtarı: Yalın Düşünce Sistemi

Destekli Lisanssız GES’lerde Yeni Dönem
- SON DAKİKA HABERİ: Borsa günü yatay tamamladı 14/05/2025
- ASGARİ ÜCRET ARA ZAMMI: Temmuz'da asgari ücrete zam yapılacak mı? Asgari ücret ara zammı ne kadar olacak? Asgari ücret ara zammında son durum ne? 14/05/2025
- Bakan Kacır: Yeni nesil teşvik modelinde son aşamaya gelindi 14/05/2025
- Türkiye’nin kartlı turizm gelirlerinde büyüme trendi devam etti 14/05/2025
- Bakan Uraloğlu: Hedefimiz denizcilik sektörümüzü dünya liderleri arasına sokmak 14/05/2025
- SON DAKİKA | Bakan Işıkhan: Ev kadınlarının emekliliğine yönelik çalışma olacak 14/05/2025
- PKK'nın feshi ekonomiyi nasıl etkileyecek? Bakan Şimşek Londra'dan madde madde anlattı... 14/05/2025
- Fed: Gümrük vergileri büyümeyi yavaşlatıp, enflasyonu artırabilir 14/05/2025
- Trump: Katar Boeing'e 160 uçak siparişi verdi 14/05/2025
- Danimarka'dan 40 yıllık yasak sonrası nükleer planı 14/05/2025
- Almanya'da Ford işçileri greve gitti 14/05/2025
- Roche’dan Trump’a vergi ve yatırım uyarısı 14/05/2025
- ABD mortgage başvurularında arz fazlalığı etkisi 14/05/2025
- AB'den çiftçiye destek paketi 14/05/2025
ALTIN – DÖVİZ
BORSA
KRIPTO PARA PİYASASI
Popüler
-
GÜNDEM4 yıl önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL2 yıl önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA ANALİZLERİ3 yıl önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
GÜNDEM1 yıl önce
Bankacılığı bırakıp eskortluk yapmaya başladı: Haftalık kazancı dudak uçuklattı